Beyaz Yakalılar İçin Yeni Bir Yol

Merd ana denir ki aça nev-rah

Erbab-ı vukufi ede agah

Şeyh Galib

                                  Yeni bir yol açmak ;  vasıtaların yahut yayaların gidip gelmesi için bir yol açmayı kasdetmiyoruz , yeni bir anlayış , yöntem ve sıkışmışlığı gidermekten bahsediyoruz bunu açan kişide nihayetinde zor bir iş başarmıştır ve bir yiğitlik yapmıştır hatta babayiğitlik yapmıştır.  Bilmiş kişileri bu yeni yöntemle de aydınlatır , uyandırır. Olumlu manada yeni bir yol açılmasını her zaman insanlar beklerler bir civanmert , bir babayiğit olsa da ahh bize bir yol gösterse diye.

Bir takım beyaz yakalılar içinde bir yol açmak gerekiyor. Burada özel sektör yahut ofis ortamında çalışan memur beyaz yakalı ayrımı yapmıyorum beraber değerlendireceğim neticede gözünüzde , bana kargo gelmiş diye masasından kalkıp elinde kargo paketiyle aşağıdan çıkan bir beyaz yakalıyı , bilgisayarına devamlı bakan bir şey okuyup , yazan beyaz yakalıyı , devamlı çay kahve içen beyaz yakalıyı düşünün. Üzerinde yazılmış çokça yazılar , mizahi dokundurmalar var   bu çalışan grubu biraz alemdir neticede mesela beyaz yakalının “ dilsiz uşak “ denilen bir aparatı vardır , ceketini paltosunu asar , çok sever böyle alışkanlıklarından , eşyalarından pek vazgeçmez beyaz yakalı.

Genelde aynı konuların konuşulduğu , genelde para ve gelir üzerine konuların sıkça konuşulduğu ortamlarda çalışırlar. Beyaz yakalılar üzerine yapılmış araştırmalar var , çalışanların ekonomik sorunlarının olduğu , streslerinin yüksek düzeyde olduğu , özel sektörde iş ve mesai kavramının ofis dışına dahi taştığı, kamu da verimsiz çalışma ortamı olduğu , açık ofis çalışma şartları , psikolojinin etkilenmesi , beyaz yakalılarda ailevi sorunlar , az çocuk olması , iş haricinde aile ve çocuklarla yeterince ilgilenme enerjisi kalmaması gibi bir çok şey raporlanmıştır.

Kendi mesleğim olan avukatlıktan örnek vereyim , eğer bir şirket ve kamu kurumunda sadece hukuki danışmanlık noktasında veya kendi özel ofisinde sadece ofis üzerinden işlerini yürütüyorsa devamlı ofis ortamında çalışmanın büyük  sıkıntıları vardır.Her gün bir takım görüşmeler , devamlı sözleşmeler yahut dilekçeleri okumak  cevaplarını yazmak , aynı odada çalışmak gibi bir rutinin içindedir.Ben kamu avukatı olarak çalışırken bile iyi ki adliyeye gidiyoruz diyorum. Çünkü adliyeye gitmek ,duruşmalara katılmak , beklemek , meslektaşlarla konuşmak vb şeyler insan sağlığı ve psikolojisi için iyi gelmektedir. Son zamanlarda yaygınlaşan e – duruşma belki gidip gelmeyi yahut şehir dışı yolculuğunu azaltma noktasında bir kolaylık gibi görülse bile izole bir odada bilgisayar başında celsenin açılmasını beklemek gibi daha sıkıcı işlere de yol açmaktadır. Dijitalleşme giderek yalnızlaşmayı artırmaktadır. Beyaz yakalıların yalnızlık duygusu içerisinde olduğu, ofis ortamının gerçek dostluğa fırsat vermediği  de ifade edilmektedir. Mesela bir öğle vakti herhangi bir restorantta takım elbiseli bir grup görürseniz onlar muhtemelen bankacılardır ama iyi bir dotluk örneği midir , yoksa o gün orda buluşmuş çeşitli meslekten insanlar daha mı dost görünmekte veya mutludurlar. Elbette bankacıların sun’i görüntüsü herkesin dikkatini bir şekilde çeker.

Beyaz yakalılara yönelik bir tüketim , eğlence vs kültürü de bulunmaktadır. Mesela görece daha düşük nüfuslu şehirlerde konserdir , tiyatrodur üniversite öğrencileri hariç beyaz yakalılarında katılabileceği bir konsept tasarlanır.Yahut bazı hobiler , spor salonları , yeme – içme mekanlarının müşteri kitlesini de oluştururlar. Fakat beyaz yakalılığın getirdiği en büyük problemlerden birisi benzeşik çalışanlar arasında gitgide birbirine benzeyen davranışlar sergilemek nitekim bunun üzerine bir çok parodi yapılıyor ve plaza dili gibi kavramlar ortaya çıkıyor. Bu benzeşme ve toplumdan yabancılaşma ile bu kitlede  halkın kültüründen de kopma geliyor. Bu ülkeye dair nitelikli bir katkı sağlamayan bir çalışan grubu ortaya çıkıyor. Nitekim beyaz yakalı ofis çalışanları veya kamu da benzer özellikte çalışanlar içerisinde şehir kültür ve dinamiğine , sivil topluma , Hayri hizmetlerde veya sosyal programlarda ön alan kişiler olmadıklarını görüyoruz.

Şöyle bir şeyi esas alalım , şehrin merkezinde tarihi bir çarşı vardır , hafta sonu bu çarşıya insanlar niye gider ? Bir kısım alışveriş yapmak için gider ve etrafı ile de ilgilenmez genelde bu kişilerin işçi olarak çalıştıklarını veya yaş grubu  gereği alışkanlıktan buralarda alışveriş yaptıklarını veya taşradan gelen kişiler olduğunu yahut turistik gezi için geldiklerini farz edebiliriz. Sanayici ve tüccar olanlar  olarak çalışanlar ise genelde bu günleri dinlenme günü olarak geçireceklerinden yahut ekonomik statülerine pek uymadığından bu tarz yerlerde zorunlu olmadıkça pek alışverişe gelmezler. Beyaz yakalılar da ise ilginç bir şekilde bu tarz yerlerden uzak durma eğilimindedir. Denilebilir ki , gençler yahut kendini marjinal hissedenler geleneksellikten uzaklaştığını düşünürsek neden beyaz yakalılar kendileri için bir konseptin içerisinde yaşıyorlar. Oysa buraların tadını alan bir beyaz yakalı , buralarda vakit geçirdiğinde kendini çok iyi hissettiğini adeta dinlendiğini , terapi olduğunu ifade edecektir.

Galib Dedemizin yol açması konusuna gelirsek  beyaz yakalılar için bir babayiğidin bir mert kişinin yol açması , bu anlamsız ve sağlıksız çalışma anlayışını , algı konseptini  değiştirmesi gerekiyor.Masa başı çalışma denilen çalışma anlayışını değiştirmek gerekiyor. Bu fasit dairenin kırılması gerekiyor. Burada kasdettiğim beyaz yakalıların sınıf bilinci , sendikalaşması falan değil beyaz yakalının biraz Şeyh Galib bilmesi gerekiyor. Şeyh Galib bilmek ne olabilir tabii ki yaşamına dair ansiklopedik bilgi yahut bazı şiirlerini bilmeyi kast etmiyorum. Kendini Şeyh Galib’in yaşadığı coğrafyaya , dile , kültüre ait hissederek çalışmalıdır. Yönetici pozisyonunda kişinin batılı yönetici ilkelerini ve tavırlarını taklit mi etmesi gerekiyor illa. Takım elbisesinin içinden bir derviş gönül çıkabilmeli veya beyaz yakalı kadın bir çalışanın dirayetli bir Anadolu kadını ruhu olabilmeli. Bunları oluşturacak değişimlere ön ayak olmak lazım. Mimar Serkan Duman var , şehir ve yapıların insan karakteri üzerine etkisini inceler .Geçenlerde Türkiye’de hangi tarikat , cemaat nitelikli bir mimari eser yaptırmıştır diye sormuştu fakat bir cevap bulunmadı onu geçtim gönüllere hitap edildiği iddia edilen bu yapıların bir takım merkezlerinde bile plaza tarzı oturum ve ofis döşemesi var. Sen hangi gönüle hitap edeceksin , bir değişim mi yapacaksın ? yapamazsın , herkese uymuşsun.

Çalışma hayatının sertliğini , konseptini ağzımıza aldığımız medeniyetimiz ile ne kadar uyumlulaştırıyoruz. Çalışma stilimizi ne kadar Türk kültüründen , şehrimizin yerelliğinden , dini hassasiyetlerimizden , yahut ortalama evrensel  ahlak ve erdemden oluşan bir ilkeler çerçevesinde yürütüyoruz. Bunlar bir anda olacak şeyler değil aşama aşama düşünülüp uygulanacak küçük değişimlerden yol açılacak şeyler bunun için mert bir kişiye ihtiyaç var.

Başta bu masa başı çalışma tarzından vazgeçilmesi gerekiyor. Mekanların dekorları , döşemeleri değişmesi gerekiyor. Yapaylıktan doğallığa , yerelliğe , bize ait olana bir dönüşüm gerekiyor. Bayaz yakalıların kültür ve sanat anlayışlarını değiştirecek çalışmalara , yayınlara ihtiyaç var. Fakat çok daha önemli bir şey var beyaz yakalıların dilini geliştirmek gerekiyor. Kırşehir’in Aşağı Homurlu köyünden Aydın Battal adlı bir vatandaşımız muhtarlık seçimlerini kaybedince bir video çekti ve bir anda konuşması , üslubu günlerce konuşuldu. Eğitim almamış köyde yaşayan bu amcamızın Türkçesi muazzamdı. Anlatımını basit şekilde yapıyor ve meramını da derinlikli kelimelerle anlatabiliyordu. Hiç  bir beyaz yakalı bu kadar sarih ve fasih konuşamaz. Beyaz yakalı bir yerde konuşma yapacaksa daha önceden hazırlık yapmadıysa düzgün bir konuşma dahi yapamaz , irticalen konuşmaları içerikten yoksundur. Çünkü dil hususunu , edebiyat hususunu önemsemiyorlar.

fariğ olmam eylesen yüz bin cefa sevdim seni
böyle yazmış alnıma kilk-i kaza sevdim seni
ben bu sözden dönmezem devreyledikçe nüh felek
şahit olsun aşkıma arz-ü sema sevdim seni

Güftesi Şeyh Galib’e ait bir şarkı , Alaaddin Yavaşca’da çok güzel icra ederdi , bu şarkı kadar ağır olmasa da insanların arada bir divan edebiyatından birkaç şiir okumasının değil zararı bir çok faydası olur. Romandır , şiirdir , hikayedir çalışan insanların da okuması gerekiyor ,müzikal hususlarda hep popüler olanı da dinlememesi gerekiyor.

Beyaz yakalılar için yol açacak mertler kim olabilir. Siyasetçisi de olabilir , sanatçısı da olabilir , işveren de olabilir , beyaz yakalı da olabilir , sivil toplum da olabilir önemli olan bir yerlerden bu yolu açmaya çalışmak gerektiğidir. Sivil toplum demek sadece ihtiyaç sahipleri için yardım organizasyonları  yahut bir takım politik görüşler için projeler üreten yapılar olmamalıdır. İşçiler , beyaz yakalılar , memurlar , çiftçiler , esnaflar ,  çalışanlar içinde yenilikler , yol açan projeler ve faaliyetler yapabilendir. Bu hususları gündem etmeyişimiz ilginç neden STK’mızın gündemi işçi servislerinde yaşanan problemleri tartışmak olmuyor gibi gibi. Sonra insanlar niye değişiyor niye toplumsal sorunlar ortaya çıkıyor. Geçen bir duruşmada hayli apartman sakini gelmiş , apartmanda bir kaos var , bina müteahhidi kaçtığı için hukuki sorunlar devam ediyor , yönetici seçilemiyor , aidat toplanamıyor , gayri resmi uğraşanlar var ve gerginlik artmış , şikayet artmış , insanın oturduğu evinde bile bu kadar sorun üreten dış etmenlerle senelerce mücadele etmesi yıpratıcı değil mi ? İşçiler , beyaz yakalılar , memurlar , çiftçiler vs diyelim hep şikayetleri ekonomik temelli değerlendirip , idarecilere atmak gerekmiyor. Huzur ve sükun , mutluluk ve rahatlık gibi işlerde sosyla oluşumlarında öncü olması gerekiyor. Bu hususlarda ciddi sorunlar.

Uzatmanın derdinde değilim , meramım anlaşılmıştır umarım. Şeyh Galib ile beyaz yakalıların ne alakası var gibi yazıyı okuyanların da aklına bir şey gelebilir ama Şeyh Galib’de şiirde yeni bir yol açmış divan şiirinde yeni yollar açmıştır.Bu büyük şair bugün hala şairlerimizi en fazla etkileyen şairimizdir. Ayrıca onun ünlü mısraı ne demektedir “ Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen “  alemin özünün insan olduğunu beyan ediyor iş yaşamı içinde , finansal raporlar arasında , evrak ve toplantılar içerisinde insanın alemin özü olduğunu unutmaması gerekiyor. Alem , hem Allah dışında olan mevcudiyeti hem de akıl sahibi varlıkları kimi zaman insanların kasdedildiği anlamlara gelebilir. Edebi , mecazi , halk kullanımı gibi bir çok farklı kullanımı da olabilir velhasıl bu öz sende var yani neden yaratıldık ve nereye gidiyoruz , insan olarak ulvi amaçlarımız yok mu ?  bunu ister inançlı biri gibi değerlendir ister felsefi olarak değerlendir insan bunu kavrayacak öze , düşünceye , sezgiye  sahiptir  , biraz bilinçli olmak zorundayız , bu kadar profan ( kutsalla bağı kopmuş )  bir çalışma tarzı olamaz.

Biraz değişimi dillendirelim ,değişime dair bir şeyler yapalım. 10.10.2024

 

Mehmet Emin Başalp

Gazze’nin Yıldönümü

Gazze’de yaşanan soykırımın birinci yılına doğru geliyoruz , soykırım devam ediyor , hala ölüm kusan barbar Siyonizm teröründen sonra ne gibi bir ruh hali içerisindeyiz , düşünmemiz ve sorgulamamız lazım.

Heyecansızlık var , heyecan geçici bir süre duygu yoğunlaşması demektir , 7 Ekim’den sonra şiddetli bir saldırı başlayınca saldırıların gidişatının Gazze’lilerin yaşamını çok zorlayacağını düşünüyor ve üzülüyorduk , zamanla bu duyguyu dahi koruyamadık , açıkçası en sıkıldığım , bunaldığım , sonrasında başağrısı ve aşırı halsizlikle geceyi geçirdiğim gün Heniyye’nin şehit edildiği gün olmuştu. ( Bu yazıya başladığımda bu gündem yoktu derken saldırılar Lübnan’a sıçradı ve Hizbullah lideri Nasrallah öldürüldü. Tabi Nasrallah’ın öldürülmesi bölgede birden İran kaynaklı yeni bir analiz furyası oluşturdu ama işin Gazze direnişin asaleti ile söz konusu hususlar arasında pek bağ kuramıyorum )

Eli kolu bağlı olmanın getirdiği sonuçsuzluk hissi ile heyecan duyamamak da büyük bir sorun. Heyecanın olması  için başkaca duyguların da olması gerekiyor , israilden korkuyor muyum ? sorusunu insanların kendine sorması lazım , mesela trafikte yaşadığın bir kaza tehlikesi bile istemsizce , ucuz atlattık şekliyle nabzımızı yükseltirken , israilin bunca mezalimi karşısında , ne bileyim tarihte Moğolların daha gelmeden korku oluşturduğu bir korkuya sebep oluyor mu ? olduğunu düşünmüyorum. Olsa bir telaşe olur. Herkes izliyor ,  keşke korku oluşsa diyorum , korku bile bir aksi tepki için insanı , toplulukları harekete sevk eder  oysa donukluk ve uyuşukluk hali devam ediyor.

İslam dünyası diye genel genel konuşmak yerine çevremize bakmamız gerektiğini düşünüyorum ve bu barbarlık karşısında doğru dürüst bir duygu yönetimimiz olduğunu bile söylemek güç.Huzursuz bir bekleyiş içindeyiz.

15 Temmuz günü şehit olanlardan Halil Kantarcı’nın bir tweeti vardı “Güzel birşey olsa da şöyle içten, kuvvetli bir tekbir getirsek. “ güzel bir şey de olmuyor inancı yaygın insanda herhangi bir duyguya sebep olmayan bir takım haberler , gazete yazıları , sosyal medya paylaşımları ile geçen bir zaman. Tüm bunlardan uzaklaşıp , takip etmeyerek , görmeyerek , konuşmayarak Gazze’yi düşünmek mümkün mü ? O da ayrı bir yazının konusu olabilir.

Gazze’de soykırım devam ederken , her türden sanatçıya daha çok iş düşüyor , toplumun zihninde iz bırakmak gerekiyor bu sanatın yapabileceği bir şey , yazısı , şiiri , şarkısı , karikatürü , resmi , tiyatrosu , batılı sanat türleri , doğulu sanat türleri , hangi dil ve akımdan olursa olsun insanlara kalıcı uyarılar gerekir.Bugün Filistin adına beni en etkileyen şeyler bir Mahmud Derviş şiiri , yahut Gassan Kanafani’nin bir kısa hikayesi olabiliyor.

Sanat unutturmaz , sanat etkileyicidir. Sanatı boş iş gibi görmemek lazım. Her gün , günde beş defa okunan Ezan-ı Muhammedi  dahi  melodik bir şeydir.

Doğu kültürlerinde pek anıt yapma gibi bir gelenek yoktur ama bizim kültürümüze ait bir dokunuşa , sese , içeriğe sahip olabiliriz , bu işler merkezi yerlerde olabilir ama bugün Konya’nın ne merkezinde ne sokaklarında Gazze’yi hatırlatan bir şey görüyormusunuz ? yok , Gazze Caddesi diye bir cadde var orada da lüks konutlar yükseliyor son derece ironik bir şekilde.

Duygularımızı harekete geçirecek bir şey olsun istiyorum.The Revenant filminde ki gibi , düş , yaralan , ölümle burun buruna gel , ölmediysen intikam için çabala , insan bu duyguyu istiyor , bir macera , bir sarsıcı hal , hırs ve heyecan , yaptıkları zulmün intikamı alacak bir başkaldırı. Bir şaşırtı (sürpriz )

Yoksa günümüzü devletlerin , örgütlerin propagandası ile , herkesin attığı adımı bin kez düşünüp politik hareketleri ile yaptığı resmi açıklamalar , fiyasko operasyonlar , şaşkınlıklar , ekonomik kaygılar , bir takım gündüz düşleri içinde geçirmek ve  devinmeden duran koca bir yığının parçası olmak.

Duygularımızı sorgulamalıyız. Evet hayat devam ediyor , iş güç uğraşıyoruz , eften püften gündemlerle de meşgul olacağız ama neden mutlu görünen mutsuz adam rolünü oynamaya devam edelim ki , mutsuzluğumuzu , acıları yansıtalım işte bunu en iyi yansıtma yollarından biri sanat olabilir. Sanatla anlatmayı öğrenmemiz lazım. 04.10.2024

 

Mehmet Emin Başalp