KRİTİK VE ANALİTİK DÜŞÜNMEDEN , NE ANLADIM

KRİTİK  VE ANALİTİK DÜŞÜNMEDEN NE ANLADIM

Kritik ve analitik düşünme yani eleştirel ve analizci bir düşünme yöntemi kişinin kendine , etrafa , geçmişe , geleceğe ve olaylara bakışında son derece önemli ve gereklidir bu konuda bir şüphe olduğunu düşünmüyorum. Evet insan düşünen bir varlık fakat düşünmesi , düşünme faaliyeti sonunda doğru çıkarımlara ulaşacağı anlamına gelmez.Düşünme faaliyetini en doğru şekilde yönlendirebilecek bir takım usul ve esaslara ihtiyacı vardır.Kritik ve analitik düşünmede bu düşünce sistemlerinin başlıcalarındandır.

Kritik ve analitik düşünmenin toplumda yaygınlaştırılması amaçlandığından epey bir zaman öncesinde de duyduğumu bu kavrama dair  okuduklarım oldu belki bu konuda birkaç seminer ve atölye çalışmasına da katıldım , sosyal medyadan vesaire takip ettim bir anlamda görüp gözettiklerimden ne anlamışım diye fikrimi beyan etmeye karar verdim pek tabiî ki bu yazımda bir kritiğe tabi tutulursa herhalde daha iyi anlaşılır veya anlarım diye düşünüyorum.

Kritik ve analitik düşünmeyi bir hayat felsefesi , temel bir çalışma alanı haline getiren kişi veya kişilerin en başta şahsi olarak beklentim tutarlılık olacaktır.  Zira kritik ve analitik düşünme yetisi , becerisi kazanmak bir tür meslek edinmek veya ders , seminer anlatımı gibi mekan ve zaman sınırlaması içeren bir uğraş değildir kanaatimce. Yani kritik ve analitik düşünme becerisine sahip kişi onu başta düşüncesine , hayatına , işine , diline , üslubuna yansıtmış olmalıdır. Daha iyi bir örnek olması bakımından sık rastlanan bir sorun vardır meslek olarak sporculuk , görürsünüz çoğu zaman  futbolculuk döneminde iyi bir sporcu olan, beslenmesine , sağlığına dikkat eden , kötü alışkanlıklardan uzak duran bir futbolcu   profosyonel sporculuğu bittiğinde çoğu zaman tam tersi bir yaşama sahip olabilmektedir. Bu esasında onun spor yapmadığını göstermektedir. İşte düşünmede  bir mekanda ve zamanda sınırlı olmayıp hayata aksetmelidir. Misal kritik ve analitik düşünme  konusunda  konuşurken kritik ve analitik düşünme metotları doğrultusunda beyanda bulunurken konu değişince o kritik ve analitik düşünmeye göre benim şahsi düşünceme göre ise şöyledir böyledir şeklinde günlük düşüncesini ifade eden kişiler kritik ve analitik düşünmeyi  bir ilgi alanı gibi gördüğü sonucu ortaya çıkar. Kritik ve analitik düşünmenin yaygınlaşamamasının en önemli sebebini ben bu olarak görüyorum , kritik analitik düşünmeyi hedef alan kişi başta bunu kabullenmeli ve tutarlı şekilde devam ettirmelidir.  Daha da açık ifade etmem gerekirse kritik ve analitik düşünme becerisine sahip kişinin hayatta tezat düşünceler ve davranışlar içerisinde olmaması gerekir , düşünce ve davranışlarında uyumu korumalıdır. Maalesef en fazla karşılaştığım husus kritik ve analitik düşünmenin çoğu kişi tarafından  salon ve seminer ortamlarına hapsedilip hayata aksetmediği , kritik ve analitik düşünmeyi anlatanların zaman zaman  herhangi bir fikir ve ideoloji tanıtıyormuşcasına kendilerini üçüncü kişi pozisyonuna koymalarıdır.  Oysa fikir beyan edilmeden üzerine sıkça düşünülmeli , zihinde şekillenmeli ve öyle söze çevrilmelidir.Kritik ve analitik düşünmeye ait birkaç yöntemi her olayda her kapıyı açan anahtar misali gibi kullanılması belli zaman sonra düşünme yetisini kısıtlar. Kritik ve analitik düşünen kişi analitik düzlemin genişliği gibi düşünce ve yöntemleri her daim genişletmelidir ki daha iyi görsün ve anlayabilsin. Özetlemem gerekirse kritik ve analitik düşünmeye odaklanmış kişi hem düşünebilmek hem de insanları bu düşünceyi ifade ediyorsa önce kabullenecek , tutarlı olacak , düşüncesini ve yöntemlerini genişletecek.

Kritik ve analitik düşünme olayların gerisinde olanı görebilme , manipülasyon ve yanıltmalara kapılmama , gelişmeleri anlamlandırabilme , doğru kıyaslar yapabilme , farkındalığını ve toplumun farkındalığını artırabilme , gündelik , anlık değişebilen popüler söylemlere kapılmadan olayları zihni bir muhakeme ve doğru yöntemlerle değerlendirebilmektir. Bu hususun ise geniş bir çalışma alanı oluşturduğu hususu tartışmasızdır. Esasında kritik ve analitik düşünmenin zevkli kısmını da burası oluşturmaktadır. Anlamlandırabildikçe ilgisi artacak ve daha fazla bu konuda düşüncesini temellendirebilecektir. Fakat yukarıda da belirttiğimiz üzere kişinin adeta analitik bir düzlemde düşüncesi ve yöntemlerini genişletmesi gibi kişinin daha fazladan donanımları da olmalıdır. Kişinin geniş bir bilgi ( malumat anlamında ) ve kültür derinliğine sahip olması da gerekir. Geniş bir bilgi hazinesi olmasını şu açıdan önemserim , dar bir bilgi birikimi ve araştırma geçmişi kişinin basit değerlendirmelerde bulunmasına yol açar. Bunu nasıl daha iyi izah edebiliriz kritik ve analitik düşünme yöntemlerinden biri sorgulamadır fakat iyi bir sorgulama yapmak için sorgulanan hususu da bilmek gerekebilir. Yoksa oldukça tezat sonuçlar çıkar , kitleler böyle davranır , şöyle davranır tamam bir takım usuller vardır ama bu yöntemleri kullanırken o kitleyi de iyice bir bilmek gerekir usuller ile vakıalar arası uyumu kişi ancak böyle sağlayabilir. İnsanların malumatfuruş olması da bir ideal değildir fakat gerçek bilgi ve rivayet ile nasihat temelli uydurulmuş metinlerin dahi farkına varamayan bir kişinin bilgi , malumat seviyesi sorgulanabilir.Sosyal olmayan , kapanık bir ortam ve düşüncede yaşayan kişilerin  sosyal olaylara bakışı bazen karikatürize olur.  Ayrıca kültür hadisesi de son derece önemli olup kültür derinliği olmayan bir kişinin başta toplum üzerine yaptığı analizlerde hatalı çıkarımlar yapabileceğini düşünürüm. Burada kültürden kastım  o ülkenin en nihayetinde müzik kültürünü , gündelik kültürünü , kavga kültürünü , aile kültürünü , düğün kültürünü ve hatta argo kültürü gibi çok değişik alanlarda az buçuk bilgisi olması gerektiğidir. Aksi halde biraz soyut düzlem de , kopuk analizler ortaya çıkar. Bu hususun bir yansıması olarak kritik ve analitik düşünme hususunda ortaya çıkan çıkarımlarda sertlik ve köşelilik , toplumun anlayacağı bir dili tutturamama veya kendini ifade edememe , kontrollü bir dil kullanma endişesi nedeniyle tutukluk , can alıcı noktaları belirtmekten ziyade yüzeysel bir sıradanlık kendini gösterir.Çünkü düşünce kendini ya sözle ya yazıyla ifade edilir.Bilgi birikimi , geniş kültür derinliği , sosyallikten kaynaklı pratiklik düşünceyi iyi ifade etmeye , dar malumat , kültürsüzlük , asosyallik ise donuk ifadelere sebebiyet verir düşüncesini ifade edemez veya karikatürize olur , yanlış anlaşılır.

Bu hataya sinema ve edebiyat eleştirmenleri de sıklıkla düşer , popüler filmler ve sanat filmleri ayrımından bahsediyorum.  Evet gerçekten çok iyi düşündüren sanat filmleri vardır belki bir defa izlenildiğinde anlaşılmayan ,  sıkıcı geçen ama bir sahnesiyle insanları kendine çekebilen ama saçma , absürt sanat filmleride vardır , gerçekten saçma bir filme sırf sanat filmlerine özgü bir dil ve yöntem kullandı diye  sanat filmi itiabrı gösterilemez. Aynen kritik ve analitik düşünmede de söz ve yöntemlerin kritik ve analitik düşünmeyi andırıyor olması  onun kritik ve analitik düşünme üretimi bir fikir olduğunu ortaya çıkarmaz. Popüler bir filmde kritik ve analitik düşünmeye has yöntemlerle düşündürebilir onlarda sırf popüler öğeler barındırıyor diye aşağılanmayı hak etmez. Kritik ve analitik düşünme üzerine görüş beyan edenlerle en fazla anlaşamadığım nokta bu olmuştur kritik ve analitik düşünmeyi belirli kalıp içinde , saksıda yetiştirmeye çalışmak diğer tüm fikir ve yöntemleri popülerlikle ithama gider. Oysa popüler öğeler bulundurması onun kritik ve analitik düşünmeden uzak olduğu anlamına gelmez.  Sadece bazı metinler ve kalıplar doğrultusunda soğuk ve soyut düzlemden ziyade canlı , gerçekleşmiş hadiselerden kritik ve analitik düşünmenin kendine temel bulmasını daha doğru olduğunu düşünürüm.

Kritik ve analitik düşünmede tedbirlilik ve şüphe herhalde önemli bir kıstastır. Fakat  bunların aşırısından kaynaklı komploculuk , gizemlilik ve aşırı güven gibi hadiselerde kişiyi yanlış oldukça yanlış yönlendirir.  Esasında bunun çözümü şudur kişinin fikrinde inatçı olmaması , kendini de eleştirebilmesi , kendini de alaya alması ( burada kastım kişin kendini de basit görüp fikri eğer geçerli değilse yanılmışım diyebilme erdemini göstermesi ) ve fanatikleşmemesidir. Kritik ve analitik düşünmede aşırı güven nasıl olur derseniz şüphesine aşırı güvendir bunun sonucu şüphelerini doğru olarak kabullenmeye gider. Oysa gerçek hayatta böyle bir şey olmaz. Bu konu esasında aşırı güvensizlik diye tarif edilir oysa ben bilerek aşırı güven diye nitelendirdim. Zira diğeri zaten sağlıklı bir düşünce ürünü değildir bir tür akıl rahatsızlığıdır. Orijinal bir tarif olduğunu düşünüyorum kritik ve analitik düşünenler ne der bilmiyorum. Komploculuğun ise sonu yoktur hayatta bir araya gelmemiş hatta aynı dönemde yaşamamış kişileri bile bir biriyle yedi yimidört istişare eden ve plan yapan kişiler haline getirebilirsiniz.Gizemlilik veya ketumlukta diyebiliriz buna kritik ve analitik düşünmede  “ lafın tamamı deliye /ahmağa söylenir “ şeklinde bir argüman geliştiriliyor.Buradan ben ne kastedildiğini anlıyorum , kastedilen oldukça açık bir konuyu anlamamanın ahmaklık olduğu  ,  sezme kapasitesinin eksikliğini  ve uzun izahlara ne gerek olduğu hususudur.Bu belli alanlarda geçerli olmakla beraber izaha muhtaç alanlarda sözü farklı anlama gelmeyecek şekilde izah kanaatimce nebevi bir usuldür.İmaya dayalı , mecaza dayalı , ketumluğa ve gizemliliğe dayalı bir üslup meseleyi izah etmeyerek nereye çekerseniz çekin demek gibi bir anlama gelir. Şöyle bir örnek verebiliriz Hz.Peygamber diyelim emanetle , görevle ilgili bir konuda en detaya girip sarih şekilde izah ediyor fakat veda haccında din tamama ermiştir ayeti celilesini söyleyince Hz.Ebubekir ağlamaya başlıyor ve peygamberlik görevinin tamamlandığını ve peygamber efendimizin vefatının yaklaştığını anlıyor.  İnsanların net şekilde anlaması gereken hususları açıkça izah kritik ve analitik düşünmenin bir amacı ve usulü olmalıdır. Sezerek anlaşılması gereken hususlar ise üslubunca ifade edilir. Ülkeye yaklaşmakta olan bir savaş var diyelim tutup bizi öldürecekler demek izah değildir bu ancak ahmak içindir pek tabiî ki bir sava varsa ölüm olacaktır. Konudan bağımsız olarak  her olay ,  mesele ve düşünce  izah edilir , izah edilemeyen hususlar belki dünyada gayba dair hususlardır. Burada şu yanlışa da düşülüyor izah uzun ve detaylı anlatım demek değildir izah , beliğ ve sarih ( açık ) bir anlatımdır.Meseleyi açmadan kapalı bir şekilde anlatım kritik analitik düşünen böyle düşünür biz o kadar derin anladık ki sizde zaten anladınız diyip kimin ne anladığının belirsiz bir hale gelmesi ile düşünme faaliyetini karmaşıklaştırma ve çetrefilleştirme kritik ve analitik düşünmeyi benimseyen kişilerin uzak durması gereken bir yöntemdir.

Şimdi birde bunun zıddına geçelim efendim yukarıda sözün tamamı deliye denilir gibi bir anlayış yanında  sunum ve anlatımda da mesaj göze sokulmaktadır. Bir karikatür efendim ilk resim bütün kayıkçılar nizami kürek çekiyor , ikinci resim birisi kürek çekiyor diğerleri oturuyor , evet ekip çalışması böyle olur gibi bir örnek tabii güzel bir hususa değiniliyor ama yine sinema örneğini vereceğim basit ve kalitesiz filmlerde mesaj nasıl göze sokulursa aynı o şekil göze sokulmaktadır  ekip çalışması herhalde daha etkili ve zeka pırıltısı olan bir anlatımla anlatılabilir. Kritik ve analitik düşünme sunum , atölye çalışması ve seminerlerinde basit bir dilin kullanıldığını düşünüyorum. Burada her şey detaylıca anlatılmaz , başlangıç ve farkındalık için kısa bir tanıtımdır ama oldukça basit karikatürler ve şunu yap bunu yapma gibi sunum cümleleri belli bir eğitim seviyesinin üstü katılımcılar için kritik ve analitik düşünmenin zevkini vermez. Şöyle örnek vereyim Fuzuli’nin dili ağdalı bir şiiri okuyana zevk vermez , anlamsız , basit takır tukur yazılmış , sırf şiir şeklinde diye bir bir şiirde bu ne böyle diye okuyucuya zevk vermez ama hem anlaşılır hem de anlam derinliği olan  veren bir şiir Yunus gibi , Niyazi Mısri gibi okunurda okunur.Kritik ve analitik düşünme seminer , sunum ve karikatürlerinin bu hale getirilmesini tavsiye ederim.

 

Kritik ve analitik düşünme becerileri yönünde çalışmalar yapılmasında kitap okumanın çok da önemli olduğunu düşünüyorum. Kitap derken özellikle düşünme üzerine yazılmış ihtisas kitapları değil emek , araştırma , tutarlılık ve kaynak sağlamlığına sahip eserlerin hepsi okunabilir ve faydalanılabilir.Kitaplar analiz edilirken de kitap analizi ile kitap özetinin de  farklı bir şey olduğunu herhalde anlatıcılar biliyordur diye düşünüyorum çoğu zaman ama iyi bir kitap analizi iyi bir çalışmanın ürünüdür.

Medya okuryazarlığı da kritik ve analitik düşünmede önemli bir yere sahip bir sahadır.Medya , iletişim , basın artık haber ileten kanalların topluma haber verirken  manipüle etmekten , ilgiyi çekmeye pek çok yöntemi kullandığı bir vakıadır.Onun için haberler salt göründüğü gibi okunup doğru kabul edilmemeli bir incelemeye tabi tutulmalıdır. Burada dikkat edilmesi gereken husus ise medyayı bilgi kaynağı olarak görmektir.Medyayı bilgi kaynağı olarak gören birinin kritik ve analitik düşünme becerisi kazanabileceğini düşünmüyorum.

Kritik ve analitik düşünme dünyayı yönlendiren sistemleri de inceler şimdi bu hususu belirtince sadece gizli , gizemli yapılanmalar değil devletlerden , devletlerüstü birliklerden , uluslarası şirket ve stk’lara kadar yapılar , kişiler vb de kast edilir. Zira dünya barış üzere , sükunet üzere yaşanılan bir yer değildir , dünya Allah’ın takdiri insanoğlu var olalı beri türlü güç savaşları üzerinden idare edile gelmiştir. Bunlar yeri gelmiş kanlı savaşlar olmuş artık yeri gelmiş ekonomik , kültürel , teknolojik mücadeleye dönüşmüştür.Ayrıca hepsinin de temeli olabilecek husus din ve inançtır belki de son yüzyıllarda düşüncede ( kominizm vb ) üzerinden de güç savaşı olmuştur. O zaman kendi inancı ve düşüncesini korumak zorunda olan bir birey veya topluluk kritik ve analitik düşünmeye mecburdur aksi halde kolay bir av , uysal bir koyun olmaya mahkumdur.

Kritik ve analitik düşünme konusu tabii hayli geniş , neyin sorgulanıp neyin sorgulanmayacağı hususu hassas bir konudur.Ahlakilik önemli bir konudur.Mantık önemli bir konudur. Sorgulama toplumların iyi yönlerini sorgulayıp sarsmak değildir. Kritik ve analitik düşünme bir uca savrulma hadisesi  değildir , aile düzeni eleştirmek ( sorgulamak ) olmasa da olur düşüncesini savunmak kritik ve analitik düşünme değildir. Bunlar en nihayetinde düşünce değildir zemini olmayan bir düşünce sağlıksızdır.

Şu örneği veririm hep  faşizm faşizm diye bazen çok yaygara koparılır  faşizm diye bir şey yoktur esasında , faşizm denilen şey otoriter yönetim anlayışıdır şekli sayısızdır ve esasında her idare bir ölçüde otoriterdir bunun ne tek adamlıkla ne tek partilikle bağı vardır , otoriterlik her türlü yönetim sistemiyle de pek ala sağlanır. Fakat faşizm itirazında bulunanların hiç biri otoriterliğin ne seviyesini , ne etkisini tespit etmeye  yahut sebebine  odaklanmaz , ahlaki bir şey söyleyene dinci faşist , milli bir hususu belirtsene ırkçı faşist , gelenek göreneği savunana baskıcı faşist , düzeni , intizamı savunana  faşist vb gibi saçma itirazlarda bulunur durur ve  bunun büyük bir sorgulama olduğunu iddia eder. Bunlar sorgulama değildir.Kritik ve analitik düşünme neyi sorgulayacağını bilecektir evvela.

Ahlakilik veya etik  de , kritik ve analitik düşünmede olmazsa olmazlardandır. Şöyle bir örnek verelim Japonya’ya atom bombası atan pilotlar görevlerini yapıp ülkelerini mi savunmuşlardır yoksa kitlesel ölümlere sebebiyet vererek büyük bir zalimliğe yardımcı mı olmuşlardır ? Kritik ve analitik düşünmeyi böyle keskin ayrılıklara dayalı örnekler üzerine kanaatimce bina edemeyiz.Kritik ve analitik düşünme  ahlakiliğe yönelme , ahlakiliği seçme iradesine teşvik  üzerine bina edilebilir. Yoksa hatalar değil hata eden kişiler üzerinden saplantılı bir yargı oluşturulabilir. Kritik ve analitik düşünme yargılamalar veya müdafaa üzerinden de değerlendirilemez.Çatışma eleştirmeyi değil taraf olmayı doğurur.

Kritik ve analitik düşünme mantık açısından da değerlendirilmeye muhtaçtır.Mantıklı olmadan subjektif verilere dayalı iddialar asla bu düşünme sistemin bir ürünü olamaz.Realist olunması duyguya ve inanca dayalı konular haricinde elzemdir.

Kritik ve analitik düşünme bir parça muhaliflik , bir parça kötümserlik barındırır fakat hiçbir zaman bunların değişmez birer kaide olduğu gibi salt bu yöntemlerle değerlendirme yapılması bir takım körlüklere , fikri sabitlere sebebiyet verebilir.Aşırı iyimserlik ve taraftarlıkta basiretsizliğin başıdır.

Kritik ve analitik düşünmeyi sağlıklı yollarla geliştirmeye çalışmak ve bu beceriyi kazanmak kişiye  fikri ve zihni yetenekler kazandıracağı açıktır.Daha disiplinli bir hayata daha titiz bir düşünceye sebebiyet verecektir. Yani kişi anlayacaktır , anlamak çok kolay bir şey değildir bir söylem olarak değil realite olarak anlamak zor bir faaliyettir. Anlayan kişi ayrıca zorlukta çekecektir. Fakat kişi anladığında duyduğu manevi haz veya vicdani huzuru zorluğa tercih edecektir.Bir çok kez söyledim  ilk şart olarak kritik ve analitik düşünmeyi kabullenmek gerekir , kritik ve analitik düşünmeyi söylem ve slogan haline getirip sadece ilgi seviyesinde alaka kişilerde iğreti duran bir uğraşıya dönüşür. Yaygınlaşmaz , etki doğurmaz.

Kritik ve analitik düşünmeyi öğrenme yönünde çabalayalım , öğrenmenin şekli yok , okuyarak , dinleyerek , çalışma yaparak , danışılarak vb bir çok yol ve yöntemle geliştirilebilir.Bir takım program ve faaliyetlere bağlı kalıp sadece kişinin kendini orada sınırlandırması da etkiyi azaltır. Oysa belki doğru yol ve yöntemle kişilerin kritik ve analitik düşünmenin önemini kavrayıp zevkini aldıklarında   toplumda  tahmin edilmeyen bir  hızda yayılabilir ve kritik ve analitik düşünebilen bireyler artar.gelin bu konuyu biraz merak edelim , araştıralım belki çok geniş bir dünyaya kapı aralayabiliriz. 07.03.2018

 

 

Mehmet Emin Başalp

�0

ÇOCUĞUN CİNSEL İSTİSMARI SUÇU – BAKIŞ

indir

 

ÇOCUĞUN CİNSEL İSTİSMARI SUÇU MESELESİ

Gündeme geldiği için yazma mecburiyeti hissettiğim ama yazarken ve bu konuları konuşurken son derece itinalı bir dilin kullanılması gerektiği bu  suç kapsamında gündemde yeni yasal düzenlemeler yapılması ihtimali belirmiştir.

Yazı iki kısımdan oluşacaktır , bu suç nedir ?  tarihi ve hukuki gelişimi nasıldır ? Yeni gelişmeler ışığında bilhassa ispat ve yargılama hususunda yeni düzenlemelerin suçu azaltabileceği , toplumu tatmin mi edeceği yoksa farklı sorunlara da yol açabileceği mi ? değerlendirilmeye çalışılacaktır.

Çocuk olduğu için cinsel istismar kelimesi toplumda infial olmaması için kullanılmakta olup esasında çocuğa karşı zorla ( cebren ) cinsel ilişki ? ve fiileri kapsamakta olup genel anlamda eski ceza hukuku ayrımlarında müstakil bir suç olarak gelişmemiş ırza geçme suçu kapsamında kadimden beri bilinen ve cezalandıran oldukça çirkin bir suçtur.

İslam hukuku kapsamında ırza geçme suçunun vasfı konusunda değişik görüşler ve içtihatlar bulunmaktadır.Bu konular derinlemesine uzmanları tarafından değerlendirilmesi gerekmekte olup ırza geçme suçunda mağdurun yaşı hususu bir  cezalandırma kriteri değildir. Bu suçun zina kapsamında değerlendirilerek bu cezanın verilmesi gerektiği yönünde veya olmadığı yönünde de görüşler mevcuttur. Tarihi gelişimde ırza geçme suçu ,  zina suçunun ispat zorluğu , failin muhsan ( başından geçerli bir evlilik geçen kişi )  veya bekar oluşunun cezaya tesiri gibi nedenlerle genelde tazir cezaları kısmında yer almıştır.

( Şahsi yorumum İslam ceza hukuku doğrultusunda cebren cinsel ilişkinin zina ile birlikte değerlendirilmesinin mümkün olmadığı görüşüne katılıyorum.Zira İslam nesli korumayı temel amaçlarından kabul eden bir din olup karşılıklı rızaya dayalı cinsel ilişki olan zina toplumu ve aileyi ifsad edeceğinden şiddetli bir ceza ile cezalandırılmış fakat ispat ve muhakemesi zor şartlara bağlanmıştır , daha istisnai bir durum olan cebren cinsel ilişki ise daha kolay bir ispat ve cezalandırma sağlanması için tazir kısmında yer alması gerekir.Ayrıca bu suçun işlenişindeki ağırlık derecelerine göre kademelendirilmesi de böylece mümkün olabilir. )

Osmanlı Padişahlarının kanunnamelerinde zina ve ırza geçme gibi suçların cezalandırılmasına yönelik çeşitli hükümler vardır. Zina ile ilgili para cezaları olduğu gibi ırza geçme ile ilgili failin cinsel organının kesileceği gibi hükümler yer almış olsa da araştırmacılar bu hükmün uygulandığına dair herhangi bir kayıt olmadığını belirtiyorlar. Osmanlı sisteminde İslam Hukuku ve örfi hukukun birlikte uygulandığı hususu da göz ardı edilmemelidir.

1840 tarihli Ceza Kanunname-i Hümayun’un da bu konuda bir düzenleme yoktur.1851 tarihli Ceza Kanunu’nda bu konuda düzenleme yoktur. 1858 tarihli Fransız ceza kanunu örnek alınan ceza kanunda ise düzenleme vardır. “ Hetk-i ırz edenlerin mücazatı beyanındadır “ başlıklı kısımda özetle bir kadının ırzına geçenin muvakkat kürek cezası ile cezalandırılacağı , yakınlarından biri olursa ağırlaştırılacağı belirtilmiştir. Bu kanunda ilk defa ceza miktarı açısından 15 yaş altı ayrımına yer verilmiştir. 1914 ‘te fail ile mağdur evlenirse cezanın düşeceği eklenmiştir.

Özetlemek gerekirse bu kanunlarda çocuğun cinsel istismarı diyebileceğimiz bir düzenleme yoktur.Esasında dönem şartları itibariyle çocukluğun ne olduğu hususu , evlilik yaşları , yaş hususu gibi nitelendirmeler ayrıca değerlendirilmesi gereken konulardır. Bugünün bakış açısıyla değerlendirilmemesi gerekir.

Modern hukuka temel kabul edilen Roma Hukuku’nda durum ne idi bir bakmak gerekirse Roma hukukunda bir çocuk ayrımı yoktur. Bir dönem mal müsaderesi bir dönem ölüm gibi cezalar verilmiştir.

Cumhuriyet döneminde 1926 tarihli Ceza Kanunu’nda yine 1858 tarihli kanunun tesiriyle 15 yaş sınırı bulunmaktadır.Cezası 5 yıldan aşağı olmayan ağır hapis cezasıdır. Ayrıca cebir vb varsa ağırlaştırılmış hali vardır. Bu hususta maddede yaş küçüklüğü halinde cebrin zaten var olacağının kabulü hususu netlikte değildir fakat doğal olarak olması gerektiğidir. Ayrıca ırza tasaddi denilen daha az cezayı gerektiren ırza geçme denilemeyecek hareketler de daha hafif cezalandırılmıştır.

Daha sonra dünyada da Birleşmiş Milletler’den Avrupa Birliği’ne çok sayıda uluslar arası sözleşme kabul edilmiştir.Burada belirtmemiz gereken 18 yaş altının çocuk olarak kabulüdür.

Bu gelişmelerle birlikte cebren cinsel ilişki ile yaş küçüklüğünün olduğu fakat rızaen cinsel ilişkinin varlığı halinde de cezalandırılmasına yönelik hükümler yönünden düzenlemeler gelişmiştir.  Avrupa’da çeşitli yaşlar 14,15 ,16  gibi yaş üstü ve yaş altı cebren cinsel saldırı cezaları ayrımı yapılıp bu yaş sınırı altında cezalar ağırlaştırılmış ve fiilin niteliği hususu da ayrı bir değerlendirme konusu olmuştur.

Tüm bu gelişmeler kapsamında toplumda infiale neden olabilecek hadiseler yaşanması toplumsal duyarlılığı artırmıştır. Bu hadiseler yaşı son derece küçük çocuklara karşı cebren gerçekleştirilen cinsel saldırılardır. Tarihi gelişime bakarsak geçmişte insanların aklına gelmeyecek hususular , modern dünyanın da getirdiği ( pornografk çağ , bu husus göz ardı edilmemelidir ) hastalıklar , sapkınlıklar , psikolojik etkenler ve tesirler , uyuşturucu madde kullanımı ,geç evlilik , cinsel sorunlara karşı danışmanlık ve bilgi eksiliği gibi nedenlerle akla gelmeyecek çok kötü hadiseler yaşanmaktadır. Bu sebeple  kanuni düzenlemelerin içerikleri değişmektedir.

Mağdurun ve yakınlarının yaşadığı ağır travma da düşünüldüğünde tespitinden , cezalandırılmasına kadar son derece hassas bir süreçtir , bu konu sadece adli kurumları değil  her türlü psikolojik destek vb de gerektirdiği için çok ayaklı olmak zorundadır.

Meseleye yine hukuk yönünden bakmak gerekirse bu suçun en önemli konularından biri ispat hususudur ve işlenen fiilin niteliğine uygun ve caydırıcı cezanın verilmesine  ilişkin tartışmalardır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu kapsamında bu suç genel itibariyle 103.madde de düzenlenmiştir. Bu maddeye ilişkin tartışmalar cinsel istismara ilişkin davranışın niteliği üzerinedir , cinsel ilişki ? temas veya temas olmayan durumlarda aynı ceza mı verilecektir. Sarkıntılık nedir ? Yargıtay’ın vücut bütünlüğüne karşı teması aranması gerektiği yönünde kararları vardır , madde de  vücut bütünlüğü ihlal edildiğinde daha ağır bir ceza verilmesi de düzenlenmiştir.Ağırlaştırılmış hallerinden  hukuk tekniği açısından ( iştirak , içtima )  ifa şekillerine ilişkin bir çok düzenleme yer almaktadır.

 

 

Ne Yapılmalı ?

Bir hukukçu olarak , ceza hukukunda da fazla bilgisi ve uzmanlığı olmayan bir kişi olarak sadece tavsiye beyanında bu hususta birkaç kelam etmek istiyorum.

Ceza kanunundaki düzenlemenin kötü olduğunu düşünüyorum.Öncelikle bedensel ve ruhsal gelişimini gerçekleştirmeyen ve hatta 18 yaşından küçük tüm çocuklara karşı insanlık dışı hareket olarak dahi değerlendirilebilecek nitelik ve ağırlıkta cinsel amaçlı vücut dokunulmazlığını ihlal , cebir şiddet , zorlama , yaralama , ruh ve beden sağlığını bozma , eziyet , işkence vb hal ve hareketler ile cinsel saldırı gerçekleştiren kişiler en ağır şekilde cezalandırılmalıdır.  Bu müebbet hapis cezasına kadar gidebilir mevcut kanuni düzenlemelerimize göre. Ayrıca ek tedbirler vb de düşünülmelidir. Bu suçun tanım hususunda ve başlığında da insanlık dışı işleniş biçimine ve amacına vurgu gerekmektedir.  Nitekim ülkemizde ne yazık ki son yıllarda bu hususta vahşi denilebilecek çok çok küçük yaşta çocuklara karşı bu hadiseler yaşanmıştır. En ağır şekilde cezalandırılmaları toplumsal bir beklentiye dönüşmüştür.

Cinsel saldırı fiili denilmeyecek   hareketlere ( çeşitli psikolojik vb kriterler de dikkate alınarak )   yaş ayrımı yapılması gerekir. Küçük yaşlar için daha ağır ceza verilmesi gerekmektedir. Bu hareketleri yukarıdaki fiillere dahil ederek toptan cinsel istismar olarak değerlendirmek orantısız bir cezaya yol açar. Ayrıca basit nitelikte cinsel istismar hadiselerinin büyütülmesi toplumda kaotik bir anlayışa ve karamsarlığa sebebiyet verir.Güven duygusu yok olmaya başlar.

Sarkıntılık denilen husus küçük yaşta çocuklara karşı   geçerli olabilecek bir fiil olmayıp 15 yaş üstü için değerlendirilmelidir.

15 yaş altı rızaen cinsel ilişki ile 15 yaş üstü rızaen cinsel ilişki hususu da ayrı bir maddede düzenlenip bu hususa karıştırılmamalıdır.

Neden net ayrımlar yapılması ihtiyacı vardır ? Toplumda infialler yaşanıyorsa  polis , savcı , hakim , avukat  , uzman , bilirkişi vb tesir altında kalmasını sağlayacak psikolojik etmenler vardır.

Esasında kanunun tam amacı şu olmalıdır mağduru ve toplumu bir nebze tatmin etmek , bu suçu azaltabilmek ve önlemek ,  faili cezalandırmak ama aynı zamanda failliğinde net tespitine imkan tanıyacak ve ayrıca mağduriyetlere sebebiyet vermeyecek düzenlemeler oluşturmak olmalıdır.

Bu suçun soruşturulmaya başlaması ile toplumsal olarak fail üzerinde de önemli  sonuçlar doğacaktır. Cinsel istismar konusunda fiilin niteliği ve failin kimliği hususunda netlik olmaması halinde   yaşanan en büyük zorluğun ispat olduğu hususu göz önüne alınırsa fail yönünden mağduriyet oluşturabilecek ağır düzenlemelerde yapılabilir. Bu suçun bir iftira mekanizması haline getirilmemesi de gerekmektedir.

Burada mağduru korumak ve bu suçu azaltmak amaçken faile odaklanmak eleştirilebilir. Fakat bu suçun  bir vahşet ve sapkınlığa dönüşen  cinsel saldırı fiillerin hafif dereceli fiillerle birlikte değerlendirilmesinin bazı sakıncaları vardır.

Ülkemizde çalışan kadınların sayısı artmakla birlikte evde veya kreşte çocuk bakımı artmıştır , çocuklar okullarına servisle gitmektedirler , okullarımızda milyonlarca çocuk vardır ,kimsesiz ve korunmaya alınmış  çocuklarla ilgili kurumlar vardır , yatılı okullar vardır , çocuklara ilişkin eğitim , spor vb veren kurs , klüp vs vardır.Yani milyonlarca çocuğun toplum içinde gözetim , eğitim ve gelişimi ile ilgilenen milyonlarca da kişi ve kurum vardır , burada çalışan kişileri de töhmet ve baskı altında tutacak düzenlemelerde yapılmamalıdır.

Bu hususlar son derece hassas şekilde soruşturulmalıdır. Basın son derece hassas bir dil kullanmalıdır.

Bu suçların önlenmesinde tedbir almak hususu daha önemlidir.Her tedbiri burada sayamayız. Bu uyuşturucu ile mücadeleden tutun genel eğitimlere kadar , güvenlik kamerasından tutun eğitim kurumlarının dizayn ve yöntemine kadar çok çeşitlilik içindedir.

Bu suç sadece ülkemizde değil dünyada da takip edilen bir suçtur , dünya gündeminde yer almış , sinemaya dahi konu olmuştur , çocuk ıslah evlerinden ,  Amerika kiliselerine vb  yaşanmış çok sayıda çocuk istismarı hadiseleri vardır . Toplumsal , sosyolojik , psikolojik , tıbbi bir çok analizde bulunmakta olup bu hususlar titiz , dikkatli , gözden kaçmayacak , amansız bir takiple ama büyütülmeden takip edilmelidir. Oscar ödüllü bir film olan “ Spotlight “ nasıl bu konuyu sinemaya aktarırken özenli bir dil kullandıysa bu örnek alınmalıdır. Filmlere , dizilere başından bu tür olaylar geçmiş karakterler konu edilerek dramatik reyting sömürülerine izin verilmemelidir.

Suç ve suçlulukta mücadelede bilimsellik , hukukilik ve yeni gelişmelerin temelinde anlayış ve soğukkanlılığı da ülkemizde geliştirmeliyiz.İdam cezası uygulanacaksa da aynı şekilde , başka cezada uygulanacaksa aynı şekilde olmalı fakat duyarlılık adı altında çeşitli toplumsal  kasıt ve projelere imkan vermemeliyiz.

Mağdur korunmalı fail en ağır cezayı almalı ama kadına şiddet hususunda duyarlılığın aile kurumuna verdiği zarar gibi bu hususta da toplumsal güvenin zedelenmesine , eğitim , öğretim , bakım , gözetim işlerinde çalışan kişilerin haksız ithamlarla karalanmasına veya hayatların kararmasına yol açacak düzenlemelere , ahlaki düzenlemelere adeta cephe almış seküler militanizme , örf , adet ve geleneklerimize aykırı hal ve tavırlara sebebiyet verecek yeni davranış kalıplarına yönelik söylem ve uygulamalardan uzak durulmalıdır.  İnsanları akrabalarından , komşularından , dostlarından koparacak mesafe koyacak bir toplum anlayışına itecek algılardan uzak durulmalıdır.Ülkemiz şartları iyi analiz edilmeli ona göre cezalar ve yöntemler geliştirilmeli ithal düzenlemelere karşı son derece dikkatli olmalıyız. 26.02.2018

 

Mehmet Emin Başalp

 

 

 

��X*��

SEÇİM İTTİFAKI

images (1)

 

SEÇİM İTTİFAKI

Son günlerde seçim ittifakı meselesi gündeme gelince nasıl bir usulde ve yasal zeminde yapılacağı konuşulur oldu.Net , sade ve ülkemize uygun bir seçim ittifakı nasıl olabilir biraz kafa yoralım.

Seçim ittifakının çatı bir platform veya isim altında yapılması kanaatimce ülkemiz şartlarına uygun değildir.Karmaşık bir oy pusulasına yol açar. X ittifakı yazacak ve altında parti isimleri olacak bu seçmene yabancı gelebilir.

Onun yerine partilerin amac ve nedenlerinide sorgulamayan sadece YSK nezdinde parti temsilcilerinin imza koyacağı karşılıklı kabule dayalı bir ittifak tutanağı yeterlidir , her parti kendi logosu altında ayrı ayrı oy pusulasında yer alır ve oyları toplamı ittifak oyu olarak kabul edilir.

Yukardaki mesele işin kolay kısmı devamı meseleler ise daha karışık , birincisi sistem barajlı mı olacak ? Barajsız mı ? Barajsız bir ortamda , dar bölge sistemide yoksa ittifak çok anlamlı değildir , ittifakın temel amacı seçimden güçlü çıkmak bu  nedenle temsil sorunu yoksa ittifak ihtiyaç olmaktan çıkar.

Bu nedenle barajlı bir ortamda ittifak seçeneğini kabul ederek ülkemizde devam eden % 10 seçim barajının uygulanacağını var sayarak yazıya devam edelim.Hal böyle olunca %10′ u gecen ittifak oyları barajı geçmiş sayılır.

Şimdi gelelim en netameli konuya milletvekili listesi nasıl olacak , milletvekilleri nasıl dağıtılacak. Burada en kolay yöntem ittifakın ortak bir liste belirleyip sunması ve oylara göre vekillerin seçilmesi bu bir parti altındaki gayriresmi ittifakın sonuçlarına benzemektedir.

Fakat burada bir sorun vardır %5 oy oranı olduğu varsayılan bir partiye seçilebilecek yerden oy oranı ile orantılı aday listeye konuldu , secim sonucu bu parti % 0,5 oy aldı , ittifakta barajı geçtiği icin listelerden meclisin %10’u kadar vekil sectirdi. Bu öngörülemeyen durum sebebiyle siyasi bir huzursuzluk olacağı aşikardır , ittifakın çok oy alan partiside az temsil kazanabilir.

Bu durum nasıl ber taraf edilebilir.Kanaatimce her parti ayrı liste vermelidir.Baraj için ittifak toplam oy oranı , vekil icin ise sanki ittifak yokmuş gibi hesap yapılmalıdır.

Buna şöyle bir örnek verelim bizde malum hemşericilik önemli ya bir partinin genel başkanı memleketinden % 25 oy alıyor ama ülke geneli aldığı oy %1 , ittifak olmasa barajı geçemez ve 0 milletvekili çıkarır ama ittifakla A ilindeki %25 oy oranı boşa gitmez duruma göre o ilden 1,2,3 vekil çıkarabilir ve temsil kaabiliyeti kazanır.

Bu durumda küçük partiler lehine olduğu için bu düzenlemeyi bertaraf etmek için ya %5 – %10 civarı , her bir parti icin ayrı ayrı   ( ittifak için değil ) il barajı getirmek yada bir secim bölgesinde birinci olan partiye ekstradan 1 milletvekilliği vermekle çözülebilir.

Benim aklıma gelen hususlar bu sekilde olup basit , karmaşık olmayan , az oy oranlı olan partilere temsil hakkı veren , oyu fazla olan partilerede istikrarı bozmayacak şekilde temsil gücünü düşürmeyen bir dağıtım modeli içeren bir ittifak formülü düşünülmelidir. 12.01.2017

Mehmet Emin Başalp

MÜZİK ÜZERİNE – 1

MÜZİK ÜZERİNE – 1
Müzik üzerine derken , müzikal eserler , icraları ve icra edenler üzerine şahsi yorumlarımı içerir bir yazı dizisi yazmaya çalışacağım.Malum zevkler tartışılmaz ama yeni araştırmalarla sevk edebilir. İnsanların müzik zevkleri de zamanla değişmektedir.Şahsen rap müzikten hiç hazzetmezken bugün dinleyebiliyorum. Müziğin türleri var çok çeşitli o yönden değerlendirmeler yapacağız , çok sayıda sanatçımız var onları değerlendireceğiz , beğendiğimiz eserleri tanıtacağız vesaire keyifle okunan bir yazı dizisi olacağını düşünüyorum fakat hayli uzun olabilir detaylı şekilde yazacağız.

images
Yahya Kemal’in deyimiyle önce eski musikimizden başlayalım. Güfte şarkı sözlerine denir ama genelde klasik Türk musikisi için kullanılır. Güftesi en güzel musiki eserimiz hangisidir diye insan düşünebilir fikrim belki ileride değişebilir fakat bana göre en güzeli hakkında pek bilgi bulunmayan 1700’lü yıllarda vefat eden Aşık Ömer’e ait “ Ey Çerh-i Sitemger “ adlı Medeni Aziz Efendi tarafından da bestelenen , bestesi de mükemmel bir şarkıdır.

 
ey çerh-i sitemger dil-i nâlâna dokunma,
hicr âlemidir ettiğim efgâne dokunma,
ey tiğ-i elem yâreledin cismimi bâri,
cânânıma nezreylediğim cânâ dokunma.

 
“ Ey zalim felek , inleyen gönlüme dokunma , ayrılık alemidir ettiğim figanlara ( inlemelerime ) dokunma , ey elem kılıcı cismimi yaraladın da , sevdiğime adadığım cana bari dokunma “
İkinci kıtası da oldukça güzeldir.
ey bad-ı saba uğrar isen yare selam et
tel kırma sakın zülf-i perişana dokunma
ey bâde eğer yârim içerse seni bensiz
ver neşe fakat nerkis-i mestane dokunma

 
“ Ey sabah rüzgarı uğrar isen yare selam et , – rüzgara söylüyor – ( saç ) telini kırma sakın sevgilimin karışmış saçlarına dokunma , ey içki eğer yarim seni bensiz içerse neşe ver fakat baygın ( mest olmuş ) gözlerine dokunma “
Şimdi bu şarkıyı internet üzerinden kimden dinleyebilirsiniz kanaatimce iki iyi icrası var.En beğendiğim sanatçıların başında gelen Kani Karaca’dan dinlenebilir.Yine sonraki icra tarzını hiç tavsiye etmeyeceğim Zeki Müren’in ilk dönem icralarından olan hali de dinlenebilir.

 
Musikimizde güfteleri güzel başka şarkılar yok mu pek tabiî ki var lakin onları böyle detaylı inceleyemeyiz isimleri zikretmek suretiyle değineceğiz.
Güftesi divan şairlerinden Nedim’e ait olan “ Erişti nev-bahar eyyamı , açıldı gül-i gülşen “ diye başlayan şarkısı da oldukça güzeldir.Bu şarkıyı da ülkemizin en iyi kadın seslerinden olan Sabite Tur Gülerman yorumuyla dinlemenizi tavsiye ederim.
Yine güftesi zaten şarkı üstadı olan Nedim’e ait , bestesi de yine büyük bestekarlarımızdan Hacı Arif Bey’e ait “ Muntazır Teşrifine Hazır Kayık “ diye başlayan şarkısı da mükemmeldir.Bu şarkıyı da en iyi yorumlayan kanaatimce en iyi kadın seslerinin başında gelen Safiye Ayla’dan dinlemek gerekir.Sezen Aksu yorumunu da beğenenler var farklı bir tarzda ondan da dinlenebilir.

 
Şimdi şunu diyebilirsiniz bu şarkıların neredeyse sözlerini anlayamıyoruz vesaire klasik Türk musikisi budur , son dönemdeki bir takım fantezi denilen eserlerin ,arabesk eserlerin , meyhane şarkılarının , film müziklerinin bu türle alakası yoktur. Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar , feride , bir fincan kahve olsam gibi , bu türü ve sanatçıları da ilerleyen yazılarda değerlendireceğiz ama bu ayrımı bilmek lazım.

 
Sözleri güzel bir diğer şarkımız ise Mustafa Nafiz Irmak’a ait son derece gzüel bir bestesi de olan “ Sebep sensin gönülde ihtilale “ söleriyle başlayan şarkıdır.Bu şarkıda Alaaddin Yavaşça ve Meral Uğurlu’dan dinlenebilir.
Daha hızlı şekilde geçelim , “ Ateş-i Suzan-ı firkat yaktı cismü canımı “ Münir Nurettin Selçuk yorumuyla , Yahya kemal Beyatlı’nın “ Dönülmez Akşamın Ufkundayız “ şarkısı yine Münir Nurettin Selçuk yorumuyla dinlenmelidir. “ Dün gece ye’s ile kendimden geçtim “ Sabite Tur Gülerman yorumuyla dinlenmelidir bu şarkının bestekarı Subhi Ziya Özbekkan şair Ziya Paşa’nın oğludur bu arada , yine Münir Nurettin Selçuk’tan dinlenilmesi gereken “Hatırla maz’iyi mes’udu sen de ben gibi yan “ şarkısının sözleri de oldukça güzeldir.
Eski olmasına rağmen sözleri gayet anlaşılır olan , güftesi Keçecizade İzzet Molla’ya ait , bestesi Dede Efendi’ye , en iyi icralarından biri de gerçekten büyük bir sanatçı Bekir Sıdkı Sezgin’e ait “ zülfündedir benim baht-ı siyahım “ şarkısının sözleri de mükemmeldir.

 
Son olarak “Al sazını sen sevdiceğim şen hevesinle “ şarkısı da Necmi Rıza Ahıskan’dan dinlenmelidir. Bir çok yerde ifade ettim ama Türk sineması içinde ilk üçe , beşe , ona girebilecek en iyi filmlerden Atıf Yılmaz’ın yönettiği , Sadri Alışık’ın başrolünde olduğu oldukça ilginç detayların bulunduğu “Ahh Güzel İstanbul “ filminin girişinde de bu şarkı çalar. İyi filmlere ilişkin benim bir kriterimde filmin yeniden çekilip çekilemeyeceğidir nitekim o yıllardaki İstanbul kaybolduğu için Ahh Güzel İstanbul’da yeniden çekilmesi mümkün olmayan filmlerdendir. 09.01.2018
Devam edecek …
Mehmet Emin Başalp

KUDÜS’ÜN DERVİŞİ OLMAK

images (5)

 

KUDÜS’ÜN DERVİŞİ OLMAK

Tasavvuf denilince akla ilk gelen kavramlardan biri zühddür. Kudüs için bir Selahaddin Eyyubi arıyoruz işte Selahaddin Eyyubi hayatını zühd içinde geçiren biriydi.
O zaman emirde de ,memurda da , askerde de zühd mutlaka olacak.Dünyaya dalıp kudüs kurtarılamıyor.Tabii ki , ticaret olacak , kültür olacak , sanat olacak ama hepsi Allah rızası için , ümmet için olacak.

Selahaddin Eyyubi döneminde tasavvuf zirve idi bu dönemi araştırın bir çok isimle karşılaşırsınız.Sühreverdi Hz’leri , Muhiddin Arabi Hz’leri gibi.Selahaddin Eyyubi batıni tasavvufla mücadele eden , ülkede pek çok tekke inşa eden , medrese tekke birlikteliğini sağlamış bir devlet adamıydı.Derviş hazır askerdir denilmiş batıni anlamı ahirete hazır zahiri anlamıda her zaman cihadada hazır kimse demektir. Oysa dervişliği miskinlikle bir arada anılır hale getirmek , dervişliği siyasetten , askeriyeden , ekonomiden , hayattan uzaklaştıran bir anlayış tasavvuf olamaz bu olsa olsa felsefi bir ruhbanlıktır.Derviş yiğit olur , mücahit olur , sesi gür olur , korkusuz olur , akıllı , ferasetli , basiretli olur.
Derviste evvela kafa olması gerekir ,Resullullah’ın ashabı gibi olması gerekir , eline kılıcını , kitabını ,malını mülkünü alıp tebliğ için fedakarlık göstermesi gerekir.
Mıymıntı dervislik , pasif dervişlik , düşünmeyen , akletmeyen dervişlik bir işe yaramaz topluma yük olur dinde ifsada sebep olur.

Kudüs için mutasavvıfların yükü ve misyonu ağırdır toplumu zihnen hazır etmesi gereken mutasavvıflardır.O zaman mutasavvıfların bu bilinçle hareket etmesi gerekir , toplumun ani reaksiyonlarına , geçici çözümlerine meyletmemesi gerekir.Tasavvuf eğer sürüklemiyor , sürükleniyor ise bir yanlış var demektir.

Ulema ihtilafa düşersede , siyasiler ihtilafa düşersede mutasavvıflar ihtilafa düşmemeli , taraf olmamalıdır , mutasavvıfların tarafı birliktir , vahdettir.Şöyle bir yanlış anlaşılma olmasın mutasavvıflar ayrı bir grup ayrı bir yol filan değildir bütün müslümanlar birdir , mutasavvıf olmak farklı bir metoddan eğitim almak o eğitimin gerekliliği olarak topluma o yönden telkinde bulunmaktır.

Mutasavvıflar emirleride uyarabilir , yol gösterebilir bunlar usulünce , üslubunca yapılan işlerdir.

Mutasavvıflar toplumuda uyarmalıdır lakin örnek olmadan tesiri olmaz kendi zevki safada olanın , dünyaya meyletmeyin demesi trajikomiktir.

Mutasavvıflar toplumu uyanık tutmalıdır.Mutasavvıfların avam gibi hadiselere şaşırma lüksü yoktur , sen toplumun öncülüğüne soyundaysan sen gafil olamazsın o zaman halka ne vereceksin.Mutasavvıflar erken uyarı sistemleri gibi toplumun sigortası olmak zorundadır.Şaşkınlar topluluğu olurlarsa geçmiş olsun.

Mutasavvıflar şekli şemali seromoniyi temel mesele haline getirmemelidir. Esas gaye Allah’ın dinine hizmet ise kendilerine hizmet ettirme gibi bir misyon tasavvufta olamaz.Tasavvuf folklor , kültür , merasim derekesine düşemez.Tasavvuf zamanın ruhuna uygun metod ve anlayışla ancak hayat bulabilir. Bu aşamayı aşan mutasavvıflar topluma öncü olabilmişlerdir.

Öyle bir tasavvuf olacak ki , Anadolu’nun fethini stratejik görüp dervişlerini sevk edebilecek , Harakani Hz’leri gibi yeri gelince elde kılıç harbte şehid olacak.Ahi Evran gibi Moğol tehlikesini sezecek tedbir alacak.Sapkın görüşlere İmam-ı Rabbani gibi set çekecek , İngiliz işgalini sezinleyip Halid-i Bağdadi gibi aman Osmanlıya sahip çıkın diyecek. Emperyal oyunlara karşı Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi gibi Abdülhamit Han’ın yanında duracak. Müslümanların gelişmesi ve güçlenmesi için Mehmed Zahid Kotku gibi parti kurdurtacak. Küresel hain çetelere karşı milletini yeri gelecek yapılacak bir seçimde büyük bir ferasetle uyarabilecek. İmam Şamil gibi bir millete önder olup bir avuç mücahidle çarlara dahi kök söktürecek.Ömer Muhtar gibi köy köy gezip imkansızlıkla cihad edip şaşırtacak.İkbal gibi milletine ruh verecek. İstanbul’un fethini Akşemseddin gibi teşvik edecek , unutulan Roma’nın fethi müjdesini Es’ad Coşan gibi tekrar hatırlatacak.İşte Kudüs içinde aynı ruhtan mutasavvıflar hiç bir şeyden geri durmazlar.

O zaman şu soruyu biri sorabilir niye bir öncü çıkmıyor ? İşte burada bir nüans daha var sabır ve sebat. İşler sihirli bir değnekle anında olmuyor , tedricilik var. İstanbul’un fethi , İstanbul’u fethedelim demekle olmuyor , gemiyi karadan yürütecek azim lazım , irade lazım. Kuşatmayı kaldıralım diyenleri idare etmek var , askeri teşvik etmek var , dua var ve hepsinden evvela Allah’ın takdiri var.

Kudüs konusunda Resullah’ın müjdesi var mı ? Var ,imanınız var mı ? Olması lazım.
Müslümanlar geri mi kaldı evet geri kaldı hem zihnen , hem siyaseten hem ekonomik olarak.O zaman bunları güçlendirmek için temel atmamız gerekiyor.
İnsanların sorgulayıp farkında olması için teşvik gerekiyor ,düşünemeyen , algılayamayan ,kritik edemeyen bir toplum başarılı olamaz.

Helal yaşayamayan bir toplum başarılı olamaz. Kur’an dan ,sünnetten uzaklaşmış hurafeye saplanmış bir toplum başarılı olamaz.Zinde olmayan , bedeni kuvvetli olmayan bir toplum başarılı olamaz.

Dağılmış , bir birine düşmüş bir ümmet başarılı olamaz. Dara düşünce düşmanlarıyla ittifak eden bir islam toplumu başarılı olamaz.
Müslümanlarda birleşme iradesi olmalıdır.Müslümanlar niye birleşemiyorlar ? Müslümanlar şuanki çağımızın algı ve anlayışının tesiriyle İslamı , islam dışı coğrafyayı , dünya gidişatını , geçmişi ve gelecek zamanı planlamayı tam kavrayamıyorlar. Kavrama sıkıntısı had safhada olduğundan ümmetin bölünmüşlüğünüde kavrayamıyorlar. Ümmetin dağıldığını kavrayabilsek bir anti reaksiyon olarak birleşme iradesi oluşabilir. Bu kavrama hususunda da mutasavvıflara büyük işler düşüyor.İslam düşünce yapısının sağlıklı mimarları mutasavvıflardır. İslam toplumu felsefeciler , filozoflar eliyle değil mutasavvıf düşünürler eliyle aşama kaydetmiştir bu hususu günümüzde dillendirmemek vahim bir hatadır.Mutasavvıf düşünürlerin etkisi azaldıkça sığlık ve sertlik artmaktadır.Bakınız cehalet demedim çokda iyi ilim sahibi olabilirler ama bu ilimde ayrıştırmaya hizmet edebilir.

Müslümanlar ekonomik olarakta dayanışma içinde olmalıdır aksi halde sömürülürler.Bu hususta müslümanlar bireysel şuuru artırmalıdır. Hem kazanma hem paylaşma hususunda müslüman ahlakı tam olmalıdır.Mutasavvıfların topluma hizmet müesseseleri , gönüllü çalışmaları ,yardım mekanizmaları ve vakıf medeniyetimiz fırsattır.Burada müslümanlar varken bilmem şuradaki müslümana yardım gidiyor gibi eleştiriler basiretsiz bir eleştiridir.
Hülasa müslümanın derdi olmalı ,ideali olmalı. Sabah işine giden , akşam dizisini izleyen değil aktif müslümanlar olmalıyız.Mutasavvıflar işte bu devinimi ve zemini sağlama konusunda mahirdirler. Bunu ancak tabii hakiki mutasavvıflar yapar , mistik miskinlerin bu işlerle alakası olmadığı için onlardan ancak hikaye ortaya çıkar.

Yukarıdada bahsettim mutasavvıflar ne ümmetten ne diğer kişilerden ayrı bir grup sadece eğitim metodu farklı , farklı donanımlara sahip kişiler onlar acaba ne yapabilirler diye bir fikir teatisi yaptık sözlerimiz çok genel nitelikli bu işlerin pratiği ise nice detaylar ister. Bu işler sadece mutasavvıflar ile olmaz Kudüs özgür olacaksa ümmetin her ferdiyle olacak burada mutasavvıflar nasıl hızlandırabilir onu düşünmeye çalıştık zira bu ışık mutasavvıflarda vardır , küllenmiş görülebilir belki ama aniden parlayıverirde.

Yazının başına dönelim zühde ihtiyacımız var.Zühde dönelim. Bugün kendimizi ancak zühd ile frenleyebiliriz ,toplumun her kesiminin zühde ihtiyacı var , zühd bir süre sonra Allah’ın izniyle başarıyıda getirir hatta yakın tarih bile buna şahittir. Gevşeklik ,savsaklık , nefse uymanın sonu duyarsızlık ve korkaklıktır.

Gelin birazda Kudüs’ün dervişi olalım. Kudüs bir mürşid gibi bize sesleniyor.Derviş kelime manasına inersek dilenci demek ,bu günden sonra daha fazla Kudüs için dilenelim , dilencinin kapıya tutunduğu gibi Kudüs için bir seyler yap diye müslümanlara tutunalım ,bırakmayalım.Yola çıkalım yorulmayalım.

Kambersiz düğün olmaz demişler , Kudüs yeniden ele geçerken dervişler , mutasavvıflar olmayacak mı , tabii ki orada olacağız , geri mi kalacağız o zaman ne duruyoruz , de haydi hazırlıklar başlasın.10.12.2017

Mehmet Emin Başalp

Kerem Bey’in Kitabı

 

mde

Kerem Bey’in Kitabı

Kerem İşkan Bey’i uzun zamandır gazete yazılarından , sosyal medyadan takip ederim.Yazılarınıda beğenerek okuyordum.Bir kitap paylaşımı yapmıştı ” İnsan Tarihleri ” adıyla.Konyalı yazarlarada ilgim var bu kitabı mutlaka edinmeliyim diye düşündüm ve bir irtibat vesilesiyle sağolsun imzalı bir kitabını hediye etti , kendisine çok teşekkür ediyorum.Hem teşekkür hem kitap üzerinden de olsa bir kaç kelam etme ihtiyacı hissettim.

Kitabın konusunu açıkçası merhum babasının hayat hikayesi zannediyordum birazda merakımı bu celbetmişti. Fakat kitap Kerem Bey’in gazete yazılarından bir seçki.Bu yazıların bir çoğunu okumuştum fakat yeniden keyifle okudum , okumadıklarımda varmış ” Masum Konyalı” gibi hayli güldürdü beni.

Kitaptaki seçkilerde merhum babası ile ilgili yazılmış olan yazılar var hatta ağırlığı teşkil ediyor. Şahsen Kerem Bey , ölüm , cenaze , sâla , cenaze evi , mezar , mezarlık ziyareti , ayrılık gibi konularda etkileyici yazılar yazıyor.Bu konularda yazı yazmayı ben çok zor görürüm.Zira muhafazakar görüşlere sahip yazarlarımızın bir çoğu duygusal yazı yazamazlar bende maalesef bundan muzdarip biriyimdir. Bir grubuda musahabe tarzından hoşlanır onlarda eski günlerin güzelliklerinden bahsederler. Ehh pek çoğuda hamaseti sever. Güzel tasvirler iyi nasihatler vesaire bunlarda becerikliyizdirde biraz insani yönümüzü ihmal ederiz.Kitap sanırım bu sebepten mütevellit ” İnsan Tarihleri ” adını almış galiba.

Yine muhafazar yazarlarımızda , başa gelen trajik hadiselerden, fakirlikten , çalışma hayatındaki zorluklardan,ekonomik sıkıntılardan , gurbetten , emekten , emekçiden falan pek bahsedilmez veya başkalaştırılarak bahsedilir. Kerem Bey’in bu konularda da üslubunu başarılı buluyorum.

Konu yine ölüme , cenazeye falan gelecekte bizde küçüklüğümüzde rast gelmiştik , cenaze evde yıkanırdı sanırım gasilhaneler o dönemde de vardı ama ev duruken gitmesi abes görülüyordu. Necip Fazıl’ın şiirinde bahsettiği isli kazanla filan işte su ısıtılıyordu bahçelerde.Artık bunlar kalmadı steril gadilhanelerde yıkanıp hazırlanıyor mevtalar lakin tahayyül dünyamızda daralıp gidiyor. Yeni nesli ben bu konulardan dolayı talihsiz görüyorum.Kerem Bey bu konuları gündemde tutuyor , tutmak lazım.

Konya değil eski tarihiyle yakın tarihiyle adetiyle , örfüyle , yaşantısı ve insanlarıyla bile hayli zengin konular içeren bir memleket bu nedenle iyi bir kalemin elinden çok güzel eserler çıkar yazmaktan çekinmemek lazım , teşvik etmek lazım, ele kalemi , klavyeyi alıp yazmak lazım.
Esasında bu kitapta yok ama Kerem Bey’in at çiftliği kurma macerasını anlatan bir kaç yazısı benim en beğendiğim yazılarından.Kerem Bey yazmaya devam ediyor , uzun yıllar yazmasınıda temenni ederim , gazetecilik , yazarlık hayatında da başarılar dilerim.12.11.2017

Mehmet Emin Başalp

ŞEHİR TARTIŞMALARI

 

images

ŞEHİR TARTIŞMALARI
Son yıllarda ve günlerde hızla artan bir şehirleşme tartışmaları var.Herkes mesleğince , meşrebince bir hususu dile getiriyor illaki haklılık payları hepsinin vardır ama özünü atladıklarını düşünüyorum. Köy kutsamasından , romantik taleplere ayağı yere basmayan çıkarımlar ve çözüm önerileri de cabası . Bir şehri sırf yapılaşma üzerinden değerlendirmeye tutarsak yanılırız. Konunun merkez noktasının insan olduğunu düşünüyorum.
Şehirlerimiz betonlaştı , her taraf apartman doldu , siteler yapıldı trafik çilesi falan filan diye şikayetler ardından efendim eskiden komşuluk vardı şu vardı bu vardı hep bunlar yüzünden kayboldu gitti. Etkisi var mıdır illaki vardır . Lakin şimdi şehrin hepsi bahçeli müstakil evlerden oluşsa yeniden muazzam bir komşuluk mu oluşacak ? Bahçeli evler olsa çocuklarımız , gençlerimiz ev ahalisi tabiat ile iç içe mi yaşayacak ? Bunları dejenere eden yok eden başka faktörler , komşuluğun sebebi insanların geçmişte bir birine olan ihtiyaçları idi bu hem maddi gereksinimler hem de sosyal gereksinimlerdi.Artan refah ile artık herkesin her şeyi var ve komşuya ihtiyaç kalmadı sosyalleşecek de bir çok şey bulduk.Bahçeli evde çocuklar bahçede oyalanacaksa evde bilgisayar ve telefonla kim oynayacak ? Sadece siteler , apartmanlar değil modernizmin getirdiği yaşam kültürü bizi bir değişime itti , itiyor. Evvela insanların bu sorgulamayı yapması lazım.İnsanların başını kaldırıp o modernist dünyadan ayrılmaları lazım.
Mahalle kültürü denilen şey çalışmayan annelerin kadınların olduğu bir kültürdü mesela şimdiki kadının toplumdaki yeriyle o mahalle yeniden yeşil bahçeli evlerle , müstakil binalarla falan geri gelir mi ? hayal edenler var fakat ancak beklemeye devam edebilirler. Çocuğuna anaokulundan , ilköğretimden , üniversite ve daha fazlasına , dil eğitiminden çeşitli aktivitelere bir kariyer hedefleyeceksin ama ahh ne güzeldi o mahalle keşke öyle olsa idealinde olacaksın , kardeşim o günler geçti bin kerede olmaz yüz kere de olmaz o mahalle senin kariyer planlarına izin vermez.Sana steril yerler lazım.Şehir seni dönüştürmedi sen şehri kendine göre dönüştürdün. 1950’de Konya merkez nüfusu 157.000 yıl 2017 1.300,00 olmuş. Nostalji hastalığı nedeniyle 157.000 nüfuslu bir şehrin güzelliklerinden bahsediyoruz , ihtiyaçlarından bahsediyoruz , şartlarından bahsediyoruz.değişen çok şey var değişimlere karşı direncini oluşturamamış insanlar var esas vakıa bu.

 
Eski şehirlerimizde nüfus az olmakla beraber büyük camiler şehrin merkezinde olan ulu camiler , çarşı camileri vesaire idi burası şehrin zaten kozmopolit yeri olduğundan büyük olması sorun teşkil etmez oysa mahallelerde cuma namazı bile kılınmayan mescitler vardır. Mescidin kapasitesi belli , alacağı kişi belli iyi kötü giden gelen bir birini tanır. Şimdilerde cami yok mu var , hatta sayısı son derece abartılmış şekilde bir cami yapımı var.Boyutu son derece abartılmış camiler var.Sitelerin , yeni toplu konutların arasında nüfusa orantılı olarak güya koca koca camiler yapılıyor.Bu boyutta camilerde insanlar bir biriyle falan tanışacak bir cami cemaati kültürü oluşacak bu mümkün değil nitekim de oluşmuyor , küçük küçük camiler yapılsa belki daha uygun olurdu diye düşünüyorum. Düzenli , intizamlı olunca bir şey aynı etkiyi doğurmayabilir.

 
Şehirlerimizden mezarlığı niye attık buda yine betonla , gökdelenle , apartmanla şunla bunla ilgili değil modern imar anlayışı da kusura bakmayın bu bizim anlayışımız değil.Bizim camilerimizin etrafı hazire idi , mezarlık idi , mezarlık şehirle iç içe idi.Şimdilerde planlama yapılan yeni modern yüzbinlerce insanın yaşadığı alanlarda mezarlık en dışarıda yüksek duvarla çevrili. Sekülerleşme bunu getirdi bu sekülerleşmeyi artırdı vesaire derken Yahya Kemal’in dediği gibi Türkler ölüleriyle beraber yaşayan bir milletken bize bir şeyler oldu ne olduysa azar azar oldu , uzaklaştık artık yaşamıyoruz.Şimdilerde kürsülerden hocalar ölüm var diye feryad etse ne fayda şeyhler rabıta yapın dese ne fayda ,insanların tahayyülü daralmış neyi hayal edecek. Şimdilerde de cami etraflarına neden defin yapmayalım neden apartmanların , sitelerin arasında da bir mezarlık alanı planlanmasın bunlar zor şeyler değil. Reşat Nuri Güntekin’in , Çalıkuşu romanı’nda , Feride’nin Zeyniler köyü , mezarlık , cenaze falan gözlemlerini bilirsiniz. Steril yaşamak isteyenler için 1800’ler de de imkan vardı pek ala. Bu zihniyet apartman beton doldurmak suretiyle dönüştürmedi şehirleri başka yerden dönüştürdü şehirleri. Kendilerince insanları mutlu eden şeyler göz önüne , insanları mutsuz eden şeyler dışarıya atılmıştır.İlgiyi yola , köprüye , siteye , rezindansa , avm’ye çekersek ruhu oluşturan hususları unuturuz. Hastaneler şehrin içinde olsun , huzurevi de şehrin içinde olsun insanlar görsün mezarlık şehrin içinde olsun şehre ruh veren , tahayyülü geliştiren şeyler birazda bu olsa gerek.

 
Şehirlerimizde yeniden o kadim kültürümüzün canlandırılmasını istiyorsak bir yerlerden dokunmaya başlayacağız.Ama bunlar işin özüne yönelik olacak bir birinin karşıtlığıyla ortaya konulan şeyler istenilen hususları doğurmadığı gibi başka başka sorunlarda çıkartabilir.Önemli olan ikame hususunu çözebilmektir. Bu ikame gelişmeler durumu da düşünmeyle olur , düşüneceğiz.İyi ve yozlaşmamış bir şehir hayatı kurmak istiyorsak değişikleri iyi planlamalıyız.
13. yy ve 14. yy için hamam şehirde bir anlam ifade ederken bugün bir anlam ifade etmemektedir. Şehirlerimizde yüzme havuzlarımız yoktu günümüzde gayet güzel yüzme havuzları inşa edilmeye başladı. Daha fazla yaygınlaşmasını da isterim.Fakat bu yüzme havuzlarının bir kültürü var mı ? yok , kimi vakit geçirmek , kimi zayıflamak kimi yüzme öğrenmek birazda spor amacıyla gidilen , bazılarının sadece suyun içinde dolaştığı , havuzun ticari bir kaygıyla işletildiği ruhsuz yapılar. Detayına vakıf değilim ama Avrupa’da misal binicilik yahut Amerika’da beyzbol kulüpleri filmlerden gördüğümüz kadarıyla bir sosyal yaşam alanı , insanların oraya üye olmakla bir prestij elde ettiği , arkadaşlığın oluştuğu , spor amacının ön planda da tutulduğu , kimi zaman sosyal sorumluluk projelerinin yapıldığı bir mekan. Şimdi bizde neden x yüzme havuzu üyeleri ağaç dikim organizasyonu yapmıyorlar demek ki mekan bir ruh vermiyor bir amaç oluşturmuyor neticede insan faktörü gerekli .

 
Bazen medyada görürsünüz ahilik haftası vesaire bir iki folklorik gösteri falan bu tip organizasyonlarla ne ahilik canlanır ne esnaf ahlakı gelişir , Avm kültürüne karşıyız demekle de bu iş olmaz neden bir alışveriş merkezimizde çalışan kadınlar , erkekler için ahlaki , ailevi , dini bir takım eğitici çalışmalar yapılmaz.Bunun için birileri ön ayak olsa bu çalışmalar başlamaz mı , pek ala başlayabilir. Bu bir ahilik çalışması olmaz mı ? birilerinin başlatması lazım. Ahilik bedestende vardı vesaire gibi nostaljik takıntılarla da bir yere gidilemez istenirse şimdi de pek ala her yerde olur.
Site yöneticisi sadece sitenin çöpüyle , ısınmasıyla ilgilenmesin , ortak komşuluk organizasyonları da düzenlesin. Ülkemizde binlerce STK var çeşitli hayır hizmetleri yaparlar bir kerede sosyal yaşam alanları , park alanları , bahçeler veya tabiata ve şehrin dokusuna uygun binalar yapsalar olmaz mı ? Zihni çerçeveyi değiştirmek lazım.Ülkede hocalar , cemaatler , tarikatlar vb trafiği de önemseyebilirler , bisiklete binmeyi teşvik edebilirler ben duymadım şimdiye kadar ama keşke olsa. İnsanı merkeze almaları gerekir. Şehir ve şehirliliği önemseyen , anlatan , yerleştiren bir algı yok.Hocalarımız ekran başında imsak tartışmasından , mezhep tartışmasından öteye gitmiyorlar. Kardeşim şehirde hak nedir , saygı nedir , tahammül nedir , edeb nedir , komşuluk nedir bunlar çok mu önemsiz konular ama heyhat bulabilene aşk olsun. Fütüvvetnameler acaba niye yazıldı da şimdi niye yazılmıyor. Çünkü oraları aştık İmam Maturidiler yetiştirmekle meşgulüz.
Kadın , erkek , öğrenci , genç , zengin , fakir , eğitimli , eğitimsii şehrini sevecek , şehrine katkı sağlayacak. Bu şartlar altında her şeyin en iyisi yapılsa dahi ne olur fanusta yaşayan ruhsuz insanlar topluluğu oluruz.Şekle takılmadan şeklide yaşantımıza uygun hale getirip şehri ve şehirde yaşama kültürünü yeniden yerleştirmenin yollarını aramalıyız ama önce insan diyerek. 10.11.2017
Mehmet Emin Başalp

KARS NOTLARI

dav

KARS NOTLARI

Yaz aylarında Ebu’l Hasan Harakani Hz’leri ile ilgili bir kaç metinle karşılaşmıştık. Bunlardan biri Düzceli Zahid El Kevseri Hz’lerinin eserinde idi , Zahid El Kevseri’yi bilen bilir , dini konularda dünya çapında bir alimdir. Eserine Harakani Hz’lerinin kabrinde yapılan duaların makbul olduğu seklinde bir rivayete yer vermiştir. Muhakkak duaları kabul eden ancak Allah-u Teala’dır.

Yine yazar Recep Koçak’ın internette de var bir yazısını görmüş yazıda Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi’den rivayetle ” her insan ömründe bir defa bile olsa Ebul Hasan Harakânî Hazretleri’nin kabrini ziyaret etmeli, o da ona yeter’, dermiş! ” bu yazıları görünce yahû bir Kars’a gidip bu mübarek zatı ziyaret etsek , tarihi ani ören yerini falan gezsek diye 3-5 arkadaşla konuşurken bir anda hesaplı uçak bileti araştırıp Ekim ayına bilet aldık.Çok şükür ziyaret ve gezimiz bereketli geçmiş olup bu gezi notlarını siz değerli dostlarım için paylaşma gereği duydum.

Kars’a Ankara’dan uçakla gittik , Bir saatten biraz fazla süren bir yolculuk oluyor.İsteyenler için havaalanında araç kiralama şirketleride var. Ani ören yerine gitmek isteyenler için araca ihtiyaç var.

Havaalanından çıktıktan sonra doğruca rezervasyon yaptırdığımız öğretmenevine gittik , öğretmenevi büyük fakat biraz bakımsız , az bir ücret farkıyla konaklamak için otellerde tercih edilebilir , tarihi rus yapısı Katerina Otel’i de dışardan gördük , konaklanılabilir.

Kars’ta ilk olarak doğruca Hasan Harakani Hz’leri türbesine gittik.Türbe Evliya Camii’nin yanında , yeniden elden geçirilmiş yeni haline ilişkin internette bile görseller yok bu blog sayfamızda paylaşmış olalım.

Harakani Hazretleri tasavvufi gruplar için önem arz ediyor zira silsile denilen Peygamber Efendimiz ile sağlanan ilmi/manevi bağın 7.halkası ve esasında ilk dönemden Türkiye’de medfun en eski sufi piri. Bu açıdan da esasında tasavvufi çevrelerce sık ziyaret edilmesi gerekirken herhalde coğrafi uzaklıktan olsa gerek pek revacta olmuyor.

Hayatı vesaire detaylara girmeyeceğim fakat Harakani Hz’leri çok önemli bir ilk dönem sufi piri olması yanında müridleriyle beraber Kars’ın fethine katılmış ve burada şehid düşmüş bir mücahid. Anadolu’yu vatan edinmek için yola çıkan Selçuklu Sultanlarını teşvik etmiş , ahaliyi teşvik etmiş ve bizzat kendi de bu fütühatta yer almış.Allah gani gani rahmet eylesin.Feyizli , güzel bir mekan.

Böyle mücahid , alim ve veli za’atları ziyaret etmek hayatlarını okumak ve örnek almak gerekiyor.

Harakani Hz’lerinin türbe ziyareti sırasında öğle ezanları okunuyordu karşılıklı camilerden okunan ezan etkileyiciydi biz öğle namazını hemen karşısında yer alan ve camiye çevrilmiş olan Kümbet Camii’nde kıldık.Burası 12 Havariler Kilisesi olarak yapılan bir Ermeni Kilisesi , camiye çevrilmiş , yapıyı ben daha önceden bir takım sebeplerle Selcuklu konik türbe mimarisini etkileyen yapılardan olduğunu okumuştum.Bilhassa kubbe kısmı gerçekten bu yapı formunu andırıyor.İyi korunmuş bir yapı ve cami olarak ibadete açık olmasıda sevindirici.
Bu camiinin üst tarafında da Kars Ulu Camii bulunuyor biz daha sonra gelmek üzere ayrılmıştık fakat daha sonra kapalı olduğu için göremedik Ruslar bu camide müslümanalrı yakmışlar ve camiyi yıkmışlar kıble duvarında bu izleri görmek mümkün dediler.Bu türbe ve camilerin olduğu yer heybetli ve iyi korunmuş Kars kalesinin eteklerinde park/meydan gibi bir yerde bulunuyor.Etraf köhne yapılardan temizlenmiş nezih ve temiz.
Kars Kalesi’ni biz akşam görebildik , şehre hakim bir tepede , Kale’den Kars şehrini izlemek gerekiyor.Kars kalesine çıkan bu şehre bir daha gelirmiş gibi her şehrimizde bulunan klişe rivayetlerden burada da var.

Öğleden sonra Ani harabelerini görmek için yola çıktık , Kars’a 50 km kadar uzaklıkta , yol duble yol ve düz.Ani köyünü geçtikten sonra muhteşem Ani surları gözüküyor. Ani diğer iki tarafı derin vadi ve akarsuların kesiştiği bölgede ,kalan kısmı da yüksek surlarla kapatıldığı için zamanında oldukça güvenlikli bir bölgedeymiş.

Kale kapısından sehre girildiğinde sehrin tamamen harap olduğu ve terkedildiği anlaşılıyor.Sadece temel izleri kalmış. Ören yerinde sağlam kalan yapılar şehrin abidevi mekanları , kiliseler vs.

Ani ören yeri oldukca etkileyici , fotoğraflar bunu tam olarak yansıtamıyor. Biz ilk olarak Manuçher Camii’ne gittik , burasının Ani Sultan Alparslan tarafından fethedildikten sonra yapılan ilk camii olduğu söyleniyor.Camii derin bir vadide akan Arpaçay’ın yanında ve dik bir yamaca inşa edilmiş , penceresinden vadi ve karşıdaki Ermenistan toprakları gözüküyor.Camide sanırım mihrap kısmı tahrip edilmiş fakat kıble yönü belli burada taşların üzerinde namazımızı kıldık. Anadolu’ya ilk gelen ecdadımız binlerce sene ibadet ettiği bu cami gerçekten etkileyici.Sekizgen bir minaresi var , mimari şeklini orta Asya ve herhalde Ani yerel mimarisinden alıyor.

Camiden çıktıktan sonra Büyük Katedral olarak adlandırılan yapıya gittik.Burası da Sultan Alparslan’ın Ani fethettiğinde camiye çevirdiği Fethiye Camii olarak anılan yer , kubbe kısmı çökük fakat baya yüksek ve büyük bir taş yapı. Bu kiliselerde resim var mıydı bilmiyorum ama biz izlerine rastlamadık , tahminin yapıldığı dönemlerde ikona karşıtı dini cereyanın etkisinde olabilirler.Bu mekanda ise bir turist grubu kilise ilahileri söylemeye çalışıyordu.Sonradan öğrendik ki , Gürcistan üzerinden gelen Ermeni bir grupmuş. Sur dışında devasa bir Türk Bayrağı bu bayrak kanaatimce Ani’nin içine dikilmeli , ayrıca bir Selçuklu bayrağı da dikilebilir.Ani ören yeri gençlerimizce vb programlar dahilinde ziyaret edilmelidir.Ani bizim ecdadımızın şehid düştüğü Anadolu’ya ilk girdiğimiz yer.

Ani geniş bir alan her yerini detaylı gezmek vakit alıyor çok da vaktimiz olmadığı için her esere gidemedik , Bakireler Manastırı olarak adlandırılan yapı iyi korunmuş bir kilise.Bu kilisenin yanında önceki grup halay benzeri bir oyun oynuyordu yüksek müzikle , bizde mütevazi cep telefonu müziğimizle mehterle karşılık vermeye çalıştık.

Sadece temel ve sütunları kalan daire bir kilisenin kalıntılarını görüp , muhtesem surların etrafını dolaştık hava kararmaya yüz tuttuğu için ayrıldık , Ani’deki eserler daha geniş vakitte tümü ve detaylı şekilde gezilebilir. Gerçekten etkileyici ve anlamlı mekanlar.

Akşam namazı vaktinde Kars’a döndük , Kars malum olduğu üzere Caferi mezhebinden vatandaşlarımızın yaşadığı bir şehir , bir Caferi camisini merak ediyorduk.Kars Işıklı Camii’ne gittik. Camii Osmanlı mimarisi ile yenilenmiş ve büyük bir camii. Camiye girdiğimizde yabancı olduğumuzu anlayan bir amca bizi bilgilendirdi , muhabbet etti.Son derece güzel karşıladı ve hoş bir sohbet oldu.Namaz’ın kılınma şeklini anlattı , onların yatsı namazını cem edeceklerini ama bizim etmeyebilecegimizi belirtti.Nitekim biz yatsıyı kılmadık.

Ezan ve kamette bazı değişik ekler var.Cami’de kıble kısmında Allah ve Muhammed isimleri yazılmış , diğer Hulafa-i Raşidin Efendilerimiz isimleri yok. Sadece Hz.Ali , Hasan , Hüseyin , Fatıma annemiz ve bazı isimler var ( Hz.Ali ve Hüseyin Efendimizin çocukları olabilir )

Secde kısmına taş koyuyorlar , secdeye eğilemeyenler için sandalye camilerimizde sık görülen bir uygulama oldu fakat burada secde için sandalye önüne birde yüksek rahle benzeri masalar konmuş , cami içinde ilginç bir görüntü oluyor.

Akşam namazı şii tarzı sarık ve cübbeli bir imam tarafından kıldırıldı.Namazda eller bağlanmıyor , imam bütün rüku , secde ve tahiyatta namaz dualarını sesli okuyor. Fatiha ve zammı sure haricinde okunan dualar ve tesbihat farklılık arz ediyor. Namaz sonunda başı çevirerek selam verilmiyor.Namazda benim hissettiğim , toplu bir dua yapılıyormuş izlenimine kapıldım.( Nitekim namazda bir duadır ) Bizde ise malumdur camide daha disiplinli bir namaz kılınır.Oldukça farklı bir deneyim oldu.Dini değerlendirme yapmıyorum ama insanların bir birini bilmesi lazım bunun asla zararı yoktur aksine faydası vardır.

Gezi kısmını bitireyim de biraz yeme içme ve sosyal hayata değinelim.Akşam şehir sokakları yaya dolaşıp şehri gördük , şehir küçük bir şehir olduğu olduğu için aynı yerden birkaç kez geçiyorsunuz.Sanırım Rus yapısı binalar kamu binaları olarak kullanılıyor.
Pazar sabah namazını Evliya Camii’nde kıldık.Cemaat camilerde az maalesef Kars’ta , Harakani Hazretleri’ni tekrar ziyaret edip gezi kısmımızı sonlandırdık.Fazla vaktimiz olmadığı için Sarıkamış ve Çıldır Gölüne gidemedik oralarda yaklaşık 50 km’e kadar Kars merkeze.
Cumartesi öğle yemeğini internetten edindiğim bilgilerle Kars Hanımeli Lokantası’nda yedik.Burası geleneksel ev yemekleri yapan bir lokanta.Kaz yemeyi akşama bıraktığımız için burada ev yemeklerinden pitiyi denedik.Piti kuzu incik ile yapılan bir yemek tabağa önce lavaş kırılıyor , üstüne salçasız haşlanmış nohut ve suyuyla birlikte haşlanmış kuzu incik konuyor.Hanımeli lokantasında yediğimiz piti oldukça lezzetliydi.Akşam ise Kazevi’nde denediğimiz piti ise o kadar lezzetli değildi.Hanımeli Lokantasında Hangel adı verilen etsiz bir mantı denedik , mantı yufkasının kare şekilde kesilip üst üste konduğu sarımsaklı yoğurt ve karamelize edilmiş soğan konan bu yemek tahminimizin ötesinde lezzetliydi.Yine akşam Kazevi’nde denediğimiz hangel de hanımeli lokantası kadar lezzetli değildi.Bizim gafil konak dediğimiz ama gafıl konak diye isimlendirilen bir tatlı daha denedik.Zencefilli , tarçınlı ilginç görünümlü bir tatlı fakat pek damak tadımıza hitap etmedi.
Akşam ise Kars Kazevi Lokantasında kaz etini denedik, kaz pahalı bir yemek , internette tadının çok aromatik olduğu söyleniyordu şahsen daha öncede hiç kaz eti deneyimlememiştim ama beğendim , kaz etini Kazevi lokantasında , piti ve hangeli ise hanımeli lokantasında yemenizi tavsiye ederim.Kazevi Lokantasında umaç helvası adı verilen bir tür un helvası da yedik , un helvalarına benzeyen bu tat lezzetliydi , Konya usulüne göre içinde un kısımları pütür pütür bırakılmıştı.yenilmesini tavsiye ederim.
Kars hareketli bir şehir , az nüfusuna rağmen sokakları canlıydı.Şehirde bir çok cafe de canlı müzik vardı.Canlı müzik olmayan sakin bir yer için yeni tür kahve çeşitleri bulunan bir cafeye oturduk.
Tabii unutmadan geçmeyelim Kars kaşar peyniri ile ünlü bilhassa kekikli kaşar çok hoşumuza gitti.Bu tür alışveriş yapılabilecek dükkanlar şehirde kolayca ulaşılabilecek şekilde.
Pazar günü kahvaltıyı ise sabah namazı çıkışı bir dostumuzun evinde yaptık.Kahvaltı içinde kendisine buradan teşekkür etmiş olalım.
Kars gezisinden şahsen keyif aldım , uçak yolculuğu da olunca esasında oldukça uzakta olduğumuzu da pek hissedemedim.Şehir gidilip , görülmeye değer , tabii karlı havalarda nasıl bir hal alıyor görmek gerekebilir.Sarıkamış ve Çıldır gölü de eklenebilir.Bir gezi sadece gezmek tozmak , yemek içmek için yapılmaz gitmişken o şehirde bulunan bir manevi , tarihi büyüğün hiç olmazsa mezarını ziyaret etmek , dost , ahbap varsa ziyaret edip hediyeleşmek gerekir.
Nacizane Kars notlarımız bu şekildedir.Gezilerde planlı hareket etmek ve önceden hazırlanmak işleri kolaylaştırır ve zamanlama sorunu yaşamamanıza sebebiyet verir.Kars’a gidecekler için fikir vermek amacıyla da sizlerle paylaşmak istedim.18.10.2017

Mehmet Emin Başalp

ANADOLU KANUNU

images (5)

 

ANADOLU KANUNU

Anadolu Kanunu diye bir kanun olmaz tabii fakat Anadolu’nun küçük şehirlerini kalkındırma , nüfus dengesinin yeniden sağlanması ve iskan politikasınıda içine alan yeni bir mali , iktisadi , tarım , nüfus , kültür şehirleşme ve güvenlik konularını içeren bir dizi kamu reformu yapılması gerekmektedir.

Türkiye’de nüfus hızla büyükşehirlere akmakta ve Anadolu ıssızlaşmaktadır.Bu duruma ilişkinde Bizans ve Osmanlı tecrübeleride vardır.Anadolu’nun güçsüzleşmesi , her açıdan kuraklaşması devletleri sarsmıştır.

Bugün İstanbul nüfusunun Tekirdağ , Kocaeli ve Sakarya ile birleşik halde devasa rakamlara ulaşması Ankara , İzmir ,Bursa , Antalya , Adana vb nüfuslarının hızla artması ve nüfusun belli bir yere aşırı birikmesi şehirleşme , imar , kirlilik , trafik , ulaşım gibi çok sayıda sorun doğuruyor.

Deprem riski altındaki bu şehirlerde sanayi ve yoğun nüfus , artan suç , güvenlik sorunlarınıda beraberinde getiriyor.

Bu şehirler kendi çevresinden gıda temini de sağlayamadığından uzak şehirlerden gıda ve su temini sağlanıyor.

Aşırı nüfus nedeniyle şehir kimliği bozulmakta buda ciddi bir kültür ve medeniyet yozlaşması oluşturmaktadır.Kuraklaşan Anadolu şehirlerinde de sosyal hayat ve yerel kültür can çekişmektedir. Ucuz , kimliksiz bir kültür her tarafı sarmaktadır.

Sanayi , ticaret ve tarım kalkınma ajansları yanında milli kültürü kalkındırma ajanslarıda kurulmalı. Kültürümüze dair yerel gelenekler ( halıcılık , halk müziği vb ) desteklenmeli , yaşatılmalıdır.

Sözü uzatmamak lazım , bir takım teşviklerle bu durumun değişmesi çok yavaştır.

Bir takım sert tedbirlere ihtiyaç vardır.

Ülkedeki petrol ürün fiyatları değişmelidir.
İstanbul en pahalı benzini kullanırken , Kırşehir en düşüğünü kullanabilmelidir.

İnternet , elektrik , su , telefon hizmetleri düşük nüfuslu yerlerde ucuz , büyükşehirlerde pahalı olmalıdır.

Büyükşehirlerde nüfuslarına göre kademelendirilip herhangi bir adaletsizliğede sebebiyet verilmemelidir.

Tarım ve hayvansal ürünün karşılanması sıkı denetime bağlanmalı , her şehirden her şehire tarım ürünü transferi izinle olmalı , tarımsal üretimin düştüğü şehirlerde üretim yeni pazarlara sevk yoluyla canlandırılmalıdır.

Ülkemizde yetişen yerli ürünler teşvik edilmeli , Amasya elması duruken bütün marketleri Arjantin yeşil elmasının sarması gibi tek tip gelişmeler önlenmelidir.

Emekli maaşları , sgk primleri nüfusa dayalı şekilde kademelendirilmelidir. Bu şekilde düşük nüfuslu yerlerde yaşayanlar avantajlı hale getirilmelidir.Tabii göstermelik ikametgah aktarımı gibi şark kurnazı uygulamalarada fırsat vermemek için yaptırımlar sert olmalıdır.

Her ne kadar Büyükşehir yasası ile köyler mahalle olsada tarım reformu elzemdir. Arazi bölünmesini engelleyici yasalar yanında ilerde tüm tarım arazilerinin devletin olacağı kullanımının çiftçiye devredileceği sistemin zemini oluşturulmalıdır.Zira ekilmeyen ve bakımsız araziler sorunu tarımsal üretimi düşürmektedir.

Tarım arazilerine inşaat yapımı sınırlandırılmalıdır.

Yıllardır devam edegelen turizm politikası değiştirilmeli , turizm şehirlere çekilmeli , şehir ekonomisine katkı sağlamalı.

Kıyılarımızda devasa büyüklükte otel inşaasına izin verilmemeli , turizm gelirlerinin yerli işletmecilerde kalması sağlanmalı , yabancı turizm işletmelerinden yüksek vergi alınmalıdır.

Ciddi bir ağaçlandırma seferberliği ile ülkemizde yeşil hatların oluşturulması , köylerin etrafının yeşillendirilmesi , bakımı sağlanmalıdır.Askerlik yapanlar , üniversite öğrencileri , kamu personeli ağaçlandırma çalışmalarına sevk edilmelidir.

Anadolu’da bürokratik sistem basitleştirilmeli , küçük ilçeler , adliyeler kapatılmalı , klasik kaymakamlık teşkilatları yerine daha etkin olacak tarım , orman ve kültür teşkilatları yapılandırılmalıdır.Bu işlerin ekonomik getirisi koordine edilmelidir.

Tarihi şuurun artması için Anadolu şehirlerinde değişik katılımcı portfoyü ve etkinliklerle , etkin ve kalıcı faaliyetler yapılmalıdır.

Cumhuriyetin kuruluşu Ankara’da , İstanbul’un fethi İstanbul’da , Anadolu Selçuklu Devleti’nin kuruluşu Konya’da , Çanakkale Zaferi Çanakkale’de büyük etkinliklerle anılmalı. Söğüt’te , Malazgir’te , Sarıkamış’ta , Maraş’ta , Antep’te , Urfa’da , Samsun’da müsamere havasından çıkmış anmalar gerçekleşmelidir.

Erzurum , Sivas , Malatya , Kayseri , Konya , Isparta , Alanya vb şehirler Selçuklu kültürünü koruma şehirlerleri ilan edilip mimariden sanata bu akım tüm halka benimsetilmelidir.

Amasya , Manisa , Bursa ,Edirne , İstanbul şehirleri Osmanlı mimari ve kültürünü yeniden diriltmelidir.

Hz.Mevlana , Yunus Emre , Hac-ı Bektaş-ı Veli , Somuncu Baba , Ahi Evran , Akşemseddin Hz’leri , Şeyh Şaban-ı Veli gibi Anadolu’yu mayalayan maneviyat önderleri turizm ve reklam kaygısından uzak etkinliklerle anılmalı , yaşatılmalı. İnsanların yeniden bu öğretileri öğrenmek ve anlamak için dünyanın her tarafından gelmesi , ağırlanması sağlanmalıdır. Basit müzecilik , ilginin günden güne azaldığı anma töreni , ucuz çin malı hediyelik eşya satma anlayışından kurtulmak gerekir. İnsanların sadece mezar ziyareti ile bu şehirlerimize gelemeyeceği düşünülerek geldiği bu şehirde derinlemesine bu öğretinin etkisine girmesi sağlanmalıdır.Bu şehirler birer cazibe merkezi haline getirilmelidir.

Anadolu şehirlerinin lojistiği için her türlü kara , hava , demiryolu ağı kurulmalıdır.

Eğitim kalitesinin düşmemesi için küçük yerleşim yerlerinde görev yapan öğretmenlerin ücretleri anlamlı şekilde artılmalıdır.Lise kalitesi artırılmalı her ilde eşit eğitim ve eşit öğrenci kalitesine sahip prestijli liseler kurulmalıdır , nüfus taşınmadan kaliteli bir eğitimin yolu bulunmalıdır.

Tv yayınları , yayınlar , diziler , filmler ile Anadolu’da yaşam özendirilmeli , insanların memleketlerinde üreterek ve yaşayarak daha mutlu bir yaşam sürdüğü , büyük şehirlerde göç , trafik , stres ve yozlaşmadan kaynaklı olumsuzlukları konusunda bilgilendirilmelidir.Kalabalık şehirlerde kaybolan hayat gailesi içinde boğulan nitelikli insan kaynağının daha rahat bir ortamda daha fazla sanatsal , sportif ve kültürel gelişim sağlayabileceği farkındalığı oluşturulmalı.

Küçük şehirlerdeki serbest meslek erbabının ( avukat , mimar , mühendis vb ) kazancının belli bir düzeyde olması için yaptığı işlemlerden tahsilatın peşin yatırılacağı ve belli bir havuzun olacağı ve belli bir payın dağıtılacağı bir sistem kurulmalıdır.

Şehirciliğe karşı değilim , şehir medeniyettir. Köylülük ise geriye gidiştir.Amacım Anadolu şehirlerinin yaşam sorunu yaşamaması , nüfus birikmesinin önlenmesidir.

Büyükşehirlerde , büyükşehir ruhuna uygun her türlü yapı ve hizmet illaki yapılacaktır.Büyükşehirlerdeki parktır , yapılaşmadır vb bu tip konular yazımızın amacı dışındadır.

Bir köylü kalkınması gibi insanları tarım faaliyetlerine sevk etmek ve köyü kutsamakta yanlıştır.

Nüfus Anadolu şehirlerinde kaldığı müddetçe kırsal kesimle irtibat artacağından köylerde ıssızlıktan kurtulacaktır.Bugün ulaşımın artması ile insanların haftasonunu köylerde geçirmesi , tarımsal üretim yapması pek ala mümkündür.Kayseri merkezde oturanın Kayseri’deki köyüne arada sırada gitmesi , İstanbul’dan , İzmir’den gitmesinden hayliyle daha kolaydır.Bu gibi orta ölçekli şehirlerde de her türlü eğitim , sağlık , kültür ve sosyal donatılarda mevcuttur.

Ülkede sanayi ve ticaret tabiki belli alanlarda yoğunlaşmıştır bunlarında çeşitli sebepleri vardır , kısa sürede değişmeside ütopiktir fakat hareketlenen Anadolu’ya daha sonra sermayeninde ilgi göstereceği açıktır.

Anadolu’nun müteşebbis ruhunun canlandırılması , teşvik edilmesi , kalkınması için heyecana ihtiyaç vardır. Merhum Erbakan hocanın ” Bir şey istiyorum , heyecan , heyecan , heyecan ” dediği gibi Anadolu şehirlerde başlayan ve gelişen milli muhafazakar siyaseti , büyükşehirlerin kozmopolit sitelerinde , sokaklarında , cafelerinde kaybetmeyelim.

Bu konformist bakış açısı , tek tipe dönüşmüş çevrede yetişen , yerli figürlerden , dekorlardan uzak , yerel şiveye dahi aşina olamayan nesil ilerde bir birine benzeşmiş Avrupa gibi ancak kendi bireysel çıkar ve taleplerini düşünen koca bir kalabalığa dönüşür. Anadolu’nun safiyeti bozulur.
Mehmet Emin Başalp