CUMHURİYETİN YÜZÜNCÜ YILI YAZILARI – 3 CUMHURİYET VE DİN

100 Yıllık cumhuriyet tarihinde din , devlet ve toplum arasında ki ilişkiler hep problemli oldu. Türkiye ikinci yüzyılına bu problemleri ne kadar taşıyacak , ne kadar çözecek , ne kadar dönüşecek belirsiz , belirsiz olmayan bunların kesinlikle yaşanacağı.

Dini çeşitliliği yüksek ve nüfus oranı fazla Osmanlı İmparatorluğu’nun aksine Türkiye Cumhuriyeti , Lozan mübadelesi , Yahudilerin israil’in kurulması ile göçü , çeşitli sebeplerle rum göçü , ermeni nüfusunun kendisini artıracak nüfus potansiyeline sahip olmaması nedeniyle neredeyse tamamı Müslüman nüfustan oluşan bir ülkedir. 1927 nüfus sayımında azınlık nüfusu toplam nüfusun  % 2,4’ü iken bu sayı ( rum , ermeni ve yahudi ) 90 bin civarındadır neredeyse bir büyükşehirde yer alan büyükçe bir mahalle nüfusu kadar gayrimüslim azınlık kalmıştır. Bugün Türkiye’de bir takım yerli ihtidalar , Avrupa’dan gelip sahil kesimine yerleşen kişiler , azınlıklar arasında sayılmayan sayıları az başka bir hristiyan mezhebi olan süryaniler , kaçak hristiyan göçmenler gibi çeşitli gayrimüslim nüfus olabilir ama bu hususta büyük bir nüfus varlığı olmadığından problemler daha azdır.

Bilindik problemler , Fener Patrikahanesi’nin ekümenik ünvanını kullanmasının iç kamuoyunda rahatsızlık oluşturması.Fener Patrikhanesi’nin eğitim kurumu olan Heybeliada Ruhban Okulu’nun kapalı olması nedeniyle ruhani yetiştirememesi.Yahudi nüfusun , siyonizm ve israil politikalarından kaynaklı kaygıları ile ermeni nüfusun , Diaspora Ermenilerinin ve Ermenistan’ın soykırım iddialarından kaynaklı bazı gerginlikler bulunmaktadır.Azınlık vakıfları sorunu çözülmüş , genel itibariyle ibadet sorunları bulunmamaktadır.

Müslüman nüfus konusunda ise devlet herhangi bir mezhep ayrımı ( Klasik mezhepler ayrımı , Sünni , Şii , Hanefi , Caferi , Şafii gibi ) yapmadığından net sayılar bilinmemektedir. Türkiye’de mezhep konusu klasik mezhep ayrımları noktasında değerlendirilecek boyutta olmayıp ülkeye has Alevi toplumunun inanç ve kültür öğelerinden kaynaklı bu mevzu anlaşılır.  Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda muhtemelen Aleviler mezhepten ziyade bir tarikat yapılanması olarak görüldüğünden ve tüm tarikatlarla birlikte yasaklama kapsamına girdiler. Nitekim kullanılan unvan ve mekan adlandırmaları ile de Aleviliği mezhepten ziyade batıni karakterli Anadolu’ya has bir sufi geleneğe dayandırıyordu.Türkiye’de az sayıda Şii/Caferi’de bulunmakta olup zaten onların mezhepleri gereği din adamlarında devlet bağlılığı istenmemektedir. Genelde Şii eğitim kurumları olan ülkelerde eğitim alıp görev yapmaktadırlar.

Ayrıca Anadolu’da Sünni olsun Alevi olsun Türk , Kürt hangi etnik temelden gelirse gelsin yaygın bir tasavvuf kültürü ve tarikat yapılanması vardı. Bu yapılanmalar en ücra köşelerden en entelektüel köşelere kadar çeşitli , usul ,  meşrep ve isimler altında garip bir armoni altında yaşıyorlardı. Cumhuriyetle birlikte bu kurumlar ve faaliyetleri de yasaklandı.

Alevi/Bektaşilik ile Sünni Tarikat mensupları bu yasaklama sürecinde değişik temayüller belirmiştir. Aleviliğin ayrı bir inanç kolu olduğu veya mezhep olduğu , ayrı ibadethanelerinin olduğu vurgusu ve temayülü artarken Sünni Tarikatlarda eski gelenek ve kurumları muhafaza edemediğinden vakıf , dernek gibi oluşumlarla cemaatleşme yani yaygınlaşma temayülü baskın gelmiştir. Türkiye’de ne kadar Alevi , Bektaşi , Tarikat mensubu vb olduğu ise bilinmemektedir. Resmi olarak bir çok kısıtlama olduğundan de facto gelişmeler ile sürmektedir.

Alevi ve Bektaşilerin , Cemevi ibadethanemidir değil midir tartışması uzun yıllardır devam etmektedir. Zaman zaman provake edildiğinde toplumsal bir gerginlik çıkma ihtimali güvenlik endişesi oluşturmaktadır. Alevilerin Osmanlı’dan da gelen devletle yaşanan problemler nedeniyle protest tavırları yumuşamamaktadır. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı adıyla bir kurum kurulmuştur. İlerleyen süreçte Alevi – Bektaşi geleneği ve mensupları nereye evrilecektir bilinmemektedir. Genelde taşra kökenli ve taşra da baskın devam eden kültürün herhalde cumhuriyetin ikinci yüzyılında kentli Alevi kültürü konusunda gelişmeler yaşanabilir.

Sünni Tarikatlar ise resmi anlamda klasik kurumlarını açamamakta , hem seküler görüş hem sufilik karşıtı dini görüş mensuplarınca gericilik ve hurafecilikle suçlanmakta hem de cemaatleşmenin getirdiği problem olarak toplumda şeffaflık sorgulanması yaşanmaktadır. Sünni Tarikatlarda cemaatleşme temayülünün daha da artacağı görülmektedir o nedenle de artık bu tasavvufi cemaatlerin kendi iç düzenlerine ağırlık vereceklerini düşünülebilir.Cemaatleşen tarikatların faaliyetlerinin açık tamamen denetlenebilir düzeyde olması gerekmektedir. Kaçınmacı psikolojiden kurtulmaları gerekmektedir bütün faaliyetlerinin resmi kuruluşlar vasıtasıyla yürütülmesi gerekmektedir. Ayrıca garipsenen söylem ve eylemlerle tasavvufunun da içini boşaltan adımlar attıkları gözükmektedir.

Bu toplumsal yapılardan sonra Türkiye’nin büyük çoğunluğunu oluşturan Müslüman nüfusun kurumlar ve reflekslerine gelirsek gidişat ne yöndedir.Ülkede en büyük İslami kuruluş devlete bağlı olan Diyanet İşleri Başkanlığı’dır.Bütçesi , teşkilatı olan müftülükler vasıtasıyla tüm camii ve Kuran kurslarını yönlendiren Diyanet İşleri Başkanlığı aynı zamanda dini görüş ve uygulamaları ile İslam adına söz söyleyen yetkili kurumdur. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın cumhuriyetin kuruluşunda düşünülen , tahmin edilen boyuttan daha ileri bir kuruma geldiği söylenebilir. Tabii tarihinden itibaren Diyanet İşleri Başkanlığı kanaatimce başarılı çalışmalar ortaya koymuştur fakat siyasi tartışmalarda da adı sıklıkla anılmaktadır.Şahsi düşüncem Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurum olarak daha gelişeceğini ve hizmet kalitesini artıracağını düşünüyorum.Büyük bir kurumdur , çok sayıda eğitimli personeli vardır.Artık ilk yıllarda ki gibi dini şekli dönüştürecek bir kurum değil temel kurum haline geldiği açıktır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ise en zayıf noktası Müslümanlara  yönelik entelektüel ve estetik faaliyetlerde yeterli başarıyı gösterememesidir.

Ülkede din adına en yüksek eğitim kurumları üniversitelerin ilahiyat fakülteleridir.Bir çok üniversitede bu fakülte bulunup akademisyenler çeşitli çalışmalar yapmaktadır.Cumhuriyetin ilk yıllarına göre bu sahada önemli aşamalar kat edilmiştir. Akademisyenlerin akademik dili ve reformist ilahiyatçıların söylemleri zaman zaman  gelenekçiler tarafından tenkide tutulmaktadır. Bazı akademisyenlerin de akademik dünyadan çıkıp toplumda din tartışması çıkarmaları da ayrı bir sorun olarak görülmektedir. Genel itibariyle ilahiyat fakültelerinin de dini gelişmelere ülkemizde büyük katkı sağladığı görülecektir.İalhiyat fakültelerinin temel sorunu Arapça konusunda zayıflık ve İslam dünyası kapsamında tanınan ilim adamı prototipini üretememesidir. Eğitim kalitesinin artmasının ancak Arapça konusunda ilerleme ile sağlanacağını düşünmekteyim.

Diğer eğitim kurumu imam hatip liseleridir.İmam hatip liseleri bir meslek okulu olmasına rağmen bu düzeyde kalmamıştır işin realitesi dini bilgi derslerine ağırlık veren devlet okulu düzeyindedir ve maalesef cumhuriyet tarihinin en  sert siyasi – dini çatışması bu okul üzerinden yürümüştür.İmam Hatip okullarının geleceğini ikinci yüzyılda konuşmak gerekiyor , imam hatip okullarının bunca yıl oluşturduğu müktesabatın mutlaka koruması gerekmektedir. Tabii Türkiye’de özel düzeyde din eğitimi veren ortaokul ve lise kurumu yoktur bu husus muhtemelen ikinci yüzyılın konularından biri olacaktır.

Ülkemizde Osmanlı’dan gelen geleneksel dini eğitim kurumu olan medreseler Tevhid-i Tedrisat Kanunu kapsamında kapatılmış , oradaki eğitimciler ise çeşitli görevlerde bulunarak müderrislik kurumu son bulmuştur. Fakat bu eğitim metodunu sürdürmeye niyetli ilim adamlarının çabası ile Doğu ve Güneydoğu bölgesi ve Karadeniz bölgesinin bazı yerlerinde medrese usulü eğitim devam etmiştir. Son yıllara kadar pek etkin sayıda değilken son yıllarda bu usul yeniden popüler olmuş ve ülkenin her tarafında gerek geleneksel gerek daha modern versiyon ve isimlerle medrese usulü eğitim yaygınlaşmıştır. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında dini tartışmalar buradan yetişen kişiler eliyle yaşanacağını düşünüyorum.İlk defa dini eğitim almış bir sınıf oluşmakta bu sınıf aynı zamanda tepkisel bir sınıf.İlahiyat fakültelerine , diğer ilim adamlarına vesaire çekişmeci bir anlayışla yaklaşıyorlar.Şimdilik siyasi sahada etkinlik gözlemlenmezken ileri ki dönemlerde sanki siyasete de ilgi duyacaklarmış gibi düşünüyorum.Bu sahadan öne çıkmış bazı kişilerin de cemaat lideri gibi hareket etmesi sorunları var.

Cemaatler , cemaat tabiri modern bir tabi olup tarikatlardan farklıdır. Cemaat karizmatik bir dini önder vasıtasıyla yayılan ve mensuplarının da o cemaatin şekillendirdiği bir şekilde dini görüş ve yaşama sahip olduğu bir yapılanma. Türkiye’de cemaat denildiğinde giderik daha karmaşıklaşan bir yapı görülmektedir. Bunun en yaygın bilinen örneği nurculuk ve kollarıdır. Ardından kalabalık mensuba sahip tarikatlarda cemaatleşme temayülüne girdiler. Ardından bir takım ilim adamlarının çeşitli fraksiyonlarda da olsa güçleri nispetinde kitle oluşturma gayretleri görülüyor. Bunlar tasavvuf kökenli olabilir veya tamamen karşı görüşte olabilir , reformist olabilir , radikal selefi olabilir. Bir diğer cemaatleşme görüntüsü dindar yardım kuruluşları oluşumlarıdır.Her ne kadar amaç insani yardım da olsa büyümeyle birlikte cemaat görüntüsü oluşmaktadır.Yine eğitim ve sosyal sahada kurumsallaşmış köklü sivil toplum kuruluşları da cemaat görüntüsü vermektedir. Siyasi liderlerden kaynaklı cemaatler de vardır.Milli Görüş mesela geniş desteği kaybetmesiyle giderek cemaat refleksleri vermeye başlamıştır. Kült cemaatler vardır , bunlar daha az mensuba sahip olmakla birlikte marjinal hareketler ve görüşlerde bulunmaktadırlar. Suça bulaşmış , hatta cemaat görünümlü ajanlık ve ihanet şebekesi bile olmuştur maalesef fetö adlı bir yapılanma darbe teşebbüsünde bulunmuştur. Daha az sayıda ve etkinlikte de olsa dini sahadan uzak fakat ezoterik bilgiyi önemseyen ,  kıyametçi yapılanmalar vardır. Cemaatlerin ve cemaatleşme temayülünün en büyük sorunu rekabetçiliktir , büyüme ve güç isteği , kurumsallaşma çabasına girilmesi , bireyin değil cemaatin veya liderinin önemli hale gelmesi , diğer müslüman gruplardan ayrışma anlayışı , popülerlik düşüncesi , içerikten yoksunluk , parasal ilişkiler , siyasi ilişkiler vesaire çok sayıda yapısal sorunlar barındırmaktadırlar. Modern yaşam ve döneme daha kolay uyum sağlayabilme yetenekleri nedeniyle mensup sayısının artması ve etkilerinin güçlü olması avantajlı noktalarıdır. Cemaatler ikinci yüzyılda da tartışmaların içerisinde olacaktır , yeni cemaatler ve yeni liderler göreceğiz , siyasallaşma artışı olduğu gibi tahminim değişik tepkilere sahip oluşumlar olacaktır. Mesela aşı reddi ile başlayan anlayışa giderek dini renk verilmesi ve modern tıbbı reddedenler , eğitimi reddedenler , siyasal katılımı reddedenler , kapitalist yaşama tepki nedeniyle daha zühd halinde yaşanılmasını söyleyen , kimi içe kapanık kimi daha dışa açılan yeni yeni cemaat anlayışları görecek gibiyiz.

Dini anlayışa etki eden aydın , münevver ,İslam alimi , edebiyatçı , fikir adamı gibi kişilerin ikinci yüzyılda etkisi ne olacaktır. 80 sonrası bu kişilerin daha etkili olduğunu düşünüyorum ama cumhuriyetin ikinci yüzyılında bu tarz kişilerine etkisinin ben düşeceği kanaatindeyim. Çünkü bu etki genelde iç dinamiklerden değil küresel veya dış etkiden ve gelişmelerden kaynaklanıyordu.

Bir diğer iç çatışma noktası da Türkiye’de hali vakti yerinde , eğitimli dini konularda hassas , kentli bir sınıfla , Türkiye sekülerlerinin giderek din karşıtlığının artması ve ateist nüfusun artması ile oluşan yine eğitimli , hali vakti yerinde sınıfın çatışması olacaktır.Burada taşra dindarlığı dediğimiz geniş halk kitleleri ne şekilde refleks verebilecekler ilerleyen süreçte belli olacaktır. Bu iki sınıfın talepleri devleti de zor durumda bırakacaktır çünkü bu iki sınıfı yönetmek ve yönlendirmek daha zordur.

Laiklik ve Siyasal İslam ne olacaktır ? Laikliğin giderek çatışmacı laiklikten uzlaşmacı laikliğe evrildiği bir vakıadır.Siyasal İslamcılığın da giderek daha esnek yapısıyla genişlediği bir vakıadır.Zaten bu ikisi arasındaki ilişki tarafların söylem dozajını etkilemektedir.

Tabii konunun çok detayları var ama kısa yazmak mecburiyetindeyiz.Vakıa şudur ki cumhuriyetin ikinci yüzyılında , dine kuruluşundaki bakış açısı artık değişmiştir.Din daha görünürdür , dindarlar belli haklar elde etmişlerdir. İkinci yüzyıl hakların ve din konusunda kendini taraf hissedenlerin ne kadar uyumu ne kadar çatışması ile geçecektir bu göreceğiz ama mutlaka göreceğiz çünkü çünkü din var olmaya , dindarlar var olmaya , Türkiye var olmaya devam ediyor.28.09.2023

 

Mehmet Emin Başalp

 

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir