ŞEHİR TARTIŞMALARI
Son yıllarda ve günlerde hızla artan bir şehirleşme tartışmaları var.Herkes mesleğince , meşrebince bir hususu dile getiriyor illaki haklılık payları hepsinin vardır ama özünü atladıklarını düşünüyorum. Köy kutsamasından , romantik taleplere ayağı yere basmayan çıkarımlar ve çözüm önerileri de cabası . Bir şehri sırf yapılaşma üzerinden değerlendirmeye tutarsak yanılırız. Konunun merkez noktasının insan olduğunu düşünüyorum.
Şehirlerimiz betonlaştı , her taraf apartman doldu , siteler yapıldı trafik çilesi falan filan diye şikayetler ardından efendim eskiden komşuluk vardı şu vardı bu vardı hep bunlar yüzünden kayboldu gitti. Etkisi var mıdır illaki vardır . Lakin şimdi şehrin hepsi bahçeli müstakil evlerden oluşsa yeniden muazzam bir komşuluk mu oluşacak ? Bahçeli evler olsa çocuklarımız , gençlerimiz ev ahalisi tabiat ile iç içe mi yaşayacak ? Bunları dejenere eden yok eden başka faktörler , komşuluğun sebebi insanların geçmişte bir birine olan ihtiyaçları idi bu hem maddi gereksinimler hem de sosyal gereksinimlerdi.Artan refah ile artık herkesin her şeyi var ve komşuya ihtiyaç kalmadı sosyalleşecek de bir çok şey bulduk.Bahçeli evde çocuklar bahçede oyalanacaksa evde bilgisayar ve telefonla kim oynayacak ? Sadece siteler , apartmanlar değil modernizmin getirdiği yaşam kültürü bizi bir değişime itti , itiyor. Evvela insanların bu sorgulamayı yapması lazım.İnsanların başını kaldırıp o modernist dünyadan ayrılmaları lazım.
Mahalle kültürü denilen şey çalışmayan annelerin kadınların olduğu bir kültürdü mesela şimdiki kadının toplumdaki yeriyle o mahalle yeniden yeşil bahçeli evlerle , müstakil binalarla falan geri gelir mi ? hayal edenler var fakat ancak beklemeye devam edebilirler. Çocuğuna anaokulundan , ilköğretimden , üniversite ve daha fazlasına , dil eğitiminden çeşitli aktivitelere bir kariyer hedefleyeceksin ama ahh ne güzeldi o mahalle keşke öyle olsa idealinde olacaksın , kardeşim o günler geçti bin kerede olmaz yüz kere de olmaz o mahalle senin kariyer planlarına izin vermez.Sana steril yerler lazım.Şehir seni dönüştürmedi sen şehri kendine göre dönüştürdün. 1950’de Konya merkez nüfusu 157.000 yıl 2017 1.300,00 olmuş. Nostalji hastalığı nedeniyle 157.000 nüfuslu bir şehrin güzelliklerinden bahsediyoruz , ihtiyaçlarından bahsediyoruz , şartlarından bahsediyoruz.değişen çok şey var değişimlere karşı direncini oluşturamamış insanlar var esas vakıa bu.
Eski şehirlerimizde nüfus az olmakla beraber büyük camiler şehrin merkezinde olan ulu camiler , çarşı camileri vesaire idi burası şehrin zaten kozmopolit yeri olduğundan büyük olması sorun teşkil etmez oysa mahallelerde cuma namazı bile kılınmayan mescitler vardır. Mescidin kapasitesi belli , alacağı kişi belli iyi kötü giden gelen bir birini tanır. Şimdilerde cami yok mu var , hatta sayısı son derece abartılmış şekilde bir cami yapımı var.Boyutu son derece abartılmış camiler var.Sitelerin , yeni toplu konutların arasında nüfusa orantılı olarak güya koca koca camiler yapılıyor.Bu boyutta camilerde insanlar bir biriyle falan tanışacak bir cami cemaati kültürü oluşacak bu mümkün değil nitekim de oluşmuyor , küçük küçük camiler yapılsa belki daha uygun olurdu diye düşünüyorum. Düzenli , intizamlı olunca bir şey aynı etkiyi doğurmayabilir.
Şehirlerimizden mezarlığı niye attık buda yine betonla , gökdelenle , apartmanla şunla bunla ilgili değil modern imar anlayışı da kusura bakmayın bu bizim anlayışımız değil.Bizim camilerimizin etrafı hazire idi , mezarlık idi , mezarlık şehirle iç içe idi.Şimdilerde planlama yapılan yeni modern yüzbinlerce insanın yaşadığı alanlarda mezarlık en dışarıda yüksek duvarla çevrili. Sekülerleşme bunu getirdi bu sekülerleşmeyi artırdı vesaire derken Yahya Kemal’in dediği gibi Türkler ölüleriyle beraber yaşayan bir milletken bize bir şeyler oldu ne olduysa azar azar oldu , uzaklaştık artık yaşamıyoruz.Şimdilerde kürsülerden hocalar ölüm var diye feryad etse ne fayda şeyhler rabıta yapın dese ne fayda ,insanların tahayyülü daralmış neyi hayal edecek. Şimdilerde de cami etraflarına neden defin yapmayalım neden apartmanların , sitelerin arasında da bir mezarlık alanı planlanmasın bunlar zor şeyler değil. Reşat Nuri Güntekin’in , Çalıkuşu romanı’nda , Feride’nin Zeyniler köyü , mezarlık , cenaze falan gözlemlerini bilirsiniz. Steril yaşamak isteyenler için 1800’ler de de imkan vardı pek ala. Bu zihniyet apartman beton doldurmak suretiyle dönüştürmedi şehirleri başka yerden dönüştürdü şehirleri. Kendilerince insanları mutlu eden şeyler göz önüne , insanları mutsuz eden şeyler dışarıya atılmıştır.İlgiyi yola , köprüye , siteye , rezindansa , avm’ye çekersek ruhu oluşturan hususları unuturuz. Hastaneler şehrin içinde olsun , huzurevi de şehrin içinde olsun insanlar görsün mezarlık şehrin içinde olsun şehre ruh veren , tahayyülü geliştiren şeyler birazda bu olsa gerek.
Şehirlerimizde yeniden o kadim kültürümüzün canlandırılmasını istiyorsak bir yerlerden dokunmaya başlayacağız.Ama bunlar işin özüne yönelik olacak bir birinin karşıtlığıyla ortaya konulan şeyler istenilen hususları doğurmadığı gibi başka başka sorunlarda çıkartabilir.Önemli olan ikame hususunu çözebilmektir. Bu ikame gelişmeler durumu da düşünmeyle olur , düşüneceğiz.İyi ve yozlaşmamış bir şehir hayatı kurmak istiyorsak değişikleri iyi planlamalıyız.
13. yy ve 14. yy için hamam şehirde bir anlam ifade ederken bugün bir anlam ifade etmemektedir. Şehirlerimizde yüzme havuzlarımız yoktu günümüzde gayet güzel yüzme havuzları inşa edilmeye başladı. Daha fazla yaygınlaşmasını da isterim.Fakat bu yüzme havuzlarının bir kültürü var mı ? yok , kimi vakit geçirmek , kimi zayıflamak kimi yüzme öğrenmek birazda spor amacıyla gidilen , bazılarının sadece suyun içinde dolaştığı , havuzun ticari bir kaygıyla işletildiği ruhsuz yapılar. Detayına vakıf değilim ama Avrupa’da misal binicilik yahut Amerika’da beyzbol kulüpleri filmlerden gördüğümüz kadarıyla bir sosyal yaşam alanı , insanların oraya üye olmakla bir prestij elde ettiği , arkadaşlığın oluştuğu , spor amacının ön planda da tutulduğu , kimi zaman sosyal sorumluluk projelerinin yapıldığı bir mekan. Şimdi bizde neden x yüzme havuzu üyeleri ağaç dikim organizasyonu yapmıyorlar demek ki mekan bir ruh vermiyor bir amaç oluşturmuyor neticede insan faktörü gerekli .
Bazen medyada görürsünüz ahilik haftası vesaire bir iki folklorik gösteri falan bu tip organizasyonlarla ne ahilik canlanır ne esnaf ahlakı gelişir , Avm kültürüne karşıyız demekle de bu iş olmaz neden bir alışveriş merkezimizde çalışan kadınlar , erkekler için ahlaki , ailevi , dini bir takım eğitici çalışmalar yapılmaz.Bunun için birileri ön ayak olsa bu çalışmalar başlamaz mı , pek ala başlayabilir. Bu bir ahilik çalışması olmaz mı ? birilerinin başlatması lazım. Ahilik bedestende vardı vesaire gibi nostaljik takıntılarla da bir yere gidilemez istenirse şimdi de pek ala her yerde olur.
Site yöneticisi sadece sitenin çöpüyle , ısınmasıyla ilgilenmesin , ortak komşuluk organizasyonları da düzenlesin. Ülkemizde binlerce STK var çeşitli hayır hizmetleri yaparlar bir kerede sosyal yaşam alanları , park alanları , bahçeler veya tabiata ve şehrin dokusuna uygun binalar yapsalar olmaz mı ? Zihni çerçeveyi değiştirmek lazım.Ülkede hocalar , cemaatler , tarikatlar vb trafiği de önemseyebilirler , bisiklete binmeyi teşvik edebilirler ben duymadım şimdiye kadar ama keşke olsa. İnsanı merkeze almaları gerekir. Şehir ve şehirliliği önemseyen , anlatan , yerleştiren bir algı yok.Hocalarımız ekran başında imsak tartışmasından , mezhep tartışmasından öteye gitmiyorlar. Kardeşim şehirde hak nedir , saygı nedir , tahammül nedir , edeb nedir , komşuluk nedir bunlar çok mu önemsiz konular ama heyhat bulabilene aşk olsun. Fütüvvetnameler acaba niye yazıldı da şimdi niye yazılmıyor. Çünkü oraları aştık İmam Maturidiler yetiştirmekle meşgulüz.
Kadın , erkek , öğrenci , genç , zengin , fakir , eğitimli , eğitimsii şehrini sevecek , şehrine katkı sağlayacak. Bu şartlar altında her şeyin en iyisi yapılsa dahi ne olur fanusta yaşayan ruhsuz insanlar topluluğu oluruz.Şekle takılmadan şeklide yaşantımıza uygun hale getirip şehri ve şehirde yaşama kültürünü yeniden yerleştirmenin yollarını aramalıyız ama önce insan diyerek. 10.11.2017
Mehmet Emin Başalp