SİYASAL İSLAM 2023

Bu seçim sonucu üzerine milliyetçilik çok tartışıldı ama ben Siyasal İslam veya “ İslamcılık “ üzerine birkaç kelam edeceğim.Ben İslamcılık düşüncesi taraftarı biriyimdir çünkü İslamcılık ile Müslüman kelimesi aynı değildir , İslam dinine inanan herkes Müslüman’dır ama modern dünyada İslam’ın kural ve hassasiyetleri üzerine siyasi ve sosyal görüşler , hareketler inşa etmek İslamcılıktır.Bu bir zarurettir o nedenle kısa bir izah yapmam gerekmiştir.

 

Bu seçim sonucunu İslamcılar kazanmış mıdır ? Bana göre kazanmıştır ama ne şekilde kazanmıştır burası biraz düşünmeye değer. Türkiye’nin Osmanlı’dan miras bir İslamcılığı var bunun düşünce dünyasında ve siyasette pratikleri oldu belki dönem dönem gidişat üzerine düşünüldüğü de oldu , görüşlerimiz bu süreç zarfında değişmişte olabilir ama İslamcılık serüvenine devam ediyor ve Türkiye’de kalıcı bir siyasi akım oldu.

 

Siyaset boyutuyla düşünürsek İslamcılık Erbakan ile başladı ve onun partileri ile devam etti , son genel başkanı olduğu parti ise bu seçime girmeyerek ve kendini konumlandırdığı yere bakarsak başta tabanı tarafından tasfiye edildi.Saadet Partisi’nin dilinin giderek marjinalleşmesi içe kapanık bir yapıya dönüşmesi kendilerini küçük bir cemaate dönüştürdü. Parti geleneklerinde istifa , kongre vb gibi şeyler yoktur ama seçim başarısızlığını da görmeyen parti saha siyasetinden de kopup sadece dijital bir propagandaya kendini hapsetti.İzahını kendilerinin bile yapamayacağı partilerinden kopan herkesi siyonist olmakla itham eden garip bir korku anlayışı da git gide patalojik bir hale benzemektedir.

 

Bu seçim sahaya Necmettin Erbakan’ın oğlunun liderliğinde Yeniden Refah Partisi’de dahil oldu. Saadet Partisi’ne göre kısa zamanda daha başarılı bir sonuç aldılar.Sosyal medya yerine üyelik üzerine çalışma yapıyorlardı onun sonucunu almış gibi görünüyorlar. Tabii oylarının ne kadarını taban ne kadarı tepkiden gelen oy kestirmek pek mümkün değil. Yeniden Refah Partisi’nin ilerisi için avantajları ve dezavantajları var. Bunu ilerleyen süreçteki performansları gösterecek , parti genel merkezi vb yaşlı idarecilerden oluşuyor ve başta Fatih Erbakan dinamik bir görüntü vermiyor.Yerel seçimlerde eğer donanımlı yeni kişilerden adaylık için rağbet görülerse ve parti oy oranını artırırsa partiye temayülün arttığı düşünülebilir. Yeniden Refah , Saadet Partisi’ne göre daha İslamcı söylemi kullanması ve aile , dini yozlaşma karşıtlığı söylemleri de tutuluyor fakat bu konularda daha çok çalışması , saha ile irtibat kurması gerekmektedir.

 

İslamcı olan bir parti daha meclise gidi o da Hüda Par , Kürt kökenli dindar bir oluşumun partileşmesi olarak görülüyor , esasında geniş bir tabana hitap etmiyor bu seçim reklamın iyisi kötüsü olmaz kuralı işledi ve ciddi bir tanınırlılık kazandılar. Siyaset yapanların pragmatik siyaset çizgisinden değil de değil de daha çok düşünce dünyasına ağırlık verdikleri konuşma müktesebatlarından anlaşılıyor bu bir avantaj olduğu gibi küçük kalmalarını da sağlayacak bir dezavantaj. Parti ve yöneticilerinin dindar insanlardan oluştuğu hemen görüntülerinden bile anlaşılıyor fakat Kürt nüfusun çoğunlukta olduğu illerde geleneksel alimlerle , stk’larla , tarikatlarla vb nasıl bir ilişkileri var , benimseniyorlar mı ? çok bilemiyorum , böyle bir hedefleri de var mı onu da bilemiyorum gördüğüm kadarıyla “ Kürt Solu “ denilen terör destekçisi partide çizgi de malum  din karşıtlığı çok belirgindir ona karşı dindar bir karşılık var ama bu sefer de ülke geneli ortalamasının üstünde bir İslamcı dilin yadırganması durumu da var göreceğiz.

 

Büyük Birlik Partisi , İslamcı mıdır ? Evet bu konu biraz karmaşık bir konudur daha dindar milliyetçiler midir ? Bbp tabanı dindar insanlardan oluşmaktadır , hatta Ak Parti ile yazının devamında kıyaslamalar yapacağız Ak Parti tabanı ile oransal kıyaslama yapılırsa daha dindar bir tabandır ama Bbp’ye oy veren tabanın kendini İslamcı olarak tarif etmediğini de gözlemleyebiliriz. Tarif etmese de taban ve parti dini ve ahlaki değerleri önemsediği için İslamcı yelpazede bana göre kalmaktadır.

 

Ve gelelim Ak Parti’ye , Ak Parti İslamcı bir parti midir ? bu mevzu 20 senedir tartışılır ve aslında mevzu da son derece nettir.Ak Parti İslamcı bir parti değildir ama İslamcıların neredeyse tamamının oy attığı bir kitle partisidir. Ak Parti , milli görüş geleneğinden ayrı olarak partiyi kitle partisi olarak konumlandırdığı için bu oluşmuştur.Malum Milli Görüş partilerinde halkın talebi , kamuoyu yoklamaları vb önemsenmez oysa Ak Parti bu hususu çok önemser. Ak Parti ülkede ki tüm seçmen kitlesi ile tüm Stk’lar ile tüm meslekler ile vb irtibatlıdır. Bu geniş bir taban bileşeni ortaya çıkarmaktadır.Bu Ak Parti’yi zaman zaman pragmatist davranmaya itse de esasında reformist olmaya itmiştir. Bugün İslamcıların mücadele ettikleri bir çok sorun Erdoğan hükümetleri döneminde çözülmüştür.Kamuda başörtü , sakal , İhl’ler , Ayasofya , Diyanet kreşi , dini saha da özgürlükler vs vs ,Ak Parti tabanında istek var diye her türlü talebi de gücü olmasına rağmen karşılamakta mıdır , ona da hayır diyoruz çünkü hem ülke dengesini hem parti dengesini gözetmektedir. Ak Parti sağ kitle partilerinin en muhafazakarıdır bu bir realitedir. Fakat Ak Parti’ye veya Erdoğan’a seküler hayat yaşayan seçmenden de ciddi bir destek hep olmuştur.  Bu Ak Parti’nin diğer geçmişteki partilerden ve diğer İslamcı diyebileceğimiz partilerden farkıdır. Bu özellik bir başarıdır. Ak Parti İslamcı bir Parti midir sorusuna değil dedim ama Ak Parti bilhassa seçmeni nedeniyle Türkiye’de İslamcılığın merkezidir.

 

İslamcılık sadece siyasi partiler değildir esasında İslamcı taban sivildir , zaten siyasi gücünü de buradan alır , bir çok sahada yer alan dernek ve vakıflar , işadamı , esnaf , meslek oluşumları , tarikatlar , cemaatler vs bir çok oluşum bu tabanı bir arada tutan , besleyen ve yaşatan bir ağdır.

 

İslamcı tabanın siyaset sahnesinde Erbakan ve muadili jenerasyondan etkili siyasetçi kalmamıştır.

 

Erdoğan 2.kuşağı temsil etmektedir ve şuan bu kuşak etkindir.

 

İslamcılık 3.Kuşağa geçmemiştir. Tabiri caizse dananın kuyruğu burada kopacaktır çünkü bu jenerasyon bir hayli gariptir. Nasıl ?

 

-İlk iki kuşağa nazaran bu kuşakta dini eğitim almış , ilahiyat eğitimi almış kişi sayısı fazladır.

 

-Bu kuşakta daha dünya ile entegre , ümmetçilik fikrini fikriyata dökebilecek şahıs sayısı fazladır.Bilhassa uluslararası yardım dernekleri organizasyonu tecrübesi ile böyle bir jenerasyon oluşmuştur.

-Bu kuşak içinde eğitimli , geliri iyi ve çok daha dini hassasiyetleri olan fakat ülke dinamiğinden daha kopuk bir grup vardır.Mesela bu modelin saha tecrübesi ve politik bilinci düşüktür.

 

-Bu kuşakta geçmişe nazaran tarikat ve cemaat belirginliği daha düşüktür. Burada kastettiğim kendini sadece o tip bir mensubiyetle tanımlayan azalmaktadır.

 

-Bu kuşakta ilk kuşaklardan farklı olarak söylemi sert yaşantısı daha serbest geniş bir kitle daha vardır. Bu kitle eğitimli , geliri iyi ve dini hassasiyetli ama politik bilinci düşük kitlenin , politik bilinci yüksek ama dini yaşantısı onlara göre zayıf görülebilecek zıddı bir kitledir. Bunu nasıl örnekleyeceğim bilemiyorum ama birinci kitle mesela nargile cafeye asla gitmezken bu kitle buralarda ciddi siyaset yapar. Birinci kitle pek modaya uygun giyinmezken ikinci kitle modaya uyar. Birinci kitle daha ümmetçiyken bu kitle daha milliyetçidir. Birinci kitlede eşi tesettürsüz yoktur ama bu kitlede vardır gibi gibi gibi

 

-İlk iki kuşakta olmayan ama bu kitlede oluşan bazı genel uygulamalara protest bir kitle daha vardır.Mesela aşı karşıtlığı , gıda hassasiyeti gibi.

 

-İlk kuşakta kadın yoktur , ikinci kuşakta vardır ama etkin değildir bakalım üçüncü kuşakta kadınlar nasıl bir yer edinecektir.

 

-İlk kuşağı eğitimli ve kamu tecrübesi olan bir ekip siyasette öncü oldu , karizmatik dini liderler ve hatipler ve yazarlar kitleyi motive etti ve finansal yükü küçük esnaf çekti.

 

-İkinci kuşağa belediye kökenliler öncü oldu , stk’lar ve medya motivasyonu sağladı , daha büyük esnaf ve daha geniş halk kitleleri finansal gücü sağladı.

 

-Üçüncü kuşakta kim öncü olur ? Bana göre stk kökenliler öncülüğü alacaklar. Motivasyonu sağlama görevi de bana göre akademi ve serbest meslek mensuplarına düşmekte fakat her nedense bu gruplar daha pasif davranmaktadır.Akademi de İslamcı söyleme sahip genç akademisyen , sahada  İslamcı hekim , avukat , mimar , mühendis  vb gibi kişiler etkin değillerdir.Bunun sebep de ikinci kuşak stk anlayışı hala devam etmesidir. Stk ve tabanın idaresi üçüncü nesle geçmemiştir. Siyasi partilerden ziyade esasında İslamcılığın sivil fonksiyonunun yeniden teşkilatlanması , iletişim ve birliğin sağlanması gerekmektedir.

 

-Üçüncü kuşak arasında en büyük risk iç çekişmenin daha sert olabileceğidir.Bunun sebebi de benzerliklerin yanın da benzemezliklerin artmasıdır. Bu sorunun çözümü için daha serbest bir İslamcılık anlayışında herkesin ittifak etmesidir.Bu şu demektir bir grup diğer bir grup hakkında belirleyici bir tarz ortaya koymamalıdır.Herkesin dini yaşama şekli farklılığı olabilir ve bu kuşak öncekilerden daha çok özgürlüğüne düşkündür.

 

-Üçüncü kuşağın en büyük sorunu ise kültür , medya ve sanat alanında etkileyici kişilerin daha zayıf aksine din eğitimi almış kişilerin daha medyatik olduğu bir gidişat görülmektedir.Bu husus kanaatimce pek sağlıklı gitmemektedir.Bu husustaki eksikliğin giderilmesi gerekmektedir. İslamcılığın dijital üretiminin ağırlıklı kısmının fıkhi ve dini tartışma meselelerine ayrılmasına gerek yoktur. Aksine daha bilinçli bir aile düzeni üzerine odaklanmak gerekmektedir. Ailenin bozulmaya yüz tuttuğu aşamada en önemli sığınak ve güç , güçlü ailenin devamlılığını sağlamaktır.Aile güçlü kaldığı müddetçe İslamcılık gücünü korur.

 

-İslamcılık , insanları eğitmek için bir çok yönteme başvurdu bu yeni kuşak ile birlikte merkezi yeniden camiye taşımak gerekmektedir. Bu hususa çok kafa yorulması gerekmektedir. Evet Kur’an kursunun önemi vardır , evet her meşrebin kendi geleneğinin önemi vardır , öğrenci yurdunun önemi vardır , sohbetin , seminerin , dini eğitimin önemi vardır ama camiinin öneminin yanında diğerleri geride kalır. Camiyi bir hidayet merkezi haline getirmek zorundayız. Hidayet doğru yol demektir , doğru yol da Kur’an ve sünnete uyan bir anlayıştır. Toplumun ortak noktası olan camiyi bir çok faaliyetin merkezi haline getirdiğimizde hızlı mesafe kat edilir. Bu kamu tarafından yapılamaz sivil toplumun öncülüğünde her cami için donanımlı ve çeşitli meslek mensubu , kadınlarında aktif olduğu camii ekipleri kurulmalıdır. Bu gençler camileri diriltmelidir. Camii cemaati birlikteliği artmalıdır.

 

-İslamcılık birinci kuşakta nazikti , maalesef bu nazikliği çoğu zaman istismar edildi. İkinci kuşak daha cesurdur fakat üçüncü kuşağın özgüveni daha yüksek , bu özgüveni kendi içinde harcamadan bir dirayete çevirdiği takdirde ülkeye büyük kazanımlar katacağı açıktır.

 

-İslamcılık kalkınmacı bir anlayıştır , ülkenin güçlenmesi ve kalkınmasına eskisinden daha fazla katkı sunmaya devam ettiği müddetçe gücünü korumaya devam edecektir.

 

Velhasılı kelam , Müslümanların yaşantısında modern dünyanın getirdiği dejenerasyonlar artıyor , sorunlar yaşanıyor olabilir bu ayrı bir konudur ama bu fasit dairenin içine kapılıp durmaya gerek yoktur İslamcılık kalıcı hale gelmektedir. Nicelik artmıştır nitelikte artacaktır. 07.06.2023

 

 

Mehmet Emin Başalp

 

KONYA BAROSU SEÇİMLERİ 2022

BARO FOTO

 

Baro seçimlerinden sonra genelde şahsi blogumda seçim değerlendirmesi yapıyorum bir gelenek oldu benim için.

Konya Barosu Seçimleri de 15 – 16 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirildi ,seçilen tüm meslektaşlarımı tebrik ediyorum. Netice de seçimlere katılan tüm adayları tebrik etmek gerekiyor ,  seçimler Konya özelinde efor gerektirdiğinden yorucu geçtiğini tahmin ediyorum ve konuşmayı seven avukatlardan devamlı fikir ve eleştiri almakta aynı zamanda mental yorgunluğa da sebep oluyordur ama seçimlerin doğasında bu vardır.

Konya Barosu seçimlerini Vefa grubundan Av.Oktay Unkur kazandı. Sayın Unkur’un ve grubunun kurullarda çoğunluğu kazanması başarı olmakla beraber az farkla kazanması ve Demokrat Avukatlar Grubunun adaylarının nefeslerini enselerinde hissetmeleri rekabetçi bir seçimden çıktıklarını ve grupları açısından zor bir seçim geçirdiklerini gösteriyor.

Esasında bir gazete manşeti atmak istesem seçimler için “ Demokrat Avukatların Dönüşü “ diyebilirdim. Çünkü seçimde dikkat çekici sonuçları bu grup almıştır.Tabii bu artışta uzun zamandır daha zayıf başkan adayları ile katılan gruplarının bu sefer iddialı ve daha önce seçim başarısı göstermiş Av.Güneş Gül ile katılmaları , saha çalışması yapmaları, grupları açısından daha aktif adayları içinde sürükleyici olmuş ve yönetim ve disiplin kuruluna da üye olarak seçilmişlerdir.

Birlik Grubu başkan adayı Av.Halil Özkan ise gruplarının geçen seçimdeki adayından daha az oy almış ve siyasi bir tabirle daha iyi izah edilebilir belki ana muhalefet olma pozisyonunu kaybetmiştir.

Etkin Avukatlar Grubu adayı Av.Elif Kizir ise Birlik Grubuna yakın oy almış ve önceki seçim İlke Grubunun ile kıyaslanırsa kısmi bir oy artışı yaşadıkları görülüyor. Fakat Birlik ve Etkin Avukatlar grubunun oy oranlarının düşük olduğu görülmektedir.

Bu Seçim Neler Dikkat Çekti ?

-Uzun zamandır hatipliği ile genel kurullarda dikkat çeken Av.Hakan Kart yönetim kuruluna seçilmeyi başardı.

-Sanırım yönetim kurulunda 3 kadın aday seçilerek belki Baro tarihinde kadınların temsilini artırdılar.Diğer iki kadın adaya göre daha kıdemli olan Av.Hacer Türktemiz’in de yıllardır aday olmasına rağmen genelde sakin bir seçim çalışması gösterip seçilmesi de dikkat çeken bir gösterge.

-Konya Barosunda liste seçimi yapılmadığı için adayların iletişimi , tanınırlığı önemli bir kıstas , mesela yönetim kurulunda Etkin Avukatlar Grubundan Av.Tolga Yücel’in ilk defa aday olmasına rağmen  diğer adaylarından ayrışıp yüksek oy alması iletişimde daha başarılı olduğunun göstergesi.

-Disiplin kurulunda dikkat çeken aday ise şüphesiz Av.Gürcan Kaya , kazanma konusunda azim göstergesi oya yansıyabiliyor ama aynı zamanda genç bir aday olması da önemli çünkü mesela Etkin Avukatlar grubundan Av.Abdullah Safa Söbücova ve Birlik Grubundan Av.Remzi Bakım’da gruplarının genç adayları olarak Disiplin kurulunda daha fazla oy aldılar.Disiplinde bir değişim veya genç bir değişim isteği görülebilir.

-Birlik Grubu başkan adayının grubunun adaylarından düşük oy alması da dikkat çekmiştir. Genelde bu durum Demokrat Avukatlar grubunda oluyordu başkan adayları daha az oy , kurul adayları daha yüksek oylar alıyordu.

-Ortalama grupların oy tabanları ne acaba dersek denetleme grubu aday oy ortalaması ile bu sonuca ulaşabiliriz gibime geliyor disiplin kurulu ortalaması da benzer bir sonucu veriyor eğer oylar grup aidiyeti ile atıldıysa .Vefa 885 ,Demokrat Avukatlar 689 , Birlik 491 , Etkin 418 gibi bu durumda Birlik ve Etkin avukat gruplarından başkanlık seçiminde oy kayması yaşandığını ortaya koyuyor.Esasında bu kayma ilginç çünkü demokrat Avukatlar ile Birlik grubu arasında taban benzerliği olmadığı gibi Vefa ve Etkin de ayrışmış gruplar olarak düşünülürse neden bu geçişlerin olduğu düşünülmelidir. Kanaatim her grubun içinde o gruba farklı nedenlerle oy atan veya atmayan bir seçici avukat kitlesi var. İkincisi ise adayının kazanamayacağını düşünen gruplardan seçiciler diğer bir adayın kazanması  veya rakip aday kaybetsin saikiyle oy kullanılması olabilir. Bir diğeri de en güçlü muhalife oy verme temayülüdür.Bir diğeri grubun adayı beğenmeme ihtimali ile rakibe oy atmasıdır. Sanki bu kurallar işlemiş gibi görülüyor.

-TBB delege adaylığında ise Av.Mustafa Aladağ hayli yüksek bir oy aldı ve TBB delege seçiminde genelde Vefa ve Demokrat Avukatlar grubunun başarılı olduğu bir saha olarak bu başarılarını yinelediler.Birlik grubundan Av.Fatih Ruşen ise grubunun en yüksek oyunu aldı bu onun 2 dönem başkan adayı olarak tanınırlığının etkisi olarak görülebilir.

-Adayların propaganda yöntemleri noktasında da düşünmesi gerekiyor her yöntemi herkes uyguladığında aynı başarı olmaz. Telefonla arama genç bir adaya yakıştığı halde tecrübeli bir meslektaşımıza pek uygun düşmemekte. Sosyal medya kullanımının doğal ve uzun zamandan beri olması gerekmektedir yoksa seçim zamanı sosyal medya çalışması etkili değildir. Avukatlar arasında tanınmayan adayların seçim zamanı tanınma çabaları ile oy alması pek mümkün değildir. Adliyeye pek gelmeyen meslektaşlarımızın şansının olmadığı her seçimde görülmektedir.

-Hülasa gruplar için seçim başarısı eğer aday oluyorsan baro ve baro faaliyetlerine ilginle , baro ve baro faaliyetlerine eleştirilerinle , baro ve baro faaliyetlerine yönelik fikirlerinle tüm seçim döneminde ve istikrarlı şekilde var olduğun sürece olmaktadır. Adayların başarısı ise avukatlık mesleğine , meslektaşlarına ilginle ve iletişimle alakalı olmaktadır. Bunun üstüne birde konjonktür uygunluğu gelirse seçim başarısı yakalayabiliyorsun. Aksi halde seçici avukatlar kimin süreçten koptuğunu kimin seçilmeyi arzuladığını çok net sezebiliyorlar.

Bundan Sonraki Seçimde  Ne Olabilir ?

-Demokrat Avukatların başarısı kalıcı olacak mı ? Herkesin aklına gelen ilk soru bu , çünkü emanet düzeyde oyların olduğu da görülebilir bu gruplarının performansı ile belli olacak , Av.Güneş Gül bir gölge başkan gibi çalışacak mı ? Yönetim kuruluna seçilen üyeleri bir farklılık ve etki oluşturacak mı ? Durumu gelecek seçim seçici avukatlar değerlendirecektir muhtemelen bu sebeplerle.Aslında en zor süreci Demokrat Avukatlar geçirecek çünkü bu stresi yaşayacaklar o nedenle süreci yönetememeleri halinde oy kaybı yaşarlar.

-Vefa grubu için de önümüzde ki dönem yeni bir başkan ile baroyu yöneteceklerinden  bu dönemin  performansı merak ediliyor. Takdir edildiğinde baro tecrübesi ile rahat bir seçim kazanmakla beraber tenkitlerin artması halinde bu seçimden daha riskli bir seçime girerler.

-Birlik grubunun ise ne yapacağını tahmin edemiyorum , baro iddiasından vazgeçmeyecekleri açık sürükleyici adaylar bulmaları halinde seçime asılma ihtimalleri de devam ediyor ama baro kurullarında da olmamaları sebebiyle meslektaşlar açısından yeniden güçlü ekip , yoğun iletişim , tanıtım ve toparlanma süresi ise belki yıllar alabilir.

-Etkin Avukatlar grubunun da ne yapacağını tahmin edemiyorum. Birlik grubuna göre genç avukatlardan fazla oy almaları grup dinamizmi açısından daha avantajlı olduklarını ortaya koyuyor ama seçim başarısı gösterebilmeleri için sıçrama yapmaları gerekiyor.

-Vefa ve Demokrat Avukatlar grubunun bir sonraki seçim başkanlığı ve kurul çoğunluklarını hedefledikleri düşünülürse  aynı hedefler Birlik ve Etkin Avukatlar gruplarında olacak mı ? başkanlığı mı yoksa kurullara üye seçilmesini mi önceleyecekler bilemiyoruz. 18.10.2022

 

Mehmet Emin Başalp

İSLAMİ DAYANIŞMA OYUNLARINI SONUNA KADAR DESTEKLEDİM

     foto islami dayanışma                  

 

İSLAMİ DAYANIŞMA OYUNLARINI SONUNA KADAR DESTEKLEDİM

 

Bakara Suresi 286.Ayet-i Kerime mealen ;  Allah hiçbir kimseyi, gücünün yetmediği bir şeyle yükümlü kılmaz; lehinde olanı da kendi kazandığıdır, aleyhinde olanı da kendi kazandığıdır. Rabbimiz! Unutur veya yanılırsak bizi cezalandırma! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme! Üstesinden gelemeyeceğimiz şeyleri boynumuza borç kılma! Bizi bağışla, ayıplarımızı ört ve bize rahmetinle muamele buyur! Sen bizim sahibimiz ve yardımcımızsın; artık inkârcı topluluğa karşı bize yardım et!

Bu Ayet-i Kerime’yi yanılırsak bizi cezalandırmasından korkmam üzerine Allah’a sığınmak üzere ekledim.Biz inanıyor ve iman ediyoruz , hata ve kusurlarımız pek çoktur ancak O’nun affına ve mağfiretine sığınıyoruz.İnsanları saptırmaktan , yanıltmaktan korkuyoruz.

Konya’da malum İslami dayanışma Oyunları adıyla bir spor organizasyonu tertiplendi ve ardından bir kısım kişi ve gruplarca neresi İslami gibi bir eleştirisi furyası başladı. Bu eleştirilerde ben iyi bir gaye görmedim ve bu spor organizasyonunu hep destekledim.

Bu eleştirileri şöyle bir toplayalım.

1-Bir kısım eleştiri Filistin vb ‘de olaylar yaşanırken Müslümanların oyunda , oynaşta ne işi olduğu idi ? Bu ümmet adam akıllı bir ümmet ise kanayan yaralar varsa zaten her işi bırakıp burada cihada koşmanın gerektiğini her müslümanın anlaması gerekir.Çünkü bir tane bile müslümanın canı , malı , namusu tehlike altında ise hepiniz bilirsiniz ki ; Peygamber SAV , Ben-i Kurayza Yahudileri üzerine yürüdüğünde bana itaat eden ikindi namazını kurayza yurdunda kılsın dedi , o oyalanmaya bile müsaade etmedi.

Şimdi gelelim İslam dünyasında alimi ilmine , abidi camisine , taciri ticaretine bilmem ne günlük meşgalesine gidiyor her gün bu düzen ve çark dönüyor , İslam dünyası maalesef bu sefalete çeşitli sömürü ve İslam dünyasının bölük pörçüklüğü , malını ve canını sakınması , dini anlamda yozlaşması gibi sebeplerle yuvarlandı bu sorunların daha çözülemiyor iken tüm bu işlerin sebebi sanki bir takım spor organizasyonları imiş gibi anlatmakla bir yere gidemeyiz.

2-Bir diğer eleştiri bu spor organizasyonun isminin İslami olmasının sakıncalı olduğu idi. Burada aslında konuyu detaylı izah edebilirdik ama ucuz te’vil yaptığım eleştirisine muhatap kalmamak için şimdi yazıyorum.

Şimdi örneklerle vereyim.

İslami Dayanışma Partisi diye bir parti kuralım mesela burada İslami kelimesi neyin sıfatıdır , dayanışmanın sıfatıdır.Yani burada da İslami kelimesi oyunların sıfatı değil dayanışmanın sıfatıdır.

Mevzuyu buraya çektiler ve burada İslam adına ne yapılıyor dediler. Konu burada İslam ve Spor bahsine girer bu konular üzerinde malum olduğu üzere doğru düzgün çalışma yoktur , elde mevcut ulemanın çok yüzeysel geçtiği eserler vardır.İslam ulemasının sporla arası iyi değildir.Oysa spor veya buna bedeni kuvvetli tutma diyelim incelendiğinde başta Peygamber Efendimiz ve ashabının çok önem verdiği bir hadisedir. Bir müslümanın kilolu olması kınanmıştır.Kılıç kullanamayan , ok atamayan , ata binemeyen bir müslüman modeli Asr-ı Saaddette düşünülmez. Hadis-i Şerif’lerde yüzme , koşu , güreş gibi spor kabilinden şeylere övgü vardır. Detayına girmiyorum.

Gel zaman git zaman spor çeşitlenmiş , örgütlenmiş , profosyonelleşmiş ve dünya gündeminde , hakların gündeminde yer almıştır. Bakın bu eleştirileri getirenlere diyorum dünyada neredeyse hemen hemen her spor dalında en geri milletler Müslümanlardır. Müslümanlar spor yapmamaktadırlar. Müslümanlar spor organizasyonları için bir araya gelmemektedirler. Ben bir ara yazdım Müslümanlar bugün artık sosyal organizasyonlarını spor merkezlerinde , spor organizasyonlarında yapmalıdırlar diye.Müslüman toplumun neyi eksikse onu yetiştirmesi lazım , 1000 tane fakih var 1 tane mühendis varsa fakih yetiştirmenin manası yoktur bunu her müslüman bilir. Sporda durumumuz da belli neden bir spor dalının İslami mi değil mi diye bilip bilmeden eleştiriye tabii tutuyoruz.İslama , müslümanlara has bir spor dalı yoktur. İslamın prensiplerine uygun olmayan bir yapısı varsa o spor dalı reddedilebilir sadece.

Burada konu şuydu özetleyeyim İslami kelimesi dayanışmanın sıfatı idi.Burada niye Müslüman ülkeler organizasyonu şu bu gibi isimler konulmadı eleştirisinin esasında temeli yoktur.

3-Bir diğer eleştiri İslami kelimesini oyunların sıfatı yapıp , oyunları İslami bulmamak.Şimdi işi böyle anlayınca bu sonuca ulaşmak mümkün , burada sorun nedir ?  sporcuların kılık kıyafeti meselesi veya organizasyonlarının batılı muadillerine benzemesi   şimdi İslam dünyasının temel sorunlarından biri ile karşı karşıyayız realite ile olması gereken arasında sorunlar arasında boğuluyoruz. Çünkü tüm İslam dünyası hala yüzünü batıya , modernliğe dönmüş durumdadır bugün ben en dindarım diyen bile bu haldedir. Elimizde onların ürettiği teknoloji ile biz iyi müslüman olamayız , öyle fenni alıyoruz demek filan değildir bu ticari ve teknolojik sömürüdür bugün İslam dünyasının hali kendimizi kandırmayalım.

Geçmiş bir tartışma konusu idi hatırlayanlar vardır.İslamcılar şort giymiyorlar oysa son halife Abdülmecid Efendi’nin mayolu fotoğrafı vardır diye , evet işin mihenk noktası burasıdır. Müslümanlar bu işlerden uzak durdukları için dünya standartlarını pat diye alırlar.İslam dünyasının en büyük sorunu standartlaşmayı sağlayamamasıdır. İslami bir spor kıyafeti yani kadın ve erkek için tesettürü sağlayan kıyafet diye kimsenin bir derdi yoktur. Halife bile ne giyindiğini düşünmez haldedir çünkü hiçbir standartın aksini düşünemez mevcut varsa sadece ona sarılır denizden çıkar fesini giyer. Bu tepeden olmaz bu sporcunun talebi ve şuuru ile olur bu da düşünceden doğar , düşünce olmadan olmaz , Müslümanlar içinde düşünebilen , onlara yol gösterebilen spor adamları olmadığı için kimse düşünemez.

Daha düne kadar ülkemizde başörtü sorunu vardı. Şu sorun nereden nereye geldi , düşünün içindeki tedriciliği görüyor musunuz ? Bir şeyin aniden olması da mümkün değildir.İslam dünyasının da hali öyle her şeyin İslami olduğu gibi tüm Müslümanların İslami şuur içinde bulunduğu gibi falan bir durum yok.Maalesef cehalet ile karşı karşıyayız , müslüman siyasetçilerin dayandıkları tabanlar yoksullar ve imkanı kıt kitleler , ülkeleri sanat ve spor alanında yönlendirenler genelde o ülkelerin seküler yaşam ve fikirleri benimsemiş kişileri. Bunları hepimiz gayet iyi biliriz tekrar tekrar tartışmanın da alemi yoktur.

Bir diğer sorun İslamiliği de sadece kıyafete bırakırsak bu sefer yine bir takım eleştiriler gelecektir. Malum bir ara tesettürlü bir genç bir bayan keman konseri verdi ,İslami camia bu ne haldir dedi , ee kemanı nerede çalacak ?  İslamisi o zaman ancak kadınlar arsında ve kayda alınmadan olur . Bir spor organizasyonunda kapalı bir kadın sporcu erkek seyirciler önünde hoplayıp zıplayıp spor yapabilir mi ? Onu da geçtik diyelim bir kadın dünyanın bir ucundan bir tarafına spor kafilesi ile gelebilir mi ? Yolculuk kurallarını da sağlamak lazım yani işin özü öyle bir şeye İslamilik sosu dökmekle bu iş bir anda olmaz ama tedrici tedrici olacaktır eğer bir niyet varsa.

4-Bir diğer eleştiri hiçbir spor organizasyonu dindarların gündeminde değilken kafayı bu organizasyona takmaktır.  Bu kendi kitleleri için yeni bir gündem bulmadır.Müslümanlar arasında olumlu bir düşünce , birlik fikri gibi işlere yanaşmayıp devamlı eleştiri ve tenkit ile gün geçirenler için ancak bir malzemedir.Yahu hatasıyla sevabıyla , kimi kıt ekonomik kaynaklarıyla müslümanlar bir araya gelmiş bir organizasyon yapıyor diyecekleri yerde , bu ne biçim organizasyon , tahrif , islamla alay gibi içine hamaset doldurulmuş eleştirileri sıralamak pek kolaydır.

O zaman bende sana sorayım ey şuurlu müslüman , grup , hoca , parti neyseniz ?

Hangi dindar sporcuya destek oldunuz şimdiye kadar

Hangi dindar spor organizasyonun öncüsü oldunuz

Buradan konuşmak kolay , gücünüz varsa gidin yetkililerle görüşün , İslam İşbirliği Teşkilatı’na gidin görüşün.

Ben bunun derdini çekenleri biliyorum onlar bu konuda bir tenkit getirmediler.

Sporla , sporcuyla , organizasyonla işi olmayıp , sosyal medya reytingine esir olmuş hocaların kitlelerine vay be hocamız ne konuşuyor ne şuurlu dedirtmek için ha bire video , konuşma ve içerik üretme sevdasından vazgeçmesi gerekir.

5-Bir diğeri ise Ak Parti ve Konya Büyükşehir Belediyesi’ne siyaset dışı kurnazlıkla vurup ucuz siyaset yapmaya çalışmaktır e bunu da herkes anlıyor.

Velhasılı kelam İslami Dayanışma Oyunları , ülkemiz ve şehrimiz için bir kazançtı fakat daha müslümanların çok yol kat etmesi gerektiğini gösterecek emareler gördük , şehrin yapısının pek yeniliğe açık olmadığını gördük , İslam şuurunun genele teşmil olması değil de kendi mahallemizde çalıp söyleyelim anlayışının yaygın olduğunu gördük , ufkumuzun daha bizi ileriye taşıyamayacak kapasitede olduğunu gördük , Müslümanların hala  tenkit kültürünü aşamadıklarını gördük hala pasif olduklarını gördük yani gördükte gördük.

İslami Dayanışma Oyunları unutulup gidecek ülke gündeminden de çıkacak yeni ihtilaf ve tenkit gündemleri bularak Müslümanların enerjilerini sömürecek kişileri dinlemeye de devam edeceğiz ama siz gelişmeye odaklı müslüman gençleri , müslümanları destekleyin.

Benim hayatta şiarım şudur , batının ahlakı , Finlandiya’nın huzuru falan beni ilgilendirmez , Allah’tan , peygamber’den habersiz bir toplum asla iyi olamaz , hatasıyla , kusuruyla müslüman toplumu yani ümmetin her bir ferdi azizdir , başımın üstündedir , hepsini severim , ben Müslümanların yaptığı her şeyi değerli görmeye gayret ederim , gayrimüslime buğz eder , müslümana dua ederim, yardıma muhtaç olanın yardımına  koşmaya gayret ederim , harcayacağım parada müslüman cebine gitmesi için gayret ederim. Müslüman sanatçıyı severim , müslüman sporcu severim , başarısından sevinç duyarım. 25.08.2022

Mehmet Emin Başalp

OKUNMAK

Sağlık sorunları nedeniyle bir süredir Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde tedavi gören Rasim Özdenören, 82 yaşında, hayatını kaybetti. 4 Aralık 2017'de Yazar Özdenören . (Arşiv) ( Ahmet Sel - Anadolu Ajansı )
Fotoğraf Anadolu Ajansından eklenmiştir ( Ahmet Sel – Anadolu Ajansı )

 

Edebiyat sahasında Müslüman edebiyatçılar , Müslümanca edebiyat üretenler açısından değerlendirdiğimde bir çok isim çıkar. Mehmet Akif Ersoy kendi başına bir çizgiydi.Necip Fazıl Kısakürek bir çizgiydi. Ahmet Kabaklı ve çevresi bir çizgidir. Raif Cilasun , Necati Sepetçioğlu , Hasan Nail Canat gibi isimlerde vardır.Cemil Meriç bir ayrı çizgidir. İsmet Özel ayrı bir çizgidir , Şule Yüksel Şenler’in edebiyat dünyasında yeri nedir ? bilemiyorum ama vardır. Mustafa Kutlu’da vardır. Beşir Ayvazoğlu’da vardır. Emine Şenlikoğlu’da roman yazmıştır.

Yedi Güzel Adam olarak tabir edilen edebiyatçılarda önemli  bir çizgiydi.

Bu edebiyatçıların bu dünyadan göçmüşleri var genç olanları var  yeni türler deneyenleri var , özenip beceremeyenler var , pek içeriği olmadığı halde popüler olduğu için okunanlar var ,edebiyatçı dahi olamayacakları var ,  unutulup gitmiş olanlar var vesaire neticede üretim bir şekilde devam ediyor.Belki bana göre en büyük sorunları dünya çapında okunan bir yazarımızın bu sahadan olmaması ama orası ayrı konu.

Yakın zamanda vefat eden Rasim Özdenören Bey’in edebi kişiliğini ve eserlerini değerlendirmeyeceğim , Rasim Bey’i okumaya devam edip etmeyeceğimizi düşünüyorum. Ben 1984 doğumluyum bilindik muhafazakar edebiyatçılardan Nuri Pakdil hariç diğerlerini az çok okumuşumdur.Edebi eser okumak bir ihtiyaçtır gerek dünya edebiyatından gerek Türk edebiyatından hala roman , hikaye , şiir türünde eserler okurum.Acaba 2023 doğumlu nesiller Rasim Özdenören okuyacaklar mı ? Onlara büyükleri , öğretmenleri Rasim Özdenören oku diyecek mi ?

Edebiyat içinde muhafazakar ve İslami hassasiyetleri olanlar ayrı bir kategoriyi teşkil ettiği için bu yazıyı yazıyorum yoksa tabii ki insanlar çeşitli edebiyatçıların eserlerini okumaktan keyif alırlar tabii ki ben Türk şiirinde Yahya Kemal okumaktan daha çok zevk alırım , Kemal Tahir romanı okumaktan büyük keyif alırım.Fakat şöyle bir sorun vardır  eleştirmenlerce iyi romancı denilen Halid Ziya Uşaklıgil bugün ne kadar okunuyor ? Bugün Tevfik Fikret şiirleri ne kadar seviliyor ?

Sezai Karakoç Bey’in , Necip Fazıl Kısakürek’in İsmet Özel’in sıkı takipçileri var ama acaba Rasim Özdenören’in olacak mı ? Özdenören’in hikayeleri okunmaya devam edecek mi ? mesela bu üç isme göre Rasim bey hikaye türünde eserleri ile biliniyor. Tabii bazı edebiyatçılar kültleştirilmiştir fakat  kültleştirilmemiş edebiyatçılardan mesela bugün Ahmet Hamdi Tanpınar hayli popüler bir edebiyatçı , yaşadığı dönemden bile çok okunuyor. Bunun tersi de olabilir mesela bugün Orhan Pamuk romanları çok satılmakla birlikte acaba gelecekte de okunmaya devam edecek mi ? Merak işte.

Yedi Güzel Adam’a bir daha bakalım , bugün Cahit Zarifoğlu Bey’in kitapları basılıyor , şiirleri okunuyor. Erdem Bayazıt şiirleri okumaktan şahsen keyif alıyorum.Sezai Karakoç Bey’de okunuyor. Burada ben hiçbir eserini okumadım ama Nuri Pakdil’e rağbeti bilmiyorum.Alaeddin Özdenören ve Ali Kutlay’ında pek okunduğunu sanmıyorum. Mehmet Akif İnan’a da rağbetin düşük olduğunu kanaatindeyim.

Onlar Rasim Bey’e kıyas olacaklarsa Rasim Bey’de okunmaya devam edecektir. Fakat Rasim Bey hikaye türünde eser vermiştir. İşte bundan dolayı biraz ilerde ne ölçüde bir rağbetle okunup okunmayacağını merak ediyorum çünkü bu türde kalıcı olabilmek biraz daha  zordur sıkı oyucu ister. O nedenle umarım okunmaya devam eder okuyucu kitlesinin devam etmesi romancılardan da daha zordur.Herhalde Türk Edebiyatında hikaye okumayı biraz özendirmemiz gerekecek galiba.

Rasim Özdenören Bey’e Allah’tan rahmet diliyorum , Allah eserlerinin tesirini halk edip hayra tebdil eylesin. 01.08.2022

 

Mehmet Emin Başalp

 

ETLİEKMEK KAHTİYYESİ

Etliekmek

Divan şiirinde bir tür vardır buna “Kahtiyye” derler.Genelde toplumu etkileyen ekonomik sorunlar üzerine yazılmıştır. Kökeni itibariyle kıtlık kelimesinden türemiştir ama kıtlık , kuraklık , hayat pahalılığı , mal yokluğu gibi hadiseler üzerine örnekleri vardır.Gerçi bu tür Osmanlı’da da git gide son yüzyıllarda azalmıştır , konunun meraklıları araştırabilirler konumuz divan edebiyatı değil en meşhurlarından biri Necati Bey’e ait Arpa konulu kahtiyyedir.

Sosyal medyada etliekmek fiyatlarına dair bazı fiyatlar görünce aklıma geldi bu tür , tabii ben şiir yazamam hele aruzla filan divan şiiri hiç yazamam sırf bir nükte olsun diye etliekmek üstüne alelacele  etliekmek konulu kahtiyye denemesi yazdım , belki literatüre kahtiyye yazan bir şair olarak geçerim işin laitfesi bu. Bu yazıyla şunu belirtelim etliekmek fiyatlarını makul tutmak lazım bu hazır yemek Konyalı için önemli çünkü çok tüketilir , esnaf tüketir , çalışan tüketir , misafir tüketir , cenazede tüketilir vesaire vesaire. 17.06.2022

Kahtiyyemiz

Konyamız’ın lezzeti canım etliekmek

Mis gibi kokar , gevrektir o  etliekmek

Şimdi  etliekmek olmuş altmış lira

Konyalının ruhuna  okuyorsunuz sala

Ne yapsın adem  cüssesi  belki iri

Bir oturuşta yemesin mi şimdi iki

İçinde ne var sanki domates , biber

Herhalde bu fiyatla var içinde sim-ü zer ( altın ve gümüş )

İndürün bu fiyatı gelin yapmayın

Ağzının tadı Konyalının kaçmasın

 

 

 

Mehmet Emin Başalp

CUMHURBAŞKANLIĞI OYLAR

Ülkemiz seçimlere her ne kadar 1 yıl kadar bir zaman olsa da bana göre seçim gündemine girmiştir.Cumhurbaşkanlığı seçiminde 2023 açısından bugün gündelik anketlere bakılmaması gerekmektedir zira seçimlerin farklı bir dinamiği olup anketçilerinde yanıldıkları hususlar hayli fazladır.

Türkiye’nin büyük illerinde nüfus artışı gerek doğal artış gerek göçlerle hızla devam etmekte olup belirleyici iller Türkiye’nin nüfusu en fazla 15 ili olacaktır kanaatindeyim.

Şimdi bu konuda Cumhurbaşkanlığı seçiminde 2018 yılı sonuçları üzerinden bu ilk 15 ile bir bakalım.

2018 seçiminde toplam geçerli oy sayısı 49,607,687’dir.Recep Tayyip Erdoğan’ın aldığı toplam oy 26,068,146 olup oy oranı  ise % 52,54’dür.

Şimdi nüfusu en fazla 5 ilin sonuçlarına bakalım

İSTANBUL     :  9.156,465

ERDOĞAN     : 4.578,282

ANKARA       : 3.429,845

ERDOĞAN     :1.767,018

İZMİR            :2.827,996

ERDOĞAN     : 930,925

BURSA           : 1.890,865

ERDOĞAN    : 1.050,302

ANTALYA      :1.438,593

ERDOĞAN      :616,020

TOPLAM :      18.743,764

ERDOĞAN      : 8.942,547                 % 47,70

Görüldüğü üzere % 52,54 ile cumhurbaşkanlığını kazanan Recep Tayyip Erdoğan’ın oy oranı bu ilk 5 il içerisinde %50’nin altındadır.

Şimdi 2021 yılının nüfus istatistiğine bakalım , Türkiye nüfusu  1.065,911 kişi artmış , bu 5 ilde ise gerek doğum gerek göç ile 611.055’lik nüfus artışı var yani demek istediğim Türkiye nüfusunun doğal artış sayısının  % 60’ı kadar bu illerde artış var bu tabii ki seçmen sayısına etki eden hadiseler. Nüfusu 5.000 kişiden az artan illerden mesela örnekler verelim , Trabzon , Tokat , Adana , Kahraman Maraş ,Malatya , Kütahya  gibi iller , nüfusu azalan illerden örnekler verelim Ordu , Amasya , Yozgat , Erzurum , Çorum gibi iller.Bu illerin siyasal tercihleri seçim sonuçları gereği az çok bellidir. Nüfusu hızla artan bu ilk 5 il içinde Bursa hariç 4 ilde artık Chp’li büyükşehir belediye başkanları vardır.Velhasıl bu 5 ilde alınan oylar ülke çapında artışa , azalan oylar ise ülke çapında telafisi zor sayılara işaret eder.Bu iller sosyal ve ekonomik seviyesi yüksek iller olmakla birlikte şehir yaşamının zor ve pahalı olduğu da şehirlerdir.

İKİNCİ 5 İL

KONYA        : 1.309,468

ERDOĞAN   : 971,856

ADANA        : 1.285,895

ERDOĞAN    : 567,510

URFA            : 845,708

ERDOĞAN    : 547,759

ANTEP          : 1.016,612

ERDOĞAN    :  649 ,876

KOCAELİ       : 1.174,448

ERDOĞAN    :  690,874

TOPLAM      :  5,632,131

ERDOĞAN    : 3,427,875   % 60, 86

Görüldüğü üzere ikinci en fazla nüfusa sahip 5 ilin sonuçlarına baktığımızda ise Recep Tayyip Erdoğan’ın bariz üstünlüğü görülüyor ve Türkiye ortalamasının neredeyse % 8 fazlası bir oy alıyor. Bu iller genel ve yerel seçimlerde Akparti ve Tayyip Erdoğan’a yüksek destek veren illerdir. Bu illerde 2021 yılında nüfus artışı 124,874 yani genel artışın % 12,5 ‘u kadar. Bu hep şunu gösteriyor ilk 5 il ile makas giderek açılıyor.

Şimdi bu ilk 5 il ile ikinci 5 ilin sonuçlarını toplayalım

İKİNCİ TOPLAM   : 24,375,895

ERDOĞAN           : 12,370,422   % 50,74

İkinci 5 ildeki yüksek orana rağmen ikisinin toplamı ancak %50,74 olmakta fakat yine Türkiye ortalamasının altında kalmaktadır. İlk 5 il ile ikinci beş il zıt yönlerde tercihlerde bulunduğu takdirde birbirini telafi pozisyonunda olmaktadır fakat ikisinde azalış veya ikisinde artış yönlü değişimler ise giderek diğer illerin sonucu ile değiştirilemez sayılara ilerler.

ÜÇÜNCÜ 5  İL

MERSİN             : 1.100,691

ERDOĞAN         :  417,494

DİYARBAKIR      : 830.467

ERDOĞAN         : 227,456

HATAY               : 908,740

ERDOĞAN         : 441,079

MANİSA            : 928,097

ERDOĞAN         : 451,121

KAYSERİ            : 845,322

RTE                    : 594,346

TOPLAM           4,613,317

ERDOĞAN        2,131,496   % 46,20

Üçüncü 5 ilde de görüldüğü üzere Recep Tayyip Erdoğan Türkiye ortalamasının hayli altında  kalmıştır tabii burada diğer illerden farklı olarak baskın bir siyasi tercih değişikliği gösteren Diyarbakır’ın olmasının etkisi var. Bu illerde 2021 yılında nüfus artış sayısı 60.634  kişi olup  genel artışa göre % 6.

Şimdi bu ilk 15 ili topladığımızda ise ilk 5 ve üçüncü 5 ilde Recep Tayyip Erdoğan % 50’nin altında olmasına rağmen oyu çok az farkla % 50’nin üzerinde çıkmaktadır.

ÜÇÜNCÜ TOPLAM      28,989,212

ERDOĞAN                    14,501, 918    % 50,02

Bunun sebebi ilk 5 , ikinci 5 ve üçüncü 5 ‘te Erdoğan’a yüksek oy veren illerin olmasıdır genel toplama dönüşünce bu nedenle oyu % 50’nin altında kalmamaktadır.Konya , Kocaeli, Şanlı Urfa , Gaziantep ,Bursa , İstanbul ve Ankara gibi.Fakat yine belirleyici olan ilk 5 ilde yaşanan tercihler olacaktır.

Şimdi gelelim diğer illere

DİĞER İLLER        : 20,618,475

ERDOĞAN           : 11,566,228   % 56,09

Burada toplam 66 il içinde 15’ide büyükşehirdir. Toplam geçerli oy bazında bakarsak yukarıda kıyasladığımız gruplardan daha fazla oya sahiptir nitekim ilk 5’in oy sayısı 18.743,764’tür. Burada Tayyip Erdoğan % 56,09 oy oranı ile ülke çapında aldığı oyun üzerinde. Bu sebeple ilk 5 içerisinde alınan oyları dengeleme özelliğine sahip.

Şimdi burayı ilk 5 ile birlikte değerlendirdiğimizde nasıl sonuç çıkmaktadır.

İlk 5 ve diğer 66 il toplamı : 39,362,239

ERDOĞAN : 20,508,775       % 52 ,10

Bu illerde 2021 yılında nüfus artışı ne kadar olmuş 269,348 kişi yani genel artışın % 27 ‘si kadar.

En kalabalık seçmen grubu nüfus sayısı itibariyle toplam 66 il olsa da yıllık nüfus artışının dağılımında % 60’lık artış ilk 5’e gitmektedir. Bu makas açılmasını göstermektedir. Nüfus değişimi bu şekilde yaşanmaya devam ettiğinde aralarındaki seçmen sayısı farkı da giderek azalacaktır.Yani 2018 yılında genel oy oranı üzerinde bu il gruplarının yapmış oldukları etki değişecektir. İlk 5 ilin  belirleyiciliği giderek artmaktadır.2023 yılına ilişkin nüfus perspektifleri ile Karadeniz başta Doğu Karadeniz olmak üzere göç veriyor , Doğu Anadolu’da doğum hızı yüksek olmasına rağmen göç fazla olduğu için nüfus azalmaktadır. Bu bir yerde şudur bu illerin seçmeni büyük oranda ilk 5’in içine gitmektedir.

Yine esasında genç nüfusta da değişken durumlar var.Marmara tabii önde fakat ardından Güneydoğu Anadolu geliyor. Diğer bölgeler dengeli gitse de Karadeniz bölgesinde mesela genç  nüfus en az olarak karşımıza çıkıyor. Bunları partiler ve adaylar düşünmek zorunda.Hangi illerde seçim çalışmalarına yoğunlaşmaları gerektiği ve seçmene ne şekilde ulaşabildikleri konusu giderek önem kazanıyor.

Seçmen sayısı galiba yurt dışı ile birlikte 2023’te 64 milyon civarı olacak genelde katılım oranı  % 85 olduğu farz edilse  bu 54 milyon küsur eder 2018 yılına göre 3 milyonluk bir yeni seçmen olacak.

Birde olaya şöyle bakalım

Önceki seçimde oy atanlar tercihini hiç değiştirmedi , yeni seçmende hiç Erdoğan’a oy atmadı ne gibi sonuç çıkar.

TOPLAM OY 49,607,687 + 3,000,000 = 52,607,687

RTE 26,068,146  % 49,55

Bu şu sonucu göstermektedir. Yeni seçmenler o kadarda belirleyici olamayacaktır.

2023 Seçimleri için bazı göstergeleri bu sonuçlardan şöyle çıkarabiliriz.

-İlk 5 il belediyesinin 4’nün muhalefette olması nedeniyle buralarda yaşayan seçmenin memnuniyeti ve memnuniyetsizliği sonucunun seçime etkisi düşünüldüğünde bu seçmenler nezdinde seçim gündemi bu illere kayacaktır nitekim görüldüğü üzere de bu iller ve belediye başkanları kaynaklı gündem siyasi parti liderlerine göre daha yüksek seviyede arz etmektedir.Bu doğal sonuçtur zira çünkü partileri buna iten sebep kişiler değil bu oy sayısı gücünün getirdiği durumdur.

-İlk 5 ilin nüfus artışı bu şekilde devam ettiği takdirde Anadolu ile seçmen dengesizliği hızla artmaya devam etmektedir. Buda bu illerde katılım ve tercihin önemini daha fazla artırmaktadır.

-Bir diğer husus partilerin güçlü oldukları yerde güçlenmek konulu bir stratejiye yatırım yapmalarının kazançlı olabileceği hususudur. Yani oy oranlarının yüksek olduğu yerlerde hem eski seçmen hem de yeni seçmen nezdinde oy artışı sağlayabilmek , oylarının düştüğü bölgeleri telafi etmek için önem arz etmektedir. Bunu yukarıda ilk 5 il ile ikinci 5 il toplamı konusunda gördük.

-Tamamen yeni seçmen üzerine odaklanmakta seçim sonucu açısından belirleyici düzeyde olmayacağını ortaya koymaktadır. Kimi hesaplamalarda ilk defa oy kullanacakların oranı yüksek gösteriliyor ama o hesaplama nasıl yapılıyor anlamadım ama ben öyle  toplam seçmenin % 10’unun üzerinde bir rakam olduğunu sanmıyorum .Birde burada yeni seçmenin hangi illerde artış gösterdiği de önem kazanmaktadır tabii ki yeni seçmenin Karadeniz’de düşük olduğunu biliyoruz ama mesela Şanlı Urfa’da yüksektir. Genelde yapılan anketlerde genç seçmen araştırmasında bu yönlü dikkat edilmediği takdirde farklı sonuçlar çıkar.

-Bir diğer husus ise 2014 ve 2018 cumhurbaşkanlığı seçimleri ilk turda sonuçlanmış olup 2.tur deneyimi yaşanmamıştır. Şimdiden cumhurbaşkanlığı seçimi ilk turda sonuçlanır veya sonuçlanmaz denilemez ama herhangi bir ikinci tur durumunda 2014 ve 2018 verilerinin işe yaramayacağını ifade etmek gerekir.

-Bu seçimde bir diğer ilginç sonuç seçime katılan parti sayısında artış olacağını düşünüyorum çünkü mesela 2018 yılında seçime 10 parti katılma hakkına sahipken 8 parti seçime katıldı , YSK’nın son açıkladığı listede 24 partinin seçime katılma hakkı gözüküyor bu seçime kadar artıp 30’u bulabilir. Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler aynı anda yapıldığı için hangi parti seçmeni hangi cumhurbaşkanı adayı konusunda tercihte bulunur parti anketi ile de bu belli olmaz.

 

 

Mehmet Emin BAŞALP

 

 

 

 

 

 

 

 

RAMAZAN AYI VE KONYA

KAPI RAMAZAN

Ramazan-ı Şerif iyice yaklaştı , içimizi bir heyecan ve mutluluk kapladı. Kaplamıyorsa kendimizi bir sorgulamamız lazım , Ramazan-ı Şerif-i zar zor oruç tutulacağı endişesine , zorluğa vb hamledersek pek iyi olmaz. Şehrimizde Ramazan ayında neler yapılabilir kısaca yazmak istedim. Ramazan ayı ile ilgili dini hususlar birer hikaye değil bilinçli olmalıyız çünkü bu ay gerçekten her anı rahmete , bağışlanmaya vesile olan çok kıymetli bir ay ruhumuzu güçlendiren bir ay. Yazacağım şeylere eleştiri gelebilir ama önce belirtiyim tabii ki Ramazan ayı oruç , namaz , Kur’an okuma , fitre , zekat , dua ve sair farz , sünnet ve nafile ibadetlerle geçecek aynı zamanda oruçlu olarak kötü işlerden , sözlerden uzak duracağız bu ay fakat yaşam tarzlarımız , gündelik koşuşturmalarımız , şehir yaşamı içerisinde kitaplarda yazan , nasihatlerde edilen ideal tarzı yakalamaya gayret edeceğiz ama insanların Ramazan-ı Şerif’te ibadetlerinden lezzet alması içinde bu gündelik koşuşturma da bir eksen değişikliği de lazım ben o eksen değişikliğini Konya özelinde ne olabilir yazmaya çalışacağım.

Konya’da Ramazan ayı , Konya merkez tarihi bölgesinde daha çok hissedilir.Yaz aylarından uzaklaşmamız ve havaların serin olması ile dışarıda teravih kılınma imkanı olmaz fakat bilhassa hiç olmazsa bir akşam Kapu Camii’nde teravih namazı kılınmalıdır o atmosfer görülmelidir.Görülecek atmosfer namazın hatimle kılınması , caminin kalabalık olması , tarihi olması vb değil o heyecan o birliktelik duygusudur. Çünkü bu camide bunu hissediyoruz Kapu Camii Konya’nın ulu camii pozisyonundadır. Çıkışta belki beraber geldiğin birkaç dostunla çayını da içebilirsin.Bu güzel bir eksen değişikliği değil midir ? hatimle namaz kılıp çay içmeye senede kaç kere yapabiliyorsun mesela ?

Sultan Selim Camii’ne de gidebilirsin , çıkışta Mevlana Hazretleri’nin türbesinin önünden geçip bir Fatiha okuyup , Üçler Mezarlığında metfun ahirete göçmüş hemşerilerimizi de Fatiha’dan mahrum etmezsin. Ramazan-ı Şerif ayında mezarlıklarımızı da , ahirete göçmüş yakınlarımızı da ziyaret etmeliyiz.

Gündüz belki bedestende dolaşıp birkaç parça yiyecek alabilirsin hurmadır , tahinli pidedir. Bu ürünler başka yerde satılmıyor mu ? satılıyor ama yine bol ışıklı avm veya artık müstakil bir dev işletmeye dönüşmüş unlu mamül merkezlerinden almaktan daha dingin daha düşünceye sevk eder. Bazı insanlar şehir gürültüsünden , şehir insanının garipliğinden , park sorunundan , dilenciden , gürültüden vb rahatsız olabiliyor daha steril bir hayatı istiyor oysa bunu yanlış görüyorum , o keşmekeş bir yerde güzeldir , yaşlı , genç , köylü , şehirli , kağıt toplayan biri , bir sokak satıcısı vb bu hareketliliğin içerisinde biraz yürümek insana iyi gelmez mi ? Aziziye Camii’nin köşesindeki esnaflardan bayram şekeri almak gerekmez mi ? bence gerekir. Yeri gelmişken Aziziye Camii’nde bir öğle namazı kılabilirsin çalışan erkekler için zor oluyor ama bir haftasonu herhangi bir merkezi camide mukabeleye katılabilirsin.

Konya’nın atmosferi güzel Alaaddin Camii , Şems-i Tebrizi Camii , Sahip Ata Camii , Aslanlıkışla Camii , Tavus Baba Camii , Konevi Camii , Çolak Hoca Camii gibi camilere de teravih namazı kılmaya gidebilirsin , istersen Konya’nın daha dış semtlerinde rastgele bir camiye de gidebilirsin , istersen tarihi Selçuklu mescidlerinden de birine gidebilirsin belki hayatında duyup içine hiç girmediğin bir camiye gitmeye niyet edersin mesela Tahta Tepen Camii , Yanık Camii gibi.Ben ramazan ayında zafer bölgesine de mutlaka giderim , oradaki mescitlerden bazılarında namaz kılarım , zafer bölgesinde yürürüm. Sille bölgesine gidin Sille camilerinde de namaz kılın mesela Karataş Camii senede sadece ramazan ayında açılıyor. Çocuklarınızı teravih namazlarına götürebilirsiniz , şehri anlatabilirsiniz , ramazan ayını anlatabilirsiniz.

Ramazan ayında dışarıda iftar , dışarıda eş dost ile oturma gibi durumlar genelde artar olabildiğince uzun zamandır görüşmediğiniz dostlarınızla planlama yapabilirsiniz , ramazan atmosferinden uzak mekanlar yerine daha mütevazi mekanları tercih edebilirsiniz. Dostlarınıza iftar ettirebilirsiniz.  Dostlarınızla sahurda yapabilirsiniz.

Bir caminin köşesine çekilip Kur’an okuyabilir ,  Hadis-i Şerif okuyabilir , siyer okuyabilir  biraz tefekkür biraz tesbihat ile meşgul olabilir bilhassa son 10 gün gece vakitlerinde hiç olmazsa birkaç saat mescitlere uğrayıp dua ve istiğfar edebilirsiniz. Camiler son günlerde sabaha kadar açık olmaktadır. Bence o atmosfer kaçırılmamalıdır. Camiler gece çok güzeldir , bir takım güvenlik sorunları nedeniyle camiler kapanmakta maalesef ama hiç olmazsa yıl boyunca bazı camilerde de güvenlik sağlanarak ibadet etme imkanı 24 saat esasına göre düzenlenmelidir.

Bir Konya Ramazanı su böreksiz olmaz , bu böreği bir ihtiyaç sahibi bir aile ile de gizlice paylaşabilirsin , mutlu olmuş çocuklar görüp bu hayrınızı gizli tutarsınız. Belki bir aileye sürpriz bir tatlı sürpriz yemek götürebilirsiniz. Ramazan ayında paylaşmaya önem vermek zorundayız , ramazan bayramı adı üstünde esasında bir özel sadakaya ait bir bayramdır.Yani bu ayda bir infak ayıdır. Çünkü infak esasında etkili bir temizleyicidir bu ay bir temizlenme ayı ise oruç kadar infak ( zekat , sadaka ) ile de temizlenme ayıdır. Yardım faaliyetlerine katılabilirsiniz.

Ramazan ayında geçerli bir mazeretiniz yoksa yapılan davete icabet gerekir. Ramazan ayında akrabalar ile davetlerin önemli olduğunu düşünüyorum. Akrabalarımızı , büyüklerimizi ziyaret edelim. Salih insanlarla vakit geçirmeye çalışalım. Günümüzde zayıflayan akraba ilişkilerinde bu ramazan ayları önemli bir fırsattır. Mutlaka evinizde akrabalarınıza iftar daveti verelim.

Ramazan ayı neşeli olmamız gereken bir ay bu demek değildir ki , ramazan ayında eğlenceler olsun anlayışında değiliz ama dostlarla buluşmak , hasbihal etmek gerekiyor bunu ihmal etmemek gerekiyor.

Ramazan ayında güzel kıraatlar dinlenebilir. Ramazan ayında müzik konusunda müzik konusunda dini musikimizin seçkin örneklerini dinlemek gerekir. Ramazan-ı Şerif’te hüsn-i hat eserlerini de inceleyin , nelerin yazılmış olduğuna bakın ve tefekkür edin inanın çok rahatlatıcıdır. Hatta küresel bir firma ama instagram hesaplarında çok güzel hüsn-i hat paylaşımı yapan hesaplar var , takip edin. Efendim buralarda boş boş vakit geçiriyoruz inkar etmeyelim ama Ramazan ayında moda sayfalarında vakit geçirmek yerine hat sayfalarını inceleyebiliriz.

Ramazan ayından istifade edelim , Ramazan ayından unutulmaz hatıralarımız kalsın.31.03.2022

 

Mehmet Emin BAŞALP

GAZETE VE GAZETECİLİK

Ülke sathında kaç gazete yayın yapıyor bilmiyordum , internet üzerinden tiraj bilgilerine baktığımda 20 küsur gazete gördüm ve tirajlarda bir hayli düşmüş.

Bu gazeteler nelerdir şöyle bir bakalım ?

Hürriyet , Sabah , Sözcü ,Milliyet , Posta , Türkiye bu gazeteler 100.000 tirajın üzerinde , Akşam , Takvim , Yeni Şafak ,Yeni Akit ,Fanatik ,Karar ,Korkusuz , Yeni Asır ,Milat , Yeni Birlik ,Analiz ise 50.000 tirajın üzerinde gazeteler  , diğer gazeteler ise Yeniçağ , Türkgün,Fotomaç,Cumhuriyet ,Milli Gazete ,Diriliş Postası ,Doğru Haber ve Birgün.

Bu yazıyı yazarken ismini duymadığım tek gazete Yeni Birlik’ti.Yazar kadrosuna baktığımda Avni Özgürel , İlnur Çevik gibi isimler var ama onlarda uzun zamandır yazmamışlar diğer yazarlarını da tanıyamadım.

Tabii burada Türkiye’nin Osmanlı’dan beri süregelen gazetecilik serüvenini izah edecek değilim tabii ki aslında benim en zevkle okuduğum ve beğendiğim dönem keskin kalemli Bab-ı Ali gazetecileridir ama artık ne o devir vardır ne öyle gazeteciler vardır.

Gazeteciliğin şimdi dijitale kaydığı ifade ediliyor bu bir sorun değil gazeteyi basılı şekilde veya internet sitesi üzerinden okumak devrin getirdiği bir değişiklik fakat içerik anlamında ciddi bir fakirlik var.Gazeteleri habercilik anlamında değil de köşe yazarları konusunda bir tenkide tabii tutacağım.İşin esası bugün şu yazarı okuyacağım diyebileceğim pek kimse yok kimsenin de öyle olduğunu zannetmiyorum işte kerhen okunan yazarlar var kanaatimce.

Yukarıda saydığım gazetelerin içinde şuan en tanınır gazeteciler kimler onlara da şöyle biraz detaylı  bakalım.

Kıdemli yazarlardan sayılır ve bana göre şuan en kıvrak dili yine kullanan o , Sabah’tan Engin Ardıç fakat yinede kalıcı nitelikte bir yazısı yok. Yine Sabah’ta eskilerden Hıncal Uluç var onunda kalemi kuvvetlidir spor ve magazin yazılarında keskinliğini koruyor.Arada bir gülümseyerek acaba Demirel ile ilgili bir anekdot var mı diye Sabah’tan Yavuz Donat’ı açarım oda yine bir şehre gidip biriyle görüşmüştür onlardan bahseder.Eskilerden meşhur bir yazar Mehmet Barlas var yazılarında zengin bir fıkra koleksiyonu vardı epey literatürüme katmışımdır ama onu da uzun yıllardır hiç okumuyorum gazetede son yıllarda çeşitli yazıları ile gündem olmuş tanınan genç kuşaktan yazar ise Hilal Kaplan.

Hürriyet’te kim var nadir köşe yazısı okuyorum ama okuduklarımdan Ahmet Hakan var.Bu gazete ile özdeşleşmiş Ertuğrul Özkök yazmayı bıraktı.Sedat Ergin genelde siyasi yazılar yazardı ama oda  pek o konulara girmeden analizler yapıyor şu aralar, Abdülkadir Selvi genelde parti sözcüsü kıvamında yazıları var bir diğer ünlü yazar ise Nedim Şener. Tabii ben Hürriyet’ten , Kelebek yazarlarından Onur Baştürk’ü okurum hiç bilmediğim , görmediğim İstanbul gece hayatından haberim olur J

Sözcü’nün ünlü yazarı Yılmaz Özdil , işin gerçeği Sözcü’den özellikle okuduğum yazar yok ama Twitter gündemleri ile Emin Çölaşan’dan , Uğur Dündar’a ,Saygı Öztürk’ten , Soner Yalçın’a yazıları önüme düşüyor , Soner Yalçın’ın hikayeleştirme gücü ile okutucu bir yazı tarzı vardır.Aslında Sözcü’de yazı yazan en ünlü yazar Rahmi Turan’dır.Meşhur Kara Murat film serisinin filan yazarıdır.Rahmi Turan artık az kalmış mizahi , edebi gazete yazarlarının son temsilcilerinden sayılır fakat şimdilik öyle pek keyifli okunabilir yazıları yok açıkçası.

Milliyet’e baktım eskilerden bir Güneri Cıvaoğlu var fakat oda artık pek gündeme gelen bir gazeteci değil.Posta genelde güçlü yazar kadrosu olan bir gazete değildi  senelerdir  ,eskilerden Rauf Tamer yazıyor ama ne yazıyor hakikaten  bilmiyorum.

Baskılı yayında değil ama Habertürk internet gazeteciliğinde güçlü. Fatih Altaylı , görüşleri bana hitap etmez , tarzını da sevmem ama bence şuan köşe yazarları içerisinde en etkin , en farklı konuları yazan gazeteci , gündem olmayı ve okunmayı başarıyor biraz gazeteci böyle olmalıdır.Yine bu gazeteden Murat Bardakçı’yı okurum tarihi , biyografik yazıları ile genel itibariyle bir çok yazardan ayrılan bir gazeteci ama onunda eskiye göre kaleminin keskinliği azalmış halde.Habertürk’te keyif aldığım yazarlardan biri genelde gündem dışı edebi şeyler yazan Muhsin Kızılkaya.

Türkiye Gazetesi’ni işin açıkçası uzun zamandır okumuyorum ama bilindik yazarları Cem Küçük ile Fuat Uğur.Türkiye Gazetesi bence tiraj başarısı olan bir gazete onu ifade edeyim.

Takvim Gazetesinde genelde acaba yine ne acayip olaylar olmuş Kraliçenin adamları ile paranın baronları neyin kavgasını veriyor diye gülümseyerek baktığım ama uzun zamandır bakmadığım Ergün Diler var  , Akşam Gazetesi’ni de okumuyorum hiç ama oradan da bilindik Turgay Güler ile Emin Pazarcı var.

Gelelim Yeni Şafak ve Yeni Akit’e tabii bu gazeteler benim çok okuduğum gazetelerdir tabii yayın çizgilerini titizlikle takip ederim.Maalesef Yeni Şafak hayli zayıfladı , zengin yazar kadrosu dağıldı. Okuduğum yazarlar olduğu için bende bir sıkıcılık mı oluşturdu anlamadım ama İbrahim Karagül’ün kaç yüz kez yazdığı , dünya savaşı ve Yusuf Kaplan’ın medeniyet tasavvuru konulu yazılarını artık okuyamıyorum. Mustafa Kutlu , Süleyman Seyfi Öğün , Fatma Barbarosoğlu , Ömer Lekesiz arada okuduğum gündem dışı yazıları ile yine emsali gazetelere göre kalite çizgisi yüksek diyebilirim .

Yeni Akit’in tabii en meşhur yazarı , muhafazakar camianın da en bilindik gazetecilerinden Abdurrahman Dilipak , ben Dilipak’ın tutarsızlıklarını en az 20 yıl önceden keşfetmiştim maalesef giderek ne kadar marjinal düşünce var onun savunucusu oldu bazı yazılarını artık sırf şaşırmak için okuyorum.Gazetede genellikle şaşırtan , polemik oluşturan bir yazar kitlesi vardır  ama içeriği kaliteli yazı yazan açıkçası pek yok.

Karar Gazetesi yazarlarının büyük çoğunluğunu tanıyorum tabii eskiden farklı gazetelerde iken bir muhalefet motivasyonu ile bir araya toplandılar.Yazarlığı iyi olan kabiliyetli olanlar vardır ama bu muhalif bakış açısı ile yazı içerikleri bana göre ciddi anlamda zayıfladı ve zorlama hale geldi.Tabii yazarlardan Taha Akyol , Ahmet Taşgetiren , Mehmet Ocaktan , İsmet Berkan , Akif Beki , Elif Çakır , Mustafa Karaalioğlu , Yıldıray Oğur , Hakan Albayrak bilinen yazarlardır bu yazarlardan arada yine tek tük baktığım Taha Akyol’dur.

Yeni Asır ,Milat , Yeni Birlik ,Analiz hiç okuduğum gazeteler değildir sadece eski Akit şimdi Milat’ta yazan Serdar Arsever’i arada okuyorum diğer yazarlarını da hiç tanımıyorum.

Yeniçağ , Türkgün,Fotomaç,Cumhuriyet ,Milli Gazete ,Diriliş Postası ,Doğru Haber ve Birgün.

Yeni Çağ’da okuduğum bir gazete değildir ama genelde pek tutmayan siyasi analizler yapan Arslan Bulut ve Ahmet Takan’ı bilirim ama galiba Ahmet Takan’da uzun zamandır yazmıyor yazıyı yazarken şöyle bir baktım.

Türkgün’de okuduğum bir gazete değil  sadece  Yıldıray Çiçek’i biliyorum.

Cumhuriyet’te hiç okuduğum bir gazete değildir ama uç sol muhalefetin buluşma noktası gibi olmuştur Mustafa Balbay , Emre Kongar gibi yazarları bilinir ama mesela Ali Sirmen gibi eski yazarları artık hiç gündem olamıyor tirajıda hayli düşmüş durumda.

Milli Gazete’nin bana göre yayın çizgisi değişti vefat etmeden rahmetli Mehmet Şevket Eygi’yi okurdum.Arada Adnan Öksüz’ü okurum tabii muhafazakar camiada geçmişte bilinen İsmail Kıllıoğlu , Ekrem Şama filanda artık pek gündeme gelecek şekilde yazılar yazmıyor.Sıkça Facebook vb gibi yerlerde dini hamasi yazılarını gördüğüm ilahiyatçı Abdülaziz Kıranşal’da burada yazıyor.

Doğru Haber de Hüda –Par çizgisine yakın bir gazete galiba hiç okumadım ve bilmiyorum.Birgün ise uç sol bir gazete , okumuyorum ama önüme genelde dini tartışma haberleri ile bir şekilde düşüyor , gazete işin gerçeği ülke gerçekliğinden ciddi oranda kopuk ve din ile dindar takıntısı olan bir gazete , yazarlarından belki Zafer Arapkirli daha tanıdıktır.

Bunca köşe yazarına rağmen sizde okuduğunuzda fark etmişsinizdir , muazzam yazıyor denilebilecek hiçbir köşe yazarı yoktur.Görüşlerine katılınır veya katılınmaz bir Hasan Pulur ayarında yazı yazan kalmamıştır.

Yılların Fehmi Koru’su , Murat Yetkin’i , Ruşen Çakır’ı filanda gazetelerden ayrıldılar , bir yığın analizci , ekonomist , dış politika vb gibi konularda , anlaşılmaz , tutarsız şeyler yazan yazarlar türedi. Ama tabiri caizse kumaşlarında muharrirlik olmadığı için okunması asla keyif vermiyor. Gündüz Vassaf veya bu tip yazarlar genelde Radikal Gazetesinde vardı aykırı , şaşırtıcı yazılar yazan yazarlarda kalmadı.

Tabii bilhassa gazete hayatımızdan çıktığı kadar Twitter hayatımıza girdi , Twitter’da bilgi selleri vb ile gerçekten hayli yetenekli kimi moda tabirle trol isim kullanan falan kişiler var , kalemleri yukarıda zikredilen yazarlardan hayli kuvvetli kişiler var , keşke bu kişiler , bu kişilerin yerine köşe yazarı olsa diyorum bazen hiç olmazsa daha iyi şeyler çıkabilir.

Bu köşe yazarlığı ve bu gazete türleri nereye gider bilmiyorum ama çok uzak olmayan bir zamanda bu yazarların hiç birinin yazarlığa devam edeceğini sanmıyorum , büyük bir değişim mecburen olacaktır , burada daha kötü yazarlar yerine daha yetenekli yazarların oluşturacağı bir kadro gelmelidir. Birde bu gazete mantığı değişmeli bunu birazda okurlar sağlamalıdır , gazete işi pahalı hale gelmiş , şartlar zorlaşmış olabilir ama şartların değişmesi içinde yenilikler ve rağbet icat etmek gerekir.Gazeteciliğin doğasında da bunun olduğunu düşünüyorum.Gazete sahipleri bence köşe yazarları konusunda ciddi bir değişime gitmelidirler , sonra başta editörler olmak üzere gazetelerin yazı ve haber dilleri güncellenmelidir.

Bu yazının yazıldığı 17.02.2022 tarihi itibariyle şöyle gazete manşetlerine bir bakalım.

Hürriyet : Elektrikte 4 Adım

Sabah : Elektrik Tarifelerini Düşüreceğiz

Sözcü : Utanmadan Çıkıp Kadınların Yastık Altındaki Altınlarına Göz Dikiyorsunuz

Cumhuriyet : Faturalardaki “ gizli “ Yük

Türkiye : Bu Ne Hal

Yeni şafak : Raflar 1 – 2 Ay İçinde Düzelecek

Karar : Böyle “ Uyum “ Olur Mu

Akşam : Elektrikte Yeni Tarife

Milliyet : 16 Yaşında Çocuktu

Akit : Zillet , 28 Şubat’ı Hortlatma Derdinde

Türkgün : Bunlardan Bir şey Çıkmaz

Yeniçağ : Zamları Ben mi Yaptım Kardeşim

Posta : Her Tarafı Ayrı Dram

Milli Gazete : O Masaya Milletin Dertleri Yatırıldı

Yeni Birlik : Türkiye’nin Önemi Arttı

Milat : Seçenek Çok

Takvim : Elektrik –Doğalgaza Fiyat Ayarı

Birgün : Faturalardaki Saadet Zinciri

Diriliş Postası : Sizi İlgilendirmez anlamına gelen herhalde Almanca bir manşet

Görüldüğü üzere tümü başarısız manşetler , sözlü olarak duyulan bir şeyi , dinleme ihtimali yüksek olan konuları manşete taşımak anlamsız.Tabii ki Sayın Cumhurbaşkanı’nın elektrik tarifesinde indirim müjdeleri genel anlamda izlenmek suretiyle öğrenildi. Cinayet , katliam vb gibi hadiselerinde manşetten verilmesini doğru bulmuyorum.

Ben olsam kaçak elektrik oranları , nükleer enerjiyi gündem getirirdim illa elektrikle ilgili haberler verilecekse gibi çünkü maalesef nükleer santrale geçemedik , gelişmeleri halk yeterince takip edemiyor çünkü bu tarz haberler gazetelerden takip edilebilir.Nitekim Sinop inşaatı bildiğim kadarıyla masraf artışlarından durmuştu.

Manşet bence ilgi çekmelidir. Köşe yazarları okunur olmalıdır.Araştırma dosyaları mutlaka gazetelerde olmalıdır.Tefrika türü edebi türler gazetelere yeniden girmelidir. Bu moda edilebilir , yetenekli edebiyatçılar içinde okunma fırsatı olur.Bugün nasıl yeniden Kars’a giden tren yeniden moda oluyorsa tefrika roman neden moda olmasın yani tefrika diyince kafamızda artık Ahmet Mithat Efendi’nin tefrikaları gelmesin , ben okuduğumda mesela şaşırmıştım Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’nun , Kara Davut adlı herhalde Cumhuriyet döneminde Osmanlı konulu ilk tefrika imiş Fatih Sultan Mehmet’e tokat attırılması hadisesi nedeniyle insanların gazeteyi protesto etmesi gibi. Bugünde ilgi çekici konular bulunabilir.

Bir diğer husus gazetelerde ropörtaj artık pek yer almıyor , gazete demek başarılı ropörtajlar , okunacak , şaşırtıcı ropörtajlar yapmak gerekir.Eski siyasiler yeni siyasiler , sanatçılar , diplomatlar , işadamları vb oldukça zengin ropörtaj konukları ortaya çıkar.

Söyleyecek söz çok ama benim gördüğüm gazeteciliğin esaslı bir değişim ve yenilenmeye ihtiyaç duyduğu zira mevcut durum günü idare eden ve günden güne gerileyen bir durum bir süre sonra bu halin taşınmayacağı açık 17.02.2022 tarihinde yazılmıştır.

 

Mehmet Emin Başalp

 

 

TÜRKİYE RİSKLER VE GELİŞMELER

2022 Yılı ülkemiz için ekonomik riskler , beklentiler ve gelişmeler yılı olarak ilginç bir yıl olacak.Kovid pandemisi ardından Ukrayna’daki gelişmeler nedeniyle bilhassa dünyada yeniden siyasi ve ekonomik tansiyon yükseldi.

Burada belki bir çok defa yazmıştım eğer kovid yapay bir virüs ise bunun amacı dünyada siyasi ve ekonomik bir değişimdir diye yine mevcut gelişmeler ile dünyada ekonomik ve siyasi değişimler yaşanması için adımlar atıldığı bir vakıa.Bu günümüzde olan bir şey değil bu dünyada her zaman olan bir şey bu dünyanın düzeni böyle fırsatlara gözü açık , tehditlere tedbirli olmak sadece bireylere değil devlet ve hükümetlere de gerekli.

Türkiye olarak pandemi sürecine gelmeden önce bir darbe girişimi atlattık , aynı zamanda Suriye’de yaşanan iç savaş nedeniyle ülkemizin terör tehdinin ve sınır güvenliğinin ciddi riske girmesi nedeniyle askeri operasyonlar yapmak mecburiyetinde kaldık. Ülkemize ciddi sayıda sığınmacı geldi.

Batı bloğunun Türkiye’ye karşı ekonomik anlamda bir takım finansal operasyonlarının ardından Trump döneminde yaptırımlar , pandemi dönemi gelişmeleri ve çevremizde yer alan terör tehdidi vb bütçe maliyetlerini  artırırken ekonomik anlamda sıkıntılar baş göstermeye başladı.

Ekonomik anlamda görülen en büyük sıkıntı döviz kurlarının yükselmesi ve ardından enflasyonun hızlı bir tırmanışa geçmesi oldu. Bilhassa kira , gıda ve enerji fiyatlarında artış geniş halk kitleleri açısından ciddi anlamda zorlayıcı olmaya başladı.

Türkiye’nin ihracat odaklı büyümeye yönelik strateji ortaya koyması ile cari açığı kapatmayı hedeflemektedir.

Türkiye’nin önünde dünyada yaşanan sıkıntılar nedeniyle enerji ve gıda fiyatlarında yaşanacak artışlar nedeniyle enflasyon ve tedarik sorunu yaşanacak alanlar bulunmaktadır.Türkiye ithalat istememekle birlikte ithalatta zorlaşmaktadır.

Türkiye’nin ihracatını artırabilmesi için bilhassa Ortadoğu bölgesinde politik ilişkilerimizin iyi olmadığı ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesi gerekmektedir.Mesela Mısır bu konuda ilk sırayı alabilir.Mısır küçük bir Afrika ülkesi değil aksine nüfusu 100 milyonu aşan bir ülkedir.

Avrupa ülkelerine de ihracatımızı artırmamız gerekmektedir bu aynı zamanda Avrupa ile de politik anlamda ilişkilerimizin geliştirilmesine bağlı.

İhracatımızı anlamlı şekilde yükseltmeliyiz ki ülkemizi büyütecek ve dünya ekonomisinde ön sıralara taşıyacak bir ivme kazandırmalıdır. Bu süreçler nedeniyle Türkiye’nin milli gelir ve ekonomik sıralamasında gerilemeler yaşaması muhtemel bu sarsıntıları atlatmak için çabuk toparlanmak zorundayız.

Gelelim enflasyonun iç piyasada yaşamı zorlaştırmasına , enflasyon başta fiyat istikrarını bozar ve yukarı yönlü fiyat artışları ile insanların alım gücünü düşürür. Alım gücünün düşmesi ile bazı sektörlerde de daralma yaşanacağı açıktır.

Enflasyon başta gıda fiyatları olmak üzere hane halkını zorlamaktadır. Enflasyonun etkilerini düşürmek en temel gaye olmalıdır.Ülkemizin geçtiği süreç itibariyle lüks denilebilecek bazı gelişmelerden feragat etmemiz olası ama ülkemizin üzerine bir yoksulluk gölgesi düşmemeli.Çünkü bu gölgenin şöyle bir özelliği vardır çalışır çabalarsın elde bir şey kalmaz , umudu ve neşeyi yok eder. Oysa ülkemizin umuda , hırsa , gelişmeye ihtiyacımız var.

Nüfusumuz genç , yaşlandığından şikayet ediyor ve artmasını istiyoruz eğer artmasını istiyorsak çocuklarımızı sağlıklı beslemek zorundayız sağlıklı beslenme için , et , süt , yumurta vb ürünlerin doğal ve kalitelilerine ulaşmak gerekir oysa enflasyon burada kaliteden de taviz vermeyi doğurur. Maalesef enflasyonun en üzücü taraflarından biri insanların kalitesiz ve sağlıksız ürünlere yönelmesidir.

Nüfusumuz genç ve teknoloji çağında teknolojik cihazlara ihtiyacı var bu cihazların ithal olması nedeniyle fiyatlarının aşırı artması erişimi kısacaktır.Bu bir süre beklemeye alınsa bile ihtiyaç şiddeti giderek artacaktır.Bilhassa bilgisayar üretimimizi artırmamız gerekiyor.

Ülkemizde giderek araba almakta enflasyon nedeniyle zorlaşmıştır.Bu konun belki aciliyeti diğer konular kadar yoksa da bu hususa da bir çözüm bulunmalıdır.

Maalesef ülkemizde bugün  kira sorunu vardır.Ülkemizde kırsalda ev , şehirde ev , tasarruf olarak ev , yazlık vb bir çok konut üretimi yapılıyor ama temel anlamda çözüme gitmiyoruz.Üretim maliyetlerinin artması ile insanlara daha küçük evlerin tavsiye edilmesini ben doğru bulmuyorum.İnsanımız geniş ve sağlıklı evlerde yaşamalıdır.Bu sorunu çözeceksek yapısal bir anlamda çözmeliyiz. Sağlıksız şehirleşmeye de son vermeliyiz. Klasik anlayışların dışına çıkmalıyız. Büyük şehirlere nüfus yığılmasını önlemeliyiz. Olaya yeni konut üretilmediği şeklinde bakmamalıyız.Fırsata çevrilecek bir konu varsa bu konuda önemli değişiklikler yapmaktır. Ucuz ve sağlıklı konut hamlesi gelmelidir.Bu bence planlama ile çözülebilecek ve kamu üzerine de yük getirmeyecek bir sistem olmalıdır. Kendi konutunu bir yıl içinde yapmayı taahhüt edene devlet tarafından arsa tahsisi yapılmalıdır. Arsa mülkiyeti ister devlette kalıp yıllık bir intifa bedeli ödenmesi sistemi de olabilir, ister taksitle konut sahibine satılmak üzere bir sistemde olabilir.Bu şekilde kişiler müstakil küçük bir bahçesi olabilecek sağlıklı konutlara kavuşabilirler.İllaki bu konutlar şehrin dışında olacaktır , şehre uzak olacaktır fakat hem kişinin konut ölçüsü ve maliyetini belirleyebilmesi hem de arsa yükü altına girmemesi nedeniyle cazip olup talep görecektir , ister betonarme , ister taş , ister çelik hatta isterse modernize edilmiş kerpiç yapılar bile yapabilir. Tabii bu konutlarda oturmak bir şart olacaktır.Hatta bu konuda sivil toplumla projeler yapılabilir , insanlar toplu şekilde projeler gerçekleştirebilir.

Ülkemiz tarım konusunda güçlü bir ülkedir herhangi bir problem yaşamaz ancak panik halinde problemler yaşanır.Onun için gıda konusunda sağduyu şart , fiyat artışlarından bahsetmiyorum bunlar gıda da inişli çıkışlı seyir izler fakat paniğe kapılmak  son derece tehlikelidir.O nedenle soğukkanlı olup bütçemizi iyi kullanmak ve israftan kaçınmak gerekiyor.Bugün gıdada en temel sorunumuz bana göre israftır.Refah toplumu olmak güçlü olmak anlamına gelmez esasında refah toplumları daha paniğe meyyal ve dayanıksızdır o nedenle kazancımız iyi olsa bile dengeli gıda tüketimi ve israftan kaçınmalıyız.Gıda da paylaşımcı olmalıyız bu hem dinin emridir hem de inanmayan varsa da ahlaki bir erdemdir.Gıda alışkanlıklarımızı sağlıklı olanlarla değiştirmeli ve gereksiz gıda israfından kaçınmalıyız.Bu konuda gerçekten hem kurumlar hem tüzel hem gerçek kişiler herkes hassas olmalıdır. Bu konunun istatistikleri var , Türkiye hiç iyi noktada değildir israf konusunda dünyada önde gelen ülkelerden biridir. Her yere kovid kurallarına uyun uyarıları asıldığı gibi israf uyarısı asılmalıdır. Lokantalarda servis alışkanlıkları değiştirilmelidir. Önümüze gelen yiyeceklerden parça parça alıp gerisi çöpe gitmemelidir. Bakınız fast food eleştirilir ama israf oranı düşüktür. Oysa bizim geleneksel bir takım yemek öncesi meze vb sunumları ile ciddi israf oluşmaktadır.

Toplu ulaşımın kaliteli ve kolay olması da gerekmektedir. Maalesef toplu ulaşımın cazip gelmeme nedenleri vardır.Toplu ulaşımda aşırı kalabalık olması , oturamama , yolcuların birbirlerine verdikleri rahatsızlıklar , saygısızlık gibi hususlar yanında uzun sürmesi , bekleme süreleri gibi dezavantajları olabilmektedir.Onun için daha iyi toplu ulaşım organizasyonları tasarlanmalıdır.Daha doğrusu insanlar şehir içinde uzun yolculuklar yapmamalıdır.Toplu ulaşımda 5 yıl 10 yıl 20 yıl geriye gittiğimizde bugüne ne değiştiği ne gelişim olduğu ölçülmelidir. Şimdi sadece otobüsün modelinin değişmesi bana göre tek başına bir gelişim değildir , yaygınlık , ulaşım rahatlığı , kalabalık olmaması gibi etkenlerde olmalıdır. Yolcuların bir birine saygısı artmalıdır bu konularda pek ölçümler yapıldığını düşünmüyorum hatta iç seferleri bilemiyorum ama mesela şehirlerarası otobüs yolculuklarında kalitenin düştüğünü , yolcu profilinin de problemli hale geldiğini gözlemleyebiliyorum.

Bunun ekonomi ile ne lakası var denebilir ama bence mutluluk açısından etkisi vardır.Şehirlerimizi bir kere temiz tutmalıyız.Şehirlerimizi güzelleştirmeliyiz , peyzajına önem vermeliyiz.Komşuluk , akrabalık ve hemşerilik bilincini geliştirecek programlar yapılmalı.İnsanların mutluğuna vesile olacak buluşmalar , festivaller yapılmalıdır.Çünkü herkes devamlı televizyon , sosyal medya gerginlik ve suç haberlerini okumak zorunda değildir moral ve motivasyonunda iyi olması gerekir. Bir takım ekonomik sorunlar varken bunların sırası mı denilmez aksine sırasıdır insanlar rahatlamalıdır.Çünkü enflasyonlu ortamda insanların kültür , eğlence burada eğlenceden kastım vur patlasın çal oynasın bir vurdumduymazlık değil ailesiyle , arkadaşlarıyla mutlu vakit geçirmesidir harcamaları düşer onun için parklar , kamu alanları ve kamunun desteği ile azalan bireysel harcamalar takviye edilmeli , çocuklar mutlu edilmelidir.

2022 yılının başta enflasyon nedeniyle zorlu bir yıl olacağı öngörülüyor o zaman bazı kararlar alalım.Moralimiz iyi olacak , paylaşımcı ve yardımsever olacağız , her alanda israftan kaçınacağız.Kamu ise insanların daha ucuz gıda , konut ve ulaşımı için projeler geliştirecek.Bunların kimi kısa kimi uzun vadede olabilir ama bir niyet ve hedef ortaya koyup çalışmaya başlamalıyız. İyi günler , kötü günler hiç biri kalıcı değil değişkendir , sünnetullah dediğimiz dünyanın düzeni böyledir etrafımız , şartlar değişebilir ama bizim niyet ve ilkelerimiz değişmemelidir.22.02.2022

 

 

Mehmet Emin Başalp

 

28 ŞUBAT YAKLAŞIRKEN HUKUÇULARIN ÜZERİNE DÜŞEN GÖREVLER

 

28 şubat zihniyeti

28 Şubat darbesinin bir yıl dönümü daha yaklaşırken  klasik darbecileri lanetliyoruz , demokrasiyi savunuyoruz gibi klişe sözler ve efendim şu oldu bu oldu gibi döneme ait mağduriyetleri sıralamak ancak , basın , yayın  ve siyasilerin sosyal medya hesaplarına konu olabilir.

Hukukçular açısından ise 28 şubat yaklaşırken ve geçmişte yapmamız gereken bir çok çalışma ve farkındalık  gerekirken bu görevlerimizi genelde ihmal ettik.

28 Şubat darbesi , askeriye içerisinde bir grubun ülkenin sivil kurumlarına baskı yapmak suretiyle ve kiminin de gönüllü işbirliği ile milletimize topyekun baskı kurması ve halkın seçme ve seçilme yoluyla kullandığı iradesini gerektiğinde uzaklaştırmak  gerektiğinde etkisizleştirmek üzerine bir rejim tasavvurudur.

28 şubat tek defaya mahsus bir darbe değil devam edegelmesi düşüncesiyle tasarlanmıştır. Halk başta dini inanç ve ibadetleri olmak üzere büyük bir baskı altına alınmış tüm ülkede kamu ve sivil kurum ve kişi eliyle bir dizayn ve baskı politikası kurulmuş , insanlar sindirilmiş ve en ufak eleştiri getirenler cezalandırılmıştır.

Aynı şeyi tekrar etmek olacak ama 28 şubat davası bir grup askeri yargılamış fakat herhangi bir sivil yargılama yapılmadığı gibi başta bu baskının oluşmasında en büyük payı olan medya organları bu işten paçayı sıyırmışlar ve çoğu bilindik isim bugün hala hak , hukuk , demokrasi dersi vermektedir.

28 Şubat’ta yaşananlar nedeniyle kimse ne devletine ne kurumlarına düşmanlık içerisinde olamaz bu baskıyı kimlerin yaptığı kimlerin göz yumduğu hangi dış mahfillerde tasarlandığı ve ülkemizi nereye götürdüğü de ayan beyan ortadadır o günden bugüne bu darbenin etkilerini bitirmek için uğraşan başta Sayın Cumhurbaşkanımıza çok teşekkür etmek gerekiyor bir çok insanın aksine en büyük ferasetle mücadele eden kişinin kendisi olduğunu düşünüyorum zira 28 Şubat darbesi anlayışı en ufak bir dirençsizliği istismar edecek anlayışa sahiptir ayrıca bu mücadele bir anda olmayıp tedrici şekilde gerçekleşebilmektedir bu konuda da azim ve sabır içinde olmak ve süreci yönetebilmek bir başarıdır.

28 Şubat yaklaşırken hukukçuların üzerine düşen görevler vardır ve nelerdir ?

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi bugün klasik manada bir başkanlık ve parlamenter sistem tartışması ile izah edilemez. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi bugün artık 28 Şubatvari baskı gruplarının ülkede seçilmişlerin iradesine müdahale edeceği ortamı ortadan kaldırmıştır. Nasıl kaldırmıştır ? artık cumhurbaşkanlığı makamı partilerin güç mücadelesinin ve vesayet kurumlarının oyuncağı olacak bir makam olmaktan çıkmış bağımsızlaşmıştır ve bizatihi milletin doğrudan seçimi ile olmaktadır. Efendim bu sistemle de cumhurbaşkanı olarak 28 şubat zihniyetinde biri seçildiğinde ne olacaktır ? Seçilemez çünkü kimse halka baskı yapacağı vaadiyle seçilemez ve gizleyip seçildiği takdirde de eninde sonunda o makamdan yine milletin iradesi ile gidecektir. Hukukçular olarak cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin bu yönünü millete anlatamadık.

Çoklu baro sistemi , bu nedense muhafazakar avukatlar tarafından da tenkide uğramış olsa da 28 Şubat döneminin baro ve barolar birliğinin , mağdur insanları veya savunmayı mı desteklediği yoksa yasakçı ve baskıcı uygulamaları mı desteklediği göz önüne alınırsa , böyle bir yasanın varlığı hak ve özgürlük temelli bakıldığında , hak ve özgürlüklerden yana avukatlar için her zaman ayrı bir teşkilatlanma kurulabileceği düşüncesini ve uygulamasını gösterdiği için 28 Şubat dönemi hukuksuzlukları karşısında savunulacak bir düzenlemedir fakat bu yönünü de topluma anlatmaktan çekindik.

Hukuk fakültelerinde ders müfredatının değişmesini sağlayamadık. Bugün 1990’lar ile 2022 Türkiyesi Hukuk fakültelerinde ne gibi ders müfredatı farkı vardır bazı ihtisas dallarını müstakil ders yapmak , spor hukuku , sigorta hukuku gibi hiçbir anlam ifade etmez. Hukuk fakültelerinde hukuk tarihi dersi var bu malum biraz İslam biraz Osmanlı uygulamalarından bahseden bir ders bu tamamıyla bir tarih dersidir oysa cumhuriyetin başından itibaren yaşanan hukuki değişimler , hukuk uygulamaları , darbeler tarihini hangi ders anlatmaktadır. Hangi kitapta Yassıada Mahkemesi’nin detaylı izahatı yapılmaktadır bu sadece siyasetin mi konusudur , hukukçuların hiç derdi değil midir ? Bir hukuk fakültesi öğrencisi “ sizi buraya tıkan irade böyle istiyor “ sözünü okuyacağı , duyacağı bir dersi neden almaz. 28 Şubat’ta yüksek yargı mensuplarının habire bir grup askerden brifing alması hangi hukuk usulünde vardır. Hukuk ve Ahlak , Hukuk ve Laiklik , İnsan Hakları dersleri var mıdır ? Siyasi Haklar diye bir ders var mıdır , Anayasa ve Kamu Hukuku derslerine sıkıştırılmış bir konudur. Bu konuda sadece muhafazakar değerler açısından değil hukuk anlamında dezavantajlı tüm gruplar ve konular bu derslerin konusu olabilir.Bir hukukçu ancak böyle siyasi iradenin engellenmesine , darbelere karşı olur aksi halde sinmek suretiyle bekler , pozisyon alır. Böyle hukukçu ahlakı olmaz.Bugün değil 28 Şubat darbesi 15 Temmuz askeri darbe girişiminden sonra barolar nasıl bir eğitim müfredatı oluşturdu ? Varsa görmek isterim.

28 şubat darbesi yaklaşırken hukukçular ülkemizde problemli mevzuatların değişmesi konusunda öncü olamadılar. Siyasiler tarafından epey bir yasal düzenleme ayıklandı ise de başta Anayasa olmak üzere gerekli hukuki düzenlemeler yapılmadı veya hukuki düzenlemeler kaldırılmadı.Bunun başta gelen tezahürü hala basın yayın yoluyla dini ayrımcılık ve dini tahkir hadiseleridir.Bu konuda daha öncede bir yazı yazdım TCK’da ki madde düzenlenmelidir.En önemli konu ise Anayasamızın tümüyle değişmesidir. İnançlara ve değerlerimize saygılı , ülkemizi tam bağımsız ve güçlü hale getirecek , her görüşten insanımızın hak ve hürriyetini koruyacak bir anayasa tasavvurunu topluma hukukçular anlatmıyorlar , çalışmıyorlar. Türkiye’nin son iki anayasası iki darbe döneminden sonra yapılmış anayasalardır.

28 Şubat demek bir yerde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve dinin toplum nezdinde konumu üzerinden de konuşulmalıdır.Diyanet İşleri Başkanlığı da her dönemde darbecilerin baskısına maruz kalan kurumların başında gelir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yönlendirmelerden kurtulabilmesi daha kuvvetli bir teşkilat olması , bağımsız bir kurum kültürünün gelişmesi konusunda da mesafe kaydedilmelidir.Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Anayasa’da belirtilen bir garabet olan laiklik ilkesi doğrultusunda bir çalışması veya laikliği yorumlaması gibi bir vazifesi olamaz.Anayasa’da yer alan laiklik ilkesi siyasi bir ilkedir , devletin niteliğine dairdir hiçbir kamu kurumuna Anayasa’da bu ilke doğrultusunda atıf yapılmazken DİB’in özellikle seçilmesi ve bu yönde d,n ve inançların uygulanması noktasında  baskıya maruz kalması anlaşılabilir değildir.

Toplumuzun dindar olup olmadığı , dini vecibelerini yerine getirip getirmediği gibi hususular devletin ilgisini oluşturmamalıdır.Maalesef din ve dindarlık üzerinden iki grup kendilerine istismar alanı bulmaktadır.Bunların ilki , din adına halkı korkutan kesimdir. Dini vecibelerini yerine getiren kişilere karşı ayrımcılığa karşı hukukçular mutlaka mağdurlardan taraf olmalıdırlar. Bir diğer husus ise dini yapı görünümünde illegal oluşumlardır. Bu oluşumlar esasında ülkede dini baskının olmasını istemektedirler çünkü ancak böyle yaşam alanı bulabilmektedirler. Devamlı suretle kendilerinin de baskıya uğradığı yönünde abartılı söylemlerde bulunmaktadırlar. Hukukçular bilhassa bu tarz oluşumların hak ve adalet gibi bir takım ajitasyon içeren sömürü mekanizmalarına asla itibar etmemeli ve toplumu uyarmalıdır.  28 Şubat’tan 15 Temmuz’a ve 15 temmuz’dan bu güne bu tarz örgütlerin nasıl bir politika ve birbirleri arasında bağ olduğuna dair gelişmeler kamuoyunun takdirindedir.

28 Şubat’ın arada bir fotoğraflı , gazete manşetli sergileri olur arada belgeselleri de çekilmiştir ama pek ondan ötesi olmamıştır , 28 Şubat müzede sergilenecek bir darbe süreci de değildir , 28 Şubat haksızlık ve hukuksuzlukları ciddi bir arşiv araştırması neticesinde detaylı şekilde ortaya çıkarılmalı ve yazılı hale getirilmelidir.Bu konuda da başta en büyük haksızlıkların olduğu yargı kararları ciddi bir tasniften geçirilmelidir. Bu hususu da ancak hukukçular yapabilirler. 28 Şubat yazılı kaynaklarla en az incelenmiş darbe süreçlerinden biridir. Bu konuda yayın üretilmesi başta devlet tarafından desteklenmelidir , üniversitelerimizin sosyal bölümlerinde yer alan onca öğretim üyesi herhalde çok daha önemli ! konular buluyorlar ki pek bu konularda kitap , doktora , tez göremiyoruz en baştada hukuk fakülteleri maalesef.Oysa neler neler var.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı uhdesinde darbe dönemleri ile ilgili bir birim bulunmalıdır.Bu birim 1960 askeri darbesi , 71 muhtırası ,80 darbesi , 28 Şubat darbesi ,15 temmuz darbe girişimi ve benzer hadiselere ilişkin her türlü şikayet , bilgi verme , mağduriyet iddiası ,  inceleme ve arşivi elinde bulundurma yetkisine sahip olmalı ve senede bir kere TBMM’ye rapor halinde gelişmeleri sunmalıdır. Gerekirse başkanlık bu konuda gerekli gördüğü takdirde re’sen suç duyurusunda da bulunmalıdır.TBMM tarafından da artık darbecilerle her dönem titizlikle mücadelenin  sahiplenildiği , hesaplaşıldığı  , takip edildiği kamuoyuna bildirilmelidir.Maalesef modern darbeler çağı diyebileceğimiz Sultan Abdülaziz’in bir cunta tarafından ha’l edilip şüpheli bir şekilde ölmesinin ardından yaşadığımız darbe süreçleri , başbakan asmaya kadar varan korkunç hadiseler derken milletimiz bu darbelerden çok çekmiştir. Darbelerin uluslar arası bağlantıları da kesinlikle vardır ve ülkemize karşı düşmanca bir saldırı ile darbeler neredeyse aynı niteliktedir. Bu darbeler tarihimiz ve uluslar arası kıskaçlar içinde milli bir duruşa sahip , bağımsız hukukçular tarafından bu mücadele yürütülmelidir. Bir hukukçu , darbeler , darbe mağduriyetleri , ağır insan hak ve hürriyet ihlallerini politik bir mesele olarak görüp görüş belirtmekten çekinemez.darbeleri ideolojik olarak ayıramayız , her hukukçu kendi mahallesinin görüşünü savunamaz.

Maalesef ülkemizde bugün toplum nezdinde darbe olup olmadığı en fazla tartışılan darbe 28 Şubat’tır.28 Şubat ceza davası siyasi bir dava olarak kamuoyuna sunulmak istenmektedir. 28 Şubat döneminde laik Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı irticai eylemler olduğu gerekçesiyle yapılan bu darbeyi müdahale anlamında meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Bu irticai eylemlerin ne olduğu hususu ise son derece muğlak ve bazı medya organlarının büyüttüğü sansasyonel hareketlerden başkası değildir. Örnek olarak söylüyorum koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni Almanya’da yaşayıp stadyumda abuk subuk gösteriler yaptırtan bağlantıları şüpheli bir kişinin yıkabileceği şeklinde topluma korku pompalanmıştır. Hukukçular 28 Şubat’ın darbe olduğu , darbeye götüren sürecinde bir tertip olduğunu kamuoyuna devamlı izah etme ve araştırma mecburiyetleri vardır.

28 Şubat hakikaten ağır bir darbe olduğundan aslında bu kadar altından kalkılması zor bir darbedir o nedenle belki yavaş ilerler ama bu darbeye karşı en yüksek bilinç düzeyinin hukukçularda olması gerektiğine inanıyorum. Bu darbeyle hesaplaşma mücadelemiz tavizsiz ve aldatılmadan uzak şekilde devam etmelidir. 18.02.2022

Mehmet Emin Başalp