Bizim jenerasyonumuz ilkokul çağlarında Ömer Seyfettin hikayelerini çokça okurdu çünkü sebebi eğitimcilerimiz tarafından Ömer Seyfettin’in çocuk hikayesi kitabı yazan bir hikayeci olarak düşünülmesi ve öğrencilere tavsiye edilmesi idi.
Ömer Seyfettin’in oldukça etkileyici dili , çarpıcı sahneleri ve daha da önemlisi anlaşılır sade bir üslubu vardı. Hikayelerini çocuk aklıyla o zamanlar değerlendirmem mümkün değildi bir çok hikayesini okudum belki bir defa okumuş olmakla beraber hepsi hafızamdadır. Çünkü hikayeleri travmatik etkiler bırakıyordu. Misal And hikayesi köpek , kuduz gibi kelimeler geçtiğinde bu hikaye gözümde canlanır , Mustafa’nın trajik hikayesi insanın içini burkardı. Yine Kaşağı hikayesi de bende aynı etkiyi bırakmış çocukken boğazım şişse kuşpalazı olup öleceğimi düşünürdüm. Fakat yalan söylemenin de ne kadar kötü bir şey olduğunu bana bu hikaye öğretmiştir , hala bu hikayenin etkisi altında olduğumu söyleyebilirim. Bende hastalık korkusu vardır , bu hikayelerin etkisi vardır diye düşünüyorum.
Bir Çocuk Aleko ve konusu daha ağır Bomba hikayesini o yıllarda anlayamamış olmalıyızki bu hikayeleri yıllar sonra tahlil edebildim.
Beyaz Lale ve Yalnız Efe hikayelerini ise beğenmemiştim çünkü bize intiharın büyük bir günah olduğu ailemizce benimsetildiğinden oraya odaklanmıştım.
Diyet hikayesindede insanın kolunu kesmesinin ne kadar müthiş bir acı vereceği hep hafızamda yer aldı. Pembe İncili Kaftan’da elçilik dönüşü mağdur olmuş Muhsin Çelebi’ye üzülürdüm. Üç Nasihat hikayesinde bende derin iz bırakmış bir hikaye olup bilhassa bu üç nasihatten üçüncüsü olan karını kendi gitmediğin yere gönderme hususunu hala önemserim.
Velhasıl okuduğum hikayeleri çok hepsini değerlendiremeyiz. Nitekim ilkokulda beğenerek okuduğum Ömer Seyfettin kitaplarını , sonraki yıllarda korkunç ve çocukların psikolojisi bozan kitaplar olduğuna ve çocuklara asla okutulmamasına inandım bir dönem bu fikri çok savundum ama şimdilerde yumuşattım.
Hikayelerini sonra edebi ve tarihi açıdan da inceledim bu seferde Kızıl Elma Neresi gibi tarihi açıdan harika , Mermer Tezgah gibi edebi açıdan çok beğendiğim mükemmel ve okuması keyifli hikayeleri de vardı.
Sözü uzattık esas meseleye gelemedik , Ömer Seyfettin’in Başını Vermeyen Şehit hikayesi işte bizim gibi Anadolu’nun vatan , millet , tarih sevdalısı , dindar insanlarına hitap eden ölümsüz hikayesi. Çocukluğumda bir menkıbe gibi bu hikayeyi anlatırdım , Kuru Kadı gözümde abdest alırken canlanırdı.
Şehitlik bizim dinimizde büyük mertebe bu vatan nice şehitlerle fethedildi , savunuldu , şairin de dediği gibi ” şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda. ” Son günlerde ülkemizi yine içerde ve dışarda güç mücadeleler içinde görüyoruz. Belki yıllar sonra sınırlarımız dışında sıcak çatışma içindeyiz. Nice yiğitleri korkusuzca mücadele ederken görüyor ölüme gözünü kırpmadan atılmasına şahit oluyoruz. Al bayrağa sarılı tabutları gördükçe üzülüyoruz. Fakat o ruh kaybolmuş değil , bunu apaçık hissedebiliriz , bunca üzücü hadiseye rağmen diz çökmeyen , yılmayan , korkmayan , sinmeyen , tehditlere boyun eğmeyen hatta gülüp geçen bir ruh ancak bu tarihi tecrübelerden geçmiş ve bu şuuru hala yaşatan bir millette olabilir.
Gelelim hikayeye yıllar yılı savaş meydanlarında olmalarına rağmen hikaye kahramanlarından Deli Mehmet , Deli Hüsrev nişan , hil’at istemiyorlardı “fani vücuda kefen gerektir , hil’at nadanları sevindirir “diyorlardı ya bugünde inanın o ruh vardır günümüzde bu mücadeleyi 20-25 yaşındaki gençler taltif için yapmıyorlar veya sonunda şehadet var denilse bile tetiği çekip altının ortadından haini vuruyorlar.
Velhasıl cenk sırasında Deli Mehmed’in başını kesip götürürler fakat Deli Hüsrev bağrır ” Mehmedim canını verdin başını verme ” Mehmed’in cansız cesedi ayağa kalkar başını düşmandan alır ve oracığa uzanır bunu Deli Hüsrev ve Kuru Kadı görmüştür sadece.
Kuru Kadı bu olaydan etkilenir meczup hale gelir fakat Hüsrev hala eskisi gibidir , cenk akşamı dahi atını kaşağılar , türkü söyler neticede bu olaya niye şahit olduklarını Deli Hüsrev “bu şehitlik müjdesidir “diyerek Kuru Kadıya açıklamıştır. Yıllar sonra Zigetvar’ın Fethi sırasında Deli Hüsrev’in naaşı yanında ak sakallı , yeşil cübbeli ve sarıklı bir kişi daha bulunur ama kim olduğu bilinmez belki bu kişi Kuru Kadıydı şeklinde bir anlatımla hikaye biter.
Gerçekten bu hikayeyi şu günlerde yeniden düşündüm etrafımızda başını vermeyen şehitlerimiz var . Şehadet arzusu içinde gerektiğinde yaşlı haliyle cepheye koşacak Kuru Kadılar var. Ömer Seyfettin’e bir parça haksızlık ettiğimi de düşündüm , bu coğrafyada yaşayan bu milletin bunca çetin mücadelesi içinde çocukta olsa Başını Vermeyen Şehit gibi hikayeleri okuması lazım. Bizden olan , bizim dinimizden , irfanımızdan , tarihimizden süzülerek gelen hadiseler acıklıda olsa korkunçta olsa zarar vermiyor.Bu ruhu besliyor , yaşatıyor buna inanıyorum.
Oysa içimize giren nifak , kin , ihanet ve canilik ise dışarının zehirli dilleriyle geliyor ve içeriyi besliyor. Kendi milletine bomba yağdıran hainler , dindaşlarını tekfir edip silahla tarayan sözde müslümanlar , çoluk çocuk kadın demeden bomba patlatan teröristler Ömer Seyfettin okuyamazlar , onu hissedemezler.Bu ruhu bu kitaplarda hissedebilmek ise büyük bir şeref olsa gerek.
İşte bu şehadet arzusunu , vatan savunmasını Başını Vermeyen Şehit hikayesi kadar açık ifade edebilen , edebilecek kitapları , hikayeleri yeniden okuyalım , okutalım derim. 13.01.2017
Mehmet Emin Başalp
Eline sağlık Mehmet Emin ABi.
Ömer Seyfettine dair düşündüklerime tercüman olmuşsun. Küçükken okuduğumda biraz ağır gelir anlamazdım
Hatta bazen yarım bırakırdım bazı kitaplarını. Ama şimdi geri dönüp baktığımda bir o kitapları okurken yaz tatili duygularım kalmış zihinimde.
Kitapligimizdaki Omer seyfeddin serisini Yeni şafak Gazetesinin Kültür hediyesi olarak her gün Bir tane hediye verdiği yillarda tamamlamıştık.
Ve BAŞINI VERMEYEN ŞEHİD hikayesini zamanla daha da iyi anladim. Yetişkin gözüyle düşündüğümde Ozellike zihnimde canlanan sahneleri hikayeyi daha da iyi anlamamı sağladı. Sanki kitap yıllar sonra anlayalım diye yazılmış. Her sahnesini hatırlasam da anlayamamış küçükken okuduğumda. Zamanla hikayeye dair aklıma gelen betimlemeler beni geçmişe götürüp olayları daha iyi kavramamı sağlıyordu sanki. Velhasıl hasıl iyi ki okumuşum diyorum zaman zaman.
Ve senin bahsettiğin hikayede zihnimde kalan ve hiç unutamadığım bölümü paylaşmak istedim sizlerle.
Çıkarma öncesi Kuru Kadının Mücahidlerle yaptıgi istişaresi ve kilometrelerce uzaklardaki haclilardan beklenen dua… evey bu sahne beni çok etkilemiş ki zihnimde bir bir canlanıyor. Sanki olayin icinde tümden var gibiyim. Ümmet bilinci bu olmalı ki yarını bekleyelim arefe günüEline sağlık Mehmet Emin ABi.
Ömer Seyfettine dair düşündüklerime tercüman olmuşsun. Küçükken okuduğumda biraz ağır gelir anlamazdım
Hatta bazen yarım bırakırdım bazı kitaplarını. Ama şimdi geri dönüp baktığımda bir o kitapları okurken yaz tatili duygularım kalmış zihinimde.
Kitapligimizdaki Omer seyfeddin serisini Yeni şafak Gazetesinin Kültür hediyesi olarak her gün Bir tane hediye verdiği yillarda tamamlamıştık.
Ve BAŞINI VERMEYEN ŞEHİD hikayesini zamanla daha da iyi anladim. Yetişkin gözüyle düşündüğümde Ozellike zihnimde canlanan sahneleri hikayeyi daha da iyi anlamamı sağladı. Sanki kitap yıllar sonra anlayalım diye yazılmış. Her sahnesini hatırlasam da anlayamamış küçükken okuduğumda. Zamanla hikayeye dair aklıma gelen betimlemeler beni geçmişe götürüp olayları daha iyi kavramamı sağlıyordu sanki. Velhasıl hasıl iyi ki okumuşum diyorum zaman zaman.
Ve senin bahsettiğin hikayede zihnimde kalan ve hiç unutamadığım bölümü paylaşmak istedim.
Çıkarma öncesi yapılan istişare ve kilometrelerce uzaklardaki haclilardan beklenen dua beni çok etkilemişti. Ümmet bilinci bu olmalı ki yarını bekleyelim arefe günü hacilarımizin duasını aldıktan sonra çıkarma yapalım diyen Kuru kadı nin sözleri nasıl da işlemiş zihnime ve yüreğime.
Evet “Duadan yardım Beklemek, bu nasil bir teslimiyet.” Demiştim birkaç yıl önce düşündüğümde. Ve anladım ki omer seyfeddinin bu hikayeleri bizle birlikte mezara gidecek. Zaman zaman geriye dönüp bizi dürtecek. Surekli Hafızanızı meşgul edecek. Belki duygulardaki yoğunluğu belki Keskin betimlemeleri… sanki bütün olanları kendim yaşamışım da eskiyi hatırlıyor gibiyim.
(Duayı bırak, efendi dedi, gaza duadan faziletlidir. Gel… Lütfet. Bize şu kapıyı aç. Kalbindeki korkuyu
at. İşte hepimiz hazırız. Şu ayağımıza gelen gaza fırsatını kaçırmayalım. Kuru Kadı’nın elleri aşağı düştü. Deli Hüsrev de arkadaşının yanına sokulmuştu. Bütün gaziler bu iki delinin arkasına üşüştü. Sanki hepsi bir anda deli oldular… bir ağızdan.
– Aç bize kapıyı, aç… diye bağırmaya başladılar.Kuru Kadı’nın iri patlak gözleri yaşardı. Yüzü sapsarı oldu. Uzun siyah sakalı kımıldadı. İki deliyi bile titreten, bütün gazilerin saçlarını ürperten ilahi bir ağıt ahengi kadar etkili sesiyle haykırdı.
– Meydan erleri! Ey mertler! Padişahımız Süleyman Gazi aşkına şu sözümü dinleyin. Benim muradım sizi gazadan engellemek değildir. Bugün can, baş feda olsun… Özellikle yarın kurban bayramı… Fakat bakınız maksadım ne? Bugün cuma… hem de arife. Bugün hacılarımız Arafat’ta, diğer mü’minler camilerde bizim gibi gazilerin zaferi için dua etmekteler… Bunda şüphesi olan var mı?
– Hayır.
– Hayır, asla…
– Hayır.
– O halde münasip olan budur ki, biz de namazlarımızı eda edelim. Gözlerimizin yaşını dökelim. Dua edelim. Birbirimizle helallaşalım. Sonra gazaya girişelim. Kalanlarımız gazi, ölenlerimiz şehit olsun! Dünyada iyi nam ile anılalım. Ahirette peygamberimizin âlemi dibinde toplanalım… Ne dersiniz?
– Hay hay!
– Uygun…
– Pekâlâ!
Gazilerin hepsi buna razı oldu. Öğleye kadar durdular. Abdest aldılar, namaz kıldılar, tekbir çektiler, helallaştılar. Kıraçin’in askeri, sardıkları palankadan yükselen derin uğultuyu hep teklif ettikleri “Vire” münakaşasının gürültüsü sanıyorlardı. hacilarımizin duasını aldıktan sonra çıkarma yapalım diyen Kuru kadı nin sözleri nasıl da işlemiş zihnime ve yüreğime.
Evet “Duadan yardım Beklemek, bu nasil bir teslimiyet.” Demiştim birkaç yıl önce düşündüğümde. Ve anladım ki omer seyfeddinin bu hikayeleri bizle birlikte mezara gidecek. Zaman zaman geriye dönüp bizi dürtecek. Surekli Hafızanızı meşgul edecek. Belki duyguları yoğunluğu belki Keskin betimlemeleri… sanki olanları kendim yaşamışım da eskiyi hatırlayıp o günleri anıyor gibi hissediyorum çoğu zaman.
Duayı bırak, efendi dedi, gaza duadan faziletlidir. Gel… Lütfet. Bize şu kapıyı aç. Kalbindeki korkuyu
at. İşte hepimiz hazırız. Şu ayağımıza gelen gaza fırsatını kaçırmayalım. Kuru Kadı’nın elleri aşağı düştü. Deli Hüsrev de arkadaşının yanına sokulmuştu. Bütün gaziler bu iki delinin arkasına üşüştü. Sanki hepsi bir anda deli oldular… bir ağızdan.
– Aç bize kapıyı, aç… diye bağırmaya başladılar.Kuru Kadı’nın iri patlak gözleri yaşardı. Yüzü sapsarı oldu. Uzun siyah sakalı kımıldadı. İki deliyi bile titreten, bütün gazilerin saçlarını ürperten ilahi bir ağıt ahengi kadar etkili sesiyle haykırdı.
– Meydan erleri! Ey mertler! Padişahımız Süleyman Gazi aşkına şu sözümü dinleyin. Benim muradım sizi gazadan engellemek değildir. Bugün can, baş feda olsun… Özellikle yarın kurban bayramı… Fakat bakınız maksadım ne? Bugün cuma… hem de arife. Bugün hacılarımız Arafat’ta, diğer mü’minler camilerde bizim gibi gazilerin zaferi için dua etmekteler… Bunda şüphesi olan var mı?
– Hayır.
– Hayır, asla…
– Hayır.
– O halde münasip olan budur ki, biz de namazlarımızı eda edelim. Gözlerimizin yaşını dökelim. Dua edelim. Birbirimizle helallaşalım. Sonra gazaya girişelim. Kalanlarımız gazi, ölenlerimiz şehit olsun! Dünyada iyi nam ile anılalım. Ahirette peygamberimizin âlemi dibinde toplanalım… Ne dersiniz?
– Hay hay!
– Uygun…
– Pekâlâ!
Gazilerin hepsi buna razı oldu. Öğleye kadar durdular. Abdest aldılar, namaz kıldılar, tekbir çektiler, helallaştılar. Kıraçin’in askeri, sardıkları palankadan yükselen derin uğultuyu hep teklif ettikleri “Vire” münakaşasının gürültüsü sanıyorlardı. )