İSLAMİ SOSYAL ÇALIŞMALARDA ÖZGÜNLÜK SORUNLARI – ( KAYNAK KULLANIMI )

images (2)

 

İSLAMİ SOSYAL ÇALIŞMALARDA ÖZGÜNLÜK SORUNLARI – 6 ( Maddiyat )

İslami sosyal çalışmaların çoğu malum olduğu üzere bir takım maddi güçlerle yapılmaktadır. Para ihtiyacı , araç – gereç ihtiyacı , mekan ihtiyacı gibi bir çok ihtiyaç bulunmaktadır.Bu ihtiyaçlar müslümanların fisebillillah bağışlarıyla giderilir.

Bu maddi gereksinimin bir kaç boyutu var bunlara değinelim fakat peşinen şunu ifade edelim, özgün İslami sosyal çalışmalar en az maddi kaynak ile beraber en saf ( temiz ) maddi güçle yapılandır. Neden mi ? Çünkü gerisi İslami olmaktan çıkar.

Neden az kaynak ile yapılan iyidir. İslami sosyal çalışmalar müslümanların parası ile yapılmaktadır.Zaten objektif şartlarda müslümanların parasal gücü yok az kaynak hususu gerçeği yansıtmıyor diyemeyiz.İster çok , ister az kaynağa sahip olalım israfa girecek hiç bir harcamayı yapamayız.

Yine mevcutlar içinde de o çalışma için en az maliyetli ve en faydalı yöntem neyse onu tercih etmeliyiz.

Yazımda basit örnekler vereceğim , geniş anlamda siz hayal edin.

Müslümanların sosyal faaliyetleri ile ilgilenen bir kurum , gelene gidene bir şeyler ikram edecektir doğal olarak.Bunlar makul olarak nedir ? Sudur , çaydır , ikram olarak şeker , orada bulunan herkesin yediği ortalama bir yemek yeri geldiğinde.Böyle bir mekanın idarecisi çıkıp iyi cins bir kahve , pahalı pastalar vb ikram etse buna para harcasa ne olur , vebale girer. Müslümanların hizmeti için kurulmuş bir mekanda ortalamanın üstü hizmetler , keyf , zevk ve şaşaa için bütçe ayrılamaz.

Haydi şimdi soruyorum Ramazan ayında verilen iftar yemekleri , şahıs veriyorsa istediği otelde versin , istediği sayıda versin. Fakat bir İslami kuruluş iftar veriyorsa çokça ölçüp tartmalıdır.

Şöyle bir yanlış anlaşılma olmasın kalite tabiiki olacaktır , kalitenin maliyeti vardır.Sanatsal ve ilmi çalışmalarda masraftan kaçılmaz.Saman kağıda kötü tasarım afiş yaptırmak az maliyet değildir , sorun estetik güzel bir broşürü haddinden fazla bastırıp , programında tarihi geçtikten sonra elde binlercesinin kalmasıdır , aradaki farkı anlamışssınızdır.

İslami bir kuruluş müslümanların paralarını toplamış ve hizmet üreteceksede yine önce gönüllülük esasıyla bu hizmeti yüklenecek biri veya birileri var mı bu yolu deneyecek. Bilirsiniz bir savaş masrafı için Hz.Ebubekir Efendimiz malının tamamını , Hz.Ömer Efendimiz yarısını getirdi.Bu imkan bulunamadı diyelim mevcut kaynak en makul şekilde ve en çok kişiye ulaşacak şekilde değerlendirilmelidir.

Efendim biz her sene eğitim için program yapıyoruz , yapılabilir , uygun otel seçilir , seçilirken ortalama hizmetlerede bakılır .Tabiki oda sayısı , salonu , havuzu vb bir kriterdir fakat şu kriter değildir her sene bize yakın yerlere gidiyoruz sıkıldık , şuraya gidelim , buraya gidelim. Şu otellerde ekstra şu hizmetler varmış orada yapsak.Bu olmaz bunlar keyfidir , vebaldir.

Saymakla bitmez , insanların bakıp , buruşturup çöpe attığı broşürler , katılımcısı olmayan konferanslar , tanıtım maksadını aşan gösterişe dönüşen reklamlar , duyurular , maliyetli geziler , programlar , ikramlar.
Lüks binalar , lüks tefrişat. İnsanlara daha kolay ve maliyetsiz şekilde ulaşacak imkan varken pahalı yolu takip etmek. Bunların hiç biri özgün ve islami değildir. Bu çalışmalar yapılırken içindekin ziyade pakete para dökülürse bir çok veballer oluşur.

Bir diğer hususta kaynağın bir kuruş dahi suistimale sebebiyet vermeden yerine ulaşmasıdır.Bu konuda insiyatif alanlar çok titiz olmalıdır bir kuruş bile lüzumsuz harcanmamalı bir kuruş dahi geciktirilmemelidir.

Bu konuda misal cenaze mesajları , duyurmak güzel lakin bu işte makul olan altsoy , üstsoy , kardeş ve eş olabilir fakat halası , dayısı , yengesi , bacanağı gibi mesajlar örneğin lüzumsuz bir kullanıma örnektir.

Yine deselerki bir islami sosyal faaliyeti yaparken , parasını karşıladığın , kendi çabanla gönüllü olarak katıldığın bir çalışmada mı olmak isterdin yoksa milyarların girdiği , binlerce kişiye hizmet veren bir organizasyonda mı olmak isterdin.Ben birincisini tercih ederdim niye Hz.Peygamber bir gün namazdan sonra hızla camiden ayrıldı sonra geri döndü , ashap sordu ne oldu Ya Resullullah , yanımda müslümanlara dağıtılacak bir miktar sadaka vardı o aklıma geldi hemen gidip dağıttım. İşte bu kadar hassas olabileceksek müslümanların işleri için verilen paraları yönetelim.Bu işler icin hele hiç talip olmaya gelmez ancak bu görevde birine tevdi edilecektir , Allah o kişininde yardımcısı olsun.Bu konularda çok dikkatli ve titiz olmak gerekir.

Ben zamanında bir STK’ya ait bodrum katındaki eşyaların su basması nedeniyle atıldığına şahit olmuştum misal bu eşyları orada depolayıp , dağıtmayıp mahvına sebep olanlar acaba bu vebali nasıl kaldırırlar diye hep düşünmüşümdür.

Müslümanlar bir araya geldiklerinde artan ilimden , hikmetten toplumdaki düzelmeden konuşmalıdırlar , alınan verilen şeyleri saymakla devamlı maddi mevzuları gündeme getirmekle , her şeyi sayısal olarak ölçmekle çok fazla vakit harcamamalıdırlar.Sadelik , basitlik , özgünlük ve etkinlik amaçlarından sapılmamalıdır.

Meselenin özü anlaşıldı heralde özgün , bereketli ve hayırlı bir çalışma için az maliyetli ve o maliyetin en faydalı ve en hızlı olanını yapmak icap eder.

Gelelim kaynağın saf ve temiz olmasına , herkesce malum kaynak helal olmalıdır ve şüpheli olmamalıdır.

Ne idiğü belirsiz uluslarası fonlardan vb uzak durmak gerekir. Kazancı şüpheli kişilerden bağış alınmamalıdır. Kamu kaynağı kullanılıyorsa daha titiz olmak gerekir.

Müslümanlardan alınan zekat ancak zekat olarak verilecek kişilere bekletilmeden şartsız şekilde ulaştırılmalı bu parayla eşya alınmamalı , inşaat vb yapılmamalıdır.

Müslümanların parası İslami sosyal çalışmalarda ümmete fayda sağlayacak irşad çalışmalarında kullanılmalıdır.Ticarette bir kural vardır tacir basiretli olacaktır , müslümanların işlerini üstlendiysen bu basiret kat kat artmalıdır , amatör hatalar , beceriksizlikler , zarar ve ziyanlar vebaldir.

Müslümanlar için islami sosyal çalışmalar yapılırken sahabe zamanındaki hassasiyeti şiar edinelim. Zamane müslümanlığı değil sahabe müslümanlığını istiyorsak bir şeyler değişmelidir.Yoksa toplumda bir inkişaf değil yeni yeni illetler peyda olmaktadır.

Sadece niyet yeterli olmaz icraatta olmalıdır.Müslümanlar arasında kardeşlik , dayanışma ve birliktelik artacaksa evvela dünyalık kaygılardan ve popüler ihtiyaçlardan kurtulmalıyız.
İhtiyacı olan fakir , fukaraya harcanacak para bekletilmeden ulaşmalı.
Sosyal çalışmalar için harcanan para en az maliyetle gerektiği gibi sarfedilmeli.
Müslümanlar daha fedakar olup maddi desteği artırmalı , maddi harcamalardanda en az faydalanmalıdır.Gerekirse para ve masraf bile talep etmemelidir.
Vicdanlar rahatsız olursa , suistimal olursa bu ne işe yarayacaktır.
Eğer bu konuya müslümanlar özel ehemmiyet verirse işleri kat kat kolaylaşacak ve bereketli bir hal alacaktır.21.09.2017

Mehmet Emin Başalp

BİZANS TARİHİ’Nİ BİLMEK GEREKİYOR

 

images


BİZANS TARİHİ’Nİ BİLMEK GEREKİYOR

Daha çok Bizans olarak bilinen Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul ve en önemli toprak parçasıda bugün bizimde yaşadığımız Anadolu’dur.

Bizans her ne kadar Roma devlet kültürünü devam ettirdiğini söylesede , daha erken devirlerde Grekleşmesi ( Rumlaşması ) ile doğulu özelliklere sahip Hristiyan bir devlettir.

Bizans devleti , Ortodoks mezhebinin oluşumu , din ve devlet ilişkileri bağlamında da incelenmesi gereken bir devlettir.Ortodoksluk’u Bizans devlet yapısı şekillendirmiş ve batının Bizans’a bakışı bugüne kadar yaşatmıştır.Osmanlı Ortodoksluğu niçin korumuş bunu bilmek için bu geçmişi bilmek şart.Bugün belki bu geçmişte yaşanan sıkı rekabet ve çekişme hissedilmemektedir.Oysa Katolik Hristiyanlık , Protestanlıklada şiddetle mücadele etmiştir.Dini çekişme Avrupanın yumuşak karnıdır.Bugün ise İslam dünyasının bu dertten muzdarip olması ise ibretliktir.

Papa’nın ortaçağ Avrupasında , hükümdarlara karşı yüksek otoritesine rağmen Bizans İmparatorları ” doğru inancın koruyucusu ” ünvanıyla bizzat dini anlamda da hem önder hem yönlendirici olmuşlardır.Bazı hükümdarların aldıkları dini eğitiminde etkisi ile bizzat dini tartışmalar içine girmeleri , toplanan kilise konsillerinde görüş beyan etmeleri , taraf olmaları , bazılarının dini içerikli metinler vb yazmaları , dindar hükümdarların din üzerindeki etkilerini inceleme açısından kayda değer örnekler olabilir diye düşünüyorum.

Bizans tarihini niye okumak lazım ?

Birincisi bu coğrafyaya hakim bir devletin tecrübesini görmek açısından elzemdir.

Bizans , Latin istilası sırasında bir dönem İstanbul’u kaybeder , İznik civarında hüküm sürer , bu küçük devlet güçlüdür ama dünya siyasetinde etkisizdir , İstanbul’u geri alınca denkleme yeniden girer. Bu Türkiye için İstanbul’un , boğazların önemini bir kez daha ortaya koyar. Sevr bizi orta Anadolu’ya mahkum ediyordu , yaşaması mümkün olmayan bir devlet tasarlıyordu.

Bizans’ın güvenliği için Balkanlar ve Ortadoğunun önemi müthiştir. Bizans buralardan gelen tehlikeleri bertaraf ettiğinde güçlü olmuş ,buralarda hakimiyeti olmadığında Anadolu güvenliği tehlikeye düşmüştür. Onun için Türkiye’nin Irak , Suriye , İran ile Balkanlar ve Karadeniz sınır güvenliği önemlidir buradaki bir zafiyet kesinlikle devletimizi beka sorunlarına iter.

Bir diğer husus vergi politikasıdır , yüksek vergi her zaman bu coğrafyada bir süre devlet hazinesini güçlendirsede kısa sürede ciddi bir ekonomik ve sosyal krize sebep olmuştur.Vergi politikası bu coğrafyanın ticaretten , sanayiden , turizmden evvel en hassas olması gereken mali politikası olmalıdır.

Bir önemli hususta Bizans güçlü iken küçük arazi sahiplerinin korunduğu ve köylerin güçlü olduğu dönemdir. Bu bize tarım ekonomisinin bu coğrafyada önemini ortaya koymaktadır , şehirlere yığılmış üretmeyen nüfus aynı şekilde Osmanlıyı’da gerileme dönemine sokmuştur.
Tımar sistemi esasında bir Bizans sistemidir ve Osmanlı bu sistemi devam ettirmiştir.Buda Anadolu’da sistemin sürekliliğini ve etkileşimi göstermek açısından önemlidir.

Bizans’ın kendi ordusunun zayıfladığı zamanlarda yabancı asker çağırdığı olmuştur.Bu her zaman devletin başını belaya sokmuştur.Aynı şekilde bu coğrafyaya yabancı asker , askeri üs ve yabancı silah sokulmamalıdır. Bu coğrafyada milli ordu güçlü olmalı , halk askerlikten soğumamalı ve milli silah üretimi ihmal edilmemelidir.

Bizans sarayı diplomasi konusunda uzmandır bazen cephede kaybettiği savaşı masada kazanmıştır , entrikaları ile ünlü bu saray zayıfladığı yüzyıllarda düşmanlarının zaaaflarını kullanarak yüzyıllarca varlığını devam ettirmiştir. Diplomasi bir devlet için olmazsa olmazdır.Bizans saray bürokrasisi de oldukça mükemmeldir zira iyi bir bürokrasi devlette devamlılığı sağlar kötü bürokrasi ise bir kamburdur.Bazen imparatorluğu ele geçiren kaba saba bir askeri bile saray bürokrasisi bir kaç yılda usta bir devlet adamı haline getirmiştir.Bu iyi müşavir , danışman ve memurun önemini gösterir.

Entrika denilince Bizans saray entrikası gibisi bulunmaz , tarihini okurken kitabı bırakamazssınız çünkü “ulan bu imparatorun başına ne gelecek acaba “demekten kendinizi alamazssınız. Bizans tek bir hanedan tarafından idare edilmemiştir çoğu zaman bir komutanın bir saray görevlisinin darbesi ile yönetim sık sık el değiştirmiş , bazı imparatorlar yatak odalarında en yakın arkadaş ve eşlerinin hançer darbeleriyle ölüp gitmişlerdir.Buda idareciler için bir ibret olup bazen en yakınızdan en ağır darbeyi alabileceğinizi gösterir.

Aristokrat , sanatçı ruhlu kendisini ilme vermiş imparatorlar genelde başarısız , otoriter ve iyi komutan olanlar başarılıdır. Bilgi , kültür ve sanat ne kadar önemli olsada devlet başkanlığı tüm mesaiyi bu yolda harcamaya müsait değildir bu coğrafyada iyi bir asker olmaz , cesaretli ve dirayetli olmazssanız devletin çöküşünü izlersiniz ancak.Güçlü liderlik bu coğrafyanın olmazsa olmazıdır.İlim , kültür ve sanat ise desteklenmelidir.

Bu coğrafyada her nedense iç çekişmelerde uzun yüzyıllara dayanan husumetler oluşturmaktadır.Duygusal yoğunluğu yüksek bir coğrafyadır.Bizans dini farklılıkları misal ikona taraftarları ile ikona karşıtları yüzyıllarca savaşmıştır. Yine Osmanlıda da Celali isyanlarının dini içeriği , mezhebi çekişme kaynaklı fay hattı bugün için bile yok olmamıştır.Oysa batı bu konuda bazen daha homojen özellikler gösterebilmektedir.

Bizans bilhassa mimarisi ile bizi son derece etkilemiştir. Hamam bir Bizans adetidir.Yine batının aksine doğu kiliselerinde fakir -fukara kollanmış bu imaret mimarisi Osmanlıda da devam etmiştir. Müzik , yeme – içme hatta tasavvufi etkilenmeler bile mevcuttur. Bizans’ta türbe geleneği vardır. Bizans’tan bize intikal eden İslami figürlerin eklendiği bir menakıb kültürü ile hurafe adetlerde intikal etmiştir.

Bizans Müslümanların Avrupa içlerine ilerlemesi hususunda büyük bir engel teşkil etmiştir. Bizans’a karşı fütühat hareketleri ile eski devirlerde elinde bulunan Mısır , Suriye , Filistin ve Irak İslam toprağı olmuş , Anadolu Türkler vasıtasıyla Müslüman yurdu olmuş , 1300’lerden sonra Balkanlarda ki fütühata rağmen , İslam Avrupa’da diğer memleketlerde olduğu gibi kalıcı olamamıştır. Bizans belası daha 8 ve 9. yüzyıllarda halledilebilmiş ve İslam fütuhatı Avrupa’ya geçmiş olsa çok daha ilkel şartlarda yaşayan Avrupa İslam karşısında direnemezdi. Oysa 1600’lerde kalbine dayandığımız batı ise güçlenme dönemine girmiştir.

Efendim Endülüs niye ilerleyemedi diyebilirsiniz , Endülüs daha erken yüzyıllarda İspanya’yı tamamen ele geçirip Fransa içlerine akın yaparken içten zayıflamış , bir birine düşmüş ve yozlaşmıştır.
Nitekim daha Emeviler döneminde İstanbul kuşatılırken daha sonra iç çekişme nedeniyle Bizans , Şam ve Kudüs’ü geri almıştır. Tabii Bizans güçlü bir devlettir , Sasaniler gibi bir anda yıkılamamıştır. Bunda da ordusunun büyük payı vardır.

Bizans tarihi okumak bize kıyas imkanı verir ve bir çok bölgemize ilişkin tespit yapmamıza yarar.Maalesef tarih müfredatımızda da gerektiği gibi anlatılmamaktadır. Bu hususta daha doyurucu analizler içeren metinler tarih derslerinde yer almalıdır.

Kronolojik savaş tarihleri sıralamasından ve anlamsız bilgilerden ziyade bölgenin siyasi tarihini , siyasi denklemi görmemizi sağlayacak tarihi bilgiler bilhassa lise tarih kitaplarında yer almalıdır. Güçlü bir Türkiye nasıl olur şuuru tarihi örneklerle zenginleştirilmelidir.

Bu hususta Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanan Prof.Dr.Fikret Işıltan’ın Türkçe’ye çevirdiği George Ostrogorsky’nin Bizans Devleti Tarihi kitabını tavsiye ederim.

Not : Kitap ağır bir kitap olup tarih altyapısı istemektedir.Aksi halde popüler bir tarih kitabı akıcılığı ve sadeliğinde olmayıp uzundur.

Mehmet Emin Başalp

İslami Sosyal Çalışmalarda Özgünlük Sorunları – 5 ( Fanusta Yetişme )

images (13)

 

İSLAMİ SOSYAL ÇALIŞMALARDA ÖZGÜNLÜK SORUNLARI – 5 ( FANUSTA YETİŞME – TERARYUM )
İslami sosyal çalışmalarda fanusta yetişmiş , kendini bir kabuğa çekerek fanusta yaşamaya başlamış ve alışmış kişilerin yani hayattan ve gerçeklikten kopmuş kişilerin yönetici ve yönlendirici olduğu çalışmalardaki sorunlara değineceğiz. Tabi bu hususları örnekleme suretiyle anlatacağız.
Fanusta yetişen kişilerin İslami sosyal çalışmalara etkilerinden bahsettiğimiz için öncelikle din algılarındaki garipliklerden bahsedeceğiz. İslam’da bilindiği üzere Kur’an , sünnet , icma ve kıyas gibi dört delil vardır ve din bu deliler üzerine bina edilmiştir.Birde şiar denilen ayırıcı özellikler vardır onlar üzerinde de hassas olmak gerekir. Misal “ ezan “ gibi “ selam “ gibi.
Bir kişi dinin doğruları üzerine din anlayışını , dinin şiarı üzerine kendi şiarını belirlemesi gerekir. Elbette her insanın farklı zevkleri , alışkanlıkları , örf ve adetleri de vardır ve bunlarda son derece doğaldır. Fakat fanusta yetişen kişiler genel çoğunluğun aksine kendilerinin kabul ettiği bu gibi simgesel adet ve ritüellere adarlar kendilerini.
Örneğin İslami bir sosyal çalışma yapılacak bir kitabın okunması kararlaştırılsın , mutad şekilde de okunabilir mi ? okunabilir. Fakat bu bir süre sonra o kitaptan başka kitap bir okumamaya , o kitabı okuyanlar o kitabı yere göğe sığdıramamaya sebebiyet verirse fanus ortamı gelişmeye başlar. Fanusta yaşayanlar bu kitabı okumakla en doğru işi yaptıklarına ve bir aşama sonrada o kitabı okumayanların yanlış yaptıklarına inanmaya başlarlar.Sonra düşünürler ki herkesin bu kitabı okuması için çalışmalar yapalım , organizasyonlar yapalım ve sonunda ortaya garip şeyler çıkar. Oysa İslami İlimleri öğrenme ve yaşama gayesinden sapılmasa bunların hiç biri ortaya çıkmaz.

 
Yine belli bir kıyafetin , saç sakal şeklinin , dua biçiminin vs daha İslami ( ! ) olduğu düşünülerek uygulanması kararlaştırılabilir mi ? kararlaştırılabilir. Bu belli bir amaç doğrultusunda yapılırken daha sonra yine en doğru usulün bu olduğu , bunları yapmayanların yanlış yaptıkları gibi bir algı gelişince , yayabilme potansiyeli varsa yaymaya , yayma potansiyeli yoksa iyice içe kapanmaya yol açan garip çalışmalar yapılır. Oysa Kur’an ve sünnet ölçeğinde bir sosyal yaşam gayesi olsa bunların hiçbiri ortaya çıkmaz tabii bir süreklilik olur.
Bu gibi din algısına eklemlenen anlayış ve adetler sonucu kişiler giderek kendi garip anlayışlarını keskinleştirme yoluna giderler. Kot pantolon giyen birinin dalalette olduğundan tut yaptıkları bir organizasyonun en mühim dini vazife olduğu gibi hususlara insanları inandırmaya çalışırlar. Bir şeyi tenkit etmek ve bir şeyi övmek ile bir şeyi sapkınlık olarak değerlendirip bir şeye üstünlük atfetmek farklı şeylerdir. Bu aradaki farkı kaybedenler ise İslami sosyal çalışmalara zarar vermekte olup özgün ve özgür olmayan olabildiğince kalıplaşmış , dogmalaşmış anlayışlarda ısrar etmektedirler.

 

Dini anlamda farklı algı organizasyon alanında da kendini gösterir. İnsanların istişare yoluyla , sosyal sorunlar için geliştirdikleri metotların hiç biri en doğru çalışma olmayabilir , o insanlarda seçilmiş insanlarda değildirler. Eğer bunun aksine inanırlarsa ve bu kalıpla yetişmişlerse sorunlar başlar. Oysa İslami özgün sosyal çalışmalar kişilere , mekanlara , ülkelere ve zamana göre değişiklik gösterebilir , zamanla değişmesi de gerekebilir ve değişiklik gösterme potansiyeline de sahip olmalıdır.İslami sosyal çalışmalar böyle olursa özgünlük ve yaygınlık kazanırlar.
Örneğin bu alanda da , yeni eğitim metotları doğrultusunda eğitim çalışmaları yapılıyorsa bu alanlarda çalışmalara çeki düzen vermek gerekir. Kimi çalışmalar ihtisas gerektiren ilmi çalışmalar olabilir. Şimdilerde bu çalışmalar bu alanda formasyon sahibi eğitimciler tarafından , belli bir müfredat dahilinde nezih ve ferah mekanlarda yapılırken ille adının geleneksel bir ad olması , ille belli bir oturma şeklinde , ille bir takım ders materyalleri ile yapılması konusunda ısrar bu fanus düşüncesinden sıyrılamamadır. Burada da şöyle bir yanlış anlaşılma olmasın modern olan iyidir geleneksel olan kötüdür gibi bir anlayışta değilim.Gelenekli olan elbette en iyisidir ama geleneksel olmak küçük bir fanus oluşturup içerisinde yaşamak değildir dolayısıyla bir süre sonra bu yapılar kişileri gerçeklikten koparacaktır.Bu yapılar daha da küçülecekler , apartman dairelerinde , bodrum katlarında faaliyet gösterecek kadar bir yayılım gösterip toplumda ilmi bir saygınlığı da olmayan ilker ( iptidai ) yapılara evrileceklerdir.
Eğitim metotlarının geneli ise yaygın halk eğitimidir.Yaygın halk eğitiminde fanus ortamından yetişme kişilerin zararı genel ve sürdürülebilir bir başarıya sahip olamamalarıdır.Nasıl dar bir muhit içinde yetişip ülkenin çok uzak ve zor ve imkansızlık içerisinde göreve giden bir yönetici zorlansa da bir süre sonra ortama alışacaksa da esas mesele dar bir muhit içerisinde yetişip rahat şartlar altında hizmet üretmesi istenen yöneticinin bir türlü istenen başarıyı sağlayamamasıdır.Başarı olmayınca idare ve anlayış tarzı tamamen başkalarının faaliyetleri üzerinden değerlendirme yapmaya yönelir. Tenkitle başlayan bu akım daha sonra aşağılamaya , şüphe uyandırmaya , kendini büyük görmeye , beğenmeye kadar gider. Herhangi bir veriden ziyade vehme dayalı bu iddialar ile etrafı kötüleme hastalığı oluşur. Etraf kötüyse tek bir iyi kalmaktadır oda kendisi veya kendileridir. Bizim dediğimiz doğru , bizim çalışmamız doğru , bizim yayınımız doğru vb.
Oysa cihanşumul ve çağları aşan fikir , gönül ve siyasi önderler , akımlar ve yapılar fanus ortamında yetişen kişilerin harcı değildir. Çünkü bu iddiaya girişmek deneyim , birikim , tecrübe , güç , çalışma ve zeka isteyen kriterleri oluşturulmuş hayli zor bir çağrıdır.İçerisinde bu vasıf ve vasıfta kişiler bulunmayan fanus ortamını bütün bir dünyaya teşmil etmek gayretine düşen , büyük büyük konuşan kişiler ancak gülünç durumlara düşerler.Yapılan çalışmaları aşağı çekerler.
Fanusta yetişen kişilerin düşünce dünyaları da hayli sorunlu olup fikri sabitlerle yaşamaktadırlar.Herhangi bir zihinsel gelişime yönelik çalışmaları olmadığı gibi bu yönde de herhangi bir amaçları yoktur.Bilgi birikimi olmadığı gibi , dış dünyaya da kapalı oldukları için insanları da tanımazlar ve insanlardan çekinirler.
İslam’ın evrensel mesajları herkese ulaştırılması gerekirken , İslam adına yapılan çalışmaları insanları kategorize ederek kapatmaya çalışmak ve kötü görmek fanus ortamının bir sonucudur.İnsanların günahkar olmaları sebebiyle aşağılanması , alışkanlıkları nedeniyle dışlanması , fikri yapıları nedeniyle ötekileştirilmesi , insanları sevmekten ziyade şüphe duyan bir anlayışı getirir.Bu kişiler kendilerince bir muteber insan grubu ile muteber olmayan insan grubu oluştur. O kriterlere göre insanları sınıflar ve toptancı bir yaklaşımla bu kişileri değerlendir.Bu halihazırda Kuzey Kore’de uygulanan bir sistem olup devletin vatandaşları devletin ideolojisi gereği iyi vatandaş , kötü vatandaş , orta vatandaş gibi sınıflandırmasına benzer , bilindiği üzere Kuzey Kore dünyaya kendini kapatmış ,insanları bir fanusta yaşamaya mecbur etmiş bir rejimdir.
Bu bazen o kadar ileri gider ki aynı düşünce yapısında olan kişiler arasında klikleşme ve hizipleşme yaşanır. İslam dünyasının yeniden ayağa kalkması için özgün İslami sosyal faaliyetler yapılması gerekiyorsa bu türlü anlamsız ayrımlardan , sıkıntılı , takıntılı kişilerden kurtulması gerekmektedir.
Düşünce sınırlarını aşabilen , fanus ortamından ziyade her yerde ve mekanda kendini temsil edebilen , görüşlerini ifade edebilen ve kabul görebilen insanlar ancak 8 milyarı bulan insanlığa seslenebilirler ve mesajlarını verebilirler.
İslami sosyal çalışmalara yön veren kişilerin insanları fanusta yaşamaya zorlamasına izin verilmemelidir.Bu insanlardan kurtulmak zorundayız , bu insanlar ıslah olmazlar , idare-i maslahat bu konuda hiçbir ilerleme sağlamaz. İnsanları körelten , kurutan yaklaşımlardan uzak durmak , Müslümanlar arasındaki ön yargıyı kırmak , iletişimin sağlıklı ve karşılıklı olduğu bir çerçeveyi çizmek zorundayız. Müslümanları dar muhitlerine kapanan , evhamlı , hareketsiz , donuk , karamsar kişilerin eline mahkum etmeden o eski fütühat çağındaki heyecana kavuşturmalıyız.
Müslümanlar hareket etmeli , denemeli, buluşlarımız heyecan vermeli , birliktelikten kaçmamalı , konuşmalı , düşünmeli , sınırlarını zorlamalı , küf tutmamalı , pas tutmamalı , yılmamalı , heyecanı bitmeyen , azmi sönmeyen , maceracı ve araştırmacı ruhunu kaybetmeyen engin denizlere yol açan , hassas , dili tatlı , yüzü gülen bir insan topluluğu olması için gayret etmeliyiz.
Mehmet Emin Başalp