AYASOFYA VE GELECEĞİ

IMG_7920
Ayasofya ; gündemden pek düşmeyen yine geçenlerde ibadete yeniden açılıp açılmayacağı sosyal medyada da gündem olan ve bu yapı ayakta olduğu müddetçe konuşulmaya da devam edecek olan dini/tarihi bir yapı. Ayasofya tekrar ibadete açılır mı ? Bu haliyle kalır mı ? Ayasofya’nın geleceği üzerine konuşmalar hayli devam edecek gibi ama Ayasofya niye önemli , bu öneminin sebebi ne , Ayasofya’ya yüklenen anlamlar , anlayışlar , kutsallığı , sembolikliği vb üzerinden Ayasofya’nın geleceği üzerine biraz zihin egzersizi yapmayı düşündüm.
Merhum Erbakan Hoca , konuşmalarında detaylı izahlarda bulunurken mevzuyu bazen Hz.Adem’den başlatırdı bende oradan başlatarak bugüne geleceğim umarım toparlayabilirim.Biz Müslümanız , Müslümanların ibadet mekanları mescidler veya camilerdir.Bu camilerin bir birlerinden farkları var mı ? Üstün olanı var mı ? Kutsal olanı var mı ? Müslümanlar ne düşünüyor , simgesel , sembolik anlamları var mı ? Sorular çoğalır biz konumuza dönelim.
Kutsal Türkçe bir kelimedir bu kelimenin Arapça ve dini literatürde muadili mukaddestir.Kuran-ı Kerim’de Taha Suresi 12.ayetinde Hz.Musa Peygambere ayakkabılarını çıkar çünkü mukaddes Tuva vadisindesin şeklinde Rabbimiz hitap ederken vadiyi mukaddes olarak sıfatlandırmıştır. Mescid-i Aksa için de etrafını mübarek ( bereketli ) kıldığımız şeklinde bir ayeti kerime bulunmaktadır.Biz bir tefsir alimi olmadığımız için bu mukaddes mekan ve ifadelerden ne kasdedildiği ve ne anlaşıldığı hususunda beyanda bulunacak değiliz bunu ancak sahih alimler , uzmanlar izah edebilir bu konudan bahsetmemizin sebebi Kuran-ı Kerim’de bu ifadenin de geçtiğinin bilinmesidir.
Yeryüzünde ilk mabed İslam inancına göre Kabe’dir.Kabe ,ilk defa Hz.Adem Peygamber tarafından inşa edilmiştir o yapının tam evsafı bilinmese de daha sonraları Nuh Tufanı veya başkaca bir sebeple yıkıldığı ve Hz.İbrahim Peygamber dönemine kadar öylece kaldığı Hz.İbrahim tarafından da harçsız şekilde taştan ve üstü açık şekliyle inşa edildiği , daha sonra Mekkeliler tarafından harç kullanılarak ve üstü kapatılarak dört köşe haline getirildiği , Hz.İbrahim’den beri insanlığın haccetmek için Kabe’yi ziyarete geldiği , Mekke putperestliği döneminde içine ve dışına çeşitli putların yerleştirildiği , iç duvarlarında bazı resimlerin vb de olduğu bilinmektedir.Kabe daha sonra Müslümanların kıblesi olmuş , Hz.Peygamber’in Mekke’yi fethi ile içi ve etrafı putlardan temizlenmiş ve Müslümanların hacc farizasını yerine getirdikleri , günde beş vakit namaz kılarken yöneldikleri en kutsal mabedi olmuştur.
Kabe daha sonraları dışına kıymetli örtüler örtülen , kapısı ve oluğu vb gibi bazı kısımları değerli madenlerden yapılan bir mabed olmasına rağmen taştan , düz , basit ( karmaşık olmayan anlamında ) bir binadır fakat Allah cc Kabe’nin azametini artırmıştır , ihtişamını oradan alır. Şairin de dediği gibi ;
“ Zahiruhu estar ve ahcar ,
Batınıhu esrar ve envar “
Dolayısıyla Kabe dışarıdan ancak örtü ve taştan ibarettir ama esas görünmeyen yüzü veya içi , özü sırlar ve nurlar ile doludur diyor , ifade son derece isabetlidir.
Şimdi gelelim Kabe Müslümanlar için en kutsal mabed olmasına rağmen içinde ibadet edilen bir mabed değil yönelinen bir mabeddir.Herhangi bir ruhban yahut din adamı sınıfı da tarih boyunca Kabe ve çevresine yerleşmiş değildir.Kabe içi ve çevresi herhangi bir dini eğitim merkezi veya dini-siyasi simgesel bir tören merkezi değildir.Kabe , Mescid-i Haram ‘ın içerisinde bulunur ve bu mescidin imamlığı , müezzinliği vb gibi hususlarda Müslümanlar arasında üst düzey bir dini makam değildir. Namaz kıldırma ehliyetine sahip biri de Mescid-i Haram imamlığını pek ala yapabilir dünyanın her tarafından zengin – fakir , kadın – erkek tüm Müslümanlar Kabe’yi ziyaret edebilir.Kabe içerisinde kutsal olduğu bilinen bir eşya da bulunmamakta olup eskiden şimdilerde kutsal emanetlerde denilen peygamberlere ait eşyalar bir dönem bulunsa da daha sonra farklı yerlere taşınmışlardır.Kabe etrafında sadece farklılık arzeden iki taş bulunmaktadır bunlardan biri Hacer-i Esved olup diğeri makam-ı İbrahim adı verilen Hz.İbrahim’in Kabe’yi inşa ederken üzerine çıktığı taştır. Kabe’nin etrafında sadece tavaf yapılmakta ve namaz kılınmakta olup , kurban kesilmesi veya bir takım , adaklar , sunaklar vb gibi muhtelif ritüeller veya ibadetler yoktur.
Kabe hususunu niye dile getirdik zira Hz.Peygamber’den nakledilen bir Hadis’-i şerif’e göre üç mescide ibadet maksadıyla ziyaret edilebilir ve yine bir Hadis-i Şerife göre içerisinde kılınan namaz diğer mescidlerde kılınan namazlardan daha sevaplıdır. Yani bu üç mescit diğerlerinden faziletli ve üstündürler dolayısıyla daha kutsaldırlar da diyebiliriz. Bu mescidler , Kabe’nin de bulunduğu Mescid-i Haram , Hz.Peygamber’in kabrinin de bulunduğu Mescid-i Nebevi ve Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’dır. İlk inşa edilen Kuba mescidi de ismi burada zikredilmese de Kuran’da övülmüş bir mescid olarak dünyadaki diğer mescidlerden farklı veya üstün olduğu da ifade edilmektedir. Dolayısıyla üç mescid veya cami de diyebiliriz ki diğer mescid ve camilerden farklı bir özellik arzediyor daha faziletli ve üstün olarak kabul görüyor.
Bu mescidlerden kısaca Mescid’i Aksa’ya da değinmemiz lazım. Mescid-i Aksa’nın bulunduğu yerde eskiden Süleyman Mabedi , tapınağı vb olarak ifade edilen bir yapı vardır , Hz.Süleyman bir peygamberdir ve Allah’a ibadet edilmesi maksadıyla bir mabed inşa ettirmiştir ve esasında burası da Hz.Adem Aleyhisselam’dan beri bütün peygamberlerin tebliğ ettiği ve tek hak din olan İslam’ın bir mescidi , ibadet mahallidir , bunu bu şekilde anlamak gerekir. Babası Davud Aleyhisselam döneminde inşasına başlandığı ve Süleyman Aleyhisselam zamanında tamamlandığı , çok büyük olduğu , kıymetli taşlarla bezendiği , zamanında eşi benzeri olmadığı , yapımında cinlerinde çalıştığı ifade edilir.Süleyman Aleyhisselam’ın inşa ettiği ve mabed Beyt-i Makdis olarakta anılan bu yapı yapıldığı ve daha sonraki dönemler açısından yahudiler için önemlidir.Müslümanlar için de önemlidir zira Süleyman peygamber Müslümanlarında peygamberidir , ayrıca Müslümanların ilk kıblesidir ve Hz.Peygamber Mescid-i Aksa’dan miraca yükselmiştir.Süleyman Mabedi geçmişte olduğu kadar hala Müslümanlar , Yahudiler ve Hristiyanlar tarafından büyük önem arzetmektedir.Çünkü bu mabed içinde ibadet edilen , geçmişte içinde din adamlarının kaldığı , hatta bu mabede kişilerin çocuklarını adadığı , mabedde eğitim faaliyeti yapıldığı , dini müzakereler yapıldığı , kurbanların kesildiği vb bilinmektedir.Bu mabed daha sonraları vb işgaller sonucu yıkılmıştır.Şimdi bu mabedin bir önemi de kutsal bir eşyaya ev sahipliği yapmasıdır. Bu eşya Ahit Sandığı denilen içinde Allah cc tarafından Hz.Musa Peygambere verilen Tevrat yazılı tabletlerinin saklandığı bir sandık yahut Kuran’ın tabiriyle tabuttur. Bu tabutun vasıfları Kur’an da detaylı şekilde yoktur ama muharref Tevrat’ta detaylı şekilde vasıfları anlatılmıştır.Kuran’ı Kerim’de de bahsedildiği için bir efsane olması imkanı olmayan bu kutsal eşya mabed de saklanıyordu.Mabedin yıkıldığı zaman kaybolan bu sandık hala kayıp mı ? yok mu oldu ? yoksa bir yerlerde saklanıyor mu bilinmiyor.Bu sebeple de bu tür gizemli , ezoterik bilgilere meraklı kişiler içinde artık mabed ayrı bir önem kazanmıştır.
Mabedin yerinin şuan Müslümanlar için Mescid-i Aksa olması ve hala Müslümanların uhdesinde bulunması dolayısıyla da önemlidir. Yahudiler günümüzde mescidi ortadan kaldırmak ve güya kendi mabedlerini inşa etme gayesi içerisindedirler.Hristiyanların tapınakçılar denilen haçlı zihniyetli gizemli örgütü içinde bu mabed önemlidir çünkü tapınakçıların adını aldıkları tapınak burasıdır. Masonlarda mabedin ustası olduğu iddia edilen Hiram usta ve öğretisi bağlantısı nedeniyle mabedi önemserler. Gizemli , sırlı , ezoterik bilgi ve eşyalara meraklı kişiler içinde bu mabed bulunmaz bir yerdir. Mescid-i Aksa ve Kudüs şehri tüm bu sebeplerle dünyada hem dini – simgesel hususular da ön plana çıktığı gibi siyonist İsrail’in işgali altında bulunan Kudüs’te bugün huzur , sukunet ve barış olmayıp zulüm , kan ve gözyaşı bulunmaktadır.
Dolayısıyla Müslümanlar açısından faziletli ve üstün olduğu , içinde yapılan ibadetin diğer mescidlerde yapılan ibadetlerden daha sevaplı olduğu bizzat Hz. Peygamber tarafından belirtilen bu üç mescidi kısaca izah ettik. Bu üç mescidle ilgili konuyu bitirmeden şuna da değinelim bu üç mescidinde yerleri kutsiyet ifade eder yapıları herhangi bir orjinallik , tarihilik vb arzetmemektedir. Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi’nin şimdiki yapıları hala yenilenmekte , baştan yapılmakta ve genişletilmekte olup Mescid-i Aksa olarak bilinen mescid üzerinde de nerenin Mescid-i Aksa olduğu tartışması sürmekle birlikte orada bulunan Kıble Mescidi , Kubbetüs Sahra Mescidi ve etrafını içerisine alan , alan olduğu ifade edilmekte olup oradaki yapılarda Emevi dönemi ve daha sonraki dönemlerde yapılan ekler ve iyileştirmelerdir.
Bu üç mescid haricinde İslam dünyasında başka kutsal , üstün , faziletli mescid yok mu ? Yukarıda belirttiğim gibi ilk inşa edilen ve övülen Kuba Mescidi haricinde benim şahsi kanaatime göre de yok.Kuba mescidi ile ilgili hususta bir kutsiyetmidir yoksa bir itibar mıdır ona da ancak ilahiyatçılar karar verebilir. İslam dünyasında bugün Endülüs’ten , Japonya’ya , Hindistan’dan , Afrika’nın ortalarına , Anadolu’dan , Amerika’ya , Rusya’ya, Avustralya’ya , Mısır’dan , Hicaz’a ,İran’a vb yer alan gerek yeni yapılmış , gerek tarihi , gerek başka dinlere ait yapılardan çevrilmiş , sanatsal değeri yüksek olan , olmayan , ahşaptan , taştan , betondan , camdan hangi malzemeyle yapılmış olursa olsun veya kimler tarafından yaptırılmış olursa olsun üstün olan bir mescid bulunmamakta olup ancak daha sonradan atfedilen sembolik değerler üzerinden anlam kazananlar vardır. Yoksa bir kutsiyet ifade edilme geleneği ve anlayışı yaygınlaşırsa bu önü alınamaz , temelsiz bir hurafe anlayışına yol açar.
Bu sembolik değerler neden önemlidir , nasıl oluşmuştur , korunması vb önemlimidir bunlara aşağıda da vereceğimiz örnekler üzerinden bir göz atmada fayda var lakin burada herhangi bir kanaat belirtmeyeceğim bu mescidlerle ilgili sembolik değerleri de okuyuculara bırakacağım ama bu mescitlere kutsiyet atfedilemeyeceğini , üstünlük atfedilmeyeceğini tekrar hatırlatarak yazıma devam ediyorum.
1 ) Halilürrahman Camii ; Filistin’in El-Halil şehrinde bulunan Hz.İbrahim peygamber , İshak peygamber ve aile efradının mezarlarının da bulunduğu bu mescid esasında İbrahim Peygamber Atamıza binaen İslam dünyasının gündeminde önemli bir yer teşkil etmesi gerekirken genelde az bilinir nitekim camiinin önemli bir bölümü siyonist yahudiler tarafından işgal edilmiş ve bir sinagoga çevrilmiştir.Bu camii Yahudi işgalide yaşandığı için Müslümanların gündeminde daha fazla yer almalıdır. Allah’ın dostu olarak ifade ettiği Hz.İbrahim peygamberin mezarının yanında yahudi ayinleri yapılmasına fırsat verilmemelidir.
2 ) Kubbetüs Sahra ; Mescid-i Aksa üzerinde bulunan altın kubbesi ile ilgi çekici ve hafızada kalan bu camii zihinlere Mescid-i Aksa olarak kazınmış olup Mescid’i Aksa’yı görsel anlamda temsil etmesi ve Hz.Peygamber’in burada namaz kıldığı , miraca yükseldiği taşın üzerine yapıldığı vb gerekçeleriyle sembolik anlamı yüksek bir camiidir.
3 ) Emevi Camii ; Şam’da bulunan tarihi yapısıyla etkileyici bu camii , İslam beldelerinde yer alan büyük camiler içerisinde en eskilerindendir. Bu camiinin bulunduğu yerde daha eskiden Arami tapınağı , sonra Roma tapınağı , sonra kilise ve nihayetinde cami bulunmaktadır.Genelde bu husus kadim şehirlerde bulunan bir çok eski mabedde de sık karşılaşılan bir durumdur , genelde dini mekanlar aynı yerlerde bulunmakta ve çevrilmek suretiyle bugüne kadar gelmektedir.Bu camii de halk arasında dördüncü harem-i şerif olarak adlandırılmakta ise de herhangi bir dini dayanağı yoktur.Yine Hz.İsa peygamberin semadan tekrar dünyaya bu camiinin minaresine ineceği şeklinde bir inanç bulunması da bu camiye özel bir önem atfedilmesine sebebiyet vermiştir. Hz.Yahya peygamber’in başının gömülü olduğu söylenen bir yerde camide bulunmaktadır.İşin ilginci Ayasofya’da da bir Hz.Yahya kafatası parçası bulunduğu iddia edilir ve şimdilerde bu Fransa’dadır. İnşaAllah Suriye huzurlu günlerine geri dönerde bu camii de müslümanlar tarafından yine sıklıkla ziyaret edilir.
4 ) Şii Camileri ; Hz.Ali Efendimiz’in kabrinin bulunduğu , Hz.Hüseyin Efendimiz’in kabrinin bulunduğu türbe ve camiler ,şii inancındaki 12 imam anlayışı doğrultusunda imam türbeleri ve etraflarında bulunan camiler Irak ve İran’da yaygın şekilde ziyaret edilmekte ve şiilerce büyük önem kutsiyet arz etmektedir.Genelde şaşaalı yapıları ile de dikkat çeken bu camiler genelde türbe fonksiyonu ve bir takım Şiilere ait , eğitim ve yas törenlerine de ev sahipliği yaptığından İslam’ın cami fonksiyonuna aykırı uygulamalar olduğunu düşünüyorum. Hz.Ali ve Hz.Hüseyin efendilerimizin türbeleri bu mezhepçi anlayıştan kurtularak tüm Müslümanların ziyaret ettiği yerlere dönüşse diye düşünüyorum.
5 ) Kurtuba Camii , gerçekten en az Ayasofya kadar içimizi parçalayan ve Müslümanlar için ibret olması gerektiğini düşündüğümü bir camii.Çünkü mahzun , çünkü yüzyıllardır ibadete kapalı ve ortasına da bir katedral inşa edilmiş vaziyette. Endülüs Devleti ( yani bugünkü Güney İspanya ) zamanında 700 yıldan fazla camii olarak hizmet vermiştir.Müslümanların , bugün hristiyanlıkla özdeşleşmiş Avrupa’da inşa ettirdiği muhteşem büyüklükte ve sanatsal olarak çok değerli olan bu camii , Müslümanlar açısından Avrupa’ya karşı İslam Din ve Medeniyeti’nin üstünlüğünü en iyi ifade eden simgesel camisi idi.İbretlik diyorum zira Müslümanlar kendi aralarında ihtilafa düşünce Müslümanlar Endülüs’ü kaybettiler ve güzelim Kurtuba Camii’miz de elimizden çıktı , içine bir katedral yapıldı , şimdilerde ise kilise – müze olarak devam ediyor.İnşaAllah Allah bir daha o güzel camide Müslümanlara tekrar namaz kılmayı nasip eder.
6 ) Diyarbakır Ulu Camii ; Anadolu’da ki en eski camii olduğu söylenmektedir.Emevi camisine oldukça benzeyip bu camii de beşinci harem-i şerif diye halk arasında anılmaktadır.Anadolu’da selatin camiler haricinde özel öneme sahip bir cami olduğu söylenebilir zira Evliya Çelebi’de oldukça övmüştür.
7 ) Ayasofya Camii ; artık konu Ayasofya’ya geldi ve aşağıda tafsilatlı şekilde izah edeceğiz.

Yukarıda tabi tümünü belki değil ama Müslümanlar açısından özel önem verilen ve sembolik anlamları olan camileri kendimce sıralamaya çalıştım.İslam dünyası ve dünyanın bir çok köşesinde sayısız cami ve mescid bulunmakta , bu cami ve mescidler büyüklükleri , tarihi olup olmadıkları , hatta daha lokal düzeyde atfedilen anlamları vb ile say say bitmez haldedir.
Anadolu’da da camilerin Selçuklular , beylikler ve Osmanlı döneminde de devlet adamları ve halk tarafından tarafından görkemli şekilde yapılmasına gayret gösterilmiş ve ülkemiz binlerce camii ile donatılmıştır , donatılmaya devam etmektedir.Bu camilerden Divriği Ulu Camii , Bursa Ulu Camii , Konya Alaaddin Camii , Beyşehir Eşrefoğlu Camii , Kayseri Hunat Camii , İstanbul selatin camilerinden Beyazıt , Fatih ,Şehzadebaşı , Süleymaniye , Yavuz Selim , Sultan Ahmet , Yeni ve Nuru Osmaniye Camiileri , Edirne Eski Camii ve Selimiye Camii önemli camilerdendir.Cumhuriyet döneminde de sayıca çokça ve büyük camiler yapılmış olup Kocatepe Camii , Kahramanmaraş’taki Abdülhamid Han ve İstanbul’a yapılmakta olan Çamlıca Camii’nin güzel örnekler olduğu düşünülebilir.
Ayasofya Tarihi
Çok uzun bir mukaddime oldu ama bu izahı yapmak zorundaydım , İslam’da camilerin kutsiyet hususu izah edilmeliydi çünkü tv programlarında ve bir çok eserde kutsal Ayasofya tabirleri sık geçtikçe insan zihninde kutsal bir mabed olan Ayasofya’nın şuan camii olarak kullanılamamasının büyük bir dini sorun teşkil ettiği inanışı halk arasında da yaygınlaşmaktadır. Evet Ayasofya’nın ibadete açık olmaması bir sorun teşkil etmektedir ama bu dini anlamda bir sorun değil camii olarak uzunca yıllar hizmet eden , tarihi ve büyük bir yapının müze haline çevrilmesi herkesi üzmekte ve yaralamaktadır ama bu kutsiyet hususları üzerinden değil tarihi- sembolik anlamı üzerinden dillendirilmesi gerekmektedir.
Ayasofya ile ilgili bir diğer yanlış inanışta Fatih Sultan Mehmet’in , Ayasofya vakfiyesinde olduğu iddia edilen , eğer Ayasofya camii olmaktan çıkarılırsa diye ettiği bir bedduanın yer aldığı hususudur. Ayasofya’nın ibadete kapalı olması , insanların bu beddua vebalinin altında kalacağı şeklinde ruhi olarak huzursuzluk duymasına sebebiyet vermektedir.Fatih Sultan Mehmet Han’ın Ayasofya vakfiyesinde böyle bir beddua vb yer almamaktadır. Bu hususa daha sonra değineceğiz ama Ayasofya’nın ibadete kapatılmasının siyasi anlam kazanması ile de uydurulmuş bir ifadedir.
Ayasofya İstanbul’un fethinin sembolüdür.Fatih Sultan Mehmet’in kılıç hakkı olarak ve muazzamlığı sebebiyle camiye çevrilmesini emrettiği bu mabed Osmanlı’nın gücünün , cihad anlayışının moral ve motivasyonun kaynağı olmuştur.
Ayasofya Hristiyanlığın ,Ortodoks mezhebine ait yapıldığı çağ açısından muazzam büyüklükte , süslemeleri , sunakları , içerisinde yer alan kutsal eşyaları vb ile de mühim bir kilise olduğundan , dini anlamı olduğundan ve Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti olduğundan Ortodoks hristiyanlar açısından önemlidir.Yine aynı şekilde Bizans’ın mirasçısı olduğunu iddia eden Yunanistan ve Ortodoksların hamiliğine soyunan Rusya ve kiliselerin birleştirilmesi idealinde olan Katolikleri temsilen Vatikan’ın da gündeminde yer almaktadır.
Ayasofya yapım aşamaları , mimarisi , içerisinde yer alan en ufak bir ufak bir çizgi ve figürün anlamı ile de mimarlar , mühendisler , tarihçiler , sanat tarihçileri , restorasyon işleri ile ilgilenenler açısından da son derece önemli bir mekan ve gözlem alanıdır. İçerisindeki yer alan semboller , anlatılan efsaneler , yakıştırmalar vb nedeniyle ezoterizm meraklıları , gizemli sırlı olaylara meraklı kişiler açısından da bulunmaz bir mekandır.
Ayasofya gerek doğu ile batı arasında kültürlerin çekişmesinde , İslam ile Haç’ın savaşında her zaman bir sembol olarak yer almış bu nedenle uluslar arası siyasi bir anlam kazanmıştır.Müzeye çevrilmesi sonucunda da Türkiye’de siyasal İslam ideolojisinin söylemlerinde sıkça yer almaktadır.Ayasofya doğu ezilmişliğinin ve dahi batı emperyalizmi karşısında zayıflayan Müslümanlara yeniden güç , moral ve birlik şuuru verme konusunda tarihi ve sembolik anlamı oldukça sık kullanılan bir yapıdır. Şiirlere , ezgilere , yazılara vb konu olmuştur bu hususa da değineceğiz örnekler paylaşacağız.
Ayasofya ülkemizde, x şehrinde yer alan y camisi gibi ibadete kapalı herhangi bir camiinin yeniden ibadete açılması veya yıkılmış bir camiinin yeniden ihya edilerek ibadete açılması gibi bir anlam ifade etmeyip dini , siyasi , sosyal ve kültürel şekilde çok derinlemesine anlamlar ifade eden ve ibadete açılsa da yeni anlamlar kazanarak devam edecek bir mekan olarak varlığını sürdürmektedir.
Ayasofya’nın önemine geri döneceğiz ama öncelikle Ayasofya’nın yapımından bugüne geçirdiği serencama da değinelim.Zira oldukça eski bir yapı olan Ayasofya önemini büyüklüğü , sanatsal ve mimari değeri yanında bu oldukça uzun yaşından dolayı da almakta olup bu serencamı ifade etmemiz gerekir çünkü bunu hak etmektedir.

IMG_7920 IMG_7910
Ayasofya , İstanbul şehrinde yapılmıştır.O zamanki adıyla Konstantinopolis adıyla anılan Doğu Roma İmparatorluğu’nun veya Bizans’ın başkentinde. Bugünkü yapıdan öncede Ayasofya’nın yerinde eski pagan tapınakları olduğu daha sonra Ayasofya adıyla daha küçük yapıldığı diğerlerinin bu ihtişamda olmayıp çeşitli halk isyanları ile yıkıldığı bilinmektedir .Bu yapı ise M.S. 537 yılında ibadete açılmıştır.537 yılı açısından değerlendirildiğinde Ortadoğu bölgesi açısından yapılmış en büyük ve ihtişamlı mabed olduğu tartışmasızdır. Bizans İmparatorlarının taç giydiği ki o dönem açısından Doğu Roma ( Bizans ) ve Sasaniler dünyanın iki süper gücü olup gücü , sanatı , ekonomiyi , ihtişamı ellerinde bulunduruyorlardı , o güçle orantılı , insanları şaşırtacak , muhteşemliği ile etkileyecek , konuşturacak bir kilise olması öngörülmüştür.
Daha öncesinde bu bölgede yani Anadolu , Ortadoğu ve istanbul’a da Roma İmparatorluğu hükmediyordu. Hz.İsa Aleyhisselam’ın zuhuru ile yeni bir din ve şeriat Yahudilere bildirildi.Yahudiler tarafından Hz.İsa Aleyhisselam peygamber olarak kabul edilmemişti ayrıca Hz.İsa Aleyhisselam Romalıları da rahatsız ediyordu ve detayına girmiyorum neticede öldürme planı yapılmıştır.Bizim inancımıza göre Romalılar , Hz.İsa Aleyhisselam’a hiçbir şey yapamadılar ve Hz.İsa Aleyhisselam göğe yükseltildi. Yerine de ona Allah tarafından benzetilen ihbarcı havari öldürülmüştür. Hz.İsa Aleyhisselam’ın yanında bilindiği üzere havari adı verilen sadık dost ve öğrencileri vardı.
Bu havariler tam anlamıyla Hz.İsa Aleyhisselam’dan sonra neler yapmışlardır , İncil yazıya geçiriliş miydi , geçirildi ise ne olmuştur , geçirilmedi ise ne olmuştur , Hirstiyanlık nasıl yayılmıştır bu bilgiler genelde Hristiyanlara ait bilgi ve belgelere dayandığından güvenilirliği bizim açımızdan oldukça şüphelidir.Zira Hristiyanlık inancı kısa sürede çok fazla tahrif olmuş ve başta Roma putperestliğinden etkilenmek üzere tevhidi bir inanç olmaktan çıkmıştır.Üçleme bir ilah anlayışı ile de Hz.İsa’ya haşa ilahlık atfedilmiştir.
Hristiyanlık Ortadoğu ve Anadolu coğrafyasında baskılara rağmen , gizli , kapaklı ,mağara şehirlerde , yer altı şehirlerinde vb de yaşanmak suretiyle , halka rasında kendini dine adayan ruhban ve keşişlerin tebliği ile hızlı bir yayılma göstermiştir.Havarilerin Hz.İsa peygamberden sonra bu dini yaymak için dağıldığı iddia edilmektedir. Hristiyan teolojisine göre de havarilerden nakille çok farklı sayıda İncil ortaya çıkmış olduğu düşünülüyor lakin bize göre bu İncillerinde tahrif edildiği açıktır. Çok sayıda fazla İncil metni daha sonraları hristiyanlar içinde sorun teşkil edecektir.
Hristiyanlarda ibadet etme maksadıyla kilise , katedral , şapel vb büyüklük küçüklük anlayışıyla mabetler inşa etme gayretine girmişlerdir.Bu kilise denilen mabet yapma ihtiyacı , anlayışı şekli nereden nasıl bir gerekçeyle çıkmıştır. Şimdi Yahudilerin ibadet mahalli sinagog olarak bilinir esasında sinangoglar , Süleyman Mabedi yıkılınca onun işlevini yerine getirme maksadıyla mabed yeniden yapılıncaya kadar oluşturulmuş onun misyonunu devam ettiren yapılardır. Bugünkü sinangoglar işte geçmişte mabedin mihrabında saklanan Tevrat tabletleri gibi , Tevrat’ın saklandığı bir dolap vb bulunan Tevrat okunan bir toplanma yeridir.İçinde resim , heykel vb barındırmaz. Hristiyanlar Kiliseler için Sinagogları mı örnek almıştır kanaatimce almamışlardır.
Hristiyanlık , ilk zamanlar açısından bu tahrif edilmiş haliyle bile mabet temelli bir yayılım yerine insan yani ruhbanlar üzerinden teşkilatlanmış ve yayılmış bir dindir.Mabetli haline ne zamanlar geçildiği hususu atıflardır.Bu atıfın en temelini işte Roma Kilisesi inancı oluşturur.Bu mevzuyu biraz daha detaylı anlatalım. Hristiyanlık dini tartışmalara düştüğünden , yeni kiliseler , devlet desteği ile aşırı genişleme , yayılma , din adamları arsında tartışma vb sonucu bir meclis toplanarak bazı kararlar alma ihtiyacı hissettiler.Bu sebeple M.S. 325 yılında bugün Bursa ilimizde bulunan İznik ilçesinde 1.İznik Konsili toplanmıştır.Burada alınan kararlardan bizi ilgilendiren üç ekümenik kilisenin belirlenmesidir.Yani daha kolay anlaşılması açısından bir birine denk , üç üstün kilise bunlar Roma , İskenderiye ve Antakya kiliseleridir.Diğer kiliseler bu kiliselere bağ yoluyla idare edileceklerdir.
Ekümenik kilise nedir kısaca ekümenik kilise olabilmek için o kilisenin bir havari tarafından kurulması gerekir.Yani kiliselerin nasıl kurulduğu hususunu Hristiyanlar havarilere bağlamışlardır. Roma’da Vatikan’da ki kiliseyi Aziz Petrus kurmuştur , oradaki katedrale de ismini vermektedir ve orada gömülü olduğu da iddia ediliyor , papalar onun halefidilerler. Aynı Aziz Petrus , Antakya’da ki kiliseyi de kurmuştur , dünyanın ilk kilisesi olduğu iddia edilir , Antakya kilisesini de Süryani Ortodoks Kilisesi patrikliği temsil eder lakin bu kilise merkezini 1959’da Şam’a taşımıştır. İskenderiye ( Mısır’da ) kilisesini de İskenderiye Ortodoks Patrikliği temsil eder ve bu kiliseyi de İncil yazarı ve ismi de o İncile verilen havari Markos kurmuştur denilmektedir ve oradaki patrikte Markos’un halefi sayılır.
Hristiyanlığa göre kiliseler bu anlamı ifade ediyor ama görünüm nedense bize aksini düşündürtmektedir.Çünkü hızla yayılan Hristiyanlığın kısa sürede tahrif olması başka inanç ve kültürlerden kısmen değil esaslı etkilendiğini ve Roma İmapartoru’nun Hristiyanlığa geçişi ile de Roma pagan dininin adeta hristiyanlık adı altında sanki varlığını sürdürdüğünü düşündürtmektedir.Roma imparatoru MS.300’lü yıllarda hüküm süren 1.Konstantin Hristiyan olmuş ve daha sonraki imparatorlarda bu inancı benimsemişlerdir.Arkasına devlet gücünü de alan Hristiyanlık yer altından çıkmış aleni yaşanır olmuştur. ( Konsül’de zaten bu tarihten sonra toplanmıştır ) Fakat Roma Putperestliğinde yer alan tanrı heykellerinin yerini bu sefer Hz.İsa ve Meryem heykelleri veya ikonalar almış ve ikonacılık anlayışıyla kiliseler heykel ve resimlerle dolmuştur.Çarmıh şeklinden alınan haç şekli kutsal bir anlam kazanmış ve yaygınlaşmıştır. Hristiyan ibadet ve duaları bu heykeller ve haçlar önünde yapılır olmuştur. Ayrıca Hristiyanlığın Avrupa içlerine yayılması ile orada yaşayan Cermen , İskandinav vb kültürleri de Hristiyanlığa girmiştir.Dolayısıyla kilise mimarisi , kilise anlayışı , kiliselerin dizaynı , içerisinde yer alan heykeller , ikonalar , resimler vb görüldüğü kadarıyla sinagoglardan değil , kendilerinin ifade ettiği gibi havarilerin kurduğu kiliselerden de değil basbayağı pagan tapınaklarından etkilenmiştir.
İşler böyle giderken , Bu Hristiyan olan Roma İmparatoru , İstanbul’u başkent ilan eder , ardından da bir 60 kadar yıl sonra Roma İmparatorluğu , Batı ve Doğu Roma İmparatorluğu diye ikiye bölünür.daha sonra yani bugünkü haliyle olan Ayasofya inşa edilmeden batı Roma’da yıkılır.Dünya’da güçlü ve Hristiyan olarak kalan devlet Doğu Roma yani Bizans’tır ve başkenti de İstanbul’dur.
İstanbul başkent olmasına başkenttir ama İstanbul Hristiyanlar açısından dini bir merkez değildir bu gücünü artırmak maksadıyla imapartorlar İstanbul’u ekümenik kilise merkezi yapmak için uğraşmışlardır , bir rüya ile güya İstanbul’da Havari Aziz Andreas’ın mezarının olduğu tespit edilmiş olduğu bu sebeple burada da havari kilisesi kurulduğu ve ekümenik kilise olduğu iddiası ile bir konsil toplanmış imparator zoruyla karar alınmış fakat dini tartışmalar nedeniyle bu kararlar kabul görmemiştir.Bu meselenin detayları çok uzun olduğundan değinmeyeceğim.Yüzyıllardır Ortodokslar uğraşsa da dinen İstanbul’u ekümeniklik merkezi yapamamışlardır.Dinen merkez yapamayınca da siyaseten yapma uğraşısına girmişlerdir.
İstanbul patriği imparator desteği ile güçlü bir patrik olmuş ve İstanbul’a yakışır , muazzam bir kilise olması amacıyla işte fiziki yapısıyla da üstünlük kazanması maksadıyla Ayasofya inşa edilmiştir.Ayasofya’nın görkemli olmasının esas amacı dini merkez olamayan İstanbul’u siyaseten ve ihtişamlı bir kilise ile fiilen merkez olmasını sağlama gayretidir.
Ayasofya Miletli İsodoros ve Aydınlı Anthemios adlı iki mimara yaptırılmıştır.Mimari olarak hala oldukça güzel olan bu eser yapıldığı tarihten bu yana sayısız onarım , ek , süsleme vb görse de önemli olan Anadolulu iki mimar tarafından yapılma başarısıdır.Ayasofya muazzam kubbesi , iç genişliği , sütunları ve ünlü mozaik süslemeleri ile etkileyici bir mabettir. Çok detay meraklıları miamri özelliklerine ilişkin veya mimari tarihine ilişkin eserleri okuyabilirler.
Ayasofya’nın muazzam bir mabet olması amacıyla ilk zamanlarında hiçbir masraftan kaçınılmayarak içine altından , yakuttan vb kürsüler , şamdanlar , sunaklar , kıymetli örtüler ve doldurulmuştur.Ayrıca ülkenin çeşitli yerlerinden başta Kudüs’ten olmak üzere kutsal eşyalar Ayasofya’ya toplanmıştır.Hz.İsa’nın kanının olduğu şişe , çarmıh parçaları , Hz.İsa’nın yüzünü silip yüzünün çıktığı havlu vb daha değişik kemikler vs artık Ayasofya imparatorluğun kutsal emanetlerinin toplandığı merkez olmuştur. Tüm bunların toplanma amacı Ayasofya’ya bir değer ve kutsallık kazandırma amacıdır.
Ayasofya’nın bu dillere destan ihtişamı , görkemi günden güne artarken 4.Haçlı seferi ile Haçlılar İstanbul’u işgal etmişlerdir.Haçlılar malumunuz olduğu üzere dini Saiklerle ve doğunun zenginliklerini sömürme maksadıyla toplanmış , Avrupa ortaçağının barbar ve yağmacı insanlarıdır.Bu insanlar kafir gördükleri Ortodoksların bu muhteşem mabedi Ayasofya’yı da yağmalamışlardır. İçeriisnde bulunan paha biçilemez heykeller , sunaklar , mozaikler vb yağmalanmış , tarihçilerin ifadesi ile katırlarla altınlar değerli eşyalar vb günlerce taşınmıştır. Tarihte haçlı yağmalaması kadar Ayasofya’ya zarar veren , harap eden başka bir hadise olmamıştır. 1200 lü yıllarda gerçekleşen bu yağmadan sonra’da Ayasofya bir daha eski ihtişamını kazanamamıştır.
Ayasofya bu yağmadan sonra Ortodoks kilisesinden Katolik Katedraline çevrilmiştir.Latin istilası bitinceye kadarda sanırım 50 -60 yılda Katolik mabedi olmuştur. Tekrar Bizans İstanbul’a hakim olunca Ayasofya eski haline dönmüştür ama artık zayıflayan ve fakirleşen Bizans Ayasofya’yı eski ihtişamlı haline döndürememiştir.Ayasofya fethe kadar artık eski günlerinden uzak ve yer yer harap olmuş vaziyettedir.
Fetih sonrası döneme geçmeden bu döneme dair genel bir değerlendirme yaparak tarihçe kısmında da bir son verelim.Siyaseten güçlendirilen bu kilise dünyada namı duyulan bir kilise olmuş fakat kendi dindaşları tarafından tahrif edilmiştir. Bu tahrif hem dini hem de ekonomik maksatla olmuştur. Ezoterizm meraklılarına göre ise haçlılar Ayasofya’da kutsal emanetleri arıyorlardı. Nitekim bazıları kaybolmuş bazıları da çeşitli Avrupa ülkelerine gitmiştir.
İmparatorların taç giydiği bu büyük tören kilisesi Bizans’ın siyasi gücü ile de orantılı olarak artmış ve azalmıştır. Türklerin Anadolu’ya gelmesi ile günden güne gerileyen Bizans , Osmanlı Devleti’nin kurulması ile yönünü batıya çeviren Türklerin hedefinde yer almış bütün topraklarını kaybederek şimdilerde İstanbul’un suriçi denilen Avrupa yakasında tarihi İstanbul surlarının içerisinde yer alan İstanbul şehrine sıkışıp kalmıştır.
Bizans veya artık İstanbul şehrinin uzun süre fethedilmemesinin nedeni coğrafi konumu meşhur surlarıdır.Surlarının hayli yüksek ve güçlü olması , kuşatmaları zorlaştırmaktadır. İstanbul’u fethetmek için çeşitli milletler zamanında gelmişler ama fethedememişlerdir.Şimdi haçlılar nasıl ele geçirdi diye sorabilirsiniz haçlıları bizzat anlaşmaya binaen imparator İstanbul’a almıştır ama sonrasında haçlılar fikir değiştirmiştir.
Peygamber Efendimiz SAV Hendek savaşında bir kayanın kırılması zorlayınca kazmayı mübarek eline alıp taşa vurunca tekbir getirerek Kisra’nın köşklerini gördüm buyurdu , bir daha vurdu Rum’un köşklerini gördüm buyurdu , bir daha vurunca San’anın köşklerini gördüm buyurdu. Belki çeşitli rivayetleri de olsa da buradan Rum diyarının , başkentinin , İstanbul’un fethedileceği müjdesi çıkmaktadır.Yine Efendimizden rivayet edilen Hadis’i Şerif’te Konstantiniyye yani İstanbul’un mutlaka fethedileceği ifade edilmiş ve onu fetheden komutanın ne güzel bir komutan fetheden askerlerinde ne iyi askerler olduğu övgüsüne mazhar olmuşlardır. Başka rivayetlerde Hadis-i Şerif’in devamında Roma’nın da fetholunacağı müjdesi verilmiştir.İnşaAllah Allah o günleri de Müslümanlara gösterir.
Fetih demişken şu hususu da ifade edelim , İslam’da adaletin olmadığı yerde zulüm vardır , küfür de en büyük zulümdür , adalette ancak İslam ile mümkün olacağı içini insanlığı adalete , huzura , barışa kavuşturmak ve küfürden kurtarmak maksadıyla Müslümanların olmadığı yerleri ele geçirerek insanları küfürden kurtarmaya fetih denir.Fetih bu haliyle toprak kazanma , ülke genişletme , ekonomik kazanç ,z enginlik vb için yapılmaz onlar amaç değil sonuçtur.
Neticede İstanbul’un fethi müjdesi ile İslam devletleri de İstanbul’a akınlar düzenlemiş sahabeden Hz.Peygamber’in mihmandarı Hz.Ebu Eyyubel Ensari Hz.leri de ileri yaşı ve hastalığına rağmen bu sefere katılmış ve İstanbul surları önünde vefat ederek şehid olmuş ve surlara en yakın bugünkü Eyüp Sultan Türbesi olarak bilinen yere defnedilmiştir.
İstanbul’un fethi Osmanlı padişahı 2.Mehmed’e nasip olmuş , kuvvetli toplar ile surların yıkılması , azim ve kararlılıkla şehir fethedilmiş ve sultan , Fatih ünvanını almıştır.

Ayasofya Camii

IMG_7911
İstanbul kuşatması sürerken halk tabi en büyük kilise olan Ayasofya’da toplanarak dualar ediyordu , Bizans halkının şehrin Tanrının korumasında olduğu gibi bir inancı vardı fakat kuşatma sırasında geleneksel olarak Hz.Meryem ikonası önlerinde sokakta yürürlerken birden ikona durduk yerde çamura düşmüştür.Bu sebeple halkında morali bozulmuş ve Tanrı’nın korumasının kalktığını düşünmüşlerdir.
İmparator , İstanbul’u kurtarma amacıyla kiliselerin birleşmesine yeşil ışık yakmıştır.Karşı çıkan patriği de azletmiştir. Halk tabi eski haçlı zulmünü bildiğinden buna karşı çıkıyor ve meşhur İstanbul’da Latin şapkası görmektense Osmanlı sarığı görmeyi yeğleriz diyordu.
Neticede bu haleti ruhiyeye sahip İstanbul’u fetheden Fatih şehre girince doğruca Ayasofya’ya gitmiş kılıç hakkı olarak ve bir gelenek olarak şehrin bu büyük mabedinin camiye çevrilmesini emretmiştir ve ilk Cuma namazı da bu camide bizzat padişahın katılımı ile kılınmıştır.
Ayasofya artık camidir , harap olduğundan onarımlar başlamış ve ahşap bir minare eklenmiştir.Ayasofya’nın bir çan kulesi olduğu biliniyor ama bu çan kulesi ne oldu , ne zaman kalktı vb belirsiz.
Fatih Sultan Mehmet Han , İstanbul’u fethedince kendisini aynı zamanda Doğu Roma İmparatoru olduğunu da ifade etmiştir.Osmanlı gerçek tarihçiler üzerinden eserler okunursa Bizans devlet geleneğinden oldukça etkilenmiştir. İlber Ortaylı hocanın , Osmanlı 3.Romadır sözü esasında çok da isabetsiz değildir.Bu ifade hükmettiği coğrafya , emperyal bakışı ve devlet sistemine istinadendir yoksa din ve kültür alanında değil.Osmanlı yemek , musıki , mimari vb gibi alanlarda Bizans’tan da etkilenmiştir bu bir gerçektir.
İşte burada Ayasofya eskiden imparatorun tören kilisesi iken Osmanlı’da da saray nezdinde en prestijli cami haline gelmiştir.Cuma namazları genellikle Ayasofya’da padişahlar tarafından kılınmış ve Cuma selamlığı merasimi burada gerçekleştirilmiştir.Hele bazı padişahların Ayasofya’ya ayrı bir sevgi ve ihtimamı da olmuştur bunları da belirteceğiz.
Ayasofya’da Cuma selamlığı yapılması , bazı kandil gecelerinde padişahlar burada bulunsa da mutlaka devamlı oldukları bir gece vardı oda Kadir Gecesi , Kuran-ı Kerim’de bin aydan daha hayırlı olduğu belirtilen bu önemli gece , tabi hangi gece olduğu tam belirsiz olsa da genel kabul ramazan ayının 27. Gecesi olup padişah mutlaka o gece Ayasofya’da tertip edilen kandil programına dahil olurdu.Ayasofya ile bu oldukça mübarek gün arsında bağlantı kurulmuş olması Ayasofya’ya özel bir önem atfettikleri görülmektedir.
Fatih Sultan Mehmet , İstanbul’da Havariyun ( Havariler ) Kilisesi olarak adlandırılan yeri ki burada bir havari mezarı bulunduğu iddiası vardı yukarıda bahsettik orada inşa edilmiştir ve diğer havarilere de atfedilen mezarlar vardır o kiliseye de aynı zamanda imparatorlar da defnedilir , orayı yıktırıp Fatih Camii’ni inşa ettirmiş ve bahçesine de defnedilmek suretiyle esasında benzer geleneği şekil değiştirterek devam ettirmiştir.
Ayasofya Hristiyan kutsal emanetleri için merkez teşkil ederken , Osmanlı’da da ilginçtir ,İslam dünyasında peygamberlere ait eşyalar toplanmak suretiyle ki şimdi bunlar Topkapı Sarayında muhafaza edilmektedir o geleneği de devam ettirmişlerdir.Ayrıca bizde anlatılan evliya menakıblarının da bazı Bizans azizleri ile anlatılan menkıbelerle benzerlik arz etmesi de ilginçtir.Türbe ziyareti geleneği de Bizans’ta yaygın bir adettir.
Yavuz Sultan Selim ile beraber hilafetin Osmanlı’ya geçtiği kabul edilir , esasında daha önceden Osmanlı padişahlarının halife ünvanını kullandığı bilinmektedir.Yavuz’un seferi ile Memluklu kontrolünde geleneksel Abbasi halifeliği ortadan kalkınca , halifelik iddiasında bulunabilecek tek kişi Osmanlı padişahları kalmıştır , işin gerçeği budur. İstanbul bu maksatla halifelik makamı da olmaktadır.Nitekim Ayasofya’ya atfedilen ve kesinlikle gerçek olmayan bir anlatıya göre Abbasi halifesi Ayasofya’da halkın huzurunda sırtında bulunan peygamberimizin hırkasını çıkarıp Yavuz’a giydirmek suretiyle devrettiği anlatılır ama burada önemli olan Ayasofya’nın bu devir teslim töreninin mekanı olması inanacıdır.
Yine dinen herhangi bir dini merkez ve kutsiyeti olmayan İstanbul siyaseten dini anlamda güçlendirilmek için , kutsal emanetler vb toplanmak , büyük selatin camiler inşa etmek , ilim ve medeniyet merkezi haline gelmek için açılan medreseler vb yapılması da Bizans politikası ile benzerlik arzetmektedir.
Ayasofya’da halk efsaneleri doğrultusunda bu akımda yerini almıştır.Bunlardan en bilinenleri Ayasofya’nın kubbesinin bir türlü yapılmadığı , o zamanlar bunun çaresi ne olur diye istişare edilince , ancak ahir zaman peygamberine başvurmak gerekeceğinin anlaşılması , Medine’ye gelen bir heyetin Hz.Peygamber’e başvurduğu , tükürüğümü harca karıştırın dediği , harca karıştırılınca kubbenin inşa edildiği gibi efsanedir.
Fatih Sultan Mehmet Ayasofya’da namaza durunca Kabe’yi görememesi , delikli sütuna başparmağını sokup yönünü çevirdiği veya Hızır Aleyhisselam’ın çevirdiği gibi hadiseler anlatılır.Oysa gerçek şudur ki Bizans devrinde Ayasofya içinde hastalıklara iyi geldiği söylenen yerler , taşlar , duvarlar ve sütunlar vardır , insanlar gelir oraya kendini veya hasta uzvunu sürter , bekler vb iyi olacağını düşünür.Şimdi bazen basın yayın , internette Fatih Sultan Mehmet’in mucizesi diye bu hadise anlatılıyor oysa mucizeler peygamberlere hastır keramet dense anlayacağım ama Ayasofya ve bağlantılı hadiselerde üslup bazen amacından aşıyor.
İzah edildiği üzere Ayasofya bir prestijli , devlet adamlarının katıldığı bazı önemli gün ve gecelerde bu camiye geldiği , önem atfettiği bir cami haline getirilmiştir.
Ayasofya Fatih zamanında , namaza durulduğu hizada bulunan kısım basit bir badana ile kapatılmış olup onun haricinde herhangi bir resim vb kapatılmamıştır mihrap üstü dahil bu hususta oldukça ilginçtir.Ayasofya’da resimlerin üstünü kapattıran padişah dindarlığı ile de bilinen Sultan Ahmet Camii’ni yaptıran 1.Ahmet’tir. Daha sonra ise yine kapattırma işlemi yaptıran ve yine dindarlığı ile bilinen içerisinde 1.Mahmut Kütüphanesi’ni eklettiren 1.Mahmut’tur. Nitekim 1.Mahmut , Ayasofya’dan namazdan dönerken vefat etmiştir. Onların döneminde dahi kubbede yer alan melek tasvirlerinin yüzü açıktır , yüzleri levha ile kapatan Abdülmecit döneminde restorasyon yapan Fossati’dir.İlginçtir Fossati diğer mozaikleri açtığı halde melek yüzlerini kapatmıştır bunun da sebebi bilinmemektedir.

IMG_7916
Ayasofya mozaikleri resim sanatı konusunda mükemmel olup detayları ayrıntılı eserlerde okunabilir bunlardan en önemlisi Deisis Mozaiği’dir.Hz.İsa tasvirinin farklı bir tasvir olduğundan bahisle buda pagan etkisi hususunda bir tasvirdir.
Ayasofya’ya en çok ihtimam gösteren padişahların başında 2.Selim gelir nitekim türbesi de Ayasofya bahçesinde dir.2.Selim türbesi aynı zamanda en güzel padişah türbesi olduğu da ifade edilir.Bir diğer türbe 2.Selim’in oğlu 3.Murad türbesi bir diğer türbe de 3.Murad’ın oğlu 3.Mehmet türbesidir.
Ayasofya’da ilginçtir 2 padişah daha metfundur.Bunlardan birincisi 1.Mustafa’dır , malumunuz 1.Mustafa , 1.Ahmet’in kardeşi olup kardeş katli uygulanmayan ilk şehzadedir.Fakat 1.Mustafa 2 defa da tahta çıksa da akli dengesinin yerinde olmadığı açıktır.Tahttan indirildikten yıllar sonra vefat ettiğinde nereye gömüleceği hususu tartışılmış hangi sebeple bilinmez Ayasofya’nın vaftizhane binasına gömülmesine karar verilmiştir.Vaftizhanede yekpare vaftiz havuzu vardır ve kapıdan çıkmamaktadır , vaftizhanenin bir kısım duvarları yıkılmak suretiyle dışarıya çıkarılmış ardından duvar geri örülmüştür.Daha da ilginci yine daha sonralardan padişahlık yapacak Sultan İbrahim oda malumunuz Deli İbrahim diye bilinir vefat edince 1.Mustafa’nın yanına defnedilmiştir. Niye böyle bir uygulama yapıldı , türbe yapılmadı ve yine akli dengeleri pek yerinde olmayan bu iki padişah niye yan yana defnedilmek istendi gerçekten ilginçtir.
Ayasofya’yı kurtaran ve bugüne ulaştıran kişinin Mimar Sinan olduğu ifade edilir.Ayasofya’yı ciddi onarımdan geçirmiş ve deprem riskine karşı dışına payandalar eklemek suretiyle Ayasofya’nın ömrünü uzatmıştır , bugün bu haliyle görüyorsak Allah’u Alem Sinan’ın etkisidir diyebiliriz.Bilindiği üzere Ayasofya’nın minareleri bir birinden farklıdır.Kırmızı minare ilk minaredir ve tuğladan yapılmıştır Fatih veya Beyazıt dönemi olabilir denmektedir Ayasofya’nın tuğla yapısı ile uyumlu olarak yapıldığı düşünülmektedir.yanına yapılan ince taş minare ise 2.Selim döneminde tam bilinmese de Sinan’ın olduğu düşünülüyor. Fakat bu minare niye farklı yapıldı orası biraz düşündürücü gerçekten.Karşılarında yer alan iki kalın taş minare ise bir birinin aynısıdır ve 3.Murat döneminde Sinan tarafından yaptırılmıştır.Minareler aynı zamanda payanda işlevi de görmektedir.
Ayasofya kubbesi tabi yapıldığı zaman şartlarına göre de oldukça muhteşem bir kubbedir.Kubbede Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin Fosatti restorasyonu zamanında yazdığı Nur Suresi 35.Ayet-i bulunmaktadır.Ayet-i Kerime’de Allah göklerin ve yerin nurudur diye başlamakta olup özellikle seçilmiştir.Daha öncede bir Hz.İsa figürü olduğu iddia ediliyor.Mustafa İzzet Efendi diyince Ayasofya içerisinde yer alan devasa Hat levhalarını yazmıştır.Bence şuan Ayasofya’ya cami havasını ve muhteşemlik veren görüntü bu büyük ölçekli levhalardır.1800’lerden sonra asılan bu levhalar gerçekten oldukça etkileyici olup müze yapılınca indirilen bu levhalar kapıdan çıkmayınca yeniden yerine asılmıştır ama bu hadisenin yaşanmış olması bile üzücüdür.Mihrap bölümünde de önemli hat levhalar olup Ahmet Ziyaeddin Gümüşhanevi Hz’lerine atfedilen resimde Ayasofya’da bu hat levha önünde çekilmiştir.

IMG_7912 IMG_7913 IMG_7915
Ayasofya ilginçtir Osmanlı döneminde de ikinci katı ibadete kapalıdır.Yabancıların gezip görmesine fırsat vermek için o bölüm halıyla kaplanmamıştır.Aslında günümüz içinde çözüm noktası budur , alt kısım ibadete açılıp üst kısım yine gezip görmeye gelen Müslüman , hristiyan yahut başka din mensuplarına açık bırakılır.
Ayasofya’yı anlat anlat bitirmek mümkün değildir altında yer alan dehlizler , mezar odaları , geçitler , büyük mermer küpler vb vardır. İçinde Viking yazısı , bir komutanın mezarı , çeşitli figürler , semboller vesaire çokça ilginç özellikler vardır.Bahçesi çevresi , minaresi , mihrabı vs her bir taşı , nakşı , mozaiği ilginçtir.
Bu hususlara son noktayı Ayasofya’nın içinde bir yerlerde hala kutsal emanetlerin vb saklandığı iddialarıdır.Ezoterizm meraklılarının pompaladığı bu tartışmalar okuması vs keyifli ama gerçekliğine de fazlaca kişinin kendisini kaptırmaması gereken şeylerdir.Son zamanlarda en önemli iddia ahit sandığının da Ayasofya’da olabileceği iddiasıdır.Bunun sebebi de ahit sandığının üstünde Tevrat tasvirine göre 4 keruv meleği vardır , Ayasofya kubbesinde de yer alan 4 melek tasvirleri de keruv olduğuna göre bu bilinçli seçilmiş olabilir ve ahit sandığı burada olabilir diye iddialar dillendirilmektedir.Bu hususlara çok takmamak gerekir okuması keyifli ama bazen sonucu olmayan yorumlardır.
Ayasofya tabi yaşlı bir yapı nitekim Birinci Abdülmecit zamanında esaslı bir restorasyona ihtiyaç duyulmuştur bunu kim yapar araştırması sonucu Fossati adlı Rus elçilik vb binalarını da yapan mimarla anlaşılır.Fosatti esaslı bir restorasyon yapar ama mimarların ifadesine göre Fosatti Ayasofya’ya en fazla zararı vermiş kişidir çünkü yaptığı değişiklikler oldukça ilginç ve farklılaştırıcıdır.
Ayasofya’da bazı mozaikler gün yüzüne çıkarılırken , melek tasvirleri yüzleri eskiden açıkken kapatılmıştır. Yarım kubbede Sultan Ahmet döneminden kalma büyük hat yazıları kapatılırken kubbeye Nur Suresi 35.Ayet-i yazılmıştır. Türk İslam mimarisi özelliği taşıyan hünkar mahfili kaldırılarak Bizans stili bir hünkar mahfili yapılmıştır bu mahfilin Ayasofya ile uyumlu olduğu söyleniyor mimarlarca ve ondan dolayı pek dikkat çekmiyor deniyor.Ayasofya içine bazı masonik semboller yerleştirdiği biliniyor.Dökülen mozaiklerden bir Sultan Abdülmecit tuğrası yapıyor. Velhasıl Ayasofya’nın içinde ve dışında oldukça değişik çalışmalar ile Ayasofya’ya etkisi oldukça fazla olup usulüne uygun olmayan restorasyon ile zararı olduğu ifade edilmektedir.
Ayasofya devlet adamları tarafından önemsendiği kadar ulema arasında da önemli bir yere sahipti.Ayasofya vaizliği bu alanda önemli bir makam olarak kabul ediliyordu. İstanbul’un en etkin din görevlilerinden biri de Ayasofya vaizidir.Nitekim bunlardan Patrona Halil İsyanı’nı planlayan ve tahrik eden olarak kabul edilen İspirzade meşhurdur.

IMG_7917 IMG_7918 IMG_7919
Ayasofya İstanbul’da ehl-i tasavvuf tarafından da rağbet gören bir camii idi.Nitekim Ayasofya’ya ait eski bir fotoğrafta kalabalık bir zikir halkası bulunup bir zikir töreni yapıldığı görülmektedir.Gerçekten Ayasofya’nın o muhteşem atmosferi ve akustiğinde bir zikir töreni muhakkak etkileyicidir.
Velhasıl halkında rağbet ettiği bu fetih sembolü camii 1453’ten itibaren cami olarak hizmet verirken 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye dönüştürülmüştür.Bakanlar Kurulu kararı üzerine son yıllarda iddialar ortaya atıldı ama bunlar bu kararda imzası olanlar , uygulamayı da gördükleri halde imzalamamış olsalardı biz böyle bir şey herhalde imzalamadık derlerdi , onun için hükümet tarafından gösterilen irade müze olması yönündedir bu konu şüphesizdir.
Ayasofya niçin müze olmuştur onun tam sebebi bilinmemektedir , bir iddia Balkan paktı imzası için Yunanistan’a bir jest yapılacağı iddiasıdır.Bu pakt için bu kadar büyük bir jeste ihtiyaç var mıydı hususu herhalde tartışılması gereken bir durumdur.
Kanaatim Ayasofya’yı hükümetin ne yapılacağı konusunda önemsediği o dönemlerde bazı yabancı danışman ve uzmanların da telkinleriyle müze olmasının teklif edildiği , o zamanki hükümetlerin dini yapılara bakış açısı ve görüşlerinin de bu kanaatlere yakın olduğu bilinmektedir.Bu gibi saiklerle Ayasofya’nın belki içerisinde de ilginç bir tarzda sergilerin olacağı bir müze olması hayal ediliyordu.Ayasofya’nın müze olması Ayasofya’nın Bizans dönemi araştırmalarına ilişkin uzmanları memnun ettiği kadar Hristiyan dünyayı da memnun ettiği açıktı.Ayasofya müze olmakla dini yapı olmaktan çıkıp alan değiştirmiş tarih ve kültür mirası kategorisine geçmiş ve turizm odaklı tanıtımlara konu olmuştur.Ayrıca giriş , çıkış bilet gelirleri vb de ilerleyen yıllarda belki ekonomik gözle bakıldığında gelir getirici bir yer olarak değerlendirilmesine sebebiyet vermiştir.
Ayasofya ile ilgili gizli antlaşmalar olduğu iddiası ancak bir iddiadır.Lozan’da Ayasofya ile ilgili herhangi bir madde bulunmamaktadır.Bunlar belgesiz tarihçiliğin ve uydurma tarihçiliğin siyasi ideoloji ile günümüze yansıması asılsız iddialardır.
Ayasofya’nın ibadete kapatılması kimi üzmüştür muhakkak sadece Müslümanları üzmüştür bilhassa Anadolu Müslümanlarını daha fazla üzmüştür.Çünkü fetih sembolü bu mabedin bir müze olması , minarelerinden gürül gürül ezanların okunduğu , içerisinde namazların kılındığı , Kur’an okunduğu , zikirlerin , salavatların çekildiği , duaların edildiği bu muhteşem atmosfere sahip camiye artık biletle yerli turist gibi girmek vatandaşlarımızı üzmüştür.
Ayasofya’nın cami serencamını da böylelikle noktalayarak Ayasofya’nın geleceği ne olur başlıklı kısma geçmek istiyorum.
Ayasofya’nın Geleceği
Ayasofya müze olarak devam eder mi ? yoksa ibadete tekrar açılır mı ? Benim şahsi kanaatim Ayasofya’nın tekrar ibadete açılacağı yönündedir.Fakat bu ne zaman olur kısa vadede de mi olur , uzun vadede mi olur kestirmek zordur .Ayasofya’nın tekrar ibadete açılması bir hükümet kararı ile mümkün olup bu hususta kararlı bir siyasi irade olması yeterlidir.Bu siyasi iradenin de bu kararı alabilmesi için güçlü , yerli ve milli olması gerekmektedir.
Ayasofya’nın niye ibadete açılacağını düşünüyorsun diyenlere de yazının başından sonuna iddiamız Ayasofya’nın sembolik öneminin olduğu hususudur.Bugünde ibadete açılırsa dini saiklerle değil yine sembolik saiklerle gerçekleşeceğindendir.Devletlerin iç ve dış politikaya bakış açıları , dış dünyaya mesajları , değişen konjoktür Ayasofya’ya da etki edecektir.Dini saik temel ve tetikleyici unsurdur ama nihai kararda siyasi sembolik durum etkili olacaktır diye düşünüyorum.Nihal Atsız gibi dini saiklerin dışında gerekçelerle Ayasofya’nın açılmasını savunanlarda olmuştur.
Ayasofya müzeye çevrildiği yıllarda iktidarda tek parti ve Osmanlı Devleti’ni , hanedanını , kurumlarını sonlandırmış kadro iktidardaydı.O kadronun Osmanlı’yı anımsatacak her türlü şeye karşı olduğu bilinen bir gerçektir.Alfabeden , kılık kıyafete her türlü değişim batılı yönde gerçekleştirilmiştir.
Devlet binaları üzerinde padişah tuğralarının yasaklı olduğu kanun hala yürürlükte olup deletin bakış açısını göstermesi açısından önemlidir.Daha ilginci milliyetçilik ilkesine rağmen Türk tarihi üzerine daha fazla ihtimam varken alaturka musıki bile Osmanlı’yı hatırlattığı gerekçesiyle icrası yasaklanmıştır.
O kadronun dini hayata bakış açıları da bilinen bir gerçektir.Başta hilafetin ilgası , laiklik ilkesi , Türkçe ezan uygulaması , dini neşriyat yasağı , tekke ve türbelerin kapatılması gibi uygulamaların hala bugüne ciddi etkisi bulunmaktadır.
O siyasi atmosferde herhalde Ayasofya niye müze oluyor veya yeniden ibadete açılsın demek pek mümkün olmasa idi.Fakat çok partili hayat ile Türkiye’de hak ve özgürlüklerin gelişmesi , siyasi hayatın çeşitlenmesi , devletin dine bakış açısını değiştirmesi vb ile pek çok şey değişmiştir.
Türkçe ezan uygulaması 1950’de kaldırılmıştır. Türbeler , de facto açılmıştır bugün milyonlarca ziyaretçileri vardır. Sayısız eski eser , cami restore edilmiş ve ibadete açıktır .Diyanet İşleri Başkanlığı etkin bir kamu kurumudur. Ülkede binlerce imam hatip lisesi , Kur’an Kursu vardır.Üniversitelerde ilahiyat fakülteleri bulunmaktadır.Dini neşriyat serbesttir.Ülkede vakıflar , cemiyetler vb üzerinden tasavvufi faaliyet yapılabilmektedir.Hocalar , din adamları vb her türlü konuşmalarını vb yapmaktadır.Uzunca bir süre başörtüsü ile ilgili sıkıntılar yaşansa da artık başörtülü milletvekili ve bakanlar vardır. Daha yüzlerce vb örneği vardır.
Devletin Osmanlı’ya bakışı da değişmiş , Osmanlı’dan kalan her türlü bilgi , belge ve objenin titizlikle korunmasına gayret edilmektedir.Osmanlı hanedanı yeniden vatandaşlığa alınmıştır.Mehter Marşı bir çok kamu organizasyonunda dahi icra edilmektedir.Okullarda Osmanlı Türkçesi dersleri verilmekte kurslarda öğretilmektedir.Osmanlı’yı övmek , anlamaya çalışmak bir akım haline gelmiştir.Sadece bugünkü yapımlar değil geçmişte de başlayan bir akımla Kara Murat serisi dahi Osmanlı’ya bakışın olumluya döndüğü sinema yapımlarıdır. Son yıllarda ise Kuruluş dizisi kaliteli bir yapım olarak yer almıştır.Osmanlı padişahları ile ilgili tv dizileri , kitaplar vb yaygınlaşmış hatta Osmanlı’nın kuruluşundan önceki dönem dahi uzun bir tv dizisine konu olup diriliş ruhu canlandırılmak istenmektedir. Ülkemizde uzun yıllardır İstanbul’un fethi kutlamaları yapılmaktadır.
Tüm bu akımlar siyasetin tersine gelişmiş değil aksine siyasetle gelişmiş anlayışlardır.1950’de iktidara gelen Adnan Menderes’in örtülü ödenekten hanedan mensuplarına yardım ettiği bilinmektedir.
Bu çok partili hayata geçildikten sonra ülkede bulunan dindar yazar , gazeteci , aydın vb kişilerin katkıları , Mehmet Zahit Kotku gibi dini liderlerin teşvikleri ile İslami değerleri önemseyen bir parti kurulması düşünülmüş ve 1970 yılında Necmettin Erbakan başkanlığında Milli Nizam Partisi kurulmuştur.Milli Nizam Partisi ve Erbakan Osmanlı’yı övmüştür hatta kapatılan iddianamesinde bu husus vardır ama biz ilgilendiren Ayasofya’yı tekrar ibadete açılacağının ifade edilmesidir.
İşin özü hülasası artık Ayasofya’nın tekrar ibadete açılması hedefi Türkiye’de siyasal İslam ideolojisinin hedefi ve ana propaganda söylemlerinden biri olmuştur.Neredeyse 50 yıla yakın süredir bu söylemelere rağmen Ayasofya’da ibadete açılmamıştır ama çoğu gitti azı kaldı inancıyla bakmak lazım , Ayasofya açılacak mutlaka çoğu gitti azı kaldı çünkü ülke siyaseti , değişen anlayış onu gösteriyor.
Necmettin Erbakan önderliğinde siyasi partiler malumunuz kapatıldı , yenisi açıldı vb devam etti yoluna , 1996-1997 arasında başbakan oldu yani siyasal İslam yok olmadı aksine ülkede ana akım siyasi anlayış haline geldi. Yine bu ideolojiden başka partiler , liderler çıktı , gelişti ve devam ediyor.Bu tabiî ki üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir hadisedir.Türk siyasi hayatının en incelemeye değer , tarihsel ve uluslararası anlamı da olan bir gelişmedir.
Necmettin Erbakan Ayasofya için ne demiştir şöyle bir bakalım “Ayasofya’ya vurulan kilidi Akıncının çelik yumruğu parçalayacaktır” “ Ayasofya Hakk’ın batıla galebe çalmasıdır. “ çok kere de Ayasofya’nın ibadete açacaklarını mitinglerde ifade etmiştir.
Ayasofya ile ilgili en meşhur yazı üstad Necip Fazıl Kısakürek’in dir.Onu yazının sonunda tamamıyla ekleyeceğiz , çok güzel bir yazıdır.

Osman Yüksel Serdegeçti’nin de meşhur şiirini paylaşalım
Ey İslam’ın nuru, Türklüğün gururu Ayasofya!
Şerefelerinde fethin, Fatih’in şerefi,
Işıl ışıl yanan muhteşem mabet!…
Neden böyle bomboş, neden böyle bir hoşsun?

Hani minarelerinden göklere yükselen,
Ta maveradan gelen ezanlar?…
Hani o ilahi devir, ilahi nizamlar?…

Ayasofya ses vermiyor,
Ayasofya bir hoş,
Ayasofya bomboş!…

Hani nerede?
Şu muhteşem minberde,
Binlerce erin baş koyduğu şu temiz yerde,
Şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?…

Ayasofya! Ayasofya!…Seni bu hale koyan kim?
Seni çırılçıplak soyan kim?!…

Hani nerede?
Gönüllerden kubbelere,
Kubbelerden gönüllere
Gürül gürül akan Kur’an sesleri?…
Kur’an sesleri dindirilmiş,
Müslümanlar sindirilmiş!…
Allah-Muhammed-Hülafa-i raşidinin
İsimleri kubbelerden yerlere indirilmiş!…

Fethin, Fatih’in mabedinden kitab-ı mübini,
Bu ulu dini kaldıran kim?
Dinimize, imanımıza saldıran kim?
Mabedimin göğsüne uzanan namahrem eli,
Kimin elidir?!…
Söyle Ayasofya, söyle.
Seni puthane yapan hangi delidir?!…

Elleri kurusun, dilleri kurusun!
Ayasofya! Ayasofya! Seni bu hale koyan kim?
Seni çırılçıplak soyan kim?!…

Ayasofya,
Ey muhteşem mabet;
Gel etme,
Bizi terketme!…
Bizler, Fatih’in torunları, yakında putları devirip,
Yine seni camiye çevireceğiz…

Dindaşlarımızla,
Kanlı göz yaşlarımızla,
Abdest alarak secdelere kapanacağız,
Tekbir ve tehlil sadalarıboş kubbelerini yeniden dolduracak
İkinci bir fetih olacak,
Ezanlar bu fethin ilanını,
Ozanlar destanını yazacaklar…

Putperest Roma’ya yeni bir mezar kazacaklar, sessiz ve öksüz minarelerinden yükselen ezan sesleri fezaları yeniden inletecek! Şerefelerin yine Allah’ın ve O’nun sevgili peygamberi Hz. Muhammed’in aşkına, şerefine ışıl ışıl yanacak; bütün cihan Fatih Sultan Mehmed Han dirildi sanacak!…

Bu olacak Ayasofya,
Bu muhakkak olacak…
İkinci bir fetih, yine bir ba’sü ba’delmevt…
Bugünler belki yarın, belki yarından da yakındır,
Ayasofya, belki yarından da yakın!…

Osman Yüksel Serdengeçti
Üstad Ali Ulvi Kurucu Hocaefendi’de Ayasofya ile ilgili şiiri de duygu yüklüdür.
AYASOFYA
Ürperdi hayâlim, bu nasıl korkulu rüya?..
Şaştım, neyi temsil ediyorsun. Ayasofya?..

Çöller gibi ıssız, ne hazin ülke muhitin,
Yâd el gibi, yurdunda garib olmalı mıydın?..

Beşyüz senelik bezmine ermekti ümidim,
Çöller gibi ıssız, seni ben görmeli miydim?..

Bayram, Ramazan, Cum’a, mübârek gecelerde,
Avize değil, mum bile yanmaz mı içerde?..

Gâşyolmuş İbâdetlere hayrandı felekler..
Tekbirine ses verdi, asırlarca melekler..

Coşmaz mı denizler gibi, yâdındaki âlem?..
Göklerde melekler, tutuyor hep sana mâtem..

Yâdında bin üçyüz senelik menkıbeler var.
Her menkıbe, hicrânına mâtem tutar, ağlar!.

Beş yüz sene âlem, seni tehdid ediyorken,
Devler gibi düşmanlara, meydan okudun sen!..

Târihimin ömründe, gönüller dolu güldün,
Çılgınca esen, bir acı rüzgârla döküldün!..

Paslanmada! Altın yazılar, âh! O eserler.
Kabrinde kan ağlar, bunu gördükçe (Kazasker)..

Fâtihleri ağlatmada, hâlin, Ulu Mâbed..
Yâdın, kanar imânlı gönüllerde müebbed!…

Gamlı renklerle örülmüş, ne hâzin çerçevesin,
Bir yıkık türbe mi, virâne misin, yoksa nesin?

Bak, hayâlimdeki âlem, geliyor vecde yine,
Gözlerim daldı; sütunlarla (Fetih Âyeti) ne!..

Muhteşem âbidesin: Dinimin ulviyetine,
Remz idin, beş asır ecdâdımızın şevketine!…

Aldı senden beş asır, azmine kuvvet kaleler..
Yine hep, aynı tehassüsle yücelmiş kuleler..

Nerde: Yandıkça, Süreyyâlara dehşet vererek,
Coşan âvizelerinden yayılan: Binbir renk!..

Çan sesinden, seni kurtarmış ezanlar nerde?..
Hani bülbül gibi Kur’ân okuyanlar nerde?

0 ezanlar, bütün İslâm’a şerefler verdi,
Sanki her pencere, lâhuta bakan gözlerdi!..

O ilâhî yüce sesler, yine gelmez mi dile?
Şimdi artık, işitilmez mi, sönük nağme bile?

Şimdi Cennet, sana sermez mi yeşil gölgesini?..
Şimdi hûriler, işitmez mi ilâhî sesini?..

Nice bin hâtıra, gönlümde coşup canlanıyor..
O ne parlak görünüş! Sanki hayâlim yanıyor!

Hutbeler çağlamaz olmuş, şu yeşil minberden,
Gamlı bir gölge yayılmakta bugün, her yerden!

Gizli bir âh ile artık yanar ağlar mı için?..
Nice bin derdile kalbin doludur çünki senin!

Hangi eller, sana akşamları, zinci vuruyor?
Yüce feryâdını, kimler boğuyor, susturuyor?..

Sen, ne âlemleri gördün, ne ömürler sürdün..
Batı dünyasına dehşet saçıyorken daha dün.

Gizli kurşunla, habersizce vuruldun mu bugün?..
Dönmeler, dans ederek yapmada karşında düğün’…

Dehre meydan okuyan, koskoca tarih, nerde?’..
Ülkeler fetheden erler, yüce (Fâtih) nerde?..

Seni Tevhide kavuşturmanın aşkıyla yanan,
O şehir orduların, döktüğü seller gibi kan,

Heder olmuş mu desem? Ah! Dilim varmaz ki,
Bugün onlar bile, mâtem tutuyorlar. Belki!

Bugün ağlattın eminim, ölüler âlemini,
Kerbelâ tutsa gerektir yeniden mâtemini!..

Tek ziyâretçin olan gün de yol almış gidiyor,
Muhteşem kubbeni, zulmette nasıl terkediyor?’..

Cemiyetlerden uzak; çölde mezâr olsaydın,
Orda billâhi, mezarlar bile senden aydın!..

Çöllerin, Ay-Güneş, en hisli ziyâretçisidir,
Hilkâtin Arşa çıkan zikrini her an işitir!

Şu perişan denizin inlemesinden duyulan!
Hıçkırıklarla boğulmuş, tutuşan bir hicran!..

Çağıdır ağlamanın, ey Ulu Mâbed, ağla!..
İntikam aldı firenkler, seni ağlatmakla!..

Dostun ağlarken, o bir yanda da düşman gülsün,
Kanamıştır yeniden kalbi, hazin (Endülüs)’ün!..

Bu elim fâcia, billâhi, yürekler acısı,
Müslüman Türkün evet şimdi bu en kanlı yası!..

Ey derin fâcia, manzumeye sen sığmazsın,
Tutuşup yanmada kalbim, seni târih yazsın!..

Ali Ulvi KURUCU

Prof.Dr.Mahmud Es’ad Coşan

Hocaefendi’de , İslam’da Siyasetin Yeri ve Önemi adlı yazısında “Din, bir bütündür, bir kısmını yapıp, diğer kısmına sırt çevirmek olamaz. Ülkemizdeki laiklik, müslümanların siyasetle uğraşmamaları demek değildir. Aksine var güçleriyle uğraşmalarını ve siyasî yönden teşkilatlanmalarını gerektirir; çünkü yönetim, demokrasi ve rey oyunlarıyla dine karşı grupların eline geçer, inhisarına düşerse, bu, müslümanların en tabiî haklarının çiğnenmesi, ibadet ve taatlerini dahi yapamama durumuna düşülmesi sonucunu doğurabilir (Başörtüsü, Cuma namazı, faiz, Ayasofya vs. konularında olduğu gibi). Müslümanların seçimlere katılmamaları, siyasetle ilgilenmemeleri, devlete talip ve sahip olmamaları, yönetime iştirak etmemeleri, pasif kalmaları, içteki azınlıkların, dıştaki emperyalist güçlerin arzusudur. “ derken Ayasofya örneğini vermesi önemlidir.
Yine bir çok Hocaefendi , Tahir Büyükkörükçü gibi , Timurtaş Uçar gibi vaazlarında , sohbetlerinde Ayasofya’nın açılması talebi şiddetle anlatılmıştır.
Ayasofya için muhakkak pek çok kişi , siaysetçi , yazar , çizer , aydın , hoca sözler söylemiş bu uğurda çalışmıştır burada hepsini aktarmak mümkün değil bu hususta nadide insanlarda örnekler verelim dedik ,onarlında hepsine rahmet olsun.
Ayasofya siyasal islam’ın gündeminde yer alınca ezgilere , ilahilere vb de konu olmuştur. Bunlardan birini de paylaşalım.
AYASOFYA

Aylar yıllar geçti, hâlâ ağlarsın
Artık yaşlarını sil ayasofya!
O mahzun halinle yürek dağlarsın
Fethin sembolüsün bil ayasofya.

Biliriz yaranı derindir, derin
Bakarsın bizlere mahzun ve serin
Gönüllerde yine aynıdır yerin
Olmasın yaşların nil, ayasofya.

İsteriz müminler sende cem olsun
Haktan hakikattan her gün dem olsun
Kuduz köpeklere varsın yem olsun !
Sana uzatılan dil ayasofya.

Fatih in vakfını tutarız müze
Torunuyuz deyip çıkarız düze ,
Gün gelip bu hesap sorulur bize
Görecek göz neden mil, ayasofya.

Gaflet uykusundan millet uyansın !
Hakk ın boyasıyla yine boyansın !
Zalimlere değil Hakka dayansın!
O zaman düşmanlar çil ayasofya !
Ayasofya mevzusunun siyasallaşmasının zararları var mıdır ? Bugün Ayasofya hakkında iki yanlış gidişat bulunmaktadır.Yukarda uzun izah ettik detayına girmeyeceğim.
Birincisi kutsal mabet Ayasofya , sırlı mabet Ayasofya , gizemli mabet Ayasofya gibi anlayışlar , konuşmalar , eserlerdir.
İkincisi ise siyasallaşmanın getirdiği anlayışla Ayasofya’nın tüm Müslümanların değil lokal grupların davası imiş gibi bir hale bürünmesidir. Ayasofya ibadete açılsa , içerisinde ibadet vb yapılması diğer camiler gibi rutin ve doğal seyrinde olacak mıdır yoksa önemli gün veya gecelerde siyasal ve dini yapılar illa Ayasofya’da program yapma konusunda bir arz ve talep ısrarı içerisinde olacaklar mı ? Ayasofya bir takım tepki ve protestoların mekanı olacak mı ? Ayasofya imamlığı , vaizliği vb yine ulema arasında bir çekişme vesilesi olacak mı ? gibi gibi bazı sorular vardır , Müslümanlar bu konuda şuurlu olmalıdır , Ayasofya bir camidir , camiden daha farklı bir anlam yüklemesine halkı maruz bırakmak tehlikelidir.
Yazımızın sonuna geliyoruz.Ayasofya’nın ibadete yeniden açılacağını düşünüyorum , fetih sembolü , kılıç hakkı bu muazzam mimariye sahip mabedin hakkı cami olarak hizmet vermesidir.İçerisinde resimler ve ziyaretlere engel olmayacak düzenlemeleri yapmak son derece basittir.Ayasofya sembolik olarak da önemlidir ve güçlü Türkiye’nin de bir sembolü olarak yer alabilir.Ayasofya üzerinden nemalanan varsa da onlarda halkımızın prim vermemesi gerekir.Ayasofya ülkemizde dini , yerli ve milli bir davanın da sembolü olmuş olup bu işin nihayetinin de yeniden camiye çevrilmesi olduğu açıktır.Vatandaşlarımız bunu samimiyetle beklemektedir.İnşaAllah Ayasofya’nın yeniden ibadete açıldığı günleri göreceğiz , namazlar kılacağız.İnsanın gönlü bunu acilen istiyor ve dediğim gibi çoğu gitti azı kaldı.
Yazımıza Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in Hitabesi ile son veriyorum.
Gençler!..

Ayasofya üzerinde çok lâf ettik! Ama lâfta bile onu tasarruf edebilmiş, mülkiyetimiz altına alabilmiş değiliz!

Bana öyle geliyor ki, yalnız mânayı anlasak, yalnız onu yerine getirebilsek, Ayasofya’nın kapıları sabır taşı gibi çatlar, kendi kendisine açılır. İsterse açılmasın; ondan sonra herşey, küçük bir tatbikat işinden ibaret kalır.

Biz kimden, neyi istiyoruz.

Yemen’den Viyana’ya Fas’tan Kafkasya’ya kadar en aşağı 10 milyon kilometre kare bir zemin üzerinde… Evet, böyle bir zemin üzerinde… Atalarımızın… Ata derken halimize bakıp başımızı doğduğumuz nur insanların… Tohum atarcasına her tarafa serptiği kubbelerden birini… 700 bin kilometre kareye indikten ve bu hâlin ismine millî kurtuluş dedikten sonra… Evet, bütün bunlardan sonra… Toprağı kaybedilmiş kubbelerden birini mi istiyoruz?

İnsana gülerler!.. Herhangi bir yıldızda bu türlü iddialara girişen milletleri sürecek bir tımarhane olsa, bizi oraya sürerler.

Âlemde, cüceleşmiş devlerin, eski rollerini takınmasından daha çirkin bir tablo yoktur.

“- Cüceleşmeyeydin! Şimdi devin hakkından nasıl bahsediyorsun?”

Derler böyle insanlara ve milletlere!..

Evet, sevgili gençler; bir manzumemde söylediğim gibi, kellelerimizi tırnaklarımızla yerinden söküp iki dizkapağımıza yerleştirmenin ve sonra ikinci bir başla onu seyretmenin, kısaca ulvî nefs muhasebesine girişmenin artık günü geldiğini kabul edelim ve avaz avaz haykıralım ki, bizi, şiltesi üç kıt’ayı kaplayan devi, cüceleştirdiler. Sonra ona iki santim boy ilâve edip, Batının bat pazarı veya bit pazarı elbiselerini giydirdiler. Peşinden de:

“- İşte sana lâyık (özgürlük) ve (uygarlık) budur!”

Dediler.

Bu bakımdan Ayasofya… Bakın nedir bu bakımdan Ayasofya?

Bizi bu hâle getiren, annemizin cennet kokulu başörtüsünü sarhoş kusmuğuna bez diye kullanan, ahlâkımızı Paris’in dünya çapındaki (Şabane) kerhanesinden daha aşağıya düşüren, millî kültürümüzü çöplüğe ve millî iktisadımızı kumarhaneye çeviren, zekâmızı maymunlaştıran ve kalbimizi kanserleştiren, tarihi 129 yıllık cereyanın, kendi öz evimizde, yüzümüze kapadığı oda, mukaddesat odamız…

Ayasofya budur!

129 yıl boyunca, dışarıdan Batı emperyalizmasının, içeriden de onların sâdık ajanları sıfatiyle kozmopolitlerin, masonların ve nihayet hepsinin birden ana sermayesi ve gönüllü fedaisi halinde, adı Türk, küfür tip ve zümrelerinin idare ettiği bu cereyan, Ayasofya’yı müzeye çevirmekle, sağlık müzelerindeki balmumundan frengili suratlar şeklinde, Türkün öz ruhunu müzeye kaldırmış oldu.

Frenk kelimesinden gelen “frengi” ismine dikkat ediniz! Türkün mukaddesatına frengili bir surat gibi bakan bu insanlardır ki, “frengi” mefhumunun tâ kendisidirler ve ciğerlerine kadar frengilidirler… !> Şimdi buradan saffet devrimize geçelim. Şairin;
Şâyestedir denilse,
Âlem senin mezarın…
Dedikten sonra:
Hâlâ gelir zeminden
Tekbir-i zâr-ü-zârin…
Diye belirtmeğe çalıştığı; dâva ve gayesi bakımından Büyük İskender ve Sezar’ı oda hizmetçiliğine kabul etmeyecek kadar üstün hükümdar, başbuğ ve (aksiyon) adamı Fatih, İstanbul’u fethedip onun kalbi Ayasofya’da namazını edâ ettiği zaman, Cenubî Fransa’da kırılıp Viyana’da tekrar Batıyı dişleyecek olan İslâm taarruz kıskacının mihver çivisini ele geçirmişti.

Ayasofya işte bu incecik mildir, bu çividir; onu İslâm kıskacına yerleştiren Fatih Sultan Mehmed’dir; ve eğer ondan sonra kıskaç kapatılamadıysa suç kapatamıyanlardadır. Fatih’e düşen şerefse, erişilir soydan değildir. Kendisinden sonra, Kanunî Sultan Süleyman gibi, iyi ve kötü arasındaki ayırıcı çizgiden başka bir şey olmayan meccanî ihtişam kahramanı, karaların ve denizlerin yüce hakanına kadar süren muazzam (aksiyon) akışında en büyük hız payı, yine Fatih’indir. Kanunî devrinde teşekkül eden büyük ahenk tablosunun unsurları, Ebussuud gibi şeyhülislâm, Sokullu gibi sadrazam, Baki gibi şair, Sinan gibi mimar ve Barbaros gibi amiral, sadece ve sadece Fatih’in, hareket noktasına bu mili yerleştirdiği kıskaç yüzüsuyu hürmetine yetişmiş büyükler…

Târihimizde, Fatih’ten başka her hükümdarın (aksiyomu, isterse vatana eklediği toprak Fatih’inkinden bin misli fazla olsun, ulvî kemâl ve noksansızlık mânasına, tamam olmaktan uzaktır. Yalnız Fatih’dedir ki, kendi zaman ve mekânına göre, dâva hedefini, muhteşem ve muazzam bir tamamlık içinde buluyoruz.

İşte bütün bunları (sembolize) eden, remzlendiren de cihanın en güzel beldesi İstanbul ve onun kalbi Ayasofya…

Salibin ağırlığından kurtarılıp hilâlin kanatlarıyla kendisine gök kubbe yolu açılan, böylece Yirminci Asır dünyasına gerçek medeniyet ve ebediyet mimarisinin ne olduğu onunla gösterilen, Batı aklı ve Doğu ruhunu birleştiren eski Bizans eseri ve artık yeni tekbir yuvası tarihi kubbe…

Demek ki, Ayasofya, ne taş, ne çizgi, ne renk, ne cisim, ne de madde senfonisi; sadece mâna, yalnız mâna…

İstanbul’daki Süleymaniye, Edirne’deki Selimiye, bunlara karşılık da Roma’daki (Sen Piyer) ve Paris’teki (Notrdam), bizde ve onlarda daha niceleri, madde ve hattâ gayelerine bağlı mâna kıymeti olarak, Ayasofya’nın eşik taşına bile denk olamaz. Zira bunlardan herbiri, kendi gayesinin tabiî şartları içinde, tek taraflı olarak yükseltilmiş bir eser… Ayasofya ise bunların yanında bir kümes bile olsa, öyle bir nasibin sahibi ki, ne madde, ne de tek taraflı mâna ölçüsüyle ona varmak kabil… Ayasofya, bir mânanın, zıd mânaya taarruz ve onu zebun edişinin, bütün dünyada eşi olmayan âbidesi…

Fatih Sultan Mehmed, bu hikmeti sezdi; ve Ayasofya’yı, İstanbul gibi misilsiz bir mahfazanın içinde, güneş çapında bir pırlanta gibi zapt ve fethetti.

Târihimizde daha nice zapt ve fetih hareketinin kahramanı var; niçin hiçbirinin adı, hâs isim olarak Fatih değil?..

İmdi:

Biraz evvel işaret ettiğimiz gibi, (İmperyum Romanum)dan üstün bir imparatorluğun dev adamı olan Türk’ü binbir tarihî saik yüzünden çüceleştiriyorlar, 10 milyon kilometre karelik bir servet ve nimet zeminini 700 bin kilometre kare fakir bir anavatan kadrosuna kadar indiriyorlar, fakat bütün bu olanlara rağmen, Fatih’in o kadar maharetle yerine oturttuğu mili söküp atamıyorlar, çekip alamıyorlar. Zira İstanbul ve Ayasofya, muazzam nasibi icabı, anavatana bitişik ve onun içinde kalıyor; hiçbir şey yapılamayınca da, dünyada hiçbir milletin başına gelmemiş bir felâkete yol açılıyor; Ayasofya Türk’ün öz evi ve anayurdu içinde güya Türk’lerin eliyle mânasından koparılıyor, duvarlarından Allah ve Resulünün mukaddes isimleri indiriliyor, iç sıvaları kazınıp putlar meydana çıkarılıyor ve hilâlden ziyade salibin faziletlerini ilâna memur bir müze, yani içinde İslâmiyetin gömülü olduğu bir lâhid haline getiriliyor. Artık o, basit bir taş yığınıdır. Öyle bir taş yığını ki, sadece kendisinde kıyılan ulvî mânanın katillerini ilân ve ihtarla kalmıyor, üstelik her an salibin ağzından salyasını akıtıcı bir iştah telkiniyle, Türk’ün, ruhiyle beraber maddesini, maddesiyle beraber de ruhunu hıristiyanlık âlemine peşkeş çeken, “buyurun, ne duruyorsunuz; gelin ve bizi esir edin!” diyen bir hava yaşatıyor. Ayasofya’nın hilâl hâkimiyetinden uzaklaştırılmasıyla düşmana aşılanan gayret, bir ordunun harp plânlarını satmaktan beter bir tehlike ve suç belirtir. Eğer o kökünden traş edilse ve yıkılsa bir şey değil de, bu haliyle, bütün bir milleti ve tarihi her an öldürüp yine dirilten ve tekrar öldüren bir felâket…

Böylece, Batı dünyasının bize içimizden, içimizdeki ajanları vasıtasıyla yaptırdığını, ne Haçlılar yapabildi, ne Moskof, ne de Ayasofya’nın gözü dönmüş şehvetlisi Yunanlılar…

Milyonluk bir orduda, bir emirle, herkes silahını kalbine dayayıp tetiği çekse ve intihar etse, bu emrin o orduya vereceği zararı hangi düşman sağlayabilir?..

Ayasofya’nın kapatılması işte böyle olmuştur. Ve Türk tarihine, mukaddesatına, ruhuna, ihanetlerin en büyüğü şeklinde meydana gelmiştir. Türk’ü yoktan var ettiğini iddia eden bir zümre ve (klik) zihniyeti, Ayasofya ile Türk vatanını, göklerdeki aslî ve hakikî vatanıyla beraber satmıştır.

Allah diyen bu millet mutlaka kalacak; ve kalacağına göre, öteki dünyadakinden evvel, bu dünyada hesap gününü açacaktır. Ayasofya, muayyen bir idare ve zihniyetin getirdiği, ruhî, ahlâkî, içtimâi, iktisadî, idarî, siyasî felaketler eliyle Batı dünyasına takdim edilen hediye kutusu üzerindeki fiyonklu kordelâdır. Topyekûn şahsiyetlerini düşmana teslim edici böyle hediyeleri veren milletler ise, hediyeyi alanlar nazarında hakir ve zelildir. İşte Kıbrıs dâvası!.. O kadar Batılılaştığımızı, uygarlaştığımızı, özgürleştiğimizi, kendisinden olduğumuzu iddia ettiğimiz Batının bize muamelesine dikkat etmiyor muyuz? Bizim, kendimizi, kendisinden saymamız pahasına, Batılı bizi asla kendisinden saymıyor. O, ne Doğulu, ne de Batılı, bu mukallit ve bulamaç insanı asla benimsemiyor; ve ismini taşıdığı (Greko-Lâtin) medeniyetinin piçleşmiş uzvunu, sefil Yunanlıyı, şımarık çocuğu halinde her ân tatmin ve bize tercih etmekten başka bir şey düşünmüyor. Büyük İngiliz şairi Lord (Baynn)ın Türklere karşı Yunan istiklâl çarpışmalarında öldüğünü ve Yunan topraklarında yattığını bilmeyen diplomatlarımız, hâlâ selâmeti, Türk’ün öz şahsiyetinde değil, Batılıya Batılı görünmek özenişinde arıyor.

Hayır! Batılıdan, sığıntısı olmak yoluyla sağlanabilecek hiçbir himaye mevcut değildir. Biz bu kafayla gittikçe de başımıza daha neler geleceği görülecektir.

Bütün bu mânalar Ayasofya’ya bağlı… Daha neler ve neler!.. Türk İstiklâl Savaşı’nın temiz ruhuna leke düşürenler, o ruha ve onun müspet temsilcilerine rağmen, kazanılmış bir istiklâli topyekûn tersine çevirme yoluna girmişlerdir.

Belirttik ki, kendi öz mukaddesat ve târihini kendi öz yurdunda maskara edenlere, o mukaddesat ve tarihin düşmanları hürmet etmez, tiksintiyle bakar. İşte, dünyada ve dış politikada yüzümüze kapanan kapılar bunun için kapanıyor. Doğrudan doğruya bunun için olmasa da dolayısıyla bunun için… Şahsiyetsizliğin ceremesi… Bunun içindir ki, Avrupa, köküne kadar şahsiyet heykeli İkinci Abdülhamid Han’a hürmet ediyordu. Almanya imparatoru (Vilhelm) siyaseti ondan öğrendiğini söylüyor ve Prens (Bismark) tam bir Abdülhamid düşmanı olduğu halde, onu, asrın en büyük siyaset dehası diye gösteriyordu. Eğer Abdülhamid’e, Ayasofya’yı müze yapması karşılığında bütün dünya hazinelerini vereceklerini söyleseler, nefretle reddeder, imparatorluğunu elinden almakla tehdit etseler son damla kanına kadar akıtmakta tereddüt etmezdi. İnkarcı (Volter)in Allah’ın Sevgilisine ait piyesini Fransız tiyatrolarından Fransa devleti marifetiyle kaldırtan, yoksa bunun harp sebebi olacağını Fransa hükümeti’nin suratına çarpan, Ulu Hakan Abdülhamid Han’dan başka kim olabilmiştir? O Abdülhümid Han ki, bunca ordusundan yalnız bir tanesiyle birkaç gün içinde Atina kapılarında görünüvermiş ve küçücük bir Yunan şımarıklığını, onlara Ayasofya’dan bahsettirmek yerine (Akropol) önünde ordugâh kurmakla cezalandırmıştı. Şimdi o Yunanlı, baykuş gözlerini üzerimize dikmiş, birinde Ayasofya, öbüründe Rumelihisarı’nın hayali, İstiklâl Savaşı’ndaki küstahlığından beter bir nefs emniyeti içinde dikilip duruyor da, bizde, onun iki gözünü birden çıkaracak (enerji)den eser görünmüyor.

Sebep?

Çünkü Ayasofya’nın kapılarıyla beraber ruhumuzu kilitlediler. Her mâna, her hikmet, her münasebet Ayasofya’ya bağlı…

Ayasofya açılmalıdır. Türk’ün bahtıyla beraber açılmalıdır.

Ayasofya’yı kapalı tutmak, Yunanlıya “ben yapamıyorum; sen gel de kendi hesabına aç!” demekten farksızdır.

Ayasofya’yı kapalı tutmak, Birleşmiş Milletler’den Afrikalı yamyam devletlerine kadar aleyhimize rey verdirip kendileri müstenkif geçinen Batılılara “artık benim hayat hakkım kalmadı!” demektir.

Ayasofya’yı kapalı tutmak, bu toprağın üstündeki 30 milyon ve altındaki 30 milyar Türk’ün semâları tutuşturan lanetine hedef olmaktır.

Ayasofya’yı kapalı tutmak, Allah’a sövmeye, Kur’ana tükürmeye, Türk tarihini kubura atmaya, Türk iffetini kirletmeye, Türk vatanını satmaya denk bir suçtur.

Gençler! Bugün mü, yarın mı, bilemem!

Fakat Ayasofya açılacak!.. Türk’ün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar, Ayasofya’nın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilirler.

Ayasofya açılacak… Hem de öylesine açılacak ki, kaybedilen bütün mânalar, zincire vurulmuş masumlar gibi onun içinden fırlayacak!.. Öylesine açılacak ki, bu millete iyilik ve kötülük etmişlerin dosyaları da onun mahzenlerinde ele geçecek…

Ayasofya açılacak!… Bütün değer ölçülerini, tarih hükümlerini, dünyalar arası mahsup sırlarını, her iş ve herşey hakkındaki gerçek miyarları çerçeveleyici bir kitap gibi açılacak…

Allah tarafından mühürlenmiş kalplerin mühürlediği Ayasofya, onların aynı şekilde mühürlemeğe yeltenip de hiçbir şey yapamadığı, günden güne kabaran akınını durduramadığı ve çığlaştığı günü dehşetle kolladığı mukaddesatçı Türk gençliğinin kalbi gibi açılacak…

Ayasofya’yı, artık önüne geçilmez bu sel açacak…

Bekleyin gençler!.. Biraz daha rahmet yağsın… Sel yakındır.

Fatih ve Onun Yeni Nesline Selam!

Mehmet Emin Başalp ( 16.05.2017)

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir