SERSERİ KANUNU

Serseri , başıboş gezen , belli bir işi gücü ve yeri olmayan kimse demektir.Dahası halk arasında insanları kızdıracak sorumsuz davranışlarda bulunanlarda birden bu söze muhatap olabilirler.Hatırlayanlar olacaktır Türk televizyonculuk klasiklerinden Kaynanalar dizisinde Nuri ( Nöri ) Kantar kızdığında “ sus ümüğünü sıkarım şimdi sirserii “  diye bağırırdı. İyide Serseri Kanunu nereden çıktı diyeceksiniz.Burada  adli vakalara konu olan , çevreyi rahatsız eden ,  tehlike arz eden daha doğru bir tanımlama yaparsak sokak serserilerini kastediyoruz.

Şimdilerde serseri kelimesi ancak Polis Vazife ve Salahiyat Kanunu 13.maddesinde polise “akıl hastası  uyuşturucu madde veya alkol bağımlısı serseri “ şeklinde kapsamı daraltılmış şekilde tehlike arz ederse adli mercilere sevk edilmesi gerektiğini düzenliyor. Halk arasında da kullanımı devam ediyor bu Farsça “ser “ yani baş/kafa kökünden türeyen kelimenin.

Oysa bizim Serseri Kanunumuz vardı. Tam adıyla “ Serseri ve Mazannei Sui Eşhas Hakkında Kanun “ Osmanlı Mebusan Meclisinde 1909 yılında kabul edilmiş ve 1963 yılında yürürlükten kaldırılmış bir kanun. Şimdi ölmüş bir kanunu akademik ve hukuki bir çerçevede izah edecek değilim.Meraklılar kanun metnini detaylı okuyabilir , bazı araştırma ve kitaplara da konu olmuştur , akademik ve hukuki olarak araştırabilir.Bizim konumuz ise bu ilginç isimli kanun nedir , Osmanlı Mebusan Meclisi neden bu kanunu çıkartmıştı , çıkartılırken mebuslar neler söylemişti şeklinde tarihe kısa bir bakış atmak.Şunu ifade etmem gerekir ki bazen çok basit bir yorumlama ile kanunlarımızı batıdan çeviri yoluyla aldık şeklinde beyanlarda bulunuyoruz.Oysa gerek tanzimatçılar gerek meşrutiyetçiler hatta ittihatçılar çok çalışkan insanlardı , ülkede hukuk ve devlet işleyişi konusunda çalışmışlar , bizzat kanunlar ,nizamnameler hazırlamışlar , incelemişler , meclislerde oldukça detaylı şekilde tartışmışlar ve görüşmüşlerdir.Cumhuriyet döneminde etkisi uzun süren ve hatta hala sürmekte olan Osmanlı geleneği hukuktur.Çünkü sağlam bir temele dayanmaktadır.Bu uygulamalar yanlıştır , doğrudur , batılılaşma hedefi bize uygun olmuştur , olmamıştır başka bir tartışma konusu ama çalışkanlığı ve her alanda düzenleme isteği ve şevki bulunan reformist bir kuşağın hakkını vermek lazım.

Mebusan Meclisinde gerçekleştirilen konuşmalara değinmeden serseri kelimesi üzerine konuştuk ama “ Mazannei Sui Eşhas “ nedir ona da kısaca değinelim.Mazanne , zannolunan demek , Sui ,  kötü/kötülük anlamında artık dilimizde suikast kelimesinde ve belki arada kullandığımız “sui misal misal olmaz “ sözünde yaşıyor.Eşhas ise şahıslar demek kelime tam anlamıyla kendisinden kötülük beklenilen şahıslar , şüphe çeken ,  şüpheli görünümlü şahıslar anlamına geliyor.

11 Mart 1325 Çarşamba , yer Osmanlı Mebusan Meclisi , Reis Ahmet Rıza Beyefendi , kanunun müzakeresi reis beyefendinin “Şimdi Serseri Nizamnamesini mütalaa edeceğiz. Umumu hakkında müzakerat cereyan edecektir. Sonra madde be mad e okuyacağız. Yine her madde hakkında müzakere icra edeceğiz “ sözüyle başlıyor. Encümen  1308 tarihli aynı adla bir nizamname var ama tatbiki tam olarak uygulanamadığından yeniden ihtiyaç oldu diyor fakat gerekçeye neden olarak  sıkıştırdığı bir söz ilginçtir “ diğer taraftan o kabusu istibdatın bir daha avdet etmek ihtimali olmamak üzere “ . İkinci Meşrutiyet sonrası bir ortamda bulunulduğu için hürriyet ortamı övülüyor fakat hürriyet ortamını bazı şahısların kötüye kullandığı etrafta başıboş gezen insanların çoğaldığından bahisle şikayetlerin arttığı ve kanunun gerekliliğinden bahsediliyor. Ayrıca bu kanun toplumsal  bir amaçta gütmektedir serserilere iş bulmaya teşvik etmek daha doğrusu mecbur etmek.

Encümen sözcüsü Fuat Bey devamla serseriden bahsediyor , çok uzun , ağdalı ve detaylı konuşmalar olmakla beraber aradan ilginç olanları alacağız. Fuat Bey ; “Evvelemirde serserilerden bahsedelim. Cümlece malumdurki ahkâmı esasiyei fıkhiyeye nazaran herkesin kendi havaici zaruriyesini, yani gerek kendinin ve gerek evlat ve ayalinin iaşesine, infakına muktazi olan havaici tedarik etmek üzere bir sayi meşru ile iştigal etmesi, bir kispte bulunması şeran farzdır, ahkâmı esasiyei fıkhiyeye nazaran farzı ayndır. “ şeklinde işin dini temeline yönelik bir girizgah yapıyor. Devamında “Malumdur ki işsizlik, tenperverlik ümmülhabais denecek derecede insanı şeye sevkeder. Hususiyle fakrü zarurete mukarin olursa. Fakr ü zaruret de, yani «Kâdelfakrü yekûne küfren» hadisi şerifi veçhile zaruret insanı bittabi fenalığa sevkeder, bataatle tariki meşrude bulunamazsa, tabiidir ki gayrimeşru tariklere sülük edecek ve gayrimeşru surette havaicini tedarike kalkışacaktır, yani taban, aklen, seran böyle vasıtai maişete malik olmayan bir kimsenin işsiz, bataat halinde bulunması memn u ve mezmum bir haldir ve bunu men etmek, bunun önünü almak heyeti içtimaiyenin başlıca vezaifinden olmakla beraber, hukuk ve selâhiyeti cümlesindendir. “ demek suretiyle dini gerekçesini de ortaya koyuyor , başıboş gezen yanlış yollara sapar düzen gereklidir şeklinde beyanda bulunuyor.

Ehh tabi biz kendimizi genelde en iyisini yapıyor şeklinde addederiz. Konuşmada “Fransa ahkâmı kanuniyesi eskidir, bu bapta Fransız müellifleri, bu ahkâmı kanuniyenin noksanından daima bahsetmişlerdir ve vukuat da bunu gösteriyor ki Fransa’da mevcut olan ahkâmı kanuniye bu serseriliğin önünü alamamıştır, gittikçe bu serserilik tezayüt ediyor, fakat orada o nizamın tadiline teseyyüb edilmiş fakat iyi bir surette bir netice hâ­sıl etmemiştir. “ şeklinde Fransa kanunun eksi ve eksik olduğundan illa bahsediyoruz.Avrupa uygulamalarında da bahsedilmiş , tesisler kurmak gerektiği anlatılmış  ama işte bizim en büyük sorunumuz para yine peşimizi bırakmamıştır “Bir de serseriler hakkında mükemmel ahkâm vazedebilmek için böyle müesseselere lüzum vardır, fakat bunların şimdilik ahvali maliyemize nazaran ihdası, tesisi müşküldür, şimdilik gayri mümkündürPara yoksa iyi kanunda olmuyor vesselam.

Sonra uzun uzun müzakereler başlamaktadır.Serserinin ikametgahı tartışılmış bir kahvede yatıp kalksa ikametgahı yok mu diyeceğiz gibi detaylardan , hapishaneden çıkan örneği gibi sayısız detay.Ayrıca iş bulma , ya iş bulmazsa veya verilen dayak cezaları da tartışılmıştır.

Birinci madde hakkında Van Mebusu Tevfik Efendi söz alıyor seyreyleyin gürültüyü gerçekten mecliste gürültü kopuyor. “1 nci madde , serseriliği tarif hakkındadır. Bu tarif ise efradım cami de­ğildir. Burada deniliyor ki hiçbir  vasıtai maişeti bulunmadığı ve çalışmaya kudreti olduğu halde, deniliyor. Vasıtai maişeti deniliyor. Vasıtai maişeti, hilafı mezhebi olarak tedarik edenler hakkında hiçbir şey söylenmemiş. Mesela 18 yaşından aşağı tellaklık gibi, kumarbazlık gibi, kârhanecilik gibi ,meyhanecilik gibi hilafı mezhebi olarak irtikap edenler hakkında bu gibi… (Gürültü) Dinleyiniz rica ederim, kesmeyiniz. Benim mezhebimde en büyük serseri bir kârhanecidir. Bir hamam tellağı, 18 yaşından aşağı bir hamam tellağıdır. Onun için burada 1 nci maddede hiçbir vasıtai mai­şeti bulunmadığı, veyahut maişetini hilafı mezhebi olarak olan ahvalde taharri ettiği diye bir kayıt konulmak lâzımdır. “şeklinde bulunuyor. Tevfik Efendi serseriyi boş gezen olarak almayalım bence en büyük serseri kerhanecidir diyip geçiyor , diline sağlık merhumun.

Konya mebusu Mehmet Vehbi Efendi serseri değil sefih diyelim diyor.İzmir Mebusu Aristidi Paşa , “ tellaklık namuzsuz bir sanat değildir , anlayamadım “ diye uzunca konuşuyor .Oldukça fazla vekil serseri nedir konusunda konuşuyor ama konuşmalar hız kesmiyor hatta Kengiri Mebusu Behçet Bey “Vâkıâ henüz birinci maddedeyiz. 1 nci madde hakkında pek çok sözler söylenmiştir. Bendenizin söyleyeceğim şeylere de hacet yoktur .Fakat kendi nefsimi zaptedemiyorum “ diyor.Meclis son derece nizami çalışan bir meclis her söz alan konuştukça konuşuyor.Konuşmalarda konuşmacıların birbirini şikayet ettiği gibi nazariyelerin , teorilerin , örneklerin sonu gelmiyor.

Benim burada gördüğüm en ilginç konuşmayı İstanbul Mebusu Mustafa Asım Efendi yapıyor , konuşmanın ilginçliği nedir , oldukça aristokratik bir konuşma. Konuşmasında “Ben İstanbullu çocuğuyum, bilirim. Evden tavayı, tencereyi satar, geçinir. Buna serseri demeyecek misiniz? Hiç­ bir davacısı yoktur ve ikametgâhı da vardır. Yakaladığı vakit, «Benim evim vardır, onda «ikametgâhı muayyen» sözü olamaz. İkametgâhı olsun olmasın. Bir de şimdi ikametgâhı muayyen oldu. Bunlar da tariften hariç kaldı. “ Asım Efendi  ben İstanbulllu çocuğuyum bilirim , taşra gibi olmaz diye kendisinden önce konuşanlara dokunduruyor. Devamında “Efendim, bir adam, birgün arabasına biner, Meclisi Mebusana gelir. Ertesi günü antikacı dükkânına gider, öteberi alır. Bu, kibarca geçinmedir, gezmedir. Yahut bu adam eline tesbihini alır, öğleyi Fatih Camii Şerifinde kılar, ondam sonra Veliefendi’ye kadar gider, yolda da Hazreti Sümbülü ziyaret eder. Akşam üstü döner. Bu adama şurada burada geziyor diyebilir misiniz?.. “ şimdi  kanunun birinci maddesi şu şekildedir. “Hiç bir vasıtai maişeti bulunmadığı ve çalışma kudreti olduğu halde lâaikal 2 aydan beri birgüna kâr ve kisp veya sanatla meşgul olmayan ve bu müddet zarfında iş bulmak için teşebbüsatı lâzimede bulunduğunu dahi ispat edemeyip şurada burada dolaşan kim selere serseri ıtlak olunur. Çalışmaya muktedir iken teseülü vesilei maişet İttihaz edenler dahi serseri addolunurlar.”  Mustafa Asım Efendi’nin kanunun şurada burada dolaşan kimselere serseri mi diyeceğiz diye verdiği  verdiği örnekte adam Meclisi Mebusana gelir , Antikacıya gider diye ne kadar nezih ve elit yerleri örnek vermiştir. Pazara gider , kahveye gider falan dememiştir. Zabıt varakaları okunduğunda dilin ne kadar nazik , kelimelerin özenle seçilerek konuşulduğu , mebusların çok hazırlıklı geldiği anlaşılıyor.Neticede bu kanun 22 madde olarak kanunlaşmış ve uzunca süre uygulanmıştır.

Yazı biraz uzun oldu umarım sıkılmazsınız , yazımıza Merhum üstad Necip Fazıl’ın bir şiiriyle son verelim.13.10.2016

Yeryüzünde yalnız benim serseri,

Yeryüzünde yalnız ben derbederim.

Herkesin dünyada varsa bir yeri,

Ben de bütün dünya benimdir derim.

 

Yıllarca gezdirdim hoyrat başımı,

Aradım bir ömür, arkadaşımı.

Ölsem dikecek yok mezar taşımı;

Halime ben bile hayret ederim.

 

Gönlüm ne dertlidir, ne de bahtiyar;

Ne kendisine yâr, ne kimseye yâr,

Bir rüya uğrunda ben diyâr diyâr,

Gölgemin peşinden yürür giderim…

 

Mehmet Emin Başalp

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir