10 MUHARREM

Bu yazıyı o günde yazmak istemedim ve 10 Muharrem halk arasında aşure günü olarak bilinen günün halkımız nezdinde içerdiği anlamlar ve tarihi olayları yorumlayış biçimimize birkaç haddimiz olmayan kelam etmem gerekti.

Peygamber Efendimiz’in veda haccında ki sözleri sebebiyle Hz.Ebubekir R.A. ‘ın ağladığı ve vefatının yaklaştığını sezdiği rivayet edilir.Nitekim Efendimizin Medine’ye dönüşü ile rahatsızlığı başlamış ve vefatına kadar günden güne ağırlaşmıştır.Bu hastalık hali açıktan çok dillendirilmese de sahabe arasında da vefatının yaklaştığı şeklinde anlaşıldığını gösteriyor.

Bu konuda Efendimizin Amcası Hz.Abbas’ın  Hz.Ali Efendimiz’e Haşimoğulları’nın vefatı yaklaştığında yüzleri böyle bir hal alır şeklinde bir konuşması da rivayetlerde var.

Vefatından kısa bir süre önce ise bir vasiyet yazdırma hadisesi olmaktadır.O gün rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla Hz.Peygamber’in hanesi hayli kalabalık sahabenin ileri gelenleri var , muhtemelen Peygamber Efendimiz’in hastalığının ağırlaştığı bir zaman ve vefat edebileceği tahmin ediliyor o toplulukta o vesileyle orada gibi anladım ben okumalarımdan.

Efendimizin kağıt kalem istemesi ve o sırada kağıt kalem bulabilmek için telaşe edilmesi akabinde Efendimizin bir baygınlık geçirmesi sebebiyle bu konu Kadı İyaz’ın Şifa-i Şerif’inde gayet güzel ifade edilmiştir , Hz.Ömer Efendimiz’in eğer vasiyet edemeden vefat ederse bize Kur’an ve sünnet yeter şeklindeki ifadesi maalesef vasiyete gerek yok Kur’an ve sünnet yeter şeklinde oryantalistler ve Şiilerce farklı anlamlara çekilmektedir. Oysa akabinde Efendimiz bu vasiyet yazdırma işinden vazgeçmiştir.O kadar sahabe bir aradayken Hz.Ömer Efendimizin tek başına insiyatif kullanabilmesi ve Efendimizin iradesini engelleyebileceğine inanmak herhalde mümkün değildir. O gün sahabenin de anladığı bunun bir idareci vasiyeti olabileceğidir. Netice  olarak böyle bir vasiyet olmamıştır Müslümanların başlarına kimi seçeceği veya nasıl seçeceği yönünde herhangi bir vasiyet yoktur  fakat sahabe arasında kim idareci olabilir kabilinden bu konuların konuşulduğu rivayetlerden anlaşılıyor.

Efendimizin vefatı ile de kimin idareci olacağı mevzusu aceleyle gündeme gelmiş bu konuda Ensarın kendi arasından seçeceği idareciye Hz.Ebubekir Ra. , Hz.Ömer Ra. ve Ebu Ubeyde Ra. müdahale ettiği ve yaşananan müzakere sonucu Hz.Ebubekir Efendimizin gerek kişiliği gerek yakınlığı gerek kıdemi ve Müslümanlar arasındaki kıymetli yeri dolayısıyla idareci olmasına karar verildiği ve biat merasiminin gerçekleştiği anlaşılıyor. Haşimoğulları ailesinin  ise bu gelişmelerden uzak kaldığı ve biraz gönül koyduğu yine rivayetlerden anlaşılıyor.

Günümüz bakış açısıyla bu acele nedendir neden daha geniş müzakereler yapılmamış gibi düşünülse de dönem şartlarını ve o zamanki toplumun geleneklerini düşündüğümüzde bunun gayet doğal olduğu anlaşılabilir. Çünkü Hz.Peygamber’in kurduğu devlet idarecinin belirlenme usulünün açık şekilde olmadığı bir devletti. Devletin daimi üst düzey bürokratları veya komutanları yoktu. İdarenin bir ailenin veya o ailenin veraset yoluyla elde edileceği şeklinde bir kuralda yoktu.Kadim hanedanların usulü de düşünülürse zaten veraset ancak erkek evlada geçer ve böyle bir durumda zaten yoktur.O zaman için Medine’de bulunan sahabelerin istişare etmek suretiyle bir idareci belirleyeceği açıktır ve her Arap bilir ki asabiyet denilen bir ailecilik huyları vardır.Bir iş ne kadar uzarsa bu huyun depreşeceği açıktır ve nitekim geçmişte bu tür aileler , kabileler arası çatışmalar Arap toplumu için bir vakıadır. Halifenin bu kadar erken seçilmesini bir sağduyu olarak görmek gerekir.

Burada yine anlatmak istediğim bir husus pek tabii Peygamber Efendimiz’in vefatı sahabe için tarif edemeyeceğimiz kadar büyük bir acı ve travmadır muhakkak.Fakat sahabe efendilerimiz bu acıyla günlerini geçirecek , ümitsizliğe düşecek , hayata küsecek kadar ferasetsiz değildirler.Çünkü İslam inancı ve Peygamber Efendimiz’in yanında onun tavsiyeleri ile yetişmeleri neticesinde Allah tarafından verilen ömür sona erinceye kadar Allah’a kulluğa ve cihada devam edeceklerdir. Nitekim ilk iş Peygamberimizin sağlığında oluşturduğu fakat hareket edemeyen orduyu sefere göndermek oluyor. Bazı kabilelerin itaatsizlikleri ve yalancı peygamber vakası da gösterdiği üzere Müslümanların daha gayretli ve basiretli olmasını gerektiriyor.Müslümanlar kendilerini bu mücadelenin ve savaşın içerisinde buluyorlar.

Savaşlar yanında Müslümanların artık meselelerini soracağı bir peygamber yoktur ve vahiy kesilmiştir fakat sorunların çözümü için Kur’an ve sünnetin emirleri usulünce devam ettirmek ve içtihat yolu ile sorunların halli yoluna gidiliyor.Kur’an-ı Kerim’in bir Mushaf haline getirilmesi çalışması yapılıyor.

Hz.Ebubekir Efendimizin kısa süreli hilafetinden sonra onun vasiyeti ile Hz.Ömer Efendimiz Müslümanlara idareci oluyor.Onun  oldukça pratik sorun çözen ve bir mesele problem olmadan onu sezebilen ve tedbir geliştiren yapısı ile Müslümanlar cihadı devam ettiriyorlar ve bir çok fetih yaşanıyor yine devlet teşkilatlanmasında ve sosyal anlamda bir çok yeni gelişmeler yaşanmıştır.Döneminde Kudüs’ün , Mısır’ın , İran’ın fethi dünya siyasetini etkileyen ve sarsan , ses getiren mühim hadiselerdir. Hz.Ömer döneminin ne kadar hareketli ve Müslümanları bile şaşırtacak hadiselerle geçtiğini düşünmek gerekiyor. Nitekim bu güzel insan Mescid de suikasta uğramasından sonra da verdiği isabetli bir kararla Müslümanların idareci seçimini bir heyete tevdi etmiş ve sorunsuz bir geçiş yaşanmıştır.

Hz.Ömer Efendimizin seçimi tevdi ettiği heyet Hz.Peygamber’in iki kızıyla da evlendirdiği ve pek sevdiği damadı Hz.Osman’ı seçti. Hz.Osman Efendimiz ile ilgili kaynaklar hemen onun Mekke eşrafından , nüfuzlu bir aileden olduğunu , zengin olduğunu ifade ederler.Oysa ilk 10 müslümandan biridir. Müslüman olduğu için ailesinden eza cefa görmüştür.  Habeşistan’a hicret eden ilk kafiledendir. Şimdi dönem şartlarıyla düşünün eşraf , zengin ve nüfuzlu bir aileden olan Hz.Osman Efendimiz ilk hicret edenlerden oluyor hem de uzak bir ülkeye bu fedakarlığı ve samimiyetini düşünmek gerekir.

Tabii Hz.Ömer Efendimiz suikasttan 3 gün sonra vefat etmiş olup halifeyi 3 gün içerisinde seçmelerini belirtmesine rağmen daha sonra seçimi ölümünden sonraya ertelettiğinden dolayı heyet onun vefatından sonra seçimi yapmıştır yani yeni seçilen halifeyi Hz.Ömer Efendimiz görmemiştir ve onunla herhangi bir istişaresi olmamıştır. Heyet oylama usulü bir seçim yapmamıştır , Abdurrahman bin Avf’ın bir kişi çekilsin ve kararı o versin şeklindeki teklifine karşı kimse çekilmeyince kendisi çekilmiş ve hakem sıfatıyla bir süre istişare yaptıktan sonra Hz.Osman Efendimiz’i halife olarak belirlemiştir. Esasında heyet burada halifenin seçim usulünü belirlemiş gibi oluyor.

Yine Hz.Osman döneminde de görüleceği üzere valiler , komutanlar fetih hareketlerine ve askeri çalışmalara devam etmekteydiler ve ilk defa Müslümanlar deniz gücü oluşturup Akdeniz adalarına seferler başlamıştır. Nitekim ilk deniz seferi Kıbrıs adasınadır. Bugünlerde ülke gündemimizde sıklıkla bir Doğu Akdeniz meselesi bulunmakla birlikte Müslümanların deniz seferi tarihi de Doğu Akdeniz’le başlamıştı.

Tüm bu güzel hadiseler devam ederken tabii zaman akıp geçmekte , nüfus artmakta , yeni fetihlerle toplum değişmektedir , askeriyeyi , ekonomiyi , teknolojiyi dahi dizayn etmek kolayken insanı kontrol etmek hayli zordur ve üzücü hadiselerin ilki olacak bir fitne Müslümanların halifesini şehid edecek boyuta ulaşmıştır.

Yukarıda da dedik ya , Hz.Peygamber’in vefatı ile müslümanlar hayata küsmemiş ve dinamik hayat devam etmektedir fetihler , ülkeler , yeni idareciler , valiler , komutanlar vesaire bu gelişmeler bir tür siyaseti de beraberinde getirmekte ve insan fıtratı gereği siyasi çekişmeler , makam beklentileri  ve bunun yanında tenkitlerde olmaktadır.Bu hususta gayet doğaldır.

Doğal olmayan hadise ise yine yukarıda belirttik Arapların kabilecilik anlayışının bazı sebeplerle tahrik edilmesidir. Bunlar genelde Irak bölgesinde gerçekleşiyordu. Bazı kaynaklarda Emevi ailesinin yönetimde çok etkinleştiği ve bu hususun tenkit edildiğinden bahsedilse de bazı başka kaynaklarda da Emevi ailesinden valilerin çoğunluk oluşturmadığı ifade edilmektedir.Dolayısıyla huzursuzluğun devletten beklenti içinde Kureyş dışındaki kabilelerin artık cesaret bulmasıdır ve kabileceilik cesareti adamın gözünü kör edebilecek bir cesarettir.

Şimdi tarihe tecrübe olarak bakarız ve tarihte bazı şeyler sebep sonuç ilişkisidir.Daha sonra bir çok devlette devlet görevlileri için okullar kurulması ve belli eğitimi alan kişilerin ataması yapılmıştır. Fakat işte Hz.Osman devrinde böyle bir uygulama yoktu çünkü bu tecrübenin yaşanması gerekiyor , idareciler  başta Kureyş olmak üzere seçiliyorlardı bu o dönem şartları gereği doğal olmakla birlikte Hz.Osman Efendimiz dönemi İslam devleti farklı kültürleri barındıran emperyal bir devlet olmuştu Allah-u Alem bu sosyal değişim fark edilmekle birlikte ne yapılabileceği noktasında oturmuş fikirler olmadığını gösteriyor.

Tabii İslam dünyasının bazı köşelerinde yaşanan hareketlenmeler feraset sahibi herkesi bazı endişelere sevk etmiştir.Fakat yine dönem şartlarında düşünmek gerekirse harekete geçmemiş bir hadise de bu tarz şeylere yeltenenleri caydıracak cezalar ve tedbirler almak başka yönlere çekilir nitekim bu sürecin itidalle çözülmesi düşünülüyordu.

Fakat daha sonra bu isyancılar Medine’ye gelip halifenin evini kuşattılar. Bu kuşatmanın ne kadar sürdüğü ihtilaflıdır. Medinelilerin halifenin öldürülebileceğine ihtimal vermedikleri ifade ediliyor fakat şehid edilmeden on gün önceye kadar evinden çıkmasına dahi müsaade edilmeyen halife ise silahlı bir karşılık vermemektedir ve hilafetten çekilme baskısına rağmen çekilmemiştir.

Burada şu sorular sorulabilir iş kontrolden çıkmış iken halifenin olayları herhangi bir girişimle savuşturmayıp adeta ölümü beklediği yorumu yapılırsa kendisinin ölümüyle bu isyanın ne gibi sonuçlara varacağı konusunda endişe duymuyor muydu ? Rivayetlerden böyle bilgi bulamıyoruz. Ben öldürülür veya çekilirsem Müslümanların bir fitneye ve kaosa düşeceği yeni bir halifenin belirlenmesinin büyük zorluklar içerdiğini acaba ifade etmiş miydi ?

Acaba isyancılara boyun eğip çekilmeyi yeni bir usule sebebiyet vermemek için mi kabul etmemişti. Nitekim böyle bir yol açılsa bu sefer her hoşnutsuz olan bir şekilde isyan eder ve idareciler çekilmek zorunda kalabilirdi.

Hz.Oman Efendimiz isyancılar evini kuşattığında 80 yaşının üzerindeydi tabii olarak belli bir yaşın üzerinde kişiler daha atak ve mücadeleci davranamayabilir nitekim buna benzer bir hadise de elinde imkan olmasına rağmen İkinci Abdülhamit , kendisini tahttan indirebilecek olan hareket ordusuna karşı herhangi bir müdahalede bulunmamıştır oda ileri yaşta ve uzun bir saltanat süresinin sonunda bulunuyordu.

Bu olaylar bir takdiri İlahidir.Peygamber Efendimizin vefatı son derece üzücü ve ağır olsa da sahabe için doğal seyrinde olması nedeniyle toplumsal yönden travmatik olmamış dinamizm ve cihad devam etmiştir.Oysa Hz.Osman Efendimizin şehadeti doğal diyebileceğimiz bir olay olmayıp toplumsal  travmaya sebep olmuş bir hadisedir ve sonuçları devam etmiştir.

Sonda diyeceğimiz şeyi başta diyelim çünkü bu şehadet hadisesinden sonra sular durulmayacak ve fitneler bir birini izleyecektir .Bugün bizim anlamakta zorlanacağımız hadiseler yaşanacaktır ve 10 Muharrem günü yaşanan elim hadise de düşünülürse bu olayların sonucu neden kan dökmeye varmıştır.

Hz.Peygamberden sonra devam eden dinamizm ,  doğal olarak ilerlerken Hz.Osman Efendimizin şehadetinden sonra doğal olmayan bir dinamizme yönelmiştir. Önceden dış dünyaya sarfedilen enerji  daha sonra iç çekişmeye sarfedilmiştir. Bu tespitler muhakkak o dönemde olanalr tarafından da yapılmakta ve itidal tavsiye edilmekle birlikte işte denge bozulduğunda yeni denge sağlanıncaya kadar tahmin edilemeyen hadiseler yaşanabilir. Hep ifade ettik Hz.Peygamber’den sonra bazı münferit durumlar olsa da sahabeler inzivaya çekilmemiştir  hayatın , olayların içerisindedirler hayat bu dinamizmle akarken yaşanan olaylarda o gün için doğaldır bugün bize sahabeler tarafından nasıl böyle davranılabilir diye garip gelmektedir. Çünkü bir siyasi çekişmenin veya kargaşanın içindeysen o dönemin şartları gereği de kılıç kınından sadece mecazi değil fiziken de çıktıysa bu kılıç kullanılır.

İşin ilginci önceki üç halife döneminde herhangi bir idari ve askeri görevi olmayan , ilim ve ibadetle uğraşan Hz.Ali Efendimiz ısrarlar sonucu halifelik makamına gelmiştir. Bu seçim tabii sancılı başlamıştır çünkü geniş bir coğrafya ya yayılmış bir devlet vardır ve devletin tümünde bir biatın sağlanması ve otoritenin tesis edilmesi gerekmektedir fakat daha baştan Suriye valisi Muaviye Ra.  biat etmemektedir.

Yukarıda da belirtmiştik bürokratlar bir okuldan veya eğitim sonucu atanmadığından genelde nüfuzlu kişiler oluyorlardı ve dünya siyasetinde hep vardır başkaca bir amacı olan idareci daha üst yöneticiye itaat etmeyebilir yani bir vali nasıl böyle bir insiyatif kullanıp biat etmez sorusunun cevabı budur. Daha sonra yaşananlar göstermiştir biat etmeyen vali halife olmuştur.

Sadece valiler değil Hz.Ali Efendimize karşı sahabenin ileri gelenlerinden de bir muhalefet vardır hatta bu muhalefet validen daha önce harekete geçmiş ve Cemel  Vak’ası denilen üzücü hadise yaşanmıştır.

Bu konuları tüm açıklığıyla elimizde değerlendirecek bir veri yok ?

Bu muhalefetin amacı neydi ?

İstişare mekanizması niye işlemiyordu ?

Hz.Ali Efendimiz Hz.Osman Efendimizin şehadetine sebep olan tepki vermeme gibi davranışının sonuçları gibi olmasın diye bu sefer harekete geçip silahlı bir karşılık mı veriyordu ?

Bu silahlı karşılık bir sükunete sebep olmuş muydu ?

Son derece üzücü bir hadise olduğu gerçek ama bunlar durduk yerde olan şeyler değil yine ifade ettiğim gibi sahabede olsa hayatın bir dinamizmi var ve bu şekilde fikri değil silahlı şekilde karşı karşıya gelinen bir hadiseden de farklı sonuç çıkmaz. Fakat bu mücadeleler ve daha sonra yaşanan mücadeleler göstermektedir ki Hz.Ali Efendimizin yaşadığı sıkıntılar karşılaştığı imtihanlar hayli farklı ve zordur büyük sıkıntıların içinde kaldığı anlaşılıyor , bu mücadelenin içinde birde bu mücadelenin fıkhını yani hukukunu belirliyor bu ise gerçekten herkesin altından kalkabileceği bir durum değildir.

Bu olaydan sonra ise bu sefer biat etmeyen Şam valisi Muaviye Ra. İle Sıffin Savaşı yaşandı maalesef burası da çok sayıda müslümanın şehid olduğu acı bir hadisedir ve savaş başladıktan sonra sadece askeri değil başkaca taktiklerle sorunun çözümü hakemlere tevdi edildi.Bu hakeme tevdi edilmesine karşı olanda bir ekip çıktı ve birde harici denilen bu isyancı grupla uğraşmak gerekti.Şimdi niye bu kadar ani bölünmeler ve duygusal kararlar çıktığı ifade edilirse de yani bir savaş var ve böyle bir ortamda sağduyulu karar vermek son derece zorlaşır nitekim mesela Hz.Ali Efendimiz istemediği bir hakemi tayin etmek zorunda kalıyor ama bu şartların getirdiği bir sonuç.

Nitekim hakemlerin kararı ile Hz.Ali Efendimizi ve Hz.Muaviye’nin azli ile yeni halifenin bir şura tarafından seçilmesi gerektiği şeklinde karara varıyorlar netice de bir taraf vazgeçmese ve çekişme bir hakeme gitse hakemlerin uzlaşabileceği karar az çok bu minvalde bir şey olur oda olmasın buda olmasın mantığıdır.Fakat ilanı sırasında Hz.Muaviye’nin hakeminin Hz.Muaviye’yi halife ilan eden beyanı ile iş çıkmaza sürüklenmiş ve netice de bu olaydan bir sonuç çıkmamıştır herkes kontrol ettiği bölgede hakimiyeti sürdürmekte olup de facto bir iki başlılık oluşmuştur.

Daha sonra Hz.Ali Efendimizce Hz.Muaviye’ye karşı askeri hazırlıklar devam ederken harici bir suikastçı tarafından şehid edilmiştir.

Şu tespiti yapalım Hz.Ali Efendimiz hilafete güç kullanmak suretiyle seçilmemiş fakat hilafetini devam ettirebilmek için güç kullanmıştır buda son derece meşrudur.Esasında bu bir ilktir ve karşı tarafta bulunanlar da sapıtmış , marjinal gruplar değildir ve meselenin nazik noktası da budur.

Bugün Şiilik denilen itikadi mezhebin temellerinin atıldığı travmatik olaylar Hz.Ali Efendimiz döneminde yaşanan olaylar değildir fakat  daha sonra yaşanan hadiselerdir.

Hz.Ali Efendimizin vefatı ile oğlu Hz.Hasan Efendimize biat edilmiş ve halife seçilmiştir bu arada Hz.Muaviye’de kendini halife ilan etmiştir. Fakat Hz.Hasan Efendimizin etrafında yer alan güçlerin zayıflığı nedeniyle bazı şartlarla hilafeti bırakmayı kabul ettiği belirtilir ve nitekim daha sonra Hz.Muaviye tüm İslam dünyasının tek idarecisi haline gelmiştir.

Bu dönemden sonra tabii ki yeni bir süreç başlayacaktır ve yine dönem şartlarına göre değerlendirmemiz lazım.

Hz.Muaviye Ra. ve taraftarları artık halife seçim işi sükunetle becerilemiyor işte olanlar malum karşı karşıya geldik , muhalefet edenler bir birini öldürüyor , hakeme gidilse olmuyor ona muhalefet edenler oluyor ( haricilik )  vesaire bu işi veraset sistemine çevirelim nitekim veraset sistemi kadim devletlerde uygulanan bir usuldür ve Çin’de , İran’da , Roma’da vesaire bu sistem uygulanıyordu o dönemin büyük güçleri olarak. Bu bu sebeplerle veraset yolu mantıklıdır diye izah etse karşısında ki kişiyi ikna edebilir çünkü yakın bir zamanda yaşananlar gerçekten de böyledir.Bu işin dini boyuttan ve Hulafa-i Raşidin geçmişinden ziyade güncel politik bir realite olarak sunulmasıdır.

Bu sefer bu görüşe karşı çıkanlarda derler ki , Hz.Peygamber’in vefatından sonra diğer halifeler yakınlarını bu işten uzak tuttular , yerlerine istişare ile seçim yapıldı , usul budur , yeniden ailecilik huyunu depreştirip Bizans , Sasani hanedanları gibi Müslümanların emirliğini hanedan haline getirmeyelim diyebilir ever buda daha önceden oluşan usuldür bir kişi bunları dinlese de gayet ikna olur ve doğrusu budur Müslümanlar olarak istişare ile hareket edelim ve halifeyi böyle belirleyelim der.

Bu sefer karşı taraf der ki karşılıklı müzakere edilmemiştir tabii ki ben zihin o zamanki kişilerin zihin dünyasında meydana gelebilecek soru ve cevapları düşünüyorum sadece ,  müslümanların idarecisini seçecek şurayı nasıl belirleyeceğiz ? Evet buda bir sorudur çünkü geçmişte böyle bir şura seçimi için bir kriter belirlenmemiştir. Daha dar kapsamlı şekilde Medine’de ashabın ileri gelenlerinden bir şura veya heyet var fakat genişlemiş bir İslam ülkesinde bu nasıl olacak ? Halife seçmek zaten zor bir konudur bu halledilemezken şura üyelerini seçmek ise ayrı bir zorluktur.Dönem şartlarında genel bir seçim olacağını falan düşünmeyin tabii bu şurada muhtemelen ileri gelenlerin tekliflerinden oluşan bir şuradır.İşin gerçeği güç eğer bir kişi , aile veya grubun eline geçtiyse zaten şurayıda o belirler şuranın kararın ıda o belirler burada kasdettiğim kendini baskıdan uzak hissedecek bir şuranın seçimi meselesi buda o dönem şartlarında git gide zorlaşmaktadır.

Bir diğer soru şu olabilir Hz.Muaviye Ra. oğlunu veraset yoluyla hilafete geçirebileceği  daha öncesinde bilinmiyor muydu ? Bu konu net değildir zira Hz.Hasan Efendimiz hilafetten vazgeçme şartlarında bunun olup olmadığı ihtilaflı bir konudur.

Şimdi Hz.Ali Efendimizin Hz.Hasan Efendimizi varis tayin ettiği Şiilerce iddia ediliyor eğer böyle bir durum varsa böyle bir maddenin konulması bir anlam ifade etmez.Veraset olarak değil ama seçilerek halife makamına geldiğine inanıyoruz fakat netice itibariyle de vak’a olarak Hz.Hasan Efendimiz Ha.Ali Efendimizin oğludur.

Her iki durumda ihtimal dahilinde olmakla birlikte bilinmediği gerçeğini gösteriyor yoksa bilinse Hz.Ali Efendimiz niye varis göstersin veya varis göstermese bile çelişki anlamına gelecek şekilde niye Hz.Hasan Efendimiz seçilsin.

Bir diğer husus veraset yoluna karşı muhalefet edeceklerin nasıl muhalefet edecekleri konusunda yaşadıkları belirsizliktir.Nitekim Hz.Hasan Efendimiz bile etrafındaki güçlerin zayıflığı ve güvensizliği nedeniyle bu feragati ümmetin selameti için gerçekleştirmiştir.Şimdi yeniden Hz.Muaviye Ra. muhalefet edelim dense nasıl bir güç toparlanacaktır nitekim bu muhalefetin merkezi Irak olmakla birlikte Irak halkının güvenilmezliği veya güç karşısında sinmesi diyelim ,  diğer beldelerin sessizliği de verasete karşı yüksek sesle bir itiraz oluşturmuyordu.Nitekim Hz.Muaviye Ra. bu durumu görmüş olmalı ki böyle bir adımı atıyordu.

Hz.Hasan Efendimiz daha sonra Medine’ye çekilmiş ve burada Hz.Hüseyin Efendimiz tarafından faillerini söylemesi istenmesine rağmen belirtmemiş fakat eşi tarafından diye iddia edilen bir zehirlenme hadisesi sonrası vefat etmiştir.Bu suikastta maalesef Hz.Ömer Efendimizin suikastı gibi tam açıklığa hiçbir zaman kavuşamayacak  ama derin mahfillerde tezgahlanmış bir suikast olabilir.

Hz.Muaviye’nin vefatı ile de yerine oğlu Yezid geçti. Sahabelerin sayısı ise giderek azalmış kalanlar ise yaşlanmıştı.Hz.Muaviye Ra. sahabeden olan son halife idi.

Allah’ın bir takdiri işte bu olaylar yaşanacakmış Yezid ise dini yaşantısı ve tavırlarıyla şiddetle eleştirecek huyları bulunduğu malumdur.Sahabe sonrası hemen ilk dönem için içki içebilen , sefahat ve eğlence hayatı yaşayan birinin Müslümanların halifesi olması herkesi hoşnutsuz ediyor muhakkak.

Şimdi yazımızın konusu 10 Muharrem’de yaşanan acı hadiseye geleceğiz.Yezid hilafete geçince ciddi bir itiraz olmuyor ama yine Irak merkezli bazı itirazlar var.

Şimdi Hz.Hüseyin Efendimiz Medine’de idi ama davet Kufe’den geliyor ve Kufe’ye gidiyor burada şu soru sorulabilir , Hz.Hüseyin Efendimiz halife olmak istiyorsa Medine’de niye biat almadı veya hareketi niye Medine’de başlatmıyor ? Muhtemelen halk yine Hz.Ali Efendimizin seçiminde olduğu gibi bir halife seçimi işine bu sefer girmiyor veya girmek istemiyor. Medine sıkı şekilde kontrol ediliyor olup burada başlayan bir hareket Yezid’i rahatsız etmeyebilir ihtimalide var.

Niye Hz.Hüseyin Efendimiz bu mücadeleyi başlatıyor tabii ki haksızlığa karşı bir başkaldırış olduğu ifade edilir fakat daha yaşayan sahabeler ve tabiin varken onlar haksızlık karşısında susmuşlar mıdır ? Şimdi herkes susmuş sadece Hz.Hüseyin Efendimiz itiraz etmiş gibi bir durumda var denemez aslında bu tüm ümmete şamil bir itiraz olmakla beraber Hz.Hüseyin Efendimiz kendisini bu konuda vazifeli addetmiştir.

Çünkü bu hilafet çekişmesi babası zamanında ortaya çıkmış ağabeyi tarafından bir çözüme kavuşmuş fakat şimdi yine problem ortaya çıkmıştır.Ailecek bu acıları , sıkıntıları yaşayan ve mücadele eden kendileridir.Irak bölgesinden veya başkaca bir bölgeden mevcut idareciye bir itiraz varsa bu itirazda başa geçmesi önerilen kişi de Hz.Hüseyin’dir.

Demek ki mevcut durum Emevi veraset sistemine karşı bir istişare mekanizması bir plan veya bu muhalefetin liderliğini üstlenmek üzere istişare ile seçilecek birinin olmadığını gösteriyor yani kimse Yezid’e karşı açıkça bir mücadeleye girişmiyor.Bu itirazı yaparsa Hz.Hüseyin Efendimiz yapacak modern tabirle elini taşın altına koyacak kişi o. Hz.Hüseyin Efendimizin Kufe’ye gidişi ve Kufe’de biat almaya başlaması da Yezid iktidarına karşı bir mücadeleye girişeceğidir yoksa Kufe’ye bir ziayret için falanda gitmiyor buda açık bir konudur.

Hadiseler bu noktaya geldikten sonra Yezid’in her şeyi göze alacağı açık şimdi Hz.Ali Efendimiz bir mücadele yürütürken bunun fıkhını da oluşturuyordu dedik Hz.Muaviye Ra bir tecrübesi var iyi taktik biliyor fakat Yezid bunlardan hayli uzak ve bu husus Hz.Hüseyin Efendimize ifade ediliyor yine Irak halkının sözlerinde durmayabileceği ifade ediliyor fakat Hz.Hüseyin Efendimiz bu yolculuğa çıkıyor işte aslında bu itirazı haklı kılan nokta burasıdır. Kendisinin de böyle bir itirazı reddetmesinin yakışmayacağı bilmektedir.Bu kişisel bir itirazda değildir.Şiiler maalesef bu konuyu bir Ehl-i beyt itirazına dönüştürmüşlerdir öyle olacak idiyse ilk 3 halife zamanı niye bir şey yok niye Hz.Hasan Efendimiz hilafetten vazgeçiyor yani böyle kurmaca bir imamet teorisi dini kaynaklarda olmadığı gibi tarihi kaynaklarla da uyumsuz.

Burada Hz.Hüseyin’in kendisini feda ettiği iddiası şii literatüre ve anlayışa uygundur.Hz.Hüseyin Efendimizin beni öldürürlerse öldürsünler ,ölümüm üzerinden mesaj vereceğim şeklinde bir saikle hareket ettiğini sanmıyorum bu daha sonraki dönemlerde meydana gelen anlayışın ürünüdür.

Yalnız başına mücadeleye girişecek birinin Kufe’ye gitmesine gerek yoktur oysa Kufe’ye taraftarlarıyla buluşmak için gidiyordu bu bir realitedir.

Genelde günümüzde Hz.Hüseyin Efendimizin zulme boyun eğmediği , zulme karşı direndiği vesaire birazda edebi cümlelerle ifade edilir ama yani hangi zulme boyun eğmediği konusu biraz es geçilir.

Bu zulüm neydi. Yezid’in hakkı olmayan bir şeyi yani hilafeti gasp etmesidir. Nasıl ki başka birinin malını almak vesaire zulüm olarak ifade edilirse zulümden kastın bu olduğunu düşünüyorum yoksa zaten halka kendini sevdirmek için uğraşan Yezid’in halife olmakla birlikte insanlara eza cefa verdiği , insanları sürdüğü , cezalandırdığı , öldürdüğü , ibadetlerini yasakladığı vb gibi hadiselerden bahsedilemez.

Yezid gerçekten ehil , insanların gıpta edeceği bir müslüman ve mücahit birisi olsa idi bu şekilde bir hadise yaşanır mıydı ? Geçmişe ilişkin bir tahminde bulunulamaz ama yaşanmayacağı kanaatindeyim her ne kadar veraset yoluyla bile halifelik makamına gelse etraftan onun kötü biri olmadığı yönünde illa ki telkinler olacaktır.

Çünkü daha sonra sahabeden Abdullah İbn-i Zübeyr’de mücadeleye başlamış ve maalesef çok daha acı hadiseler Mekke ve Medine’de görülmüştür bu Yezid’in  her şeyi yapabilecek tiynette bir kişiliğe sahip olduğunu gösteriyor.

İktidarını koruma hırsı ile Kerbela’da susuz bir mevkide sadece aile efradı ile sıkıştırılan Hz.Hüseyin Efendimizin hunharca ailesiyle beraber katli ve sonrasında yaşananlar ise İslam dünyasında derin yaralar açmıştır. Burada eşit şartlarda bir savaş yoktur , savaş hukukunu çiğneyen bir muamele vardır , zalimane bir katl vardır , cesetlere yapılan hakaretler vardır. Peygamber Efendimizin sevgili torununa böyle bir muameleyi yapmak dehşet verici bir sindirme ve halkı korkutma politikasıdır.Nitekim bu şekilde bir muamele yapmadan da eldeki bilgilere göre zaten Hz.Hüseyin Efendimizin Kufe’ye girişine engel olunmuş , Kufe halkı sindirilmiş haldedir , kendisi de Medine’ye geri dönmeyi teklif etmiştir fakat buna rağmen yapılan muamele adeta alelade bir eşkıya grubun ortadan kaldırılması gibi olmuştur.Bu muamele esasında bir hakarettir ve maalesef başta Peygamber Efendimizin aziz hatırasına , hürmetine hakarettir. Müslümanların birliğini ve beraberliğini koruyacak veya fitne çıkmasına engel olacak bir muamele değil aksine Müslümanları bu şok edici katl ile derinden yaralayacak ve daha sonra itikadi şekilde bir mezhep ayrımına sebebiyet olacak kalıcı bir bölünmeye sebep olmuştur. Bu hakaret Yezid iktidarını sağlamlaştıran bir  muamele değil aksine son bulmasına sebebiyet verecek bir muameledir evet bir süre Emevi ailesi Müslümanları yönetmiştir muhtemelen onlar bir daha hilafetin Emevilerden gidebileceğine de inanmıyorlardı ama ancak 90 yıl hüküm sürebildiler ve sonunda bu facialardan kaynaklı ayaklanmalar ile son buldular.Ömer Bin Abdülaziz hariç hayırla yad edileni yoktur.

Tarihi geçmişi buraya kadar biraz detaylıca izah ettikten sonra gelelim 10 Muharrem’in günümüzde algısına.

Şimdi ülkemizde 10 Muharrem günü Hadis-i Şeriflerde ifade edildiği üzere mübarek bir gündür , çeşitli peygamberlerin başına gelmiş hayırlı işlerin olduğu bir gündür ve peygamberimizin bugüne dair oruç tutulması tavsiyesi vardır.Bunların uydurma olduğu yönündeki iddialar pek gerçekçi değildir ve Hz.Hüseyin Efendimizin şehdati unutulsun diye mübarek bir gün uydurulacağı ve bunun Hadis imamları vb tarafından öne sürülebileceği iddiası son derece tutarsızdır. Bu olmayacak bir şeydir.Aşure gününün oruçla , ibadetle , istiğfarla geçirilmesi bugünün ihya edilmesi önemlidir.Bu hususu tartışmaya açmak iyi bir şey değildir.

10 Muharremde Şiiler tarafından tarafından bugün yapılan yas törelerinin de İslami olduğunu söylemek mümkün değildir maalesef bu kültleştirilmiş Hz.Hüseyin sembolü ve kendini kırbaçlamalar , ağıtlar vb bir tür şiilerin kendi inançlarını keskinleştirmek ki bu esasında bir nefreti keskinleştirmek için her sene tekrar ettikleri bir ritüele çevrilmesidir.Maalesef hiçbir şii önder bu anma ve yas hadisesinin makul bir seviyede itidal içerisinde icrasını tavsiye etmemektedir. Bu şiirlerin en büyük sorunudur maalesef bu yas kültürü ile aslı astarı olmayan türlü rivayetlerle oluşan Kerbela faciası mezhebi literatürü ve edebiyatı vs Hz.Hüseyin Efendimizin davasını ve mücadelesini anlatan bir durum değildir. Kendini çaresizlik içinde ölüme atmış bir insan tasavvuruyla dövünen ve öfkesini büyüten bir kitlenin sağlıklı bir inanç taşımadığı açıktır.

10 Muharrem de Hz.Hüseyin Efendimizin şehadeti hiç yokmuş gibide davranılamaz bu tarihi hadiseler ışığında çıkarabileceğimiz dersler vardır , hüznümüz vardır ve Anadolu geleneği bunu en güzel ifade eder halkımız şii olmamasına rağmen edebi sahada , ilahiler , mersiyeler ile bu hüznü ifade eder ,kültürel manada böyle bir meşreb vardır.

Gelelim o gün dağıtılan Aşure tatlısı meselesine bir grup bunun bir unutturma bunun bir bayram gibi kutlama geleneği olduğunu iddia etmektedir.Evet belki tarihsel mana da bu şekilde bir çıkış noktası olabilir fakat bizdeki tatlının yani çeşitli kuru gıdalardan karıştırılarak oluşturan tatlının bu şekilde yapılmış bir kutlamayla alakası olduğunu düşünmüyorum.

İşin ilginci Şiiler ile benzerlikleri olmayan Alevi inanacına mensup vatandaşlarımız esas bu aşure tatlısını pişirip dağıtırlar muhtemelen bu gelenek Anadolu’da daha eskiden batıni meşreb diyebileceğimiz tekkelerde de olabilir oradan halkımıza da yayılıp bugünlerde pek ihtimal dahilinde olmayan Hz.Nuh tufanı ile de ilişkilendirilip pişirilip dağıtılmaya başlanmıştır. Yani bu kuru gıdalardan yapılan bu tatlının dağıtılması tamamen örfi bir gelenektir.Ne Kerbela faciasının unutturulması kökenli bir adetin devamıdır ne de dini bir geçmişi vardır Anadolumuz da sıklıkla görüleceği üzere bir aş dağıtma geleneğidir ve Muharrem ayının 10’una hürmeten bu gelenek sahiplenilmiştir. Alevi vatandaşlarımızda biraz daha farklı yorumlayarak yas günün sonunda bu aş dağıtma hadisesini gerçekleştirmektedirler. Netice de kültürel olarak konu son derece açıktır.

Başka ülkeleri bilmiyorum ama  Muharrem ayı hicri yılbaşı olduğu için kutlanır ama 10 Muharrem sanırım yas maksadıyla ana merkezi İran olmak üzere Irak ve sair yerlerde Şiilerce yas törenleriyle ve Anadolu ve bağlantılı coğrafyalarda da bu tarihi ve kültürel geçmişi birazda içinde barındırılan çelişkilerle mezcetmek suretiyle ki bu zoru iyi başarıyoruz kutlanan sanırım tek ülke.

İnsanlar 10 Muharrem günü genelde oruca teşvik edilmekte , yine bu aşure tatlısı yapımı dağıtımı faaliyetleri hem bireysel hem kamuda , stk’larda falan bir çok organizasyona dönüşmekte , aşure günü tebrikleri yapılmakta , bu sürecin içerisinde bir taraftan insanlar kerbela faciasını hatırlayıp üzülmekte , sosyla medya vb görülebilir mersiye şiirleri paylaşmakta bu hüznü ifade eden ilahiler , kasideler dinlemekte , Cuma günlerinin hutbesinde bu konular beraber yer almakta , hem aşure günü tebrik edilmekte hem Hz.Hüseyin Efendimizin şehadetinin hüznü ifade edilmekte.Eski tekke geleneklerinde vesair bugünler daha çeşitli ritüellerle anılır imiş yine alevi vatandaşlarımızca kendi usullerinde çeşitli oruçlar , yaslar , aşure tatlısı dağıtımı vs oluyor.

Anadolumuz böyledir , halkımızın bazı örfi geleneklerini çok sorgulayıp işin tadını kaçırmamak gerekir , öğrenmek , araştırmak isteyen insanlar için hem dini , hem tarihi hem akademik bilgiler açıktır fakat bu bilgilerden oluşan sosyolojiye müdahale etmemek gerekir.İnsanlar bugünde ibadet yapmak istiyorlarsa yapsınlar , bugünde tebrikleşeceklerse tebrikleşsinler , aşure tatlısı dağıtacaklarla dağıtsınlar.

Yine Hz.Hüseyin Efendimizin şehadetine saf bir hüzün ile üzülmek gerekmekte olup o mücadeleyi bugünle kıyaslayıp mesaj kaygısına düşmekte 10 Muharreme yeni anlamlar yükleme gayreti olup hiç gerek yoktur çünkü bu tarz bakış açıları ile bir tarih oluşturulup olaylara bugünün gözüyle bakılıyor eğer ilahiyatçı ve tarihçilerden bir isteğim varsa bu hadiseleri vatandaş bugünden bakar siz o günün şartları ile nasıl olduysa o şekilde aktarmak ve yorumlamak gerekir. Kerbela hadisesini bugünün dünyasından yorumlamak ve yargılamak değişik anlaşılmalara yol açar.Biz bu acı hadisenin unutulmasını , konuşulmamasını sağlamak gibi bir amacımız olmamalı amacımız bu konuların makul şekilde konuşulması ve tartışılmasını ağlamak olmalıdır.Bu konuları örf adet tartışması , uydurma hadis tartışması , politik tartışmalar , dini tartışmalar zeminine çekmemek gerekir. Bu zemine çekilmeye başlandıkça aşure günü maalesef ülkemiz için yeni bir sorunlu güne dönüşmeye başlar ve şugün bir geçse gitse de şu gına getiren tartışmalar bir bitse dense noktasına geliriz nitekim böyle bir temayülde var.

Muharrem Ayı hicri yılımızın ilk ayı , yeni bir seneye giriyoruz , 10 Muharrem mübarek bir gün bu ayı özlüyoruz , aşure tatlısını seviyoruz onu da özlüyoruz netice de Hz.Hüseyin Efendimiz için üzülüyor rahmet ve dualarla anıyoruz bizim anladığımız bu sade haliyle bu ve bu şekilde kalsın. 03.09.2020

 

Mehmet Emin Başalp

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir