İSLAMİ SOSYAL ÇALIŞMALARDA ÖZGÜNLÜK SORUNLARI – ( KAYNAK KULLANIMI )

images (2)

 

İSLAMİ SOSYAL ÇALIŞMALARDA ÖZGÜNLÜK SORUNLARI – 6 ( Maddiyat )

İslami sosyal çalışmaların çoğu malum olduğu üzere bir takım maddi güçlerle yapılmaktadır. Para ihtiyacı , araç – gereç ihtiyacı , mekan ihtiyacı gibi bir çok ihtiyaç bulunmaktadır.Bu ihtiyaçlar müslümanların fisebillillah bağışlarıyla giderilir.

Bu maddi gereksinimin bir kaç boyutu var bunlara değinelim fakat peşinen şunu ifade edelim, özgün İslami sosyal çalışmalar en az maddi kaynak ile beraber en saf ( temiz ) maddi güçle yapılandır. Neden mi ? Çünkü gerisi İslami olmaktan çıkar.

Neden az kaynak ile yapılan iyidir. İslami sosyal çalışmalar müslümanların parası ile yapılmaktadır.Zaten objektif şartlarda müslümanların parasal gücü yok az kaynak hususu gerçeği yansıtmıyor diyemeyiz.İster çok , ister az kaynağa sahip olalım israfa girecek hiç bir harcamayı yapamayız.

Yine mevcutlar içinde de o çalışma için en az maliyetli ve en faydalı yöntem neyse onu tercih etmeliyiz.

Yazımda basit örnekler vereceğim , geniş anlamda siz hayal edin.

Müslümanların sosyal faaliyetleri ile ilgilenen bir kurum , gelene gidene bir şeyler ikram edecektir doğal olarak.Bunlar makul olarak nedir ? Sudur , çaydır , ikram olarak şeker , orada bulunan herkesin yediği ortalama bir yemek yeri geldiğinde.Böyle bir mekanın idarecisi çıkıp iyi cins bir kahve , pahalı pastalar vb ikram etse buna para harcasa ne olur , vebale girer. Müslümanların hizmeti için kurulmuş bir mekanda ortalamanın üstü hizmetler , keyf , zevk ve şaşaa için bütçe ayrılamaz.

Haydi şimdi soruyorum Ramazan ayında verilen iftar yemekleri , şahıs veriyorsa istediği otelde versin , istediği sayıda versin. Fakat bir İslami kuruluş iftar veriyorsa çokça ölçüp tartmalıdır.

Şöyle bir yanlış anlaşılma olmasın kalite tabiiki olacaktır , kalitenin maliyeti vardır.Sanatsal ve ilmi çalışmalarda masraftan kaçılmaz.Saman kağıda kötü tasarım afiş yaptırmak az maliyet değildir , sorun estetik güzel bir broşürü haddinden fazla bastırıp , programında tarihi geçtikten sonra elde binlercesinin kalmasıdır , aradaki farkı anlamışssınızdır.

İslami bir kuruluş müslümanların paralarını toplamış ve hizmet üreteceksede yine önce gönüllülük esasıyla bu hizmeti yüklenecek biri veya birileri var mı bu yolu deneyecek. Bilirsiniz bir savaş masrafı için Hz.Ebubekir Efendimiz malının tamamını , Hz.Ömer Efendimiz yarısını getirdi.Bu imkan bulunamadı diyelim mevcut kaynak en makul şekilde ve en çok kişiye ulaşacak şekilde değerlendirilmelidir.

Efendim biz her sene eğitim için program yapıyoruz , yapılabilir , uygun otel seçilir , seçilirken ortalama hizmetlerede bakılır .Tabiki oda sayısı , salonu , havuzu vb bir kriterdir fakat şu kriter değildir her sene bize yakın yerlere gidiyoruz sıkıldık , şuraya gidelim , buraya gidelim. Şu otellerde ekstra şu hizmetler varmış orada yapsak.Bu olmaz bunlar keyfidir , vebaldir.

Saymakla bitmez , insanların bakıp , buruşturup çöpe attığı broşürler , katılımcısı olmayan konferanslar , tanıtım maksadını aşan gösterişe dönüşen reklamlar , duyurular , maliyetli geziler , programlar , ikramlar.
Lüks binalar , lüks tefrişat. İnsanlara daha kolay ve maliyetsiz şekilde ulaşacak imkan varken pahalı yolu takip etmek. Bunların hiç biri özgün ve islami değildir. Bu çalışmalar yapılırken içindekin ziyade pakete para dökülürse bir çok veballer oluşur.

Bir diğer hususta kaynağın bir kuruş dahi suistimale sebebiyet vermeden yerine ulaşmasıdır.Bu konuda insiyatif alanlar çok titiz olmalıdır bir kuruş bile lüzumsuz harcanmamalı bir kuruş dahi geciktirilmemelidir.

Bu konuda misal cenaze mesajları , duyurmak güzel lakin bu işte makul olan altsoy , üstsoy , kardeş ve eş olabilir fakat halası , dayısı , yengesi , bacanağı gibi mesajlar örneğin lüzumsuz bir kullanıma örnektir.

Yine deselerki bir islami sosyal faaliyeti yaparken , parasını karşıladığın , kendi çabanla gönüllü olarak katıldığın bir çalışmada mı olmak isterdin yoksa milyarların girdiği , binlerce kişiye hizmet veren bir organizasyonda mı olmak isterdin.Ben birincisini tercih ederdim niye Hz.Peygamber bir gün namazdan sonra hızla camiden ayrıldı sonra geri döndü , ashap sordu ne oldu Ya Resullullah , yanımda müslümanlara dağıtılacak bir miktar sadaka vardı o aklıma geldi hemen gidip dağıttım. İşte bu kadar hassas olabileceksek müslümanların işleri için verilen paraları yönetelim.Bu işler icin hele hiç talip olmaya gelmez ancak bu görevde birine tevdi edilecektir , Allah o kişininde yardımcısı olsun.Bu konularda çok dikkatli ve titiz olmak gerekir.

Ben zamanında bir STK’ya ait bodrum katındaki eşyaların su basması nedeniyle atıldığına şahit olmuştum misal bu eşyları orada depolayıp , dağıtmayıp mahvına sebep olanlar acaba bu vebali nasıl kaldırırlar diye hep düşünmüşümdür.

Müslümanlar bir araya geldiklerinde artan ilimden , hikmetten toplumdaki düzelmeden konuşmalıdırlar , alınan verilen şeyleri saymakla devamlı maddi mevzuları gündeme getirmekle , her şeyi sayısal olarak ölçmekle çok fazla vakit harcamamalıdırlar.Sadelik , basitlik , özgünlük ve etkinlik amaçlarından sapılmamalıdır.

Meselenin özü anlaşıldı heralde özgün , bereketli ve hayırlı bir çalışma için az maliyetli ve o maliyetin en faydalı ve en hızlı olanını yapmak icap eder.

Gelelim kaynağın saf ve temiz olmasına , herkesce malum kaynak helal olmalıdır ve şüpheli olmamalıdır.

Ne idiğü belirsiz uluslarası fonlardan vb uzak durmak gerekir. Kazancı şüpheli kişilerden bağış alınmamalıdır. Kamu kaynağı kullanılıyorsa daha titiz olmak gerekir.

Müslümanlardan alınan zekat ancak zekat olarak verilecek kişilere bekletilmeden şartsız şekilde ulaştırılmalı bu parayla eşya alınmamalı , inşaat vb yapılmamalıdır.

Müslümanların parası İslami sosyal çalışmalarda ümmete fayda sağlayacak irşad çalışmalarında kullanılmalıdır.Ticarette bir kural vardır tacir basiretli olacaktır , müslümanların işlerini üstlendiysen bu basiret kat kat artmalıdır , amatör hatalar , beceriksizlikler , zarar ve ziyanlar vebaldir.

Müslümanlar için islami sosyal çalışmalar yapılırken sahabe zamanındaki hassasiyeti şiar edinelim. Zamane müslümanlığı değil sahabe müslümanlığını istiyorsak bir şeyler değişmelidir.Yoksa toplumda bir inkişaf değil yeni yeni illetler peyda olmaktadır.

Sadece niyet yeterli olmaz icraatta olmalıdır.Müslümanlar arasında kardeşlik , dayanışma ve birliktelik artacaksa evvela dünyalık kaygılardan ve popüler ihtiyaçlardan kurtulmalıyız.
İhtiyacı olan fakir , fukaraya harcanacak para bekletilmeden ulaşmalı.
Sosyal çalışmalar için harcanan para en az maliyetle gerektiği gibi sarfedilmeli.
Müslümanlar daha fedakar olup maddi desteği artırmalı , maddi harcamalardanda en az faydalanmalıdır.Gerekirse para ve masraf bile talep etmemelidir.
Vicdanlar rahatsız olursa , suistimal olursa bu ne işe yarayacaktır.
Eğer bu konuya müslümanlar özel ehemmiyet verirse işleri kat kat kolaylaşacak ve bereketli bir hal alacaktır.21.09.2017

Mehmet Emin Başalp

BİZANS TARİHİ’Nİ BİLMEK GEREKİYOR

 

images


BİZANS TARİHİ’Nİ BİLMEK GEREKİYOR

Daha çok Bizans olarak bilinen Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul ve en önemli toprak parçasıda bugün bizimde yaşadığımız Anadolu’dur.

Bizans her ne kadar Roma devlet kültürünü devam ettirdiğini söylesede , daha erken devirlerde Grekleşmesi ( Rumlaşması ) ile doğulu özelliklere sahip Hristiyan bir devlettir.

Bizans devleti , Ortodoks mezhebinin oluşumu , din ve devlet ilişkileri bağlamında da incelenmesi gereken bir devlettir.Ortodoksluk’u Bizans devlet yapısı şekillendirmiş ve batının Bizans’a bakışı bugüne kadar yaşatmıştır.Osmanlı Ortodoksluğu niçin korumuş bunu bilmek için bu geçmişi bilmek şart.Bugün belki bu geçmişte yaşanan sıkı rekabet ve çekişme hissedilmemektedir.Oysa Katolik Hristiyanlık , Protestanlıklada şiddetle mücadele etmiştir.Dini çekişme Avrupanın yumuşak karnıdır.Bugün ise İslam dünyasının bu dertten muzdarip olması ise ibretliktir.

Papa’nın ortaçağ Avrupasında , hükümdarlara karşı yüksek otoritesine rağmen Bizans İmparatorları ” doğru inancın koruyucusu ” ünvanıyla bizzat dini anlamda da hem önder hem yönlendirici olmuşlardır.Bazı hükümdarların aldıkları dini eğitiminde etkisi ile bizzat dini tartışmalar içine girmeleri , toplanan kilise konsillerinde görüş beyan etmeleri , taraf olmaları , bazılarının dini içerikli metinler vb yazmaları , dindar hükümdarların din üzerindeki etkilerini inceleme açısından kayda değer örnekler olabilir diye düşünüyorum.

Bizans tarihini niye okumak lazım ?

Birincisi bu coğrafyaya hakim bir devletin tecrübesini görmek açısından elzemdir.

Bizans , Latin istilası sırasında bir dönem İstanbul’u kaybeder , İznik civarında hüküm sürer , bu küçük devlet güçlüdür ama dünya siyasetinde etkisizdir , İstanbul’u geri alınca denkleme yeniden girer. Bu Türkiye için İstanbul’un , boğazların önemini bir kez daha ortaya koyar. Sevr bizi orta Anadolu’ya mahkum ediyordu , yaşaması mümkün olmayan bir devlet tasarlıyordu.

Bizans’ın güvenliği için Balkanlar ve Ortadoğunun önemi müthiştir. Bizans buralardan gelen tehlikeleri bertaraf ettiğinde güçlü olmuş ,buralarda hakimiyeti olmadığında Anadolu güvenliği tehlikeye düşmüştür. Onun için Türkiye’nin Irak , Suriye , İran ile Balkanlar ve Karadeniz sınır güvenliği önemlidir buradaki bir zafiyet kesinlikle devletimizi beka sorunlarına iter.

Bir diğer husus vergi politikasıdır , yüksek vergi her zaman bu coğrafyada bir süre devlet hazinesini güçlendirsede kısa sürede ciddi bir ekonomik ve sosyal krize sebep olmuştur.Vergi politikası bu coğrafyanın ticaretten , sanayiden , turizmden evvel en hassas olması gereken mali politikası olmalıdır.

Bir önemli hususta Bizans güçlü iken küçük arazi sahiplerinin korunduğu ve köylerin güçlü olduğu dönemdir. Bu bize tarım ekonomisinin bu coğrafyada önemini ortaya koymaktadır , şehirlere yığılmış üretmeyen nüfus aynı şekilde Osmanlıyı’da gerileme dönemine sokmuştur.
Tımar sistemi esasında bir Bizans sistemidir ve Osmanlı bu sistemi devam ettirmiştir.Buda Anadolu’da sistemin sürekliliğini ve etkileşimi göstermek açısından önemlidir.

Bizans’ın kendi ordusunun zayıfladığı zamanlarda yabancı asker çağırdığı olmuştur.Bu her zaman devletin başını belaya sokmuştur.Aynı şekilde bu coğrafyaya yabancı asker , askeri üs ve yabancı silah sokulmamalıdır. Bu coğrafyada milli ordu güçlü olmalı , halk askerlikten soğumamalı ve milli silah üretimi ihmal edilmemelidir.

Bizans sarayı diplomasi konusunda uzmandır bazen cephede kaybettiği savaşı masada kazanmıştır , entrikaları ile ünlü bu saray zayıfladığı yüzyıllarda düşmanlarının zaaaflarını kullanarak yüzyıllarca varlığını devam ettirmiştir. Diplomasi bir devlet için olmazsa olmazdır.Bizans saray bürokrasisi de oldukça mükemmeldir zira iyi bir bürokrasi devlette devamlılığı sağlar kötü bürokrasi ise bir kamburdur.Bazen imparatorluğu ele geçiren kaba saba bir askeri bile saray bürokrasisi bir kaç yılda usta bir devlet adamı haline getirmiştir.Bu iyi müşavir , danışman ve memurun önemini gösterir.

Entrika denilince Bizans saray entrikası gibisi bulunmaz , tarihini okurken kitabı bırakamazssınız çünkü “ulan bu imparatorun başına ne gelecek acaba “demekten kendinizi alamazssınız. Bizans tek bir hanedan tarafından idare edilmemiştir çoğu zaman bir komutanın bir saray görevlisinin darbesi ile yönetim sık sık el değiştirmiş , bazı imparatorlar yatak odalarında en yakın arkadaş ve eşlerinin hançer darbeleriyle ölüp gitmişlerdir.Buda idareciler için bir ibret olup bazen en yakınızdan en ağır darbeyi alabileceğinizi gösterir.

Aristokrat , sanatçı ruhlu kendisini ilme vermiş imparatorlar genelde başarısız , otoriter ve iyi komutan olanlar başarılıdır. Bilgi , kültür ve sanat ne kadar önemli olsada devlet başkanlığı tüm mesaiyi bu yolda harcamaya müsait değildir bu coğrafyada iyi bir asker olmaz , cesaretli ve dirayetli olmazssanız devletin çöküşünü izlersiniz ancak.Güçlü liderlik bu coğrafyanın olmazsa olmazıdır.İlim , kültür ve sanat ise desteklenmelidir.

Bu coğrafyada her nedense iç çekişmelerde uzun yüzyıllara dayanan husumetler oluşturmaktadır.Duygusal yoğunluğu yüksek bir coğrafyadır.Bizans dini farklılıkları misal ikona taraftarları ile ikona karşıtları yüzyıllarca savaşmıştır. Yine Osmanlıda da Celali isyanlarının dini içeriği , mezhebi çekişme kaynaklı fay hattı bugün için bile yok olmamıştır.Oysa batı bu konuda bazen daha homojen özellikler gösterebilmektedir.

Bizans bilhassa mimarisi ile bizi son derece etkilemiştir. Hamam bir Bizans adetidir.Yine batının aksine doğu kiliselerinde fakir -fukara kollanmış bu imaret mimarisi Osmanlıda da devam etmiştir. Müzik , yeme – içme hatta tasavvufi etkilenmeler bile mevcuttur. Bizans’ta türbe geleneği vardır. Bizans’tan bize intikal eden İslami figürlerin eklendiği bir menakıb kültürü ile hurafe adetlerde intikal etmiştir.

Bizans Müslümanların Avrupa içlerine ilerlemesi hususunda büyük bir engel teşkil etmiştir. Bizans’a karşı fütühat hareketleri ile eski devirlerde elinde bulunan Mısır , Suriye , Filistin ve Irak İslam toprağı olmuş , Anadolu Türkler vasıtasıyla Müslüman yurdu olmuş , 1300’lerden sonra Balkanlarda ki fütühata rağmen , İslam Avrupa’da diğer memleketlerde olduğu gibi kalıcı olamamıştır. Bizans belası daha 8 ve 9. yüzyıllarda halledilebilmiş ve İslam fütuhatı Avrupa’ya geçmiş olsa çok daha ilkel şartlarda yaşayan Avrupa İslam karşısında direnemezdi. Oysa 1600’lerde kalbine dayandığımız batı ise güçlenme dönemine girmiştir.

Efendim Endülüs niye ilerleyemedi diyebilirsiniz , Endülüs daha erken yüzyıllarda İspanya’yı tamamen ele geçirip Fransa içlerine akın yaparken içten zayıflamış , bir birine düşmüş ve yozlaşmıştır.
Nitekim daha Emeviler döneminde İstanbul kuşatılırken daha sonra iç çekişme nedeniyle Bizans , Şam ve Kudüs’ü geri almıştır. Tabii Bizans güçlü bir devlettir , Sasaniler gibi bir anda yıkılamamıştır. Bunda da ordusunun büyük payı vardır.

Bizans tarihi okumak bize kıyas imkanı verir ve bir çok bölgemize ilişkin tespit yapmamıza yarar.Maalesef tarih müfredatımızda da gerektiği gibi anlatılmamaktadır. Bu hususta daha doyurucu analizler içeren metinler tarih derslerinde yer almalıdır.

Kronolojik savaş tarihleri sıralamasından ve anlamsız bilgilerden ziyade bölgenin siyasi tarihini , siyasi denklemi görmemizi sağlayacak tarihi bilgiler bilhassa lise tarih kitaplarında yer almalıdır. Güçlü bir Türkiye nasıl olur şuuru tarihi örneklerle zenginleştirilmelidir.

Bu hususta Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanan Prof.Dr.Fikret Işıltan’ın Türkçe’ye çevirdiği George Ostrogorsky’nin Bizans Devleti Tarihi kitabını tavsiye ederim.

Not : Kitap ağır bir kitap olup tarih altyapısı istemektedir.Aksi halde popüler bir tarih kitabı akıcılığı ve sadeliğinde olmayıp uzundur.

Mehmet Emin Başalp

İslami Sosyal Çalışmalarda Özgünlük Sorunları – 5 ( Fanusta Yetişme )

images (13)

 

İSLAMİ SOSYAL ÇALIŞMALARDA ÖZGÜNLÜK SORUNLARI – 5 ( FANUSTA YETİŞME – TERARYUM )
İslami sosyal çalışmalarda fanusta yetişmiş , kendini bir kabuğa çekerek fanusta yaşamaya başlamış ve alışmış kişilerin yani hayattan ve gerçeklikten kopmuş kişilerin yönetici ve yönlendirici olduğu çalışmalardaki sorunlara değineceğiz. Tabi bu hususları örnekleme suretiyle anlatacağız.
Fanusta yetişen kişilerin İslami sosyal çalışmalara etkilerinden bahsettiğimiz için öncelikle din algılarındaki garipliklerden bahsedeceğiz. İslam’da bilindiği üzere Kur’an , sünnet , icma ve kıyas gibi dört delil vardır ve din bu deliler üzerine bina edilmiştir.Birde şiar denilen ayırıcı özellikler vardır onlar üzerinde de hassas olmak gerekir. Misal “ ezan “ gibi “ selam “ gibi.
Bir kişi dinin doğruları üzerine din anlayışını , dinin şiarı üzerine kendi şiarını belirlemesi gerekir. Elbette her insanın farklı zevkleri , alışkanlıkları , örf ve adetleri de vardır ve bunlarda son derece doğaldır. Fakat fanusta yetişen kişiler genel çoğunluğun aksine kendilerinin kabul ettiği bu gibi simgesel adet ve ritüellere adarlar kendilerini.
Örneğin İslami bir sosyal çalışma yapılacak bir kitabın okunması kararlaştırılsın , mutad şekilde de okunabilir mi ? okunabilir. Fakat bu bir süre sonra o kitaptan başka kitap bir okumamaya , o kitabı okuyanlar o kitabı yere göğe sığdıramamaya sebebiyet verirse fanus ortamı gelişmeye başlar. Fanusta yaşayanlar bu kitabı okumakla en doğru işi yaptıklarına ve bir aşama sonrada o kitabı okumayanların yanlış yaptıklarına inanmaya başlarlar.Sonra düşünürler ki herkesin bu kitabı okuması için çalışmalar yapalım , organizasyonlar yapalım ve sonunda ortaya garip şeyler çıkar. Oysa İslami İlimleri öğrenme ve yaşama gayesinden sapılmasa bunların hiç biri ortaya çıkmaz.

 
Yine belli bir kıyafetin , saç sakal şeklinin , dua biçiminin vs daha İslami ( ! ) olduğu düşünülerek uygulanması kararlaştırılabilir mi ? kararlaştırılabilir. Bu belli bir amaç doğrultusunda yapılırken daha sonra yine en doğru usulün bu olduğu , bunları yapmayanların yanlış yaptıkları gibi bir algı gelişince , yayabilme potansiyeli varsa yaymaya , yayma potansiyeli yoksa iyice içe kapanmaya yol açan garip çalışmalar yapılır. Oysa Kur’an ve sünnet ölçeğinde bir sosyal yaşam gayesi olsa bunların hiçbiri ortaya çıkmaz tabii bir süreklilik olur.
Bu gibi din algısına eklemlenen anlayış ve adetler sonucu kişiler giderek kendi garip anlayışlarını keskinleştirme yoluna giderler. Kot pantolon giyen birinin dalalette olduğundan tut yaptıkları bir organizasyonun en mühim dini vazife olduğu gibi hususlara insanları inandırmaya çalışırlar. Bir şeyi tenkit etmek ve bir şeyi övmek ile bir şeyi sapkınlık olarak değerlendirip bir şeye üstünlük atfetmek farklı şeylerdir. Bu aradaki farkı kaybedenler ise İslami sosyal çalışmalara zarar vermekte olup özgün ve özgür olmayan olabildiğince kalıplaşmış , dogmalaşmış anlayışlarda ısrar etmektedirler.

 

Dini anlamda farklı algı organizasyon alanında da kendini gösterir. İnsanların istişare yoluyla , sosyal sorunlar için geliştirdikleri metotların hiç biri en doğru çalışma olmayabilir , o insanlarda seçilmiş insanlarda değildirler. Eğer bunun aksine inanırlarsa ve bu kalıpla yetişmişlerse sorunlar başlar. Oysa İslami özgün sosyal çalışmalar kişilere , mekanlara , ülkelere ve zamana göre değişiklik gösterebilir , zamanla değişmesi de gerekebilir ve değişiklik gösterme potansiyeline de sahip olmalıdır.İslami sosyal çalışmalar böyle olursa özgünlük ve yaygınlık kazanırlar.
Örneğin bu alanda da , yeni eğitim metotları doğrultusunda eğitim çalışmaları yapılıyorsa bu alanlarda çalışmalara çeki düzen vermek gerekir. Kimi çalışmalar ihtisas gerektiren ilmi çalışmalar olabilir. Şimdilerde bu çalışmalar bu alanda formasyon sahibi eğitimciler tarafından , belli bir müfredat dahilinde nezih ve ferah mekanlarda yapılırken ille adının geleneksel bir ad olması , ille belli bir oturma şeklinde , ille bir takım ders materyalleri ile yapılması konusunda ısrar bu fanus düşüncesinden sıyrılamamadır. Burada da şöyle bir yanlış anlaşılma olmasın modern olan iyidir geleneksel olan kötüdür gibi bir anlayışta değilim.Gelenekli olan elbette en iyisidir ama geleneksel olmak küçük bir fanus oluşturup içerisinde yaşamak değildir dolayısıyla bir süre sonra bu yapılar kişileri gerçeklikten koparacaktır.Bu yapılar daha da küçülecekler , apartman dairelerinde , bodrum katlarında faaliyet gösterecek kadar bir yayılım gösterip toplumda ilmi bir saygınlığı da olmayan ilker ( iptidai ) yapılara evrileceklerdir.
Eğitim metotlarının geneli ise yaygın halk eğitimidir.Yaygın halk eğitiminde fanus ortamından yetişme kişilerin zararı genel ve sürdürülebilir bir başarıya sahip olamamalarıdır.Nasıl dar bir muhit içinde yetişip ülkenin çok uzak ve zor ve imkansızlık içerisinde göreve giden bir yönetici zorlansa da bir süre sonra ortama alışacaksa da esas mesele dar bir muhit içerisinde yetişip rahat şartlar altında hizmet üretmesi istenen yöneticinin bir türlü istenen başarıyı sağlayamamasıdır.Başarı olmayınca idare ve anlayış tarzı tamamen başkalarının faaliyetleri üzerinden değerlendirme yapmaya yönelir. Tenkitle başlayan bu akım daha sonra aşağılamaya , şüphe uyandırmaya , kendini büyük görmeye , beğenmeye kadar gider. Herhangi bir veriden ziyade vehme dayalı bu iddialar ile etrafı kötüleme hastalığı oluşur. Etraf kötüyse tek bir iyi kalmaktadır oda kendisi veya kendileridir. Bizim dediğimiz doğru , bizim çalışmamız doğru , bizim yayınımız doğru vb.
Oysa cihanşumul ve çağları aşan fikir , gönül ve siyasi önderler , akımlar ve yapılar fanus ortamında yetişen kişilerin harcı değildir. Çünkü bu iddiaya girişmek deneyim , birikim , tecrübe , güç , çalışma ve zeka isteyen kriterleri oluşturulmuş hayli zor bir çağrıdır.İçerisinde bu vasıf ve vasıfta kişiler bulunmayan fanus ortamını bütün bir dünyaya teşmil etmek gayretine düşen , büyük büyük konuşan kişiler ancak gülünç durumlara düşerler.Yapılan çalışmaları aşağı çekerler.
Fanusta yetişen kişilerin düşünce dünyaları da hayli sorunlu olup fikri sabitlerle yaşamaktadırlar.Herhangi bir zihinsel gelişime yönelik çalışmaları olmadığı gibi bu yönde de herhangi bir amaçları yoktur.Bilgi birikimi olmadığı gibi , dış dünyaya da kapalı oldukları için insanları da tanımazlar ve insanlardan çekinirler.
İslam’ın evrensel mesajları herkese ulaştırılması gerekirken , İslam adına yapılan çalışmaları insanları kategorize ederek kapatmaya çalışmak ve kötü görmek fanus ortamının bir sonucudur.İnsanların günahkar olmaları sebebiyle aşağılanması , alışkanlıkları nedeniyle dışlanması , fikri yapıları nedeniyle ötekileştirilmesi , insanları sevmekten ziyade şüphe duyan bir anlayışı getirir.Bu kişiler kendilerince bir muteber insan grubu ile muteber olmayan insan grubu oluştur. O kriterlere göre insanları sınıflar ve toptancı bir yaklaşımla bu kişileri değerlendir.Bu halihazırda Kuzey Kore’de uygulanan bir sistem olup devletin vatandaşları devletin ideolojisi gereği iyi vatandaş , kötü vatandaş , orta vatandaş gibi sınıflandırmasına benzer , bilindiği üzere Kuzey Kore dünyaya kendini kapatmış ,insanları bir fanusta yaşamaya mecbur etmiş bir rejimdir.
Bu bazen o kadar ileri gider ki aynı düşünce yapısında olan kişiler arasında klikleşme ve hizipleşme yaşanır. İslam dünyasının yeniden ayağa kalkması için özgün İslami sosyal faaliyetler yapılması gerekiyorsa bu türlü anlamsız ayrımlardan , sıkıntılı , takıntılı kişilerden kurtulması gerekmektedir.
Düşünce sınırlarını aşabilen , fanus ortamından ziyade her yerde ve mekanda kendini temsil edebilen , görüşlerini ifade edebilen ve kabul görebilen insanlar ancak 8 milyarı bulan insanlığa seslenebilirler ve mesajlarını verebilirler.
İslami sosyal çalışmalara yön veren kişilerin insanları fanusta yaşamaya zorlamasına izin verilmemelidir.Bu insanlardan kurtulmak zorundayız , bu insanlar ıslah olmazlar , idare-i maslahat bu konuda hiçbir ilerleme sağlamaz. İnsanları körelten , kurutan yaklaşımlardan uzak durmak , Müslümanlar arasındaki ön yargıyı kırmak , iletişimin sağlıklı ve karşılıklı olduğu bir çerçeveyi çizmek zorundayız. Müslümanları dar muhitlerine kapanan , evhamlı , hareketsiz , donuk , karamsar kişilerin eline mahkum etmeden o eski fütühat çağındaki heyecana kavuşturmalıyız.
Müslümanlar hareket etmeli , denemeli, buluşlarımız heyecan vermeli , birliktelikten kaçmamalı , konuşmalı , düşünmeli , sınırlarını zorlamalı , küf tutmamalı , pas tutmamalı , yılmamalı , heyecanı bitmeyen , azmi sönmeyen , maceracı ve araştırmacı ruhunu kaybetmeyen engin denizlere yol açan , hassas , dili tatlı , yüzü gülen bir insan topluluğu olması için gayret etmeliyiz.
Mehmet Emin Başalp

İslami Sosyal Çalışmalarda Özgünlük Sorunu – 4 ( Karmaşa )

 

İSLAMİ SOSYAL ÇALIŞMALARDA ÖZGÜNLÜK SORUNU – 4 ( KARMAŞA )
İslami sosyal çalışmalarda özgünlük sorunlarına devam ediyoruz bunlardan birisi de amaçlar ile kurumlar karmaşasıdır. Karmaşadan kastım belli bir düzen dahilinde gittiği sanılan şeylerin özünde bir karmaşa yattığı ve sonucunun nereye gittiğinin kestirilememesidir.Sonuç olarak ucube ve uyumsuz faaliyetler bütünü ortaya çıkmakta , kaliteli , özgün , kalıcı etkiler bırakmamaktadır. Bunun sebebi de hedeflerde çeşitliliğe giderken gerekli yapılanmanın sağlıklı şekilde yapılmaması ve eklemlenme suretiyle bu işlerin yapılabileceğinin sanılmasıdır. Karmaşa halinde özgün çalışmalar çıkmaz.Dünya düzen ve intizam üzerine kuruludur. İslami sosyal çalışmalarda da kurumlar sık sık değişirse , anlayışlar sık sık değişirse , hedefler sık sık değişirse çıkan sonuçta olabildiğince değişmektedir. Değişimler domino etkisiyle daha farklı sonuçlara evrilmektedir.Maalesef özgünlük kaybolmakta sonuçsuz , nefessiz , soluksuz çalışmalar ortaya çıkmaktadır. Bunun göstergesi de yıllardır sayısal anlamda hem gönüllü hem kurumsal anlamda artışlar olmasına rağmen özgünlüğün , özelliğin , kalıcılığın azalmasıdır.
Gençlikten başlayalım , malum eskiden talebe cemiyetleri ile bir takım faaliyetler yürütülmüştür. Gençlerin aktif olduğu , fikri derinliğin , heyecanın ve aksiyonun eksik olmadığı bu yapılanma biçimi çeşitli sebeplerle etkinliğini yitirmiştir. Fakat gençlerin etkinliği sanki kuruma bağlıymış gibi gençler İslami sosyal faaliyetlerin öncüsü ve öznesi iken bu konumlarını kaybetmişler ve çeşitli çalışmalarda obje haline gelmişlerdir.Bu büyük bir enerji , hareket ve heyecan kaybıdır.
Ülkemizde uzun yıllardır İslami sosyal çalışmalarda aktif , özgün ve etkili bir gençlik çalışması bulunmamaktadır. Bunun sebebi nedir ? ,sebebi gençlerin olması gereken pozisyonda ve kurumlarda uzun zamandır olmayışlarıdır. Bir kurumun adının da gençlik olması orayı bir gençlik çalışmasının merkezi haline getirmez hakeza yeniden talebe cemiyetleri ile de aktivasyonun sağlanması da mümkün değildir. O zaman ne yapmak gerekir , gençler sosyal çalışmaların yüzü olacak , dili olacak , eli olacak , kolu olacak , ayağı olacak. Gençlere yönelik faaliyet yapılmasının artık amaç olmaktan çıkması gerekmekte olup insanlığa yönelik faaliyetlerde gençler temsil pozisyonunda yer almalıdır. Bu anlayış değiştirilmelidir yoksa İslami sosyal çalışmalarda zamanla bir taban kalmayacağı gibi nasıl metruk binalarla dolu terk edilmiş köyler kasabalar varsa kurumlarda ileride bu hale gelebilir. Gençlik çalışmalarındaki teşkilatlanma ve anlayış hataları gençlik çalışmalarının özgünlüğünü ve etkisini kaybetmesine sebebiyet vermiştir. Gençler ile yaşlılar kurumlarda yer değiştirmiştir. Gençler edilgen ileri yaş grubu ise etken hale gelmiştir. Bu nedenle bir talebe cemiyeti etkisinde , gücünde , heyecanında , organizasyon becerisinde gençlik yapılanması kalmamıştır.
İslami sosyal çalışmalarda etkin iki kurum vardır , dernekler ve vakıflar. Eski adıyla cemiyet , yeni adıyla dernekler ne iş yapar. Dernek belirli bir amacı gerçekleştirmek için insanların bir araya gelip kurdukları hukuki bir yapıdır. Derneklerin çok sayıda amacı olabilir biz burada İslami sosyal çalışmalardan bahsettiğimiz için bunların görünümüne , gelişimine ve şu anki durumuna bakalım ayrıca gidişat nedir ona ilişkinde birkaç söz söyleyelim.Şimdi buradaki karmaşa had safhadadır.Dernek ile vakıf kurumları bir birine karışmıştır.Bu sebeplerle dernekler , vakıflar , partiler , eğitim kurumları özgünlüklerini yitirmektedir.Kurumlar hangi faaliyet için kurulduklarını ne yapmaları gerektiğini , özlerine inerek çözmek durumundadırlar. Basit bir anlayış farklılığı ile çok şey değişir.Bir yerde faaliyet artırmanın kaliteyi getirmesi mümkün olmayıp aksine karmaşayı getireceği açıktır.

İslami sosyal çalışmalarda kurulan derneklerin genel amacı yaygın halk eğitimidir. Terminoloji olarak irşad hizmetidir de diyebiliriz. İrşad nedir ? Müslümanlara dini vecibelerini hatırlatmak , bu vecibelerini ifaya davet etmek , bu vecibelerin yerine getirilmesi için uygun şartları sağlamak , İslami şuuru canlı tutmak vs şeklinde özetleyebiliriz.yani bu minvalde A’dan Z’ye her türlü çalışma bu kapsama girer.Artık bu yaygın halk eğitimini hangi amaçla ve araçla yapacakları o derneğin kapasitesine ve anlayışına kalmıştır. Şimdi bu çalışmalar lokal düzeyde kalsa herhangi bir sorun olmazdı lakin değişen dünyada iletişim artmış , sınırlar kalkmış , amaçlar hedefler çeşitlenmiş artık dernek anlayışını dönüştürmek , geliştirmek gerektiği anlaşılmıştır. Bu değişim rüzgarları İslami sosyal organizasyonları da etkilemiştir. Kimi kendini yenileyebilmiş kimi ise yenileyememiş ve ilkel halde kalmıştır. Fakat esas sorun yenileyenlerin , değişenlerin gerçek bir değişim ve yenilik yaşayıp yaşayamadığıdır , yapısal sorunların varlığıdır. Meşhur fıkradır , devekuşuna yük taşı demişler ben kuşum demiş e o zaman uç demişler ben deveyim demiş. Yani deve misin ? kuş musun ? İslami sosyal organizasyonlar devekuşuna dönüşmüştür. Bir çok kurum ucube bir yapıya dönüşmüştür. Özgün yapıların zıddı olarak ucube diyorum , acayip anlamında.
Nedir bu ucubelikler ? genel İslami şuur ve eğitim amacında olan kurumların fakir fukaraya yardım işine girmesi , il içinde , ülke çapında hatta uluslar arası çapta çalışmalar yapması. Bakınız bu işin doğrusu bunların vakıf hizmeti olmasıdır , vakıf hizmetleri tüm Müslümanlara herhangi bir şart öne sürmeksizin sürekli yapılır , vakfın kapısı kapalı olmaz. Bir aşevi açarsın fakir fukara yemeğini alır , bir kurban organizasyonu olur fakir fukaraya dağıtılır , kömür dağıtılır , öğrenciye burs dağıtılır vs. Bu gibi faaliyetlerin dernekler üzerinden yürütülmesi ve o dernek ile bağlantılı bir takım iç kriterler belirlenmesi , bu faaliyetlerin o derneğin organizasyonlara da eklemlenmesi , kullanılması çok etik değildir. Bu faaliyetin derneklere eklemlenmesi yerine vakıf çatısı altında devam etmesi gerekir. Vakıf ile derneğin farkı olmalıdır.
Vakıf kurmak gerekirken dernek kurulduğu gibi dernek kurmak gerektiğinde de vakıf kurulmaktadır. Dernekler bir takım fikir organizasyonları şeklinde teşekkül edebilir , filan düşünce derneği , filan amaçlar derneği vb gibi kişiler buralarda oturup kendi aralarında fikri mülahazalar , çalışmalar yapabilirler , bunları topluma iletebilirler. Toplumdaki aksaklıkların giderilmesi , şuurun artması vb amaçlanabilir.Lakin burada da bir ucube anlayış son yıllarda gelişmektedir. İslami anlamda da bu düşünce temelli vakıflar kurulmaktadır. Yasal olarak bir engel olmasa da bu tip konularda İslami anlamda vakıf kurulamaz. Bilmem ne politik , stratejik , araştırma , geliştirme amaçlı vakıflar kurmanın anlamı yoktur bunlar derneklerin amacıdır. Bu tür vakıflar yaygınlaşırsa İslami vakıf anlayışı zedelenir.
Ucubelikler bitmek bilmemektedir genel amaçlı eğitim çalışmaları düzenlemek amaçsa formel eğitim ile yaygın halk eğitimi de birbirine karıştırılmamalıdır. İlmin saygınlığı vardır , bir eğitim merkezi , bir araştırma merkezi bir kütüphane kurulduysa orada amaç eğitimdir , ilimdir. Odaklanılması gereken amacın dışına çıkılmamalıdır. Fakat görünüş öyle mi ; Eğitim merkezinin başındaki şahıslar görüyoruz son yıllarda konferans , konferans gezmekte , tv , tv dolaşmakta.Eğitim harici bir çok konuda görüş ifade etmeler. İlmi amaç gütmemektedirler bu son derece tehlikeli bir gidişat olmuş ülkemizde son yıllarda dini – fıkhi tartışmaların göbeğinde bu ucube anlayışın faaliyetleri sebebiyet vermektedir.
Efendim dernekler bir Kur’an Kursu’na yardım etmek , bir caminin yapım , bakım , onarımı , bir yurt vb inşası gibi sebeplerle de kurulabilir. Lakin buradaki acayiplikte bu dernekler teknik anlamda dernekler olup hedef bir kitlesi yoktur ama zaman şahit oluyoruz , çeşitli açıklamalar , planlar , projeler vs , soluksuz kalacağı açık olan yaygın anlamda faaliyetlere söz konusu yapıların girişimde bulunması amiyane tabirle işgüzarlıktır.
İslami sosyal çalışmalar parti çatısı altında da yürütülebilir. Parti de siyasi amaçlı dernek demektir aslında ama ayrı bir yapılanması vardır ve siyaset için özgülenmiştir. Kurması da o kadar zor değildir. Bu sefer dernek ile parti , vakıf ile parti bir birine karışmaktadır. Siyaset mi yapacaksın , siyasi söylemde bulunacaksan parti kuracaksın veya bir partiye gireceksin. Burada şöyle yanlış bir anlaşılma olmasın bir derneğin ve vakfın siyasi bir yorumlamada bulunmasını kastetmiyoruz. Bir eğitim derneği , eğitim politikaları hakkında yorum yapabilir , belli parti ve siyasetçileri de destekleyebilir vb siyaset ise devlet işlerini yürütme maksadıyla bu işlere talip olmadır , bir dernek veya vakıf hem kurumsal hem de idareci ve üyeleri ile devlet işlerini yürütmeye , düzenlemeye talip oluyorsa siyasi çalışmalarını bu kurumlar ile değil kurumdan bağımsız yapmalıdırlar. Daha açık ifade edeyim siyaset için İslami sosyal organizasyonlarda yer almak bir basamak olmamalıdır onun için mesleki kuruluşlar , işadamı , sanayici vb gibi kurumlar , kültür sanat vb ile kurumlarda yer alabilirsin ama yaygın İslami bir amacı olan kurum ise siyasi amaçta yer alamaz.O zaman yozlaşır , itibarı , heybeti gider.
İslami olan her şey yerli yerinde , kaliteli olmalıdır. Bir yayın yapılacaksa en iyi yayın , bir kitap çıkacaksa en iyi kitap çıkmalıdır. Derneklerin ve vakıfların kitap , dergi , yayın ,tv , radyo , internet sitesi vb gibi işlere girişecekse bu konuda uzmanlaşmış kurumlar kurması gerekmektedir. Falanca derneğin bir programda dağıtılmak üzere broşürden hallice bastırdığı kitapçığın vb dağıtılması gibi faaliyetler kaliteyi ve özgünlüğü düşürmekte , basitliğe ve ucuzluğa meydan vermektedir. İslami yayıncılık son yıllarda hem nitelik olarak gerilemiştir.Sebebi de bu hususa gereken önemin verilmemesi bunu yan bir uğraş gibi görmek ve uzmanlaşmış kuruluşlar kurmamaktır.
Dernekler ve vakıflar ticari kazanç elde edebilirler , ticari kazanç elde etmek için şirketleşebilirlerde bunlar son derece doğal ve makul çalışmalardır. Amma burada din satılmamalıdır.maalesef son yıllarda buradaki yozlaşma istismar maksatlı , dini , uhrevi anlamlar yüklenmiş bir takım malzemeleri pazarlamaya yönelik çalışmalardır.Bu tip çalışmalar güven sorununu devamında getirir.
Bir hususta son derece karmaşık ve uyumsuz çok sayıda amacın ve çalışmanın bir kurumda toplanmasıdır.Bir kişi hem gazeteci , hem doktor , hem avukat , hem çiftçi , hem imam , hem müteahhit hem akademisyen olmaz. Bir taraftan bakıyorsunuz sağlıktan bir çalışma öbür taraftan inşai faaliyetler , geziler , konferanslar derken medya çalışmaları vb bir karmaşa halinde her alanda parça parça faaliyetler devam etmektedir.Önemli olan Hadis-i Şerif’te de belirtildiği üzere çalışmaların az da olsa devamlı olması düsturudur. Bir sene çalış çabala bir faaliyet yap ama seneye yok niye enerji bitti , nefes bitti.Olmaz İslami anlayış bu değildir , faydası yoksa bir işten vazgeçilir yoksa bu düzensizliğin bir vebali olur.

images (8)Söz kıymetlidir , yazı kıymetlidir , eser kıymetlidir , fikir kıymetlidir. Eşref-i mahlukat olan insan kıymetlidir. Sosyal organizasyonlar insan öğüten bir karmaşa çarkı haline gelmemelidir. Bunların sebeplerinden biri de çalışmaları bir birine karıştırmaktır. Topluma hizmet edenlerin kafası , unorganizasyonu karışmamalı ki toplumunda kafası karışmasın , taliplisi çıksın , fayda üretilsin. Domatesi serada , saksıda yetiştirmeye çabalamayalım , bir bahçede yetiştirelim güzel , doğal , faydalı bir domates olsun , yetiştirende , alanda , satanda memnun olsun.24.08.2017
Mehmet Emin Başalp

İslami Sosyal Çalışmalarda Özgünlük Sorunu -3 ( Sünepelik )

IMG_0371

İSLAMİ SOSYAL ÇALIŞMALARDA ÖZGÜNLÜK SORUNLARI – 3 ( SÜNEPELİK )
Yazılarımızda İslami çalışmaların genel gidişatından ziyade tıkanma noktalarından biri olan özgün çalışmalar yürütemememin sebepleri üzerine fikir beyan ediyoruz.
Özgünlük neden önemli lütfen bir düşünelim. Özgün ve orijinal olmayan şeyin yerine sahte , yapay , kopya , taklit olanı gelir.Ondan sonra şikayetçiler başlıyor ağlama ; bu niye böyle , bu niye şöyle , bu gençlik niye heba oldu , Müslümanlar niye duyarsız , ahlakımız bozuldu , maddiyatçı olduk , mala mülke sefaya daldık falan filan diye.Çünkü senin etrafta gördüğün özgünlüğünü kaybetmiş organizasyonlar sahte ve yapay , onlardan sonuç çıkmaz içine aldığı insanı kamil hale getirmez , aleme nizam vermez , derde deva , sadra şifa olmaz.
Özgünlüğümüzü yeniden kazanmalıyız , özgünlüğümüzü kazanmak için özgürlüğümüz kadar mücadele etmeliyiz.
Daha önce İslami sosyal çalışmalarda yaşlı yönetiminden kaynaklı durağanlık ve jenerasyonlar arası kopukluktan bahsettik. Köylüleşme temayülü ile de insanlarla sağlıklı iletişim kurulacak diyaloğun ve metodun geliştirilemediği , ucuzluğun ve basitliğin , gösteriş meraklılığı ve sığ insanlar eliyle yayıldığını anlattık. Bu seferde İslami sosyal çalışmalarda özgünlüğe engel sebeplerden biri olan sünepeliğe değineceğiz.

 
İslami sosyal çalışmaları adeta bir kanser gibi saran sünepeliği ve ayrık otu gibi her yerde biten sünepelerin verdiği zararları anlatacağız.
Konuya bir romanla başlayacağım , çünkü konumuzu hayli ilgilendiren bir roman Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “ Saatleri Ayarlama Enstitüsü . “ Bu romanı tekrar tekrar okumada fayda var birde bu gözle okuyun diyorum , İslami sosyal çalışmalara doluşmuş niteliksiz kişileri , niteliksiz organizasyonları fark edeceksiniz.
Bu romanın baş kahramanlarından Hayri İrdal kendini nasıl tasvir ediyor “Ben insanların en naçizi ve manasızı, karımın, vaktiyle enstitümüzün kurulmasından evvel hakkımda kullandığı dille, en sünepesi……” Hayri İrdal kendinin sünepe olduğundan haberdar amma bu enstitü vasıtasıyla itibar , makam , mevki ve gelirde elde etmiştir. Sünepeler için bulunmaz fırsatlardır bunlar , kendi başına hiç olan , bir gölge olan insanlar ortaoyunumuzdaki üslupla “ evet efendim ,öyledir efendim , münasiptir efendim “ diye diye önemli kişi oluyor , idareci oluyor , ahkam kesiyor , çıkıyor kürsüye hitap ediyor , baş çekiyor , organizasyon kuruyor , analiz yapıyor , yazıyor , çiziyor. Gerisi de bu sünepeleşme akımına kapılıp susarsa işte ortaya özgün değil vasat altı işler çıkıyor. İnsanda yetişmiyor.
Bakınız bugün İslami sosyal çalışmalarda elinden iş , dilinden hikmet beklenecek , ufuk açacak kişilerden ziyade yönetilmeye muhtaç kişiler baş çekmektedir. Bu kişiler güdülmeye , birine yaslanmaya , şunu şöyle yap bunu böyle yap demeye muhtaç kişilerdir. Susar , çekinir , korkar , eleştiremez. Görgüsü , bilgisi , kültürü vasat altıdır. Bu kişiler insiyatif alamazlar , kendi fikirleri olmaz , kimin peşinden gideceğini kestiremez , iki lafı bir araya getiremezler . İç dünyalarında bir heyecanları , bir dünya tasavvurları yoktur , onları harekete geçirecek bir hayalleri , hedefleri , idealleri yoktur. Onlar İstanbul’un fethini düşünemezler onlar obada ki keçilerin , koyunların sütünün sağılması işinde titizlik gösterirler. Bu kişilerin içinde heyecan , şevk , gayret , dava şuuru yoktur çünkü öz ve cevher yoktur. Klişelerin sözcüsüdürler , tekrara düşerler. Her şeyi duruma göre meşrulaştırabilen , ilke ve ahlaki yapısı çelik gibi olmayıp lastik gibi olan omurgasız kişilerdir. Bu kişilerin herhangi bir haksızlık karşısında sesi çıkmaz , bu kişiler Müslümanlar için bir fedakarlıkta bulunmazlar ancak kendi görevleri neyse fedakarlıkları da o kadardır , görev biter iş biter. Kardeşlikleri zayıftır çünkü onu da vazife gibi görürler. Teşkilatçılık adı altında inşa edilen bürokraside emeklilik beklerler ve bu teşkilatlardan da sadra şifa icraatlar çıkmaz.

 

 
Bugün İslami sosyal çalışmaları organize eden binlerce kişi , katılımcı seviyesinde milyonlarca kişi varken ne bir Müslüman dava adamı yetişiyor ne de bu ruh artıyor. Görev alan binlerce kişinin Müslümanları miskinleştirmeye hakkı yok diye düşünüyorum. Miskinleşme derken fikri bir miskinlik ve onun sonucundan bahsediyorum ve icraatta da çekingenlik ile ortaya çıkan sünepelik özgün çalışmalar yapılmasına engel olmaktadır. Bu anlayış , bu atalet hızla yayılıyorken gidişatı durduracak kişiler değil , aksi gelişmeleri durduracak kimselerin varlığı da üzücüdür.

 
Bugün , bir Mehmet Akif , bir Babanzade Naim var mı fikir öne sürecek , bir Necip Fazıl var mı çile çekecek , bir Fethi Gemuhluoğlu var mı adında petrol geçen vakıftan muhabbet saçacak , bir Ali Ulvi Kurucu var mı , yazdığı şiirden peygamber sevgisi akacak , bir Cahit Zarifoğlu var mı , Müslümanların acısından kıvranacak daha çok isim sayılır bunlar zirve isimler fikir adamları yerel ölçekte de belki binlerce kişi vardır bir öğretmen , bir imam bir gönül insanı bir hayırsever bir bekçi bile Müslümanların davasını dava edinmişse , haktan , hakikatten başını kesseler ayrılmamışsa , yalandan , riyadan , gösterişten uzak kalmışsa , mert olmuşsa , adam olmuşsa , yoklukta , varlıkta nice fedakar , gayretkeş çalışmalar yapmışsa İslami sosyal çalışmalar az kişiyle bile çok yol kat etmiştir.

 
Bu hususlar konuşulurda duymuşsunuzdur , rahmetli filan amca şu caminin bu yurdun yapında ne gayretler gösterdi , falan bey zamanında bu çalışmalar için bizi gece gündüz demez arabasıyla getirir götürürdü , o öğretmenin sınıfından kimler yetişmedi ki , o cemiyet zamanında üniversite gibi çalışır , okul gibi çalışırdı , biz o arkadaş grubuyla sabah akşam ilim tahsil ederdik , onlar zamanında şu Müslümanların yardımına koştu vb gibisinden.
Örnek alınacak kişiler bu insanlar değil miydi , bugüne adapte edilmiş hali değil miydi ? Oysa kimi zaman titrine , diplomasına bakılan ama genelde herhangi bir meziyeti olmayan kişilerin kurumsallaşma kültürünü bozmadıkları , teşkilatlanma bürokrasisini aksatmadıkları , küçük hedefleri başarılı yürütmeleri nedeniyle başarılı addedildikleri bir sistemle İslami sosyal çalışmalar ilerlemeye çalışıyor. Maalesef sünepeleşme yaygınlaşıyor.

 
Bugün geçmiş yıllarda yapılanlardan daha ileri derinliğe sahip çalışmaların yapılamamasının sebebi nedir acaba diye düşünmek gerekiyor.Çalışmalar , organizasyonlar , teşkilatlar niye zayıflamıştır.İnsanların sözleri niye hafifleşmiştir.
Çünkü ;

 
Yine bu romandan devam edelim diğer niteliksiz ama icraatçı enstitü müdürü karakter olan Halit Ayarcı ne diyordu romanda “dostumuza kendisine gore bir is bulun… dedi. calismamasi icap eden, ataleti muessese icin faydali bir is… o zaman mesele hallolur. “ gerçekten muazzam tespit ataleti , tembelliği , sünepeliği müesseselerimiz için faydalı olacak insanları seçiyoruz. Malum hareket ve devinim zor idare edilir , problem çıkar . İşler bu anlayışla gittiği için her yer Hayri İrdallar’la dolmuş her kurum neredeyse Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ne dönüşmüştür. Basit mevzuların dahi günlerce istişare edilebildiği bir anlayış yerleşmiştir. Onlarda insanları boş işlerle meşgul ederek bu meşguliyetten zaman ve itibar kazanmaktadırlar. Maalesef bu fasit daire ( kısırdöngü ) kırılamamaktadır.

 
Kimse bir şey demese emekli oluncaya kadar evinden işine gidecek birine hasbelkader biri gel sana ihtiyaç var dendiğinde geliyor , şurada şu yapılacak denirse yapıyor , şunu şöyle yap derlerse öyle yapıyor , böyle yap derlerse böyle yapıyorsa ve artık git dendiğinde gidiyorsa buradan özgünlük çıkar mı soruyorum ? Çıkmaz bir garabet çıkar ortaya ancak.
Yine bu romanda bir söz daha vardır “ Şöhret afet olduğu kadar da vesile-i rahmettir “ diye bu anlayışla bu sünepe insanlar grubu bu şöhretten istifade etmek suretiyle toplum içinde saygınlık edinmekte ve kendileri de toplum içinde önemli bir yer edindiklerini düşünmektedirler. İslami sosyal çalışmalar maalesef bu anlayışla kişilerle dolmakta bu anlayışta ise kişiler çalışmaları sürükleyememekte ancak idare etmektedirler.Özgün , orijinal etkili çalışmalar yapılamamaktadır.

 
İslami sosyal çalışmalarda mert insana , sesi gür insana , hakkı haykıracak insana , ahlakı çelik gibi olan insana , dertlenen insana , derdinin , davasının adamı olmuş insana , fikri ve zihni temiz , ahlakı çelikleşmiş , cüceleşmemiş , küçülmemiş , eğilmemiş , bükülmemiş , adam gibi adamlara ihtiyacımız var ki ; oturdukları yerde muhabbet olsun , mutluluk olsun , ilim olsun , irfan olsun , hikmet olsun. Çalışmalara şevk gelsin , heyecan gelsin , moral , motivasyon gelsin.Bu şekilde başarılı ekipler olur başarılı , etkili çalışmalar yapılır. Sahte , yapay , batıl , acemice , köksüz , ruhsuz çalışmalar , fikirler , cereyanlar yok olur. 08.08.2017

Mehmet Emin Başalp

İslami Sosyal Çalışmalarda Özgünlük Sorunu – 2 ( Köylülük )

IMG_0166

İSLAMİ SOSYAL ÇALIŞMALARDA ÖZGÜNLÜK SORUNU – 2 ( KÖYLÜLÜK )
İslami Sosyal çalışmalarda özgünlük sorunu olarak daha önce gerontokrasi yani yaşlı yöneticiler sorunu olduğundan bahsetmiştik. Bu hususa yine kısaca değinerek , STK’ların ve çalışmaların genç jenerasyondan kopuk halde devam etmesinin , çalışmaların özgün olmamasının başlıca sebeplerinden olduğunu tekrar belirtmek gerekiyor.
Bu hususta son yıllarda Avrupa ülkelerinde genç bakanlar görev almaktadır.Yine ülkemizde de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı sayın Fatma Betül Sayan Kaya 1981 doğumlu , Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı sayın Jülide Sarıeroğlu 1979 doğumlu , Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı sayın Berat Albayrak ise 1978 doğumlu olup Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulunda da genç isimler olarak önemli bir temsil kabiliyetine sahiptirler.
Devletlerin , şirketlerin bile benimsediği bu yaş grubu yüksek yöneticiler ile yaş grubu genç yöneticilerin harmanlandığı yönetim sistemi İslami Sosyal Çalışmalarda , STK’lar da pek benimsenmemekte , özgünlük sorunları da giderek bu çalışmalarda artmaktadır.
İslami sosyal çalışmalarda özgünlük sorunlarının çokça sebebi vardır sırayla değineceğiz bunlardan biriside köylülüktür.Tabii burada kişilerin köy kökenli olması , köyde yaşamasını kasdetmiyoruz , köylülüğü falan aşağılamıyoruz sadece sosyolojik anlamında kullanıyoruz köylülüğü.
Köylülük , vizyonsuzluğu , olabildiğince yerelliği , gelişmemeyi , kurabildiği en sağlıklı iletişimin ancak kendine benzeyenlerle olabildiği , yeniliklere kapalı olmayı , çekememezliği , kaba kuvveti , fikri üretimin olmamasını , estetiksizliği , şahsi gösteriş meraklılığını , düşüncesizliği daha sayıca çokça olabilir kapsayan anlayışları ifade eder.
Köyler insanların tabiatla iç içe yaşadığı , iyi bir aile ortamında insanların huzurlu , mutlu şekilde yaşadığı , suç oranlarının son derece düşük olduğu , safiyeti , temizliği temsil ettiği kadar yaşanılan coğrafyanın sınırlı olması , insan sayısının belirli olması nedeniyle yaşamda ve düşüncede sınırlılığı da ifade eder.
Bugün Anadolu’nun fethi sırasında kurulmuş köylerden 1000 yıl öncesi ile 1000 yıl sonrası arasında ne gibi gelişmeler yaşandığına bakıldığında bunun son derece az ve çok yavaş olduğu gözlemlenebilir. Hele sarp bir coğrafyaya da sahipse tarım aletleri bile çok az değişiklik göstermiştir.Çünkü dışarıya açılım olmadıkça ilim , kültür , ticaret gibi alanlarda herhangi bir gelişim olmamaktadır.
Malumunuz nüfusu artan köyler zamanla belde olmuş ve bu beldelerde belediye başkanlığı seçimleri ülkenin en çekişmeli seçimleri olmuştur. Çoğu belde de zamanında bu seçimler nedeniyle kavgalar , küskünlükler yaşanmıştır sebebi insanların diyaloğa kapalı anlayışıdır. Köylerde farklılığa tahammül azdır , çekememezlik fazladır , hatta bir kız alıp verme hadisesinde dahi aileler arasında anlaşmazlık çıksa taraflardan biri göç etmek durumunda bile kalabilir.
Köylerimizde genellikle insanlar kendilerini övmekten hoşlanmakta , basit şeylerle kendilerini ön plana çıkartmaya ve gösterişten hoşlanmaktadırlar.Bu hususta yapılan çalışmayla , beceriyle , başarıyla övgünün değil de tamamen kişisel sebeplerle övgünün yaygınlaşmasına sebebiyet verir. Falan ağa , filan ağa gibi köy eşrafı olarak bahsedilen kişilerin genelde herhangi bir özelliğe sahip olmadığı görülür.
Köylerde yaşam zor olduğu için her türlü maddeden sonuna kadar yararlanılmakta fakat bu tutumluluk zamanla eski şeyleri kullanma alışkanlığına , estetiksizliğe , çirkinliğe sebep olmaktadır.Köylerde estetik ve sanatsal zevkler hayli düşüktür.
Bu sosyolojik davranışlar şehre taşındığında şehir köylü bir anlayışla yapılanır , bir kuruma taşınırsa kurum köylü bir anlayışla idare edilir , sanata taşınırsa zevksiz eserler , mimariye taşınırsa çirkin yapılar , dini anlayışa taşınırsa bağnazlık , kültürel alana taşınırsa sığlık gibi hadiseler yaşanır. Tüm bu hususlar özgünlüğe engeldir.
Bu uzun girizgahtan sonra maksadımız ne olduğu umarım anlaşılmıştır. İslami çalışmalarda bu nasıl yansımaktadır.
İslami sosyal çalışmalarda yaygın çalışma yürütülmesi sırasında söylemde vizyon , misyon , ufuk gibi ideal hedefler görünürken eylemlerinde olabildiğince yerelleşme temayülünün görülmesidir. Dar bir insan kitlesi içerisinde faaliyet yürütülmesi , hitap edilen kitlenin genişleyememesi , belli kesimdeki insanlara hitap edecek dili oluşturamama köylüleşmedir.Çünkü yukarıda belirttik köylüleşme halinde ancak benzerlerle iletişim kurulabilir.İslami sosyal çalışmalar bir bölgede tüm sosyo – ekonomik gruplara , tüm mesleklere , tüm yaş gruplarına ve tüm yaşayanlara hatta tüm insanlığa hitap edemiyorsa yerel kalmaya , yerel dili sahiplenmeye , dar pencereden bakmaya ve kalmaya mahkumdur.Özgün olmayan tekrara düşmüş çalışmaların yinelemeye çalışılmasından başka herhangi bir faaliyette geliştirilemez.
Köylüleşme İslami sosyal çalışmalarda modası geçmiş uygulamaların sahiplenilmesi ile de kendini gösterir.Modası geçmiş çalışmaların ve uygulamaların sahiplenilmesi ise çağ dışı görüntü verilmesine sebebiyet verir. Bu husus çok mu önemlidir denilebilir elbette çok önemlidir çünkü insanların intibasında bu husus önemli yer teşkil etmektedir. İnovasyon denilen şey bir gereklilik üzerine doğmuştur , yenilenmek zorundasınızdır. Hep aynı rutin organizasyonların düzenlenmesi , aynı sözlerin tekrar edilmesi , binaların , eşyaların modernize edilmemesi , kimsenin artık uygulamadığı eğitim sistemlerinin hala uygulanmaya devam etmesi , yönetim anlayışının ilkel şekilde kalması köylüleşmeyi artırır , zihni köreltir. Burada şu ayrımı bilelim bir şeyin eski olması modasının geçtiği anlamına gelmez , insanlar klasik araba sahibi olmak isterler ama modası geçmiş otobüsle kimse yolculuk yapmak istemez. İnsanlar 30 yıllık modası geçmiş takım elbiseyi giymek istemez ama 100 yıllık antika saati takmak isteyebilir.
İslami sosyal çalışmalarda geleneksel sanatlarımızla ilgilenmek modası geçmiş uygulama değildir , internet çağında kitap basılması modası geçmiş çalışma değildir hala saman kağıttan zevksiz bir tasarımla üzerinde şirket logoları bulunan kitap basmak modası geçmişliktir , köylülüktür.Bunun gibi örnekleri çoğaltabiliriz.
Örnek vermek gerekirse konferans salon kapılarında hala sıra sıra dizilip insanları karşılamaya çalışmak , kapı girişlerinde ve çıkışlarında şeker – lokum tabakları koyulmasından , ballı süt ikramından öte bir ikram geliştirememek , ısrarla uzun açılış konuşmaları yapmak , faaliyet videoları izletmek gibi klişelerden vazgeçmemek köylülük temayülleridir.Oysa insanların kendini daha rahat hissedebileceği , ilgisini çekebilecek materyallerin olduğu konseptler geliştirmek , insanları sıkmamak asıl amaç olsa gerek.
Köylüleşme gösteriş meraklılığıdır dedik buda köylüleşme temayülüne girmiş İslami sosyal çalışmalarda tanıtım ve eğitim görsellerin estetiksiz ve zevksiz bir anlayışa girmesidir. Dikkat çekmesi adına her çalışma yapılan yere logo koymak , logoyu büyütmek , her yere basılı afiş vb asmak. Siyasi partilerin bile artık seçim dönemlerinde her yere bayrak asması hoş görülmemekte , miting alanlarının bile sade olup gelen vatandaşın konforunu artırma yönünde konseptlere dönüştüğünü görmek gerekir.
İslami sosyal çalışmalarda basılan eserlerin içerikten , estetikten yoksun olarak ziyade ucuz reklam kokan bir gösterişe dönüşmesi , zevksiz çizimler , zevksiz döşemeler , son derece karmaşık internet siteleri , insanlara mesajını dikkat çektirerek , beğendirerek değil adeta göstere göstere vermek gibi bir yanlışa düşülmesi zikredilebilir .Samimiyetin gelen gideni anlık kucaklamak , gülmek olmadığı , espri yapmak olmadığını , aslında insanların çalışmalarına , fikirlerine , sorunlarına gerekli değerin verilip anlık ilgilenildiği , geri dönüşün yapıldığı , ciddiye alındığı olduğunu yöneticilerin benimsemesi gerekir. Bütün paydaşlarla , sosyla çalışmayı yapanlarla , hitap edilen kitleyle ünsiyet kurulması gerekir. Köylerde falan ağa filan ağa gibi herhangi bir özelliği olmayan kişilere hiyerarşik üstünlük verilmesi gibi İslami sosyal çalışmalarda da insanları kategorize etmek gibi bir yanlışa düşülmesi , klikleşme gibi yanlışlar sosyal çevreyi daraltmakta , kurutmakta , sığlaştırmaktadır.
İslami sosyal çalışma yürüten kişiler seçilirken sen , ben , bizim oğlan mantığı ile hareket edilmemelidir.Bu tam anlamıyla bir köylülüktür işte köyde adam tarlasını kimle sürmeye gidecek , bağını kimle bozmaya gidecek , akşam kahvede kimle oturacak ancak buralarda sen , ben , bizim oğlan mantığı işler. İslami sosyal çalışmalarda başta sağlam inanç , güzel ahlak , beceri sahibi , ehliyetli , liyakatli ve güvenli kişiler seçilir lakin güvenli kişi mevzusunu sen , ben , bizimoğlan mantığı olarak anlarsan yetenekli , ufuk açan kişilere asla ulaşamaz , etrafında bulunan niteliksiz insanlar elinde heba olan kaynakları izler hatta bu kaynakların heba olmasından dolayı Allah korusun vebal altına girilir.
Fikri üretimin olmaması sığ bir alan oluşturur , denizlerde sığ alanlar bilindiği üzere yüzme bilmeyen kuru kalabalığın adeta suda oynadığı sınırlı yerlerdir.Oysa yüzme bilen iyi yüzücüler her türlü suda yüzerler ve kulaç atar ve açılır. Sığ alana ancak niteliksiz kuru kalabalıklar toplanır ve o sığ alandan daha ileriye de ilerleyemez.Oysa İslami sosyal çalışmaların amacı dünyaya İslamı tanıtmak , Müslümanları dini , kültürel , sosyal alanda gelişimini sağlamak ise sığ alanlar oluşturmak kuru kalabalıkları doldurmak yerine , kalabalıkları ve içerisindeki cevherleri derin sularda dahi yüzebilecek kaliteye sahip şekilde yetiştirmek gerekir.Bu ise ancak iyi bir eğitim , iyi bir eğitimci kadrosu ile planlı ve vizyonlu çalışmalar ile mümkündür.Gelişimin sağlanması için ise yeni fikirlere açık , yenilikçi olmak ve eleştirel bakış açısına tahammüllü olmak gerekir. İslami sosyal çalışmaları yapanlar arasında eleştiri yapanlar uzaklaşmak zorunda kalıyorsa , eleştiriye tahammül yoksa , yeni fikirler uygulanmıyorsa , çalışmalara yeni kişiler gelmiyorsa , çeşitli kişiler arsında rekabetler , küslükler oluşuyorsa orası geniş bir havza olmaktan çıkmış bir köy havzasına dönmüş ve köylüleşmiştir bazen kişiler bu durumun farkında bile olmayabilir ama sonuçlara bakarak beklide bazen dışarıdan bakarak ne hale geldiklerini sorgulamaları gerekir.Tüm bu hususlar özgün çalışmalara engel teşkil eder.Klişe ve sığ çalışmalarla plansız , programsız , derinliksiz çalışmalar yapılır gider.
Bu şudur köyde okunan ezan doğaldır ama eğitimli kişinin okuduğu ezan mükemmeldir.Köy içinde yabancı dil bilmenin herhangi bir artısı yoktur ama İslami sosyal çalışmalarda dünya hedefin varsa yabancı dil bilen kişileri görev alması elzemdir aksi halde köyden farkın yoktur. Yerelliği koruma adına hedeften uzaklaşırsan hedefine ulaşamazsın. Köy içinde her sene ancak kiraz festivali yapabilirsin ama kiraz sempozyumu yapamazsın.İslami sosyal çalışmalarda her sene aynı konseptli piknik yapmak , her sene bir bölgeye ağaç dikmek , her sene aynı kursu açmak kiraz festivali gibi işlerdir bu işlerin daha global olanını daha ilmi olanını daha çok geniş hitap eden olanını insanların yaşam tarzını etkileyebilecek olanını yapmak ise köylülüğü aşmaktır.
Bilindiği üzere köy seyirlik oyunları vardır , düğünlerde vb köyün bu konuda yetenekli üç beş kişisi belki yüzlerce yıldır aynı konseptli basit tiyatral gösteriyi sunar.Bu konsept hiçbir zaman değişmez çünkü orası köydür ama sinema evrensel bir dildir ve o evrensel dille köy seyirlik oyunları konseptli belki yüzlerce sinema filmi çekebilecek imkana , tekniğe ve hikayeye sahip olabilirsin. İnsanımızı İslami sosyal çalışmalarda adeta köy seyirlik oyunları gibi sınırlı çalışmalara değil evrensel metotlarla İslamı anlatacak ve yaşayacak kabiliyete kavuşturmak gerekir.
Sözü uzattık ama tüm bunları İslami çalışmaların dinamizmini , özgünlüğünü koruma adına söylüyorum.Çünkü bu çalışmalar İslam toplumun da dinamizmini gösteren gelişmelerdir. Hedef geçmişte daha yerel ölçekte olabilir bunlar zamanla aşılmıştır fakat yerel ölçekte ve zihniyette kalmak ise bu saatten sonra ileri götürmeyeceği gibi geriye götürür.Zaten son yıllarda bu tür İslami sosyal çalışmaların cazibesini yitirmesi , eleştirilmesi , gençlerin ilgisini kaybetmesi tüm bunların sonuçlarıdır.Bu sonuçlar ağırlaşmadan tedbir alınması gerekmektedir.01.08.2017

Mehmet Emin Başalp

TV , SİNEMA , MODA , MAGAZİN , YEME -İÇME

IMG_0152 IMG_0146

TV, SİNEMA ,MÜZİK ,MAGAZİN , SPOR , MODA , SANAT , YEME – İÇME , EĞLENCE
Yazılara ilişkin çok sıkıcı ve uzun yazılar olduğu yönünde eleştiriler alıyorum. Yani sadece tarihi , siyasi , dini, edebi konularda değil yukarda belirttiğim konularda da hayli bilgi sahibi olduğum söylenebilir gazetelerde güncel siyasi yazıları okuyorsak bu Onur Baştürk okumadığımız anlamına da gelmez.
Ben çocukluğumdan beri iyi bir tv izleyicisiyim bir buçuk yıldır tv’den uzağım.Fakat biz Televole’den , Pazar Keyfi’ne kadar programların takipçisi olduğumuz kadar Acun Ilıcalı’nın gelişimini bile bizzat gözlemlemiş bir insanız. Hep magazin programları mı izledik tabi ki hayır Trt’de Nuray Yılmaz’ın sunduğu “ Gezelim Görelim “ programının da iyi bir takipçisiydim.
Ali Kırca’lı , Reha Muhtar’lı açık oturumlar , bilumum popçuların tv şovları ve bence keşke hala devam etseydi diyebileceğim bir klasik “ İbo Şov “ klasik olmuş bütün tv dizileri yanında bazen kişilerin bile zorla hatırladığı üç – beş bölümlük tv dizilerine kadar Türk dizi bilgimiz hayli geniştir. Hele kardeşlerimle bir figüranın bile daha önce nerede oynadığına ilişkin yaptığımız araştırmalar oldukça eğlencelidir. Biz , Engin Altan Düzyatan’ı Diriliş ile tanımadık taa “Koçum Benim “ den biliriz. Geçen sezon içerde dizisinde “Alyanak “ karakterini oynayan Yıldıray Şahinler’i “Gülşen Abi “ dizisinden tanırız. Yazıyı yazarken Gülşen Abi ne zaman yayınlanmış diye baktım 1994 , hafızam maalesef bu tür bilgileri niye silmiyorsa tonlarcası ile dolu.
Velhasıl Tv kültürüm bu kadar iyiyken bir mevzuya daha değinerek konuyu kapatayım Hugo ve Tolga Abi’ye küfür eden çocuk hadisesi gerçek mi ? efsane mi ? .Şimdi bizde iyi bir Hugocu olarak bu yarışmayı izledik , çevirmeli telefonumuz olduğu için bu yarışmayı arayamamanın derin travmasını çocuklukta yaşadık ama ben bu olayı tv’de izlemedim.Fakat buna ilişkin sanki bir video izlemiş olduğumu sanıyorum.Bir çok insanda bu olayın yaşandığını iddia ettiği gibi , bu tür bir video izlediğini de düşünenler var sanırım beynimiz bize bir oyun oynuyor.
Bu nostaljileri de zaman zaman yapacağım ama yazıyı komple tv nostaljisine ayıramam . Efendim tv dizilerine ilişkin bir değerlendirme yaparsam “ Çocuklar Duymasın “ dizisi tekrar yayın hayatına dönmüş , aslında bir tür benzerlikte bulunan Kaynanalar dizisi de böyleydi , yıllarca ara verilip verilip yeniden çekilmişti. Bu dizinin tarihine gideyim ilk Tgrt’de çıkmıştı ve izlemiştim karakterler tam olarak bu şekilde değildi , sanırım 8-10 bölüm sonra başka bir kanala transfer oldu , karakterler daha abartılı oynama başladı ki bu noktada Haluk karakteri abartılı oyunculuğun televizyon tarihimizde ki örneklerindendir. Yeniden yıllarca izlenir mi , sanmıyorum bir sezon kadar eğer rakip diziler arasında reytinglerde iyi sonuçlar bulabilirse devam edebilir. Aslında Birol Güven orijinal işler yapan birisidir , yeni hikayeler bulsa daha iyi olur diye düşünüyorum gerçekten Ayrılsak da Beraberiz ‘in ilk sezonları , En Son Babalar Duyar’ın ilk sezonları falan çok güzel , orijinal dizilerdir.O kalitede yeni hikayeler bulabilir aslında.

Yeni sezon için merakla beklediğim dizi ise Kadir İnanır’ın , Ali Ekber Cevahir adlı bir dizide kabadayıyı oynayacak olması , Kadir İnanır bu tarzda başarılıdır ve Türk sinemasında da Tatar Ramazan gibi kült filmlere imza atmıştır. İşin aslı çok da beklenti içine giremiyorum ama senaryo derinliği vardır umarım , klişelere boğulmuş , abartılı erkek oyunculuğu ve donuk kadın oyunculuğunun olmadığı bir dizi olsun.

Sinema’da da tabi beklediğim film bu sezon için Yavuz Turgul – Şener Şen ikilisinin yeni filmi olacak , bakalım nasıl olacak zayıf kalmamasını umuyorum. Birde çekimleri başlayan Kenan İmirzalıoğlu’nun başrolü oynadığı Cingöz Recai , aslında iyi bir senaryoyla devamı çok sayıda çekilebilecek bir Türk sinema klasiği olabilecek kapasiteye sahip hikayedir ancak iyi senaryo yazılmadığından son yıllarda bütün filmler bence gelişen tekniğe ve oyunculuğa rağmen kötü oluyor. İyi senaryo olmadan iyi film olmaz. Tabi kitlesi için çekilen Burak Özçivit ve Murat Boz’lu Kardeşim Benim 2 ‘de var : ) İnsanın endüstriyel sinemaya tepkiselliğini ölçüyorlar herhalde.
Müzik piyasasında neler oluyor pek takip edemiyorum ama genel bir kalite düşüklüğü vakıa son zamanlarda Aleyna Tilki oldukça popülermiş , kendisini hiç dinlemedim basına yansıyan haberlerden biliyorum.Eski 90 ‘lar pop şarkılarını dinlemenizi tavsiye ederim.
Spor konusu uzun bir yazı olur değinmeyelim. Futbol dünyası iyice karışık futbol dışında her gündem var.

 
Gelelim modaya nereden çıktıysa yine bu çizgili erkek pantolon modası yeniden dönmüş bu sefer hem dar paça , hem kısa paça kombiniyle , sanırım bir zamanlarda yine modaydı diye hatırlıyorum umarım giymek zorunda kalmayız. Kış modasını erkek trendleri takip edeceğim.
Yeme – içme , eğlence tabi burada yapacağım yorumların Konya Magazin seviyesinde olmamasını istiyorum , şurada çay için burada nargile fokurdatın gibi. Konya’da bu sektörler iyi gelişti neredeyse her tarza hitap eden bir cafe sektörü var muhafazakar yapının şekillendirdiği konseptlerde var mesela sadece erkeklerin oturduğu kısımların bulunduğu cafeler gibi ama restoran gelişimi aynı düzeyde değil , hele Konya merkezde bazen yemek yenilebilecek mekan bulma zorluğu çekiliyor.Diğer yerlerde ise genellikle ete dayalı bir konsept , dahası burada kastım şu Konya’ya has etliekmek , fırın kebabı falan bulunsun anında adana vb, İskender gibi yemekler yanında ama kaliteli ve lezzetli sulu yemek çeşitleri olan lokanta yok denecek kadar az. Bu alanda bence yeni işletmelere , girişimlere ihtiyaç var.
Eğlence sektörü Allah’tan Konya’da rezil eğlence kültüründen değil , sosyal aktivite boyutunda. Çeşitlendirilmesi lazım , binicilikten , atıcılığa vb bu konuda yeni konseptli çalışmalar yapılmalı , Konya bitki örtüsü bozkır , bozkıra has aktiviteler düşünülse iyi olabilir diye düşünüyorum , İnsanlar illa orman tarzı bir tabiatla buluşturulmamalı , bozkırda yaşam , at biniciliği , bozkır tabiat şartlarında macera vb gibi bence çok çeşitli aktiviteler için zihnimizi yormalıyız. 31.08.2017
Mehmet Emin Başalp

MESCİD-İ AKSA GÜNDEMDEN DÜŞMESİN

IMG_0075 MESCİD-İ AKSA
Mescid-i Aksa , Kudüs ve Filistin toprakları yıllardır siyonist israil işgali altında , zaman zaman provakatif saldırılarda bulunulmasına rağmen mescid çok şükür Müslümanların idaresinde bulunuyor.
Geçmişte mescid kasten yakıldı , altında güya arkeolojik kazı bahanesiyle adeta çökmesi için kazılar yapılıyor , giriş çıkışlar kontrol altında vesaire bütün bunlar bize şu hakikati unutturmasın israil Mescid-i Aksa’yı tahrif edilmiş yahudiliğin bir mabedine dönüştürmek istiyor.
Ayasofya ile ilgili bir yazı yazdığımda Halilürrahman Camii’nin İslam dünyasında pek tanınmadığını bu caminin bir kısmının da yahudi sinangonuna çevrildiğini , Hz.İbrahim peygamberin mezarı yanında yahudi ayinlerinin yapıldığını yazmıştım.Sağolsun Diyanet İşleri başkanımız bu hususa dikkat çekti , Mescid-i Aksa’nın mescid özelliğine kesinlikle halel gelmemesi lazım. Mescidde yahudi ibadeti yapılmaya kalkışılırsa telafisi olmaz , olurda çok zor olur.
Geçtiğimiz Cuma günü hutbelerde konu Mescid-i Aksa idi , orada daha önce hiç duymadığım bir Hadis-i Şerif dikkatimi çekti. Eğer bu mescide gidemezseniz kandillerine zeytinyağı gönderin şeklinde . Bu Hadis-i şerif’e değineceğim.
Dünya üzerinde bir buçuk milyardan fazla Müslüman var , İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi 50 ‘den fazla üye ülke var fakat Filistin’in bağımsızlığı sağlanamıyor. Doğu Kudüs ve Mescid-i Aksa’ya İsrail saldırıları engellenemiyor.
Çare ne ? Çözüm ne ?
Çarede , çözümde , Müslümanların ve devletlerinin gerçek bağımsızlığa kavuşup , emperyal ülkelerin boyunduruğundan çıkması. Bu bir anda olur mu , belki olmayabilir ama insanların zihninde yeni fikirler , yeni umutlar , yeni çözümler üretmek , teklif etmek ve seslendirmek lazım ki bir gün bu Allah’ın yardımıyla gerçekleşsin.
Tabiî ki bu sorunun çözümünde dini , siyasi , sosyal , ekonomik hazırlık süreçlerinden sonra en nihayetinde askeri seçeneğin bir gün gerçekleşebileceğini bilmek ve hazırlanmak lazım gelmektedir.
( Ekonomik ) Yukarıdaki Hadis-i Şerif’i niye paylaşmıştım , Mescid-i Aksa’yı fiziken de yalnız bırakmamak lazım geldiğini anlıyorum. O zaman ülke kamuoylarını zorlamak üzere Mescid-i Aksa ve Filistin’e yardım mekanizmalarını geliştirmek ve gündemde tutmak lazım.
Mescid-i Aksa’yı idare eden Aksa Vakfı , İslam ülkelerinde her türlü kolaylığa sahip tanınır akredite bir kurum haline gelmelidir.İnsanlar Aksa vakfına bağışlar yapabilmeli ve bu paranın ulaşması sağlanmalıdır.Bir sonraki aşama İslam ülkelerinin devlet bütçelerinden bir kısmı Filistin için ayrılmalıdır.
( Sosyal ) Mescid-i Aksa sosyal alanda yer etmelidir.Bu hususta o ülke sosyolojisi göz önünde kesinlikle bulundurulmalıdır.
Filistinli Zehra’nın Gözleri adlı bir film misal olarak detayına girmeyeceğim fakat o filmde verilen mesajlar bizim ülkemizin ne sosyolojisine ne kültürüne ne de dini anlayışına uygundur.
Türkiye’de Osmanlı vurgusu üzerinden bir anlayış daha yerinde olacaktır.Nitekim Osmanlı vurgusunun israili rahatsız ettiği görülüyor.
Mescid-i Aksa ziyaretleri İslam ülkelerinde artırılmalı ve teşvik edilmelidir.Gençlik organizasyonları artırılmalı , farkındalık projeleri gerçekleştirilmelidir. Hala okullarda görüyorum İngilizceyi geliştirmek için öğrenciler o ülkelerde mektup arkadaşı bulmaya teşvik edilirken Filistinlilere mektup yazmak zor olmasa gerek.
Mescid-i Aksa konusu genel ve toplumsal nitelik kazanmalı ve marjinal gruplara has bir tepkisellik boyutunda bırakılmamalıdır.Filistin meselesi asla Arapların meselesi değildir bu husus özellikle vurgulanmalıdır.
( Dini ) Dini çalışmalar neler olabilir , tabiî ki dua edeceğiz fakat dini çalışmalar dua ile beraber bilinçlendirme çalışmaları , koordine çalışmaları , öncü çalışmalar olarak yer almalıdır. Dini motivasyon Filistin bağlamında en önemli husustur canlı tutulması gerekmektedir.
( Siyasi ) Ülkelerin siyasi tepkileri belki cılız görülebilir fakat küçümsenmemelidir. Zira İslam ülkelerinin durumunu biliyorsak bu sürecin değişeceği zamana kadar israile karşı her türlü cılız tepkiyi de , gelişmeyi de önemsemek durumundayız. israil çoğu zaman geri adım atmıyorsa da daha hızlı adım atması belki bazı gelişmelerle yavaşlamaktadır.
Müslümanlar arasında işbirliğinin artması her zaman israili endişelendiren bir gelişmedir. O zaman Müslümanlar arasındaki gerilimleri azaltmak , her türlü etnik ve mezhep çatışmalarından uzak durmak , iç çatışmaları sonlandırmak zorundayız. Ülke kamuoyları bu noktada bilinçlenmelidir.
( Askeri ) Filistin sorunu nihai olarak çözüme kavuşturacak hamle askeri hamledir. Müslümanlar eğer birlik olsa bu amaçta birleşmiş olsalar , Filistin’e komşu ülkelerde kurulacak askeri üslerle , Müslüman ülkelerden tedarik edilecek asker ve malzeme ile ciddi miktarda askeri yığınak yapılması bile israili caydırmaya yetecektir.Çünkü korkuya dayalı psikolojileri güç karşısında dirençlerini azaltacaktır.Çünkü dinleri uğruna savaşmayı göze alacak kadar cesaretli değillerdir.Çok küçük grupların ancak direnebileceği gerisinin kaçma temayülü göstereceğini düşünüyorum. Ürdün , Suriye , Lübnan , Mısır , Suudi Arabistan ve Irak bu minvalde kilit ülkelerdir bu ülkelerin şimdi neden bu halde olduklarını da iyi düşünmek lazım.
Fakat bir husus daha var hristiyanlar , hristiyanların Kudüs algısı daha farklıdır , haçlı seferleri diye bir vakıa vardır , bugün israilin en büyük destekçisi hem devlet olarak hem siyasi olarak hem kamuoyu olarak bu ülke ve halklardır. Bu husus asla ihmale gelmez , askeri gelişmeler karşısında bu ülkelerde her türlü askeri karşılıktan vazgeçmedikleri gibi çatışmayı da göze alırlar.Mücadelenin bu ülkelerle olacağını unutmamak gerekir.
Bu hususta ise kilit ülkeler vardır ve Türkiye hristiyan dünyasının komşusu olarak hem kuzey hem Avrupa yönünden sınır ülkesidir , en kilit ülkesidir , Türkiye sağlam olmazsa Filistin savunulamaz.Haçlı seferlerinde olduğu gibi. Diğer kilit ülkeler ise deniz yolu dolayısıyla Kıbrıs , Mısır , Suriye , Yemen , Somali gibi ülkeler olabilir.
Tabi tepkilerini tam olarak tahmin etmemekle birlikte Çin , Hindistan , Japonya gibi ülkelerin tavrının ne olacağı hususu da şüphelidir. Bu hususta da Afganistan , Pakistan , Endonezya , Malezya gibi ülkeler kilit rol üstlenebilirler duruma göre.
Velhasıl fikirler analizler çok olabilir ama komuoyunu diri tutmak gerekiyor.Allah ol derse her şey oluverir.Buna inancımızın tam olması gerekiyor.İnanç olduktan sonra Mescid-i Aksa’nın zalim siyonist israil zulmünden kurutulması da mümkündür.Benim şahsi kanaatimde kurtuluşunun yaklaştığı şeklindedir. Allah Filistinlilerin ve bu Filistin meselesini dert edinenlerin yardımcısı olsun , müslümanlara birlik beraberlik , feraset versin.28.07.2017

Mehmet Emin Başalp

15 Temmuz Akşamı ( 1 Yıl Öncesi )

IMG_930315 TEMMUZ AKŞAMI ( 1 YIL ÖNCESİ )

15 Temmuz akşamı Konya’da hayli sıcak bir hava vardı.Akşam babamlara oturmaya gitmiştik ve evde sıcaktan bunaldık falan denilince haydi Meram tarafına gezmeye gidelim denilmişti.Meram’da bir çay bahçesinde oturuyorduk , hayli de kalabalık olduğu için servis çok geç gelmişti , beklemekten sıkılmıştık , bu arada beklerken telefonun interneti ile çok oynadığımdan şarjım bitmişti.

Daha sonra tuvalete gitmek için kalktığımda giderken televizyonda NTV’de alt yazılar geçiyor , başbakan Binali Yıldırım’ım açıklama yaptığı görülüyordu.Herhalde bir terör eylemi oldu diye düşünmüştüm şöyle biraz tv’ye baktım İstanbul’da bir askeri kalkışma olduğunu falan anladım fakat yine de bir darbe girişimi olacağı aklıma gelmiyor , bir askeri kışlada eylem yapıldığını zannediyordum.Hemen masaya geldim haberlerde askeri kalkışma falan diye haberler var eve gidelim neymiş ne değilmiş bir haberlere bakalım dedim , biraz daha oturduktan sonra kalktık çünkü insanlar hınca hınç cafe’de oturuyorlar ve herhangi bir anormallik hissedilmiyordu. Daha sonra kalktık ben Meram tarafından Yazır tarafına geçtim fakat yollarda da ne bir hareketlilik ne de bir anormallik vardı.

Eve gelince telefonu şarja taktım ve telefonun açılması ile Whatsaap’tan yoğun mesajlar geliyordu.Mesaj içerikleri ülkede Fetö terör örgütünün bir askeri kalkışma başlattığı , Konya’da askeri bir hareketlilik olduğundan tut bir çok çelişkili mesajlar geliyor herkes bir fikir yürütüyordu. Televizyonum olmadığı için Twitter’a bakıyordum orada da Trt’de bir darbe bildirisi okunduğu tweetleri vardı.Trt -1 kanalını bilgisayardan açtım ve herkesin hatırlayacağı o kan donduran görüntüyü gördüm , evet darbe bildirisi okunuyordu. Eşim ağlamaya başlamıştı. Kendi kendime bir daha böyle şeyler görmeyiz zannediyordum neler göreceğiz Ya rabbi diye dualar ediyorduk. Akabinde Sayın Cumhurbaşkanımızın halkı darbeye karşı koymak için meydanlara ve havaalanlarına daveti gerçekleşti.

Normalde çok tedbirci bir kişiliğim vardır ve maceracılıktan uzak dururum.Fakat geçen gün twitter’da bir tweet gördüm “ Allah o gün içimizden korkuyu almıştı “ şeklinde o misal hiç tereddüt etmeden eşimle beraber evimize yakın olduğu için havaalanına gitmeye karar verdik ve abdestimizi alıp çıktık. Esasında ancak işgalci güçlerin yapabileceği bir alçaklık ve vahşet olabilecek gelişmeler yaşanıyor , darbecilere karşı direnen vatandaşlarımız şehit ediliyor , şehirlerimiz bombalanıyormuş fakat daha haberimiz yoktu.

Evden çıkıp otogar önünden havaalanına doğru gitmeye başladık , bazı banka atmleri önünde kuyruk olduğunu görmüştük.Havaalanı istikametine gittiğimizde çimento fabrikası yakınlarında trafiğin tıkandığını bazı kişilerin araçtan inerek yürüdüğünü gördük.Araçla yavaş yavaş devam ederken sağ tarafa tali bir yola denk gelince , trafik sıkışık buradan dönüp merkeze gidelim dedim.Ara sokaklardan dolaşarak Şems mahallesinde ki babamların evine geldik.Yolda gelirken salalar da okunmaya başlamış , oldukça duygu yüklü , karmaşık duygular içindeydik. Evin önüne geldiğimizde dedem kapıdan çıkmaya çalışıyordu. Erkenden yattıkları için hiçbir şeyden haberleri olmamış , okunan salaları sabah ezanı okunuyor zannetmişler fakat saati görünce şaşırmış dışarıya çıkıp ne olduğunu anlamaya çalışıyormuş , biz hemen askeriye darbe yaptı , cumhurbaşkanı halk sokağa çıksın dedi ondan geldik dedik. Dedem , babaanem de birden tüh vah ederek televizyonu açtılar ve artık olayları takip ediyorlardı.

Babamlar daha önceden meydana gitmişler fakat yoğunluktan telefon çekmediği için ulaşamadık bende meydana gidip kalabalığa karıştım ilk saatlerde çok fazla dolu olmayan meydan gitgide yoğunlaşıyordu. Meydandaki görünüm darbe girişiminin asla başarılı olamayacağına delildi çünkü insanlar sonuna kadar direnmeye niyetlenmişti.Nitekim sabah saatlerinde artık darbe girişimin başarısız olduğu açığa çıkmış , herkes rahat bir nefes almıştı , bu duygular içinde sabah namazı için Konya’mızın meşhur Kapu Camii’ne doğru yöneldik.Gerçekten kıldığım ilginç namazlardan biriydi çünkü çok değişik bir halet-i ruhiye içerisinde namazımızı eda etmiş , dualar ve şükürlerde bulunmuştuk.Orada da tanıdığımız bazı dostları görüyor , kucaklaşıyor , dualar ediyorduk.

O gün , gecede uyumamamıza rağmen hiç uyuyamadık çünkü kafamızı sakinleştiremiyorduk , duygularımızı bastıramıyor , darbecilere kin kusuyorduk , sabah şehitlerimizin de olduğunu öğrendiğimizde kahroluyorduk.

Evet ülkemiz bu alçak ve hanin fetö örgütünün darbe girişiminden Allah’ın yardımı milletimizin dirayetiyle kurtulmuştur. O günden bu güne bütün gelişmeler kamuoyunca biliniyor tekrar edecek değilim.Ülkemiz çok ciddi bir badire atlatmış adeta bir işgal girişimini geri püskürtmüştür.

15 Temmuz bir çok şeyi de ortaya çıkarmıştır. Bunlardan birincisi ülkemize karşı emperyal güçlerin düşmanlıklarından asla vazgeçmediği bu uğurda dini cemaat görünümünde dahi örgütler dizayn ettikleri ve her an tetikte olmamız gerektiği gerçekliğidir.

Bir diğer husus kendi vatandaşlarımız içerisinde çok sayıda vatan haininin çıkmış olması da hayli üzücü olmakla beraber yine aynı şekilde tetikte olmamız ve bu hususta her tülü eğitici ve milli bilinci artırıcı çalışmalar ile mücadele etmemiz gerektiğidir.

İnsanların sorgular olması ve ülkemize karşı oyunlar hususunda daha fazla bilinç kazanmasıda önemli bir kazanım olmuştur.

Ulubatlı Hasanlar , Seyit Onbaşılar tarihte mi var acaba derken Ömer Halis Demir gibi yiğitlerin kahramanlığı ve şehadeti , milletin tekvücut olmuş direnişi bize bu milletin hala büyük bir ruh taşıdığını göstermiştir.Milletimizin darbe kalkışmasına karşı birlik ve beraberlik içerisinde karşı koyması , emperyal güçleri ümitsizliğe sevk etmiştir diye de düşünüyorum.

Darbe kalkışması sırasında sayın Cumhurbaşkanımızın liderliği halkı darbeye karşı durmaya sevk etmede önemli bir ölçüt olmuştur.Ülkenin güçlü bir liderliğe ihtiyaç duyduğu gereksinimi anlaşılmış nitekim cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş yapılmak suretiyle de bu eksiklik darbe girişimin birinci yılı dolmadan gerçekleşmiştir.

Fetö terör örgütünün ne denli karanlık bir örgüt olduğu , hala ülkemiz aleyhine her türlü girişimin içerisinde yer almaya devam etmeleri bu örgütün ihanette sınır tanımadığını bize göstermiştir.Bu örgüt ile mücadele hız kesmeksizin devam etmektedir.

Söylenecek çok söz vardır belki ama hem o geceye ilişkin kendi yaşadıklarımı hem de kısaca 15 Temmuz’dan çıkardığımız sonuçları paylaşmak istedim.

Gerçekten şu bir yıl içersinde bir çok şeyi izah etmekte zorlanıyoruz en başta da şehit ve gazilerimizin kahramanlığı , bu kahramanlık hikayelerini gerçekten anlatmak zor , duyguları tarif etmek zor. Allah şehitlerimize gani gani rahmet eylesin , Allah gazilerimize sağlık , sıhhat ve afiyet versin.Allah milletimize bir daha böyle acılar yaşatmasın. Allah birlik ve beraberliğimizi bozmasın.Allah devletimize ve milletimize güç kuvvet versin , mazlumun yanında , zulmün karşısında olalım yeniden cihana Hakk’ı hakim kılmak için öncü olalım.Amin.

15 Temmuz 2017

Mehmet Emin Başalp

10 Ramazan 1438 Yazısı ( Şemseddin Sivasi – Abdülehad Nuri Sivasi )

IMG_8307Eyâ gâfil tefekkür kıl ne buldun bu rükûdundan
Kıyâmette sorulursun ziyânın bile sûdundan
***********
Dilin fuhşı gönül efkâr-ı fâsidle mülevvestir
Ne hâsıl işbu hâl ile mesâcidde kuûdundan
************
Yönün mihrâba lîkin kalb meyyâlin hevâsında
Ne umarsın bu hâletle rükûuyla sücûdundan
***********
Revâ mıdır ibâdet sufrasından almadın lezzât
Yiyip içmek alıp vermek gibi fâsid kuyûdundan
***********
Sana hallâk-ı âlem etmiş-iken bunca in’âmı
Murâdın n’idiğin bilsen eyâ cânâ künûdundan
*************
Sakın tenhâ diye isyâna zinhâr eyleme cür’et
El ayak göz kulak hâzır hazer kıl bu şühûdundan
*************
Ne denli ma’siyet sende zuhûr etmişti bilirdin
Niçin gözler yaşı feryâd ile akmaz hudûdunda

Yukarıdaki şiir Şemseddin Sivasi Hz’lerine ait. Kara Şems diye anılan bu mübarek zat her ne kadar Sivasi diye bilinse de aslen Tokatlı.Alim , mutasavvıf bir zat yıllarca halkı irşad etmiş.Fakat önemli bir özelliği ileri yaşında Sultan 3.Mehmet zamanında Osmanlı Devleti’nin kazandığı son meydan savaşı olan Haçova Meydan Savaşı’na ve Avusturya seferine iştirak etmiş olmasıdır.Yani bu mübarek kişi mücahit bir insandır , gazidir.Askere moral verdiği , duada bulunduğu nakledilmektedir.
Böyle mücahit karaktere sahip ulemanın varlığı tarihimizde her zaman dinimize , devletimize ve milletimize faydalı olmuştur.Bu gün hala din için vatan için namus için nice insanlar hala şehid oluyorsa bu , bu coğrafyanın insanın mayasının sağlam olmasındandır.
Eski şiir geleneğimiz denildiğinde say bakalım bildiğin şairleri deriz kişilerin sayacağı son derece sınırlıdır.Divan Edebiyatından Fuzuli , Baki , Nedim , son dönemden Namık Kemal , Ziya Paşa , Mehmet Akif Ersoy , Yahya Kemal , halk şairlerinden Karacaoğlan , dini şiir geleneğinden Yunus Emre , musikiden Dede Efendi falan genelde herkes tarafından az çok bilinen isimler evet bu isimler kendi alanında zirve isimler ama bu kadar dar bir çerçevede kalmak insanların ilgisini çok fazla celbetmez.
İşte çok kimseler Şemseddin Sivasi Hz’lerinin divanını bir okuyayım , müzakere edeyim demez , belki milyonlarca insan ismini bile duymuş değildir.O zaman hatırlatmak ve o güzel nasihatlerini hatırlatmak mecburiyetindeyiz.
Şiirinde yukarıda ne kadar veciz ifade etmiş , yönün mihraba , kıbleye dönmüş ama kalbin dünyalık peşinde bu rükudan , secdeden ne umarsın diyor.
“Yönün mihrâba lîkin kalb meyyâlin hevâsında
Ne umarsın bu hâletle rükûuyla sücûdundan “
Şiiri okuyunca merhum son devir alim ve mutasavvıflarından Mehmet Zahid Kotku Hz’lerinin “ yüzü kıbleye çevirmek kolay mühim olan gönlü Allah’a çevirmektir. “ sözü aklıma geldi.Evet aynı manada ama bir başka bir ifade , ulemanın , evliyanın esasında titiz bir inceleme yapılırsa söylemi aynıdır.Söylemleri istikamettir , Kur’an ve sünnetin yoludur.
“ Sakın tenhâ diye isyâna zinhâr eyleme cür’et
El ayak göz kulak hâzır hazer kıl bu şühûdundan “
Bu mısrada son derece veciz ,bu sözün kaynağı ne ? Bu sözün kaynağı Kur’an’dır , Nur suresi 24. Ayeti kerime’de Yüce rabbimiz “ O gün ( kıyamette ) dilleri , elleri ve ayakları ( dünyada ) yapmış olduklarına şahitlik edecektir. “ İşte değerli kardeşlerim yukarıda dedik hakiki ulema Kur’an ‘dan , Hadis’ten bahseder.
Sakın şöyle bir anlam çıkmasın tabi bunları okumak yeter mi tabiî ki yetmez , tabiî ki Kur’an’ı , sünneti kaynağından öğreneceğiz burada dikkat edilen şu , vaazında , nasihatinde , yazında , şiirinde olacak ama hep hakikati haykıracak ,işte bu hususun güzel bir örneğidir yukarıdaki şiir.

**********
Sivaslılardan bu yazıda bahis açıldığı için yine aynı aileden Abdülehad Nuri Sivasi Hz’leri de son derece önemlidir.Değerli dostlar herkesin malumudur tasavvuf tartışılmıştır , eleştirilmiştir buna da bazı tasavvufçu olduğunu iddia eden ama hurafe ve bid’at yolunu tutanlar sebebiyet vermiştir.Bazen bu tartışmalar çok yoğunlaşır işte bunlardan biri de Osmanlı zamanında 1600’lerde vuku bulan kadızadeliler akımıydı , nitekim kadızadelileri o dönem Abdülehad Nuri Sivasi Hz’lerinin yazdığı eserler frenlemiştir.Yani anlatmak istediğim şu gerçek ulema , gerçek veli , ilim dairesince cevap verdiğinde tartışma biter , mesele izah edilir , hakikiler ortada görünmezse şarlatanlar ortaya çıkar , onlar da karşılıklı bu tartışmaları körüklerler.
Abdülehad Nuri Sivasi Hz’leri denilince benim aklıma hep bestelenmiş ve merhum Nezih Uzel tarafından mükemmel bir şekilde icra edilen eseri gelir.
gönlümüz her an sendedir yâ rab
derdime dermân sendedir yâ rab

aşkı aradım bende bulmadım
muttali oldum sendedir yâ rab

râhat-ı cânım câna cânânım
sırr-ı pinhânım sendedir yâ rab

âşıkın kâmı vuslat encâmı
diller ârâmı sendedir yâ rab

aklı aradım bende bulmadım
şübhe kılmadım sendedir yâ rab

kalbi yitirdim arayı geldim
muttali oldum sendedir yâ rab

nûrî bî-çâre sînesi yâre
yâreye çâre sendedir yâ rab

nûrî bî-çâre oldu âvâre
derdime çâre sendedir yâ rab..
Bu eser internette bulunuyor Nezih Uzel yorumuyla mutlaka dinlemenizi tavsiye ederim.
Şemseddin Sivasi Hz’leri’ne , Abdülehad Nuri Sivasi Hz’lerine , Nezih Uzel’e selam olsun.
Hayırlı ramazanlar efendim.10 Ramazan 1438

Mehmet Emin Başalp