SARMAL

SARMAL
( Yazıda , herhangi bir kurum , grup, şahıs ismi kullanılmamıştır )
Tasavvuf , tarikat ve bu gelenekle ilgili müessese ve kavramlara yönelik son yıllarda yan yana gelen kelimeler şirk , hurafe , bid’at , sapkınlık , tasavvuf dini , sahtekarlık , keramet simsarlığı , ticaret , paragözlük , din ticareti , sömürü , aklını kiraya verme , robotlaşma , siyasallaşma , kadrolaşma , ajanlık , hainlik , menfaatçilik , ümmetin sorunları karşısında susup şahsi meselelerinde konuşmak , Müslümanları bölme vs şeklinde ve bunlara benzer çok sayıda isnat , iddia ve itirazlar gelmektedir.

 
Tabii olarak bu hususular yok yere çıkmamaktadır pek çok kere ifade etmekle birlikte yozlaşan , amacından sapan veya bu kavramları bir maske olarak kullanan yapılar nedeniyle tepkisellik oluşması doğaldır. Ayrıca dini görüşlerinde cehalet içeren veya gayridini uygulamalar nedeniyle bu yapıların konumunun neresi olduğu konusundaki kafa karışıklığının getirdiği tepkisellikte bir ölçüde doğaldır.Lakin bu kurum ve anlayışın artık yok olması gerektiği , aşağılanan , hakir görülen , istenmeyen , cezalandırılmasını talep eden bir tepkisellik ise doğal değildir. Orta asyadan beri yüz yıllardır halkımıza büyük tesirleri olmuş ve bu anlayışla İslam’ı yaşayan , yaşatan ve yayan medeniyetimizden tasavvufu çekip çıkarırsak ortaya maalesef telafisi imkansız , öngörülemeyecek çapta büyüklükte zararlar ortaya çıkacaktır. Geleneksel halk yaşamındaki uygulamalar ve halkımızın detaylarına vakıf şekilde Kur’an , Hadis , sünnet ve fıkıh bilgisinde zayıf olması , ibadetlerindeki müdavemet sorunu nedeniyle din sevgisinin yok olup yerine fanatizm içeren reformist , selefi veya mealci nevzuhur anlayışların bir birleriyle kavga ettiği , din tartışmalarının yaşandığı , kuraklaşmış fakat aksine sertleşmiş , radikalleşmiş anlayışların bu ülkede cirit atması olasıdır.

 
Bu ülkede herkes bilir ki tarihten beri hem şehirli halka , şehirli üslup ve usulle tasavvuf ulaşmış , kırsal kesimde yaşayan halkada o üslup ve usulle tasavvuf ulaşmıştır. Halkımızın Allah , peygamber ve cihad sevgisinin tezahüründe bu yolla gelişen tasavvufun etkisini görürüz. Anadolunun bozulmamış coğrafyalarında haramlardan da olabildiğince kaçınan halkımızın belki zaafları olsa da yüz yıllardır bu topraklarda kökleşmiş bir İslam anlayışının ve coşkunluğunun olmasında tasavvufun etkisi göz ardı edilemez. Dolayısıyla bu millete sinmiş bir tasavvufi ahlak vardır.
Osmanlı son döneminden itibaren göç ile kalabalıklaşan şehirlerde , şehirli tasavvuf üst bir kültür olarak kalmış ve kalabalık halk kitlelerine hitap etmede zorlanmıştır bu durum cumhuriyet dönemindeki yoğun göç ve tekkelerin kapatılması ile de doruğa ulaşmış o muazzam tasavvufi eserlerin verildiği , derin sohbetlerin yapıldığı , ağdalı tasavvufi konuların konuşulduğu meclisler azalmış , adetler kaybolmuş , çelebi tabiatlı dervişler , çoğu hazerfen namıyla anılan şair , edip , hattat gibi geleneksel İslam sanatlarında mahir şeyhler kalmamıştır.
Kırsal nüfusun azalması ile de köy halkına hitap eden tasavvufi zümrelerde taban kaybetmiş ve usul ve yöntemleri kaybolmuştur. Köylerde şeyhine şiir söyleyebilecek ki bunların pek çoğu ülkemizin tekke edebiyatında zirve halk şairleri kişilerdir birer birer yok olmuş aşıklık geleneği ile tezahürü görülen tasavvufi neş’e sönmüş ve Anadolu coğrafyası kuraklaşmıştır. Köylerde tasavvufi gelenek kaybolmuş fakat dini inançlarını korumaları gerektiği konusunda direnç var olmuştur.İşte bu direnç yeniden cumhuriyet döneminde tasavvufu diriltmiştir.

 
Hal böyle olunca cumhuriyet döneminin başlarındaki dini eğitim alanında yasaklar nedeniyle tasavvufi gruplar din eğitimi alanına yönelmişlerdir. Halkta da dini inançlarını koruma ve yaşama konusunda direnç olunca bu iki irade kolayca uyuşmuş ve zemin kazanmıştır.Esasında tarihte dini yapı olmaktan ziyade sosyal bir yapı olarak algılanan bu yapılar giderek dini eğitim ( irşad ) yapıları olarak algılanmaya başlamışlardır. Gerçekten bu yıllardaki karizmatik önderlerin gayretiyle de tasavvufi zümrelerde bir inkişaf ve gelişme olmuştur.Artık eski şehirli ve kırsal ayrımı da kalmadığı için halktan sosyo- ekonomik şekilde güçlü olan , üniversiteli vb kişilerin rağbet ettiği gruplar olduğu gibi genelde dar gelirli ve eğitim seviyesi ( yanlış anlaşılmasın bu diploma babında değerlendiriyorum ) rağbet ettiği gruplar olmuştur.Artık eski derin tasavvufi meseleler , ağdalı konular , tekke adetleri gibi hususlarda kalmamış ve genelde gençlik çalışmaları , yurt çalışmaları , eğitim çalışmaları , yayıncılık , umuma vaazlar , bir takım yardım faaliyetleri vs gibi her alanda ulusal ve uluslar arası çok çeşitli faaliyetler yürütülmeye başlanmıştır.
Cumhuriyet dönemiyle birlikte geleneksel tasavvufi yapılar yanında yeni bir kurum ortaya çıkmıştır ; cemaatler . Tarikatlar mı cemaatleri doğurdu , cemaatler mi tarikatları dönüştürdü tabii detaylı incelemek lazım esasında bir birine ön yargıyla bakan bu iki kurum giderek birlikte değerlendirilmeye başlandığı gibi bir birleriyle rekabet eder hale de gelmiştir. Giderek bazı tavır ve hareketlerde de benzeşme gibi sonuçlarda ortaya çıkmıştır. Cemaatleri bir araya getiren fikri görüşler tasavvufi anlayışa benzeyebileceği , tasavvuf kökenli kişilerin kurdukları olabileceği gibi tamamen farklı anlayışlardan müteşekkil versiyonları da mevcuttur. Cemaatler tarikatların aksine daha içe kapanık daha fazla radikalleşme temayülünde ve hatta daha fazla sorunlu olmuşlardır. Tarikatlara tepkisellik içinde olan bazı kişilerinde cemaat kurma gibi bir anlayışa evrilmeside kayda değer bir tezattır.
Tarikat ve cemaatlerin dini – uhrevi bir yapı olduğu algısı başlarında bulunan kişilerin veli Allah dostu insanlar olduğu , mal , mülk , şan , şöhret gibi hususlara yüz vermediği düşünülmüş , derviş denilince bir lokma bir hırka anlayışının olması gerektiği gibi biraz nostaljik bir tasavvuf bakış açısı düşünüldüğünde ve mensuplarınca dillendirildiğinde tarikat ve cemaatlerin yöneldiği iki husus garipsenmiştir.Bunlardan biri ticaret biri de siyasettir.

 
Ticaret , bütün dünyada kabul edilmiş tanımı gereği kar amacı güden her türlü mal , hizmet , alım – satım ve değişimi etkinliğini ifade eder.Ticaretin bir boyutu belli bir şekli yoktur.Pazarda mal sattığın gibi gün gelir elektronik ortamda mal satarsın , az cirolu olurken çok cirolu bol karlı işlerin de olabilir. Tarikat ve cemaatler ticarete yönelmişler midir evet yönelmişlerdir yönelten saikin umuma hizmet etme anlayışı ile genişleyen bir kurumsallaşma sonucu bu çarkın dönebilmesi için para gereksinimidir ve paranın da en önemli kaynaklarından biride ticarettir. Ticaretin esasında herhangi bir şekilde yadırganması mümkün değildir burada yadırganan husus esasında bu faaliyetlerin bir sektöre dönüşmesidir yani bir futbol takımı var , taraftarları var , futbol takımının mağazaları var , belli ürünler var fakat pazarlama yöntemi din motifli söylem üzerinden yapılmaya çalışılınca o meşhur “ din ticareti “ kavramı ile karşılaşılır. Bir diğer hususta ticaretin getirisinin tezahürü olduğu düşünülen davranışlardır buna da daha sonra değineceğiz.
Buraya bir not bırakacağız ve bu konulara bir daha döneceğiz bilindiği üzere siyasi partilerin esas gelir kaynağı devlet yardımıdır. Ayrıca siyasi partiler yurt dışından , tüzel kişiliklerden ve yabancı uyruklu kişilerden bağış alamazlar ayrıca bağış miktarı olarak üst sınır belirlenmiş olup sınırlıdır.Bunun temel amacı nedir siyasi partileri hem dış ülkelerden hem de ülke içinde ekonomik gücü olan kişilerden bağımsız kılmayı amaçlamaktadır.

 
Şimdi burada bir soru olarak şu hususu soralım bir tarikat ve cemaatinde en önemli özelliklerinden birinin bağımsız olması düşünüldüğünde gelirlerini bağışlar yoluyla mı ? ticari işleri ile mi ? devlet katkısı ile mi ? elde etmesi bağımsızlığını en iyi şekilde sağlar ? Kanaatim her üçünde de dengeli halinin bağımsızlığını ve makuliyetini sağlayabileceğidir fakat sadece büyümek , sadece gelir hedefine odaklanmak , devlet desteğinin ( STK düzeyinde ) devamlı artmasını istemek her üçünde de ifrat sınırlarına ulaştığında esasında bu grupların kamu , özel , uluslararası bir çok kişi ve kurum ile münasebeti ve ilişkisi nedeniyle bağımsızlıklarının kalmayacağı gerçeğidir.Bağımsızlığı kalmayan bir grubun ise ulvi bir amacının olacağını söylemek ise pek güçtür.

 
Tarikat ve cemaatlerin ilgilendiği bir konuda siyasettir. Bu konunun detaylarına geçmeden şu hususun üzerinde durmak lazım adı üstünde tarikat ve cemaat olgusu bir insan topluluğunu ifade eder. 3 kişi , 100 kişi ,100.000 kişi neyse artık ve topluca hareket etmesi zaten yapısı gereği doğaldır. Bu şekilde bir topluluğun yönlendirildiği , aynı hareket ettiği eleştirisi biraz gariptir.Zaten bu tip yapılara katılan insanlar yönlendirilme , topluca hareket etme isteği ve kabulüyle katılmaktadırlar.
Siyaset zaten başlı başına bir rekabet , çekişme ve tartışma ortamıdır. Siyasetinde temel amacı iktidara gelip ülkeyi yönetmektir. Tarikatlar ve cemaatlerde bu sahanın içine girince bu tartışmalardan nasibini illaki alacaklardır. Bu hususta şikayet etmelerinin herhangi bir anlamı yoktur.Tercihlerinin de , icraatının da bir bedeli ister istemez olacaktır. Bu hususta tarihçiler , sosyologlar , siyaset bilimciler vb geçmişte yaşanan ( çok eski devrilerden itibaren ) hadiseler nedeniyle çeşitli yargılamalar ve kıyaslamalar yapabilmektedir.Bazen tasavvufi camialardan bu tip siyasi yargılama ve kıyaslara dahi sert tepki gösterilmektedirler.Bu tip analizleri , yayınları kendileri yapmaları beklenirken dış değerlendirmelerden olumsuz olanlara karşı tepkileri biraz olgunluk seviyelerini göstermektedir diye düşünüyorum.
Burada şu inanç yaygın bir inanç olmakla birlikte bazen tasavvufçularında üzerinde düşünmesi gereken bir husustur.Tasavvufi önderlerin , camiaların yanlış yapmayacağı gibi bir inanç doğru değildir. İnanılması gereken husus eğer sahih bir yol ise kasten zararlı bir eylem ve söylemlerinin olmayacağı inancını taşımalarıdır.Yoksa gerek sosyal projelerinde gerek siyasal hadiselerde isabetsizlik göstermiş olabileceklerini de göz ardı etmemek gerekir.

 
Tarikatlar ve cemaatler siyasette tabii farklı farklı tavırlar içine girmiş bulunduklarından yeknesak bir çıkarım yapmakta pek mümkün olamaz. Toplu oy verme eğilimi nedeniyle bir siyasi partiyle anlaşma neticesinde oy verme hadiseleri olabilir mi ? olabilir.Herhangi bir siyasi partiyi vaatleri nedeniyle desteklemişler midir ? , desteklemiş olabilirler. Başka bir siyasi anlayış gelmesin diye bir siyasi partinin yanında durmuşlar mıdır ? durmuş olabilirler. Siyasi partilerin sağ , sol , milliyetçi , muhafazakar , liberal vb gibi ayrımları sebebiyle dini yapı algısıyla tercihleri de ideolojik anlamda sorgulanmış mıdır ? illaki sorgulanmıştır.Her ne saikle oy vermiş veya siyasi tavır almışlarsa alsınlar insanlar bunun sebebini merak etmişlerdir.
Tabii Türkiye’nin tanzimattan beri batılılaşması , cumhuriyet ile birlikte gelen laiklik , cumhuriyetin ilk dönemlerindeki dini yaşamda sıkıntı , bu hususlara tepkisel olarak gelişen dini anlamda özgürlüklerin artırılması mücadelesi , daha dindar bir devlet düzeni , daha dindar kişilerin devleti yönetmesi gibi bir amaç ortaya çıkarmıştır. Bu tüm İslam ülkelerinde geçerli bir mücadele olmakla birlikte siyasal İslamcılık denilen olgu Türkiye’de de çok partili sistemle beraber oluşmuştur.Tarikat ve cemaatlerin bazıları bu siyasal mücadelenin göbeğinde kendilerini konumlandırırken , sert muhalifleri de çıkmıştır. İlerleyen süreçte siyasal İslam düşüncesi içerisinde de ayrışmalar , fikir çatışmaları vb gibi bir çok farklılıklar çıkarken kimi tarikat ve cemaatlerde yeni usul , yöntemler ve söylemler geliştirme yoluna da gitmişlerdir.
Burada da bir not bırakalım.Tarikat ve cemaatler siyaset ile ilgileri yanında her nedense bu konularda halkın ve iktidarlarında tepkilerinden çekindiklerinden mütevellit olsa gerek şeffaf olamamış ayrıca tercihlerini izah konusunda da ketum olmuşlardır. Tercih sebeplerini sorgulatmadıkları gibi değişen süreçte değişen görüşlerinin nedenlerini de açık şekilde izah etmemişlerdir. Bu gizlilik ve gizemlilik nedeniyle siyaset gibi pekte temiz olduğu düşünülmeyen bir mecrada tavırları şüpheyle karşılanmış fakat bu şüpheler iyiniyetten ziyade kötüniyetli ve menfaatçi oldukları yönünde bir şüpheye dönüşmüştür.

 
Tarikat ve cemaatleri siyaset konusunda tenkit edildikleri bir ikinci hususta tamamen siyasete angaje olmalarıdır. Yukarıda siyasi partilerin bağımsızlığı konusunda verdiğimiz örneği de düşünerek esasında tarikat ve cemaatler bu hususta en büyük yanlışı yapmışlar ve siyasi partilere veya iktidarlara angaje olma yolunu seçmişlerdir. Angaje olmakla birlikte esasında hem bulundukları zeminden kopmuşlar hem de bağımsızlık ve gereklilikleri ister istemez tartışılır olmuştur. Yine angaje olmanın getirdiği benzeşme , bazı şeylere ses çıkaramama , haksızlık , menfaat sağlama ve kadrolaşma gibi işlerin içine girdikleri gibi bu eleştirilere karşı dik de duramamışlardır.
Burada siyaset kurumunun da tarikat ve cemaatleri siyasete angaje etme ve siyasallaştırma gibi bir hedefi olduğu da söylenebilir. Siyasette tarikat ve cemaatlerin varoluş gayelerini , geçmişlerini , konumlarını , yapılarını yok sayarak siyasal bir varlıkmış gibi görme eğilimi içerisinde olduğunda bu gruplar sıkışmışlık içinde fonksiyonlarını yerine getirememektedir.
Bu iki eğilim nedeniyle tarikat ve cemaatlere siyasi ilgileri nedeniyle eleştiriler gelmeye başlamıştır.Bu eleştirilerde maalesef doğal bir mecrada gitmemiş kavga gürültü içerisinde bir tartışma zemini oluşmuştur.Bu süreçler böyle devam ederken dini yapı maskesini kullanan bazı illegal , yurt dışı istihbarat örgütleri tarafından yönlendirilen , radikalleşmiş yapılar nedeniyle ülkemizde akla hayale gelmeyecek gelişmeler yaşanmıştır. Bu travma nedeniyle artan bir tepkisellik illaki olacaktır. Fakat bu tepkiselliğin her zaman için yukarıda belirttiğimiz Türkiye’nin geçmiş , yaşam ve sosyolojik gerçekleri ile beraber değerlendirilmesidir.
Ketumluğun , angaje olmanın ve maskeli grupların faaliyetleri sonucu yukarda belirttiğimiz bir çok ağır eleştiri gelmeye başlamıştır.Bu gruplarda bu tür eleştirilere kulak tıkayarak itibarlarını devam ettiremezler illaki söylem ve fiillerin de değişime mecbur kalacaklardır.
Burada dikkat edilmesi gereken husus ise tarikat ve cemaatlerin siyasi tercihlerinde ticaret için söylediğimiz din motifini basit siyasi tarafgirlik için ucuzlatma söylemleridir.Taraftarlarının bu siyasi söylemlerin arkasında dini bir motivasyon arama gayretidir.Oysa evvela insanların şunu düşünmesi gerekir ki Kur’an-ı Kerim’de ki “ Onların işleride kendi aralarında istişare iledir “ ayeti mucibince istişare ile kararlar almak gerekir.Tarikat ve cemaatlerin istişare konusunda eksikliklerinin olduğu açıktır. Yukarıda belirttiğimiz ketumluk her halde müntesiplerinin tepkisinden de mi çekinileceğinden olsa gerek istişare edilmemektedir.Esasında istişare edilip edilmediği veya neden edilmediği konusunda pek bilgi sahibi olunduğu da söylenemez.İstişare yolunun , gizlilik ve gizemliliğin terkinin ve ketumluktan ziyade makul izahlara dayalı tercihlerin toplumun tepkisini bu kadar fazla çekmeyeceği kanaatindeyim.
Bu hususta karşıt bir eleştiri şuradan gelmektedir.İnsanlardaki parti fanatizmi , lidere bağlılık , ona aşırı sevgi , şaşaalı törenler , muazzam iltifatlar , siyasi amaçların ulvi bir dava olduğu inancı gibi hususlar vb siyasilere veya siyasi partilere yapılınca yadırganmıyor da tarikat ve cemaatlerde olunca niye yadırganıyor ? Yadırganması normaldir. Şöyle ki ,siyasiler taraftarlarınca sevilip övülmekle beraber belki milyonlarca sevmeyeni , eleştireni hatta nefret edeni olduğu da bir gerçektir siyasette karşılıklı laf dalaşı da doğal olduğundan kimse sevgiyi ve nefreti esasında yadırgamaz. Fakat bir tasavvufi lidere eleştiri müntesiplerince kabullenilemediği gibi konumları gereği diğer kişileri de söz ve fiille hedef almaları da mümkün olmamaktadır. Bu olmayınca ortada sadece tek taraflı övgü ve eleştirilemezlik kalmaktadır.
Şu hususu da değinerek konuyu bu bağlamda kapatayım tarikat ve cemaatleri dini yapı olarak algılamaktan vazgeçmeli veya tarikat ve cemaatler kendilerini böyle tanımlamaktan vazgeçmeliler bu müesseseler dini hizmetlerde yapan birer sosyal yapıdır. İslam kurallarının olduğu bir yönetimde ilk dönemlerde olduğu gibi zühd hayatını teşvik etmiş ve üstün fedakarlık anlayışlarıyla kolonizatör dervişlik dediğimiz Müslüman olmayanlara karşı tebliğ görevini yerine getirmişlerdir. Daha sonraki yüz yıllarda ise devletin yetişemediği hadiselerde eğitim , yardım vb gibi alanlara , spor , kültür sanat gibi sosyal gelişim alanlarına yönelmişlerdir. Fakat hiçbir zaman kendilerini diğer Müslümanlardan ayrı bir konuma konumlandırma gibi bir anlayışta olmamışlardır.Bugün bazı meselelerde yaşanan sorun içe kapanıklığın getirdiği kendilerini ayrıma sokan anlayışlardır.
Güncel bir tartışma konusu da tarikat ve cemaatlerin ilim , irşad , vakıf hizmetleri gibi konulara yönelmesi gerekirken konumlarıyla uyuşmayan siyaset , ticaret vs gibi işlerden çekilmeleri gerektiğini düşünen ve ifade eden kişilerdir.Kanaatimce bu tarikat ve cemaatlerin günümüz şartlarında yaşadıkları dönüşüm nedeniyle pek mümkün görünmemektedir. Bu hususları Müslümanların güçlenmesi temeline oturtmaları ve kurumsallaşma bu faaliyetleri beraberinde getirmektedir.Burada sorun makuliyet ölçüsünün kaçmasından kaynaklanmaktadır.

 
Siyaset konusuna bir son vererek yeniden tasavvuf ve tarikata dönelim tarikatlar veya tekkeler esasında ülkemizde kanunlar gereği yasaklanmış müesseslerdir. Fakat herkesin bildiği şekliyle devam ediyorlar. İslam’da kurumsallaşmış yani ruhbanlar yönetiminde bir dini kurum yoktur. Herhalde herkes anlamıştır kilise , havra teşkilatı , piskoposluk , hahamlık , ateşgedelik , budist rahipliği vs gibi bir şey yoktur. İslam’da din ilim sahibi alim vasfında olan kişiler tarafından talebesine , halka öğretilir. Peygamber Efendimiz tüm dünyaya İslam’ı tebliğ etti , ashabına izah etti , yer yüzü Müslümanlara mescittir lakin fiziki mescidlerde kuruldu , ibadet edildi , din anlatıldı , hatta bir bölümü ilim yolunda olanlara ayrıldı. Daha sonra ilim halkaları , kitaplar , medreseler artık ismi ne olursa olsun bir şekilde alim vasfında olan kişiler tarafından dini ilimler öğretildi , imamlar namaz kıldırdı , vaizler halka dini anlattı , nasihat etti.Bu bugün de hala bu yöntem ve yeni yöntemlerle devam etmektedir ve edecektir. Fakat bu ilimlerde bir usul ve zincir halinde günümüze gelmiştir.
Tasavvuf ise bizim kabulümüz öyledir asla gayriislami bir kökten ve anlayıştan gelmez , tasavvuf mistizm olarak anlaşılırsa ki hatalıdır başka dinlerde de mistik yorumlar vardır ve illaki benzer. Tasavvuf en temel şekliyle genişleyen İslam dünyasında dünyevileşme temayülüne karşı gelişen zühd yaşamını daha doğrusu belki sahabe yaşantısını tavsiye eden , ihsanı , takvayı öğütleyen bunun için çeşitli tavsiye ve metotları bulunan sözleri , eylemleri İslam’ın hükümlerine aykırı olmayan bir ilimdir. Tasavvuf ilmide bir zincir ve usul ile bugüne gelmiştir.
Tasavvuf ilmi daha sonraki yüz yıllarda kendilerine çeşitli isimler veren ekollere yani tarikatlara dönüşmüş , kendilerine has mekanlar ihdas etmeye başlamışlardır. Buralarda çeşitli usul ve adetler gelişmiş , kavramlar , eserler icad edilmiştir. Genelde bu yapıların başında da ilmi anlamda alim kişilerde bulunsa da pek çoğunda formal eğitim dediğimiz , belli bir müfredata dayalı eğitim yapılmamıştır. Çünkü formal eğitim bir süre sonra biter , bir insan ilanihaye medreseye gidemez ama tasavvuf kurumlarına ölünceye kadar gidersin. Buralarda daha çok non – formal dediğimiz müfredat dışı bir eğitim yolu benimsenmiştir. Non – formal eğitimde ise şu eleştirileri kendi içinde değerlendirmek zorundayız iyi bir medrese eğitimi almış , kadılık yapmış biri de şeyh olabilmekte , bu konularda hiç eğitimi olmayan bir kişide şeyh olabilmekte fakat usul olarak benzer şeyleri tatbik ettikleri görülecektir. O zaman burada ilmin kıymeti yok , cahillerde bir takım ritüellerle bu işi götürüyorlar o zaman burası pekte muteber bir yer değil eleştirisi gelebilir.İşte tekke ve tarikatlar formal eğitim veren bir müessese olarak düşünülürse bu hatalı çıkarım yapılır. Oysa tasavvuf en başta ilim sahibininde kibre düşmesine engel olacak bir takım metotlar geliştirmiştir , ilim sahibinde , makam sahibinde , mal sahibinde , fakirinde , askerinde , oduncunun da her kim olursa olsun nefsinin eline esir düşmemesi , dünyevileşmemesi , Müslümanlara , insanlara , hayvanlara , bitkilere hizmet etmesi için metotlar geliştirmiştir.tasavvufun bu ulvi amacı yok olduğunda yerine bunların tersi amaçlar konulur ve gidişat aksine dünyevileşme , hırs ve tamaha dönüşür.
Tasavvufi önderler halkımızca çokça sevilmiştir yukarıda isim vermeyeceğiz dediğimiz için herhangi bir isim zikretmiyorum ama başta Anadolu coğrafyası olmak üzere dünya üzerinde eserleri okunan , türbeleri ziyaret edilen , adları yaşatılan , nasihatleri paylaşılan , yolları yöntemleri devam eden , sevilen , dua edilen çokça tasavvufi kişilik vardır. Bu sevginin temelini oluşturan şey basit bir taraftarlık olamaz bu gönüllere girme hadisesidir. Halkımız son yıllarda menkıbe okuma geleneğinden uzaklaştırılmaktadır oysa hem geçmişteki bir tasavvufi önder hem de günümüzde mutasavvıf olduğu bilinen nice Allah dostu , vakıf insan , salih , muttaki insanlar tanınmalı ve örnek alınmalıdır.
Bugünde tasavvufi liderler oldukça fazla sevilmekte , dinlenilmekte , ziyaret edilmekte , fikirlerine önem verilmekte , işaret ettikleri , öncü oldukları hizmetlerle bir çok maddi ve manevi fayda hasıl olmaktadır. Fakat tüm bu güzelliklerin anlatılması gerekirken neden olumsuz hususlar ön plana çıkmaktadır. Bu maalesef zarar verici bir hadisedir bu hususta düşünülüp bazı adımlar atılmalıdır.Bu gün tasavvufi düşünce ve hayatta basit taraftarlık içeren programlar haricinde önemli fikri istişareler , yayınlar yapılmamaktadır.Üretim kalitesi düşmüştür. Bunların sebepleri analiz edilmeli , kardeşlik ve birliktelik artırılmalıdır.
Aklıma gelen bazı hususları paylaşarak yazıma son vereceğim. Bir tasavvufi yola müntesip kişilerde amaç nefs tezkiyesi ise kibirli hal ve hareketler bulunmamalıdır gerçek bir tevazu bulunmalıdır. Fakat tasavvufi eğitim eksikliği midir nedir dervişlik iddiasındaki kişilerde ki mal , mülk , makam , mevki iştahı , idarelerinde bir kibir , grup olarak kendilerini üstte konumlandırma , insanlara tepeden bakma , insanlar arasında iletişimde sorunlar , İslam kardeşliğini dilde olup fiiliyatta olmaması , bir takım iç bürokrasiler , genelde bu grupların bir çok kurum ve temsilciliğinde yönetici sınıfında olan kişilerin zengin , itibarlı , yüksek eğitimli kişiler olması vesaire gibi nedenlerle genelde yozlaşmış örnekler olarak bu hususların öne sürülmesi.Ne kadar iyi insanlar , dürüst insanlar , güvenilir insanlar şeklinde rağbetin maalesef olmaması.
Tasavvufi grupların kurumlarında genelde siyasilere gelen eleştiriden daha fazla olarak uzun yıllardır görev yapma ve yozlaşmış isimlerin değişmemesi nedeniyle kötü durumda olmaları.1960 yıllardan 90’lı yıllara kadar gelişen artan rağbetin ve itibarın bu yıllarda fazlaca eksilmesi , azalması .
Sadece müntesiplerinde değil tasavvufi liderlerde de bir çekingenlik bulunmaktadır. Kimi sert medrese alimi vasfında iletişime kapalı kimi belli bir blokajın içinde ne bileyim çay , simitle gençlerle oturup sohbet eden , metroya , otobüse binen , doğal , mütevazi , hoş sohbet tasavvufi liderler geçmişin aksine günümüz dünyasında pek görülmüyorlar. Bugünün insanına , gençliğine örnek olabilecek , ilgisini çekebilecek kişiler pek bulunmaktadır.
Tasavvufi dil , cehd mücadele üstüne kurulu iken son yıllarda hamasi bir üslubun da tasavvufi zümrelere sirayet etmesi , rahatlık algısının artması ile dervişliğin temelini oluşturan fedakarlığın yerini sözün alması her şeyin hizmet alımı yöntemi ile icrası gibi fazla kurumsal yapılara dönüşülmesi samimiyeti azaltmıştır.Samimiyetin azaldığı yerde samimi insanlar kaybolup ancak menfaat bekleyen insanların gezindiği mecralar ortaya çıkar.
Teknoloji , sosyal medya vb ile adeta tasavvufi liderleri bir ikonaya dönüştürme gayreti artmıştır her gün bir çok mecrada söz , fotoğraf vb paylaşılmakta olup amacından sapan bu faaliyetler itici olmaktadır.
Sosyal yapı amacından ziyade din motifli ticari faaliyetlerin getirdiği yozlaşmalar bulunmaktadır. Yayıncılık , üretim , tv , gazete , dergi, kitap , sergi , konferans , sempozyum , gezi her türlü alanda içeriksizlik ve kalitesizliğin üstü din soslu söylemlerle bastırılırsa kaliteli insanların yetişmesi yok olur.
Siyasi tercihlerde istişare eksikliği , gizlilik , gizemlilik ve ketumluğun getirdiği ağır eleştiriler , yanlış anlaşılmalarda yukarıda izah ettik önemli bir husustur ve devam eden yıllarda en fazla tartışılacak konudur.
Siyasete angaje olmanın getirdiği siyasi menfaatlerden yararlanmanın getirdiği ciddi yozlaşmalar , haksızlıklar bulunmaktadır.Esasında bu hususun benim kanaatim manevi zararları vardır çalışmalarda bereket , samimiyet , hikmet gibi hususların yok olmasında , tasavvufun itibarının sarsılmasında bu tür davranışların kesinlikle etkisi vardır.
Bağış , ticaret , kamu yardımı vb gibi sebeplerle aşırı büyümenin ve ilişki çeşitliliğinin safiyeti bozması , bağımsızlığın kaybı maalesef doğal bir sonuçtur.Bağımsızlığı kaybettirecek gelişmelerden acilen dönmek gerekir.
Dini anlamda hurafe ve bid’at uygulamaların ısrarla devam ettirilmesi de ciddi bir sorundur.Şimdi burada bir anekdot olarak geçmiş yüzyıllarda batıni , folklorik ögeler tarikatlar içerisinde bulunuyordu fakat günümüz dünyasında artık bu tip hususlarda ısrar edilmemesi ve sahih kaynak temelli bir dini hayatın tavsiye edilmesi ve sahih kaynakların kaynak alınması sağlanmalıdır.
Tarikat ve cemaatlerin illaki belli bir farkları , standartları ve ilkeleri olacağı açıktır fakat bunu sadece kılık kıyafet vb gibi artık pek de anlamı olmayan şeylere aşırı önem atfetmek suretiyle oluşturmaktan vazgeçmelidirler.
Tarikat ve cemaatler sadece zengin , sadece makam sahibi sadece eğitimli kişilerin peşinde gezmekten ziyade fakirleri sadece yardım için ziyaret etmemeli , Allah rızası içinde ziyaret etmelidir , bir depremde , yangında en başta bu kurumlar darda kalmışlara koşmalıdır . Ünsiyet , sevgi ve merhamet hesapsız şekilde insana , doğaya ulaşmalıdır.
Tasavvufi gruplar , cemaatler vb özeleştiri yapabilmelidir. Kendilerini açıkça ifade edebilmelidirler.Kendilerini tanımlayan , geçmişlerini tanıtan , analiz eden eserler , programlar üretilebilir. Başta neden gerekli olduklarını ve gerekliliklerini yerine getirerek yeniden bu toprakların medeniyet kurucusu olma yolunda çaba sarf etmeliliğin gerekliliği izah edilebilir.
Tüm bu yazıdan güncel tartışmalar sonucu tasavvufi grupların gidişatının iyi olmadığı sonucu da çıkarılabilir fakat bu gelişmelerin bir yenilenmeye sebebiyet vereceği de düşünülebilir.Bu gerçekten garip bir sarmal zamanla gelişecek gelişmelere ilişkin öngörüde bulunmakta zor , tahminde zor ancak bazı fotoğraflar çekilebiliyor. Umarım tüm hususlarda olumlu gelişmeler olur yeniden bu güzel ve gerekli kurumlar hak ettikleri itibar ve etkinliğe kavuşurlar. 05.07.2018

Mehmet Emin Başalp

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir