( Gazzeli binlerce Şehidin Aziz ruhlarını incitmekten hicap duyarak yazıyorum )
7 Ekim tarihinde Hamas’ın İsrail’e sürpriz dünya kamuoyunda saldırı diye geçen ama abluka altında olan yerler için daha doğru bir tabir olacak olan huruç ( çıkış ) hareketi başlatması ile olayların bu hale geleceğini devletler , istihbarat teşkilatları , kamuoyu ve insanlık tahmin etmiş miydi bilmiyorum. Gazze’nin saldırısı meşrudur zira toprakları işgal altındadır ve direniş en onurlu davranıştır.
İsrail gibi güvenlik kaygısının üst düzeyde olduğu bir devletin böyle bir şok yaşaması sonrası zehir zemberek açıklamalar yapmış ve sert karşılık vereceğini açıklamıştı.
O günden bugüne sosyal medya da Gazze de soykırıma dönmüş saldırılara bir çok yorum yaptım ama blogumda bir yazı yazmamıştım çünkü neyin ne olduğu ve olabileceği belirsiz , her yorumun havada kalacağı bir durum vardı.
Gazzeli Filistinliler korkunç bir katliama maruz kalmaya devam ediyorlar , sistematik katliam ve kural tanımaz savaşın yaşattığı acının tarifi yok. Hastanelerden , mülteci kamplarına , ekmek fırınlara , savunmasız sivillere , çocuklara , kadınlara , evlere geri dönülmez şekilde yıkım ve bomba yağıyor. Binlerce insanın öldüğü bu saldırılarda artık insani yardım yetersizliği ve tahrip olan alt yapı nedeniyle açlık , susuzluk ve hastalıktan insanların öldüğü bir safhaya geçildi. Bu süreçte ne devletler ne BM ne İslam Dünyası kimse bu insanlık dışı kural tanımaz soykırım girişimini durdurmaya muvaffak olamadı. Dünyada sivil insanların bu barbarlığı protesto etmesinden başka bir şey olmadı.Dünyanın çeşitli yerlerinden hangi din , ırk ve mezhepten olursa olsun insanlar dünya siyasi sistemini sorgular oldu.Duygusal anlamda bir yazı yazmaya kelimelerin kifayetsiz kaldığını düşünüyorum.Çektiğimiz ıztırap tarifsiz , insanlık adına yaşanan trajedi bir tarafta ayrıca dindaşlarımıza reva görülen bu alçakça saldırıları bertaraf edememenin verdiği mahcubiyet ve zul hali ise kahredici.Manevi anlamda vebalimiz olduğu ve günahkar olduğumuz düşüncesi içimizi kemirmektedir. Fakat bu yazıyı olabildiğince soğukkanlı yazmak zorundayım.
Bu huruç hareketinin neden başlatıldığı hususu tam anlamıyla açıklığa kavuşmamıştır. Başlarda İran tarafından desteklendiği iddiasına ben prim vermemiştim çünkü İran’ın bu denli başarılı bir operasyon yapması mümkün değildi , ilerleyen süreçte de İran alakasının olmadığını defaatle ilan ettiği gibi , fiili sessizlik içinde kalmaya da son derece özen gösteriyor.
Hamas’ın başka bir Arap veya Müslüman ülke tarafından da teşvik edilmiş olabileceğine yönelikte bir emare yok.
Bir kısım iddia ise dünyada yaşanan bir güç savaşı ve ticaret yolu planlamaları kaynaklı bir patlama noktası olduğu iddiasıdır fakat onun da bazı tutarsız tarafları var.
Bir diğer iddia ise Suudi Arabistan – İsrail yakınlaşmasının engellenmesi olduğu görülüyor ama onda da Hamas’ın ne gibi bir kazancı olacağı iddiası tam anlamıyla izah edilemiyor.
Netice de dünya kamuoyu ve şahsi düşüncem Gazzelilerin yıllardır süren tecrit ve baskıya karşı yeni bir güçlü huruç hareketi yapması olarak görüyoruz. Şiddetli bir karşılık geleceğini öngörmüş olmalılar ama bu direnişin bir dirilişe vesile olması gerektiğini ölçüp tartmış olmalılar.
İsrail saldırılarının başlaması ile savaşın bölgede yayılabileceği iddiaları da konuşuldu ve konuşulmaya devam ediyor. Böyle bir ihtimal var fakat ne şekilde ilerler ve nereye ulaşır bilemiyorum. Çünkü İsrail’in kuzeyinde istikrarsız ve büyük iç trajediler yaşayan Lübnan ve Suriye gibi iki devlet var. Bir diğer iç savaş noktası ise Kızıldeniz gemi saldırıları ile de adını duyuran Husiler ve Yemen’de Gazze’den beter trajediler ve iç savaş yanmıştı. Kızıldeniz’in doğusunda ise Sudan kanlı bir iç savaşa sürüklenmiş ,Somali’de de artan bir gerilim dikkati çekmektedir. Bölgede ki çatışmaların hepsinin uluslarası uzantıları bulunmaktadır. Bölge ülkelerinden , Avrupa’ya , Amerika’ya , Rusya’ya kadar bir çok ülke denklemin içerisindedir.
Şimdi bazı geriye gidişler yapalım ;
1956 Süveyş Kanalı Krizi
İsrail’in kuruluşu ve 48 Arap İsrail Savaşı’nı değerlendirmeyeceğim çünkü bu İngiltere’nin Ortadoğu’da Osmanlı’yı parçalama , Sykes –Picot Antlaşması , Balfour Deklarasyonu , İngiliz Manda yönetimleri gibi İngiliz politikalarının sonucuydu.
Fakat 1956’da Mısır’da darbe ile iktidara gelen Nasır , Sovyetler desteği ile Süveyş Kanalı’nı millileştirmişti. Bu girişime karşı İngiltere ve Fransa ‘nın başını çektiği ve daha yeni kurulmuş İsrail ile gizlice anlaşıp Mısır’a saldırı başlatmışlardı. Bu saldırıya karşı o dönem ABD ve Sovyetler sert bir tepki vermiş olup detayları malum bundan sonra artık İngiltere’nin ne bölgede ne başka yerde Abd desteği olmadan operasyon yapma gücü sona ermişti. Yani ABD artık Ortadoğu da kendisi harici Avrupa devletlerinin askeri operasyon yapmasına bir daha izin vermedi.
Bugün de bu durum böyledir , Abd harici hiçbir Avrupa Devleti , Ortadoğu bölgesinde tek başına askeri bir girişimde bulunamaz , bulunamadı.
Ama bir devlet hala bulunmaya devam ediyor : İsrail , daha sonra Altı gün Savaşı’na da dahil olup Sina yarımadasını işgal edecektir.ben çok bilmiyordum bu konuyu ama Mısır’da Sina yarımadasında tam bir egemenlik hakkına sahip değilmiş.
Ortadoğu ve Sovyetler
Soğuk Savaş’ın iki tarafından biri olan Sovyetler ise Ortadoğu’da ne yapmıştı ? İşin gerçeği Arap coğrafyası açısından doğrudan müdahil olduğu bir savaş ve çatışma yoktur , genel itibariyle bölgede ki sosyalist rejimleri desteklemiştir. Ortadoğunun en büyük talihsizliği de bu sosyalist baskıcı rejimlerdir. Çünkü genel itibariyle bugün ki istikrarsızlık ve iç çatışmanın olduğu ülkeler bu ülkelerdir.
Irak , Suriye , Mısır , FKÖ , Yemen , Libya , Lübnan
Tabii bu ülkelerde ki istikrarsızlık ve çatışmanın içinde neredeyse doğrudan müdahil bir ülke daha ortaya çıkıyor : İsrail
Sovyetler , Arap coğrafyası değil ama ortadoğuya dahil edilen başka bir ülke olan Afganisatan’ı 1978’de işgale kalkıştı.İşte bu savaş çok acayip şeyleri tetikledi ve Abd ve Sovyetler , Afganistan’da işin içine cihattan , milliyetçiliğe , terörden , el kaidesi’ne , Taliban’ına , Nato’ya vs uzanan , iç çatışmaların da bitmediği karmakarışık bir savaşa tutuştular.Hala bugün de etkileri devam etmektedir.
2001 Irak İşgali – Büyük Ortadoğu Projesi –Arap Baharı
11 Eylül saldırılarından sonra Abd terörizmle mücadele adı altında Afganistan operasyonları başlattı ve ardından Irak’ı işgal etti. Afganistan hikayesine değinmeyeceğim , Irak’ta Saddam Hüseyin liderliğinde baskıcı bir rejim vardı fakat bu rejim 1991 Körfez savaşından sonra ( bu savaşın özelliği Arap devletlerinin de Abd safında Irak’a karşı savaşmalarıdır ) gitgide ekonomik ve askeri anlamda zayıflamış haldeydi. Irak’ın ne kimseyi tehdit edecek hali kalmıştı ne de gücü , Saddam’ın eski hayallerinin bazı berbat tiyatrolarının kamuoyuna sürüldüğü bir haldeydi. Fakat Abd Ortadoğu coğrafyasında bir kelle istiyordu ve Irak artık hedefti. Kitle imha silahları olduğu yönünde yalan bir iddia ile sözde kamuoyu da susturuldu. Zaten Saddam’ı savunan da ne dışarıda ne içerde kimse yoktu. Nitekim işgal girişimi çok uzun sürmedi , iç direnişte olmayınca Abd , Irak’a demokrasi ! getirdi ve sonrasında olan oldu , Irak iç çatışma ve terör hadiseleri ile kaosa sürüklendi.
Abd , bugün bakıldığında Irak işgali ile bir şey kazanmış mıdır ? Göründüğü kadarıyla kazanmış olduğu somut bir kazanım ve müttefikte yoktur sadece İran nüfuz bölgesi , Şiiler üzerinden genişlemiş oldu.Nitekim bunu eski İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’da ifade etmiştir.
O günlerde İngiltere hariç diğer Avrupa ülkelerinin Irak işgalini desteklemediği ifade ediliyordu ve netice de İsrail’de Irak işgali zamanında Abd’yi söylem olarak destekle de askeri bir destek içerisinde değildi. Zaten Müslüman kamuoyunda bu işgalin İsrail güvenliği için yapıldığı tezine karşı birde İsrail’in Abd yanında saf tutması beklenemezdi.
İşgalden sonra Abd Başkanı Bush , Büyük Ortadoğu Projesi adıyla , Ortadoğu ülkelerine demokrasi götürmek ve terörden arındırma maksatlı sözler söylemeye başladı.Ardından İran –Suriye gibi ülkeleri teröre destek vermekle itham etti. Büyük Ortadoğu Pojesi’nin ise Ortadoğu ülkelerinin sınırlarının yeniden değişeceği bir süreç olduğu antitezi de bu arada konuşulmaya başlandı.
Irak işgali sonrası stabil giden coğrafya da birden 2010 yılında bir çok Arap ülkesinde hükümet karşıtı protestolar başladı. Bir çok ülkede siyasi istikrarsızlık ve çatışmaya dönse de bunu toparlayamayan üç ülke oldu , Yemen , Libya ve Suriye
Suriye İç Savaşı
Yemen olaylarında İran –Suudi Arabistan , Suriye olaylarında Türkiye –İran – Rusya , Libya olaylarında Abd , Fransa , Rusya gibi ülkelerin doğrudan müdahil olduğu bir takım çatışmalar çıktı.
Arap Baharı’nın , Abd çıkarlarına hizmet ettiği iddiasına bakılırsa daha da istikrarsızlaşan ve kanlı iç çatışmalara sürüklenen bölgede şahsi kanaatim Abd nüfuzunun azaldığı yönünde , Abd bu çatışmalara doğrudan müdahil olmak yerine bölgeden desteklediği terör örgütleri ve milislerle taraf olmaya devam ediyor. Olaylar da öyle karmaşık hale gelmiş durumdadır ki , küçük çaplı askeri müdahale ile de çözülmesi gitgide imkansız haldedir.Yani bu kaosu büyük bir askeri operasyonla baka bir ülkeler hizaya sokabilir mi ? Buna yeltenen herhangi bir ülke yoktur.
Suriye’de rejimin gitmesi istenmiyor , rejim durdukça muhaliflerin ve sığınmacıların ülkeye dönmesi mümkün değil , Rusya ve İran nüfuzu ile çekişme olduğu gibi Abd destekli Ypg nedeniyle Türkiye –Abd ilişkileri gergin , Türkiye en uzun sınırında büyük bir güvensizlik yaşıyor , 4 milyon Suriyeli sığınmacı Türkiye’de yaşıyor. Suriye’nin kaotik bir durumu var.Sureye’de uzun süren bir ateşkes yaşansa bile Suriye İç Savaşı’nın sorunlarının çözümü , ülkenin yeniden imarı , siyasal geleceğinin belirsizliği yakın vadede çözülebilecek sorunlar değil.
Yemen İç Savaşı
Aynı durum Yemen’de yaşanıyor , iç çatışma nedeniyle iç göç yaşanmış , ekonomi iflas etmiş , mezhep çatışması had safhada , Suudi operasyonu başarısız olmuş ,İran nüfuzunda Husiler adlı bir örgütün kontrolsüz faaliyetleri var. Ülke fiilen bir bölünme yaşamış durumda , buradaki gerginliğin de barışçıl bir şekilde çözümü mümkün görünmüyor.Çünkü araya kan girmiş toplumlarda yeniden bir arada yaşama becerisi zor sağlanabilen bir hadisedir ve böyle karmakarışık bir coğrafyada bu çok daha zordur.
Libya İç Savaşı
Libya gibi müreffeh bir ülke de Kaddafi ve sonrası iç savaş ıileekonomik zorluğa girmiş , çeşitli ülkelerin desteklediği güçler nedeniyle siyasal birlik bulunmamaktadır.
Bu üç ülkede de Abd , doğrudan askeri müdahale seçeneğinden uzak kalmaktadır acaba kaosun devam etmesini mi istemektedir ? yoksa askeri müdahale de güçlük yaşayacağı için uzak mı durmaktadır.
Ukrayna Savaşı
Ortadoğu haricinde bu sefer Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmeye kalkışması yeni bir savaş doğurmuştur bu sefer savaş Avrupa’ya sıçramıştır. Avrupa ve Abd , Ukrayna’nın koşulsuz yanında olsa da yine ne bir Avrupa ülkesi ne Nato ne Abd doğrudan çatışmanın tarafı değildir.
Hamas –İsrail Savaşı
Tüm bu çatışma geçmişinden sonra yeniden Hamas –İsrail Savaşı’na gelelim ve vaziyete bakalım.
Hiçbir ülke yine askeri açıdan çatışmanın tarafı olmamaktadır.
Acaba bu çatışmalar hali hazırda Filistin Devleti diye bir devlet fiilen sınırları belli ve bağımsız olmadığı için ve İsrail işgali altında bulunduğu da düşünüldüğünde bu savaşa İsrail İç Savaşı denebilir mi ?
İsrail çatışmaları sonlandırabilecek güce ve iradeye sahip midir ?
Gazze tahliye mi edilecektir ? yoksa Filistin Devleti mi kurulacaktır ?
Sonuç
Şahsi kanaatim İsrail’in kurulduğundan beri kontrol ve dengede tuttuğu ki bu bazen askeri üstünlükle de takviye edilmiş ezici ve insanlık dışı uygulamalarına dayanan durumu bozulmuş , güvenlik kaygısına düşmüş ve artık üzerinden 5 ay geçmiş bir çatışmayı dahi nihayete erdirememiş bir ülke konumuna düşmüştür. İsrail’in sınırları güvensizdir.
Gazze’de geçici ateşkesler , kalıcı ateşkesler de yapılsa da çatışma tehdidi artık ne kadar süreceği belirsiz bir gerilime evrilmiştir.
İsrailliler de artık kendini savaştan uzak güvenli bir ülke anlayışından iç savaş yaşamış ülke psikolojisine doğru gideceklerdir.İsrail de gitgide radikalleşecek ve her olayda eline silahı daha fazla alacaktır.Bu daha fazla kan , göz yaşı ve ölüm getirecektir.
Gazze büyük bir yıkım ve soykırım yaşasa da Sina Çölüne tehcir gibi projelerin uygulanıp uygulanmayacağı pek dillendirilmiyor. Bu bir proje olarak mı gerçekleşecek yoksa bir ateşkes sonrası insanların doğal bir yönelimi ile mi gerçekleşecek bilinmez.Gazze’nin tahrip olmuş alt ve üst yapısı ile savaş öncesi mevcut durumunu devam ettirebilme kapasitesi çok zorlaşmıştır. Gazze halkı barınmaya , sağlığa , gıdaya , suya muhtaç hale gelmiştir. Açık hava hapishanesinden adeta toplama kampına dönüştürülmüş bir Gazze vardır.
İsrail yanına başka bir devleti askeri anlamda da çekecek güce sahip midir ?.Zaten bu olsa olsa Abd olur ama Abd’nin bölgeye Filistinlileri bombalama şeklinde geleceğinin şimdilik bir emaresi yoktur , görünürde tarafları uzlaştırma maksadıyla olaya doğrudan müdahil olabilir. Zaten kibirli ve barbar israil de ben acizmiyim ki ( acizdir ) Abd askeri desteğine muhtaç olayım diyebilir. İsrail bu savaştan sonra yeni askeri teknolojiler ve silah alımı gibi girişimlerde bulunacağı açıktır bunu ne kadar yapacak göreceğiz. Kimler ne satacak ne destek verecek bunu zaman gösterecek.
Gazze’ye bir Arap Barış gücü konuşlanabilir mi ? Bu konuda medyada yazılıp çizilmektedir.Bunu İsrail kabul eder mi ? Şahsi kanaatim karşısında Hamas dururken yerine çok uluslu bir gücün İsrail’in yanına gelmesini kabul etsin veya denildiği gibi silahtan arındırılmış bir Gazze projesi mümkün mü ? çok mümkün gözükmemektedir. Bu durumda Gazze’nin kurtuluşu falan değil Abd güdümünde kukla bir Filistin devletidir.
Filistin’in sadece Gazze bölgesinden Mısır ile sınırı bulunmakta olup bölgenin diğer güçlü ülkeleriyle sınırı bulunmamaktadır.Suudi Arabistan’ın şuan mevcut İsrail ile sınır komşuluğunun olmamasının ne gibi etkileri var.
İsrail ile Suudi Arabistan arasında tampon bir devlet var , Ürdün. Ürdün bölgede istikrara nispeten sahip bir ülke ama butik bir ülke olarak , siyasi , askeri ve ekonomik bir gücü yok , nitekim Batı Şeria bölgesine dair de artık yakın geçmişte olan gücü de yok. Ürdün artık denklemde ki bir ülke değil , Ürdün Suudi Arabistan gibi güçlü bir ekonomisi olan komşusu ve tabi hanedanlarının geçmiş çatışmalarından kaynaklı olarak Suudi Arabistan’dan endişe duyduğunu düşünüyorum. Ürdün geleneksel İngiltere nüfuz bölgesinde kalmakta olup Ürdün’ün Katar’dan başka siyasi ilişki geliştirebileceği bir Arap ülkesi kalmamaktadır.
Ürdün tabii Batı Şeria bölgesinde gücü zayıflasa da hukuki bir aktörken acaba bölgesel savaşın kurbanı Ürdün olabilir mi ? Ürdün’ü izlemek lazım Ürdün’ün geleceği bazı riskler barındırıyor. İsrail ile Suudi Arabistan komşu mu olacak yoksa bu tampon devlet durmaya devam edecek mi ?
Ortadoğu’nun 4 güçlü ülkesi Türkiye ,İran , Suudi Arabistan ve Mısır ne yapmaktadır ? gelecekte ne yapacaklardır ? Pozisyonları uyumlumudur ?
Yine şahsi kanaatim , Mısır her ne kadar Refah sınır kapısı açısından eleştirilse de çok yanlış bir yerde durmamaktadır. Ateşkes görüşmelerinde taraftır. Mısır’ın istikrarı tabii önemlidir , Mısır mevzusu ,Gazzelilerin Sina çölüne sürülmesi gibi projeler ile ortaya çıkacak durumdadır ,Mısır’ın buna akrşı direnmesi çok önemli.
Türkiye’nin ise ekonomik ve Suriye üzerinden tehditler olabileceği ve istikrarsızlık yaşayabileceği nedeniyle iç kaygısının yüksek olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle çatışmalar konusunda diğer bölge ülkelerinden de çok farklı bir pozisyonda yer alamadı.
İran ise bölgede ki destekli uzantılarına nokta atışı yapılan saldırılarla ansızın şok edici bazı saldırılara uğrayabileceği endişesi içerisindedir.
Suudi Arabistan ise İsrail ile yakınlaşma iddiaları içerisindeyken resmi açıdan makul açıklamalar yapmaktadır.
Fakat bu dört ülkenin de Gazze’ye yönelik saldırıların engellenmesi noktasında dünyada baskı kurabilecek bir mekanizmaya ve güce sahip olmadığı da ortaya çıkmıştır.
Bölge ülkelerinden diplomatik açıdan en aktifi ise Katar’dır.
Abd olmadan yine hiçbir Avrupa ülkesinin siyasi ve askeri bir risk almasının da mümkün olmadığı yine görülmüştür.
Dünyanın diğer bölgelerinden de başka bir ülkenin yine askeri ve diplomatik düzeyde bu sorunun çözümü noktasında taraf olma gücü de pek yoktur. Hint kıtası Müslümanlarının veya Uzak Doğu Müslümanlarının İsrail ile ilişkileri olmasa da o ülkelerin İsrail’i tehdit edebilecek siyasi ve askeri güçleri yoktur bu denklemin içinde değillerdir.
Gazze ve Filistin’de çatışmaların bıçak gibi kesileceğini , Gazze’nin imar edilip her şeyin eskisi gibi olacağını yakın vade de olacağını sanmıyorum. Abd bu süreçte savaşın yayılmasını önleme maksatlı baskı oluşturacağını fakat başka bir noktadan yeni bir çatışma noktasının da çıkacağını düşünüyorum. Ürdün’de bir şeyler olabilir mi ? Ortadoğu mu olur başka yer mi olur bilemem.
Velhasıl olayların gidişini 1956’dan beri olduğu gibi Abd politikalarının seyri belirleyecek işte bu düzen kırılabilirse ancak Ortadoğu da köklü değişimler olabilir. Abd hala Ortadoğu’dan çekilmiş yahut askeri ekonomik gücü bitmiş bir ülke değildir , belki ekonomik anlamda bazı rakipleriyle çekişmeler yaşasa da hala askeri güç anlamında belirleyicidir. O olmadan ne başka ülkeler ortak bir askeri girişimde bulunabiliyor ne de Abd ile büyük güç denilebilecek bir ülke askeri anlamda çatışıyor. Yani Abd , Ortadoğu’dan atılamıyor.
Bu yazıyı Abd büyük güçtür , süper güçtür reklamı yapmak için yazmadım tabii , olayların seyri ve realitenin bunu gösterdiğini , Abd’nin aktif veya pasif durduğu pozisyonların bölgede ki denklemleri etkilediğini , gücünün her şeye yetemediği veya çözemediğini ama silahların çalıştığı bir yerde ancak Abd’nin izlenmesi gerektiğini düşünüyorum.
David Fromkin’in meşhur kitabı “Barış Son Veren Barış “ Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması ve modern Ortadoğu devletlerinin kuruluşunu anlatıyor tabii bu daha sonra İsrail’in kuruluşu ve Süveyş krizinden sonra Kissenger’in tasarladığı denilen ortadoğuya döndü.Kissenger’in Sovyetleri’i ortadoğudan uzak tutmak ve İsrail’i dengede tuttuğu politik tasarımın artık çöktüğü de öne sürülüyor , Sovyetler zaten çöktü fakat bu politik tasarım da farklılaşan kontrolden çıkan İsrail’de bu Kissenger barışını bozduğu yönünde.Gerçi geleneksel Abd politikasının , Irak işgalinden itibaren bozulduğu tezleri de var.Abd bölgede o işgalden beri diplomatik çözüm de sunamıyor , oysa 2000 yılında Clinton , Filistin – İsrail nihai barışı için çözüm süreci içerisindeydi fakat gerçekleşmedi.Ardından Filistin’de ikinci intifada başladı , bu intifada Fikri’nin Arafat’ın planı olduğu öne sürülüyor.Fakat 2004’te bu sefer Arafat şüpheli şekilde öldü ve ardından Batı Şeria bölgesi daha fazla İsrail kontrolüne girdi.FKÖ o eski direniş gücünü artık kaybetti , başında yaşlı Abbas ile Abd Dış İşleri Bakanı’na “ buradan ev al “ tahttan indirilip sürgün edilmiş hükümdarlara has bir tören sultanına dönüşmüş durumda.
İkinci intifadanın Filistin’e bir faydası olmadığı görülüyor eğer Gazze saldırısı’da Hamas’ın bitirildiği , Gazzelilerin tehcir edildiği bir sonuca çıkarsa ki bu tarihin akışı içerisinde nasıl bir konumda olabileceğini gösterir. Savaşa yaklaşmakta , barışa yaklaşmakta riskler barındırır. Bir üçüncü yol ise statükoyu korumaktır. Statükoyu korumanın en büyük zorluğu süreç içerisinde ki manevi baskıdır. Oysa savaş daha büyük sıkıntıya rağmen gerilen zembereğin boşalması ile manevi rahatlama sağlar.
Filistin statükosunun korunması işi bitmiştir. Artık korunacak bir statüko kalmamıştır.
Yeni bir Filistin denklemi kurulacak , bütün bu sessizlik esasında onun ayak sesleri daha büyük bir savaş mı getirecek yoksa uzlaşı mı ? Geçmiş yaklaşımlara dayalı her şeyin miadı dolmuş durumda.
Yeni Filistin , askerden arındırılmış bir Filistin ve artık Abd kontrolünden iyice çıkmış İsrail ise vay halimize , İsrail gözünü Akdeniz sahillerine diker.
O zaman güçlü bir şekilde haykıralım “ Diren Gazze “ 12.02.2024
Mehmet Emin Başalp