Eleştirel Düşünmenin Yaygınlaşması İçin Ögrencilere Tavsiye Edilen Kitapların Değişmesi ve Zengileşmesi Mi Gerekiyor ?

ELEŞETİREL DÜŞÜNMENİN YAYGINLAŞMASI İÇİN ÖĞRENCİLERE TAVSİYE EDİLEN KİTAPLARIN DEĞİŞMESİ VE ZENGİNLEŞMESİ Mİ GEREKİYOR ?

 

images (36)

Bireylerin fikri olgunluğa ulaşmasında yaşın ilerlemesinin , tecrübenin önemi vardır , bu yaşlarda kişiler olayları daha iyi kavrayabilir düşüncelerini daha iyi anlamlandırabilir.Bu yaşlarda yaptığı okumalar ile daha fazla bakış açısını zenginleştirebilir.Aynı sebepler eleştirel düşünme için de geçerli olmakla beraber eleştirel düşünmenin sorgulamayı öne çıkaran yapısı nedeniyle bu beceriyi daha erken dönemlerde kazanması kişiler için büyük bir avantaj sağlayabilir. Kişinin kitaplarla , eğitimle haşır neşir olduğu dönem ise ilköğretime başladığı çağdan üniversite eğitiminin sonuna kadar olduğu dönem diyebiliriz.
Bu yıllarda öğrenci olan kişiler acaba hangi tür edebi ve düşünce kitapları okumaktadır ki eleştirel düşünme becerisi gelişsin. Sadece edebi tür kitaplar mı okumalıdır ? Neden öğrencilere bazı yazım türünde kitaplar tavsiye edilmemektedir. Seçkiler , tavsiyeler neden geliştirici değil durağan , soğutucu ve hatta sıkıcıdır. Hatta neden ideolojik körlüğe sebebiyet verecek propaganda kitaplarıdır. Bunu önemli bir sorun olarak görüyorum. Şimdi somut olarak bu hususu biraz daha irdeleyelim.
Şu hususu başta söyleyeyim bu eserlerin okunmaması gerektiğini söylemiyorum , okuduğumda eserlerdir kendi alanlarında saygınlıkları vardır ve okunmaktadırlar.Fakat daha sonraki yıllarda bireysel tercihlerle okunabilecek bazı kitapların tavsiye kitaplar listesinde çok da yer almaması ve tavsiye kitapların hepsinin edebi türde kitaplar olmaması gerektiği kanaatindeyim.
Yıllardır 100 temel eser içerisinde bulunan Reşat Nuri Güntekin’in “ Çalıkuşu “ romanı. Çalıkuşu romanı illa ortaöğretim veya lise öğrencilerine okutulması gereken bir kitap mıdır ? Olmadığı kanaatindeyim zira bir dönem kitabı olmasına rağmen romanın baş karakteri Feride gerçekçi bir karakter değildir. Öğretmenlik mesleğinin idealize edildiği bir kitap olduğu iddiası da gerçeği yansıtmaz zira hiçbir olayda öğretmen karakter gittiği yerde herhangi bir değişime sebebiyet vermemekte bir takım kişisel maceralar yaşamaktadır.
Ünlü bir klasik kitap olan Madame Bovary , iyi betimlemelere , duygu değişimlerine , kendi yazıldığı dilinde edebi üstünlüğe sahip olabilir fakat konu itibariyle ihtirasından gözü dönmüş bir kadın karakterin yaşadığı sorunlar ve yaptıkları acaba ortaöğretim ve lise öğrencilerine ne tür bir gelişimlerine faydalı düşünme becerisi kazandırabilir.
Oldukça ağır kalabilecek Samipaşazade Sezai’nin “Sergüzeşt “ romanı. Çok sevdiğim bir yazar olan Abdülhak Şinasi Hisar’ın “ Boğaziçi Mehtapları “ kitabı. Şimdi bu kitabı bir kişinin sevebilmesi için Osmanlı son dönem varlıklı ailelelerin yaşamları konusunda bilgi sahibi olması , bu döneme merakı olması , İstanbul beyefendisi veya hanımefendisi denilen nezaket ve kibarlık kültürünün garip gelmemesi , divan edebiyatına , klasik musikimize sevgisi olması vesaire oldukça rafine bir kültüre veya bu kültüre merakı olana hitap eder. Yabancı vampir dizileri izleyen bir nesil için Abdülhak Şinasi Hisar’ın anlattığı dünya sanırım oldukça uzaktır.
Mehmet Akif Ersoy’un “ Safahat “ eseri kolay anlaşılabilir mi ? Safahat hızlıca okunduğunda adeta anlamı bilinmeyen ama seri şekilde okunan bir kitaba benzer oysa mısra mısra tetkik edilmesi gereken bir kitaptır.
Çok sayıda örnek vererek konuyu sıkıcı hale getirmek istemiyorum meselenin özü hem eser seçiminde hem de türlerin belirlenmesinde neden bu kadar şekilci ve dar bir çerçeveye yer verildiğidir.
Ortaöğretim ve lise çağlarında sadece hikaye , roman ve şiir mi yer almalıdır. Edebi kaygıyla neden araştırma kitaplarına yer verilmemektedir. Reşat Nuri Güntekin’n “ Anadolu Notları “ güzeldir ama artık öyle bir Anadolu yoktur bu kitap gezi yazısı türü olarak tavsiye ediliyor ama bu değişken bir türdür bir film çekin ama Charlie Chaplin filmleri gibi olsun demektir. Oysa Chaplin filmleri hem izlenebilir hem analiz edilebilir sinema okullarında da öğretilebilir ama artık Chaplin filmleri gibi film çekilmez çünkü değişmiştir teknik. Hala 1930 -40 tarzı gezi yazıları acaba ne tür bir gelişime ve ufka sebebiyet verebilir.Hatta liseye gelen bir öğrenci eğer mahallesi kentsel dönüşüme falan uğradıysa ilkokulu okuduğu okulu bile bulamaz.Mesela benim okuduğum ilk okul şimdilerde ne ismen ne cismen var. Oysa bu türde oldukça iyi kitaplar var. Ülke olarak keşif ve tanıma bilincimizin azlığı da dikkate alındığında neden bu cezbedici kitaplar tavsiye edilmemektedir.
Sadece edebiyat değil mesela neden bir araştırma kitabı yok mesela Amerikalı yazar Stephen Kinzer’ın “ Şahın Bütün Adamları “ kitabı , İran petrol endüstrisinin millileşirme çabasının nasıl emperyal güçler tarafından nasıl boşa çıkarıldığı , abd istihbarat teşkilatlarının nasıl askeri darbeler , halk gösterileri planladığını vb oldukça akıcı dilde anlatan bir kitap yaşadığımız coğrafyayı iyi tanımak için öğrencilerin bu tarz kitaplar okuması gerekmez mi ?
Mesela neden ülkemizde başarılı olmuş iş adamlarının çoğunun anı ve tavsiye kitapları var , okutulmaz. Vehbi Koç’un “ Vehbi Koç Anlatıyor “ , Sakıp Sabancı’nın “Başarı Şimdi Aslanın Ağzında “ gibi.Çünkü bu kişiler özel teşebbüsü , ticareti teşvik eden , tecrübelerini paylaşan kimseler , neden okullarımızda teşebbüs , ticaret , ekonomi zihinlerde yer almaz , işadamları , sanayiciler , tüccarlar idealize edilmez.
Öğrencilerimize tavsiye edilen kitaplar içinde ülkemiz kültürün derinlemesine kavratabilecek herhangi bir kitap yoktur.Emine Işınsu’nun Hacı Bayram-ı Veli’yi anlattığı “ Bayram “ , Niyazi Mısri’yi anlatan “Bukağı “ romanı gibi romanlar okutulmuyor.Yunus Emre’den Seçmeler , Mesnevi’den Seçmeler adlı bir takım basitleştirilmiş eserler maalesef ne bir Yunus ne bir Mevlana sevgisi ve ilgisi uyandırmaktadır.
Biyografik eserler okutulmamaktadır. Çevresel felaketlere değinen herhangi bir tavsiye kitap yoktur. Deprem kuşağında yer alan ülkemizde depremlerle ilgili farkındalık oluşturabilecek bir eser okuma listesinde yok. Hayvan Sevgisi , hayvan beseleme ile ilgili bir tavsiye kitap yok. Sağlıklı beslenme konusunda bir tavsiye kitap yok. Düşünme becerileri ile ilgili bir kitap yok.Sivil savunma ile ilgili bir kitap yok. İbn-i Sina der geçeriz , Mimar Sinan der geçeriz bu kişileri ve yaptıklarını kavratacak herhangi bir tavsiye eser yok. Dini ve ahlaki eserler olmalıdır.Felsefe içerikli eserler olmalıdır.
Dünyayı tanıtan herhangi bir tavsiye kitapta yok , Fransa’yı “ Sefiller “ romanından Rusya’yı “Suç ve Ceza “ romanından öğrenemeyiz. Sadece batı klasiklerine odaklanmakta yanlıştır uzak doğu edebiyatından , İslam ülkelerinden hatta Afrika’dan bile yazarların eserleri okunmalıdır.
Düşündürücü , kıyaslayıcı , farkındalık oluşturucu , sorgulayıcı kitaplar farklı türden kitaplar tavsiye edilmelidir bu kitaplar asla sıkıcı olmamalıdır bu kitaplarda popüler olabilir , roman , hikaye vb olabilir yeter ki gençlerimizin zihin ve düşünme dünyasının gelişmesine katkı sağlasın. Yoksa bu çağlarda hele kitap okumayı seven çocuklara tüm batı ve ülkemiz klasiklerini okutmak çok da faydalı değildir.Yine bu klasik eserler yanında piyasaya sürülmüş ucuz ve niteliksiz kitaplarda ayrı bir derttir. Son yıllarda fantastik kitaplarda rağbet görmekte bu kitaplarda herhangi bir bilinç ve bilgi kazandırmamaktadır. Fakat bilhassa eğitimciler vb den kaynaklanmak üzere ülkemizde bu eserler yönünden kısır döngü devam etmekte ve gerçek bir dönüşüm sağlanamamaktadır.Oldukça uzun ve verimli olan eğitim çağı plansızlıklar nedeniyle heba edilmektedir. Okumalar yoluyla elde edilebilecek bir fırsat varken değerlendirilmemektedir. Bazı zamanlar kitap listesi değişmekte olup esas amaç liste değiştirmek değil kitapların okutulma amacının değiştirilmesi gerekmektedir. Keşke lise çağlarında pek çok gencimiz eleştirel bir düşünme , kıyaslama becerisi kazanabilse farklı yazar ve görüş ve fikirleri kıyaslayabilse. Bu şekilde bir gelişim olduğunda medyanın propagandasından , yanıltmalardan daha az etkilenir bir takım çalışmaların gerçek amaçlarını daha iyi sezinleyebilir.
Mesela anlaşılmıştır diye düşünüyorum konuyu şu şekilde de bağlayalım , muhafazakar görüşlere sahibiz diye devamlı dini – ahlaki kitaplar , seküler görüşe sahibiz diye bu yönde kitaplar tavsiye etmek gibi ideolojik körlüğe sebebiyet verecek davranışlardan da uzak durmalıyız Kimse sadece Necip Fazıl okuyarak kendini geliştiremez veya sadece Nazım Hikmet okuyarak. Bilhassa öğrencilerin okuduğu kitapları daha çeşitlendirmeye ve geliştirmeye çalışmalıyız bu konuda kamuoyu oluşturmalıyız. 01.11.2018
Mehmet Emin Başalp

YENİ HİCRİ YILIMIZ HAYIRLI OLSUN

 

unnamed (3)

YENİ HİCRİ YILIMIZ HAYIRLARA VESİLE OLSUN
1 Muharrem ile Hicri 1440 yılına erişmiş oluyoruz. Yeni hicri yılımız tüm Müslümanlara , insanlığa hayırlı olsun. Takvimler ay olsun , güneş olsun tarihlendirmeyi yapan sistemler olup çok sayıda takvim var. Müslümanların ise gerek ibadet takvimi olması ve gerekse ay temelli olarak Hz.Peygamber döneminde kullanılması , başlangıç yılının ise hicret olarak tespiti ile Hz.Ömer döneminden beri kullanılması nedeniyle Müslümanlara has bir takvimdir.

 
Müslümanların farklılığı mutlaka olmalıdır.Nitekim ırkçı emperyalizm ve küresel güçlerin bütün insanlığı sömüren ,köleleştiren sistemleri ve akımları ile insanları kendi değerlerinden uzaklaştırıp kendi icat ettikleri günleri kutlattıran anlayışına karşı inananlar ancak hicri takvim bağlılığı ile karşı durabilirler. Hayatlarını hicri takvim esaslı yaşamaya gayret ederlerse daha çok İslam’ın özü ile uyum içinde olabilirler.

 
Yeni bir hicri yıldan evvela beklentimiz küresel güçlerin sömürü düzenine karşı bilinçtir. Müslümanların , bu güçlerin türlü türlü oyun ve sömürü düzeniyle İslam dünyasına sokmuş oldukları her türlü ırkçı , mezhepçi , ideolojik fitneden , kargaşadan , savaştan , yoksulluktan , eğitimsizlik ve cehaletten evvela farkında olma yoluyla kurtulması ve ardından mücadele etmeye çalışmasıdır. İslam dünyası fikri yönden içine kapanmamalıdır. Her türlü imkansızlığa rağmen özgün , özgür , eleştirel düşünce yerleşmeli , gelişmeli ve İslam dünyasında ki çarpıklıkları fark edebilmelidir. Müslümanların gelişimi için bu konuda azami çaba sarf edilmelidir. Ucuz ve bayağı , uzunca süreden beri devam eden çekişmeler bayatlamış ve tiksindirici hale gelmiştir bu tür şeylerden uzak durmak inanın iyi gelecektir.

 
Yeni bir hicri yıldan beklentimiz Müslümanların temizliğe dikkat etmesidir. Bugün çevreye saygısız Müslümanların olabileceğini dahi düşünmek istemeyiz. Çevresini kirleten , çöpünü bilinçsizce doğaya atan , suyu kirleten , anız yakan , canlılara zarar veren Müslümanlar bu fiilerini yeniden gözden geçirip terk etmelidirler.
Yeni hicri yıldan beklentimiz Müslümanların okuması ve yazmasıdır.Müslümanların artık ev dekorasyonuna harcadıkları parayı ilim ve sanata harcamalarıdır.Eve yeni perde , halı , mobilya almak yerine yeni kitaplar alınmalıdır. Bir Müslümanın evine senelik asgari 50 azami 100 den fazla kitap girmelidir.Müslümanlar fikirlerini yazıya dökmelidir. Yeni eserler yeni yazılar ilmi çalışmalar artmalıdır.Müslümanlar sanatta geri kalmamalıdır ve bir sanata yönelmelidirler. Müslümanlar yabancı dil öğrenmelidir.

 
Yeni hicri yıldan beklentimiz Müslümanlarla diğer Müslümanların irtibatının artırmasıdır.İbadettir , seyahattir , ilmi çalışmadır , ülkeler okuması yapmadır , ticarettir , yardım faaliyetidir , sosyal medyadır bir çok sebeple beraber Müslüman kardeşinden haberdar olunmalıdır ve duyarsız kalınmamalıdır ve içimizdeki sevgi artmalıdır.

 
Yeni bir hicri yıl ile hem bireysel hem toplumsal eğitim çalışmalarına önem verilmelidir , kardeşlik ve dayanışma duyguları artırılmalıdır.Kendi irfan medeniyetimize yüz çevirip nefret ve sertlik içinde fanatizme kayan anlayışlara düşeceğimiz basiretsizlikler içinde olmak yerine derinlemesine vakıf olup yeni bir medeniyet inşasının temellerini ve ilkelerini görmeye çalışmalıyız.Bunlar ancak sağduyu , iyi niyet ve temiz düşüncelerle olur , hırçınlık , şiddet , ötekileştirme , ayrıştırma , tekfircilik , ayrımcılık gibi duygularla İslam kardeşliği tesis edilemez.
Yeni hicri yıl bir mutluluk vesilesi olmalıdır , umut olmalıdır , niyetlerimizi tazelediğimiz değişim için yeni bir başlangıç olmalıdır. Yeni hicri yılınızı tekrar tebrik eder hayırlara vesile olmasını dilerim. 1 Muharrem 1440

Mehmet Emin Başalp

Cehalet Dairesinde Eleştirel Düşünme

CEHALET DAİRESİNDE ELEŞTİREL DÜŞÜNME
Baştan önermemi söyleyeyim , eleştirel düşünmenin esas amacı cehaletten kurtulmak olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla cehalet dairesinde oyalanılan faaliyetlerin eleştirel düşünme ile bağının olmaması gerekir. Aksi halde bu zihinsel aktivitenin ancak fanatizme ve cehalete hizmet ettiği öne sürülebilir. Clerance Seward Darrow’un dediği gibi “ Cehalet ve fanatizm her zaman iş başındadır ve beslenmeye ihtiyaç duyarlar “ bu nedenle eleştirel düşünme gerçek manada anlaşılmaz ve anlatılmazsa uygulama ancak cehalet ve fanatizmi besleme vazifesi görür.

 
Cehalet nedir ? Bir yığın tanımı yapılmakla birlikte bilgi , eğitim vesaire sahibi olunup olunmadığı gibi tartışmalar bir yana cehaletin körlük olduğu anlaşılacaktır. Kişi kibrinden kör olabilir , ilimsizliğinden kör olabilir , malından kör olabilir yani bu körlüğe bir çok şey sebep olabilir.

 
Cehaletin kaynakları konusuda yüzyıllardır tartışıla gelmektedir lakin kanaatimce cehaletin sebebi ret ve kabullerdir. Neleri kabul edip neleri reddettiğimize göre cehaletimizin seviyesi belirlenebilecektir.

 
Eleştirel (kritik ) düşünme nedir ? Elde edilmiş bir bilginin ve herhangi bir yapının doğruluğunu sorgulayan bunu da çeşitli yöntemlerle gerçekleştiren bir düşünce sistematiğidir. Dahası körlükten kurtulup farkında olmaya çalışmaktır. Özü sorgulamadır.

 
Reddettiklerimizi ve kabul ettiklerimizi sorgulamamız bize farkındalık kazandıracaktır. Görmeye başlanmakla beraber cehalet perdesi de aralanabilecektir. Görme becerisini artırma demek eleştirel düşünme ile her şeyi biliriz demek değildir .Esasında hiçbir şey bilmediğimizi bilmemize yaramalıdır aksi halde eleştirel düşünüyorum , biliyorum , seziyorum , problemleri çözüyorum , tavırlıyım , anlayışlıyım , muhalifim , analiz edebiliyorum , okuyorum , yazıyorum , şuyum , buyum gibi hususlar işte tamda cehalet dairesinde yer alan eleştirel düşünmedir. Maalesef bu tür yazı ve faaliyetlerde şov yönü ağır basan üslubun görüntüsü rahatsız edici olmaktadır. Oysa eleştirel düşünme şov ve keyiften ziyade acı ve hatta rahatsız edicidir.

 
İşte tamda burada önemli bir sorun ortaya çıkmaktadır. Körlüğe sahip birine kendi körlüğünün fanatiği olarak eleştirel düşünme adı altında yapmış olduğu itiraz ve sorgulamaların eleştirel düşünme olmadığını anlatabilmek.
X nedeniyle toplumda y olayları olmaktadır bu y olayları nedeniyle şunlar şunlar şunlar olmaktadır gibi fikri sabit hale gelmiş fikirlerini çeşitli çıkarımlar sonucu ulaştığı iddiasıyla devamlı tekrar eden kişilerin eleştirel düşünme ile alakaları yoktur.Ayrıca bilgi birikimleri ve tecrübeleri de son derece yetersizse ancak kendi körlüklerinin basit bir propagandistine dönüşmektedir. ( Yahut belli kişi ve kurumların propagandisti ) Cehalet içinde eleştirel düşünmenin göstergesi , eleştirel düşünme becerisine sahip birey sayısını artırmaktan ziyade her tarafta kendi birey farkındalığının yüksek olduğunu iddia eden ama asla kendi fikirlerini sorgulamayan propagandistlerin türemesidir.Bunu üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir sorun olarak görüyorum.

 
Bunu şöyle örnekleyelim , küresel bir takım güçlerin insanlık üstünde çeşitli emelleri olduğunu , siyasal , ekonomik , sosyal , fikri , dini bağımsızlıklarını yok etmeye yönelik çeşitli çalışmalar yaptıklarını bu konuda filmler ürettiklerini , bu yolla toplumun dejenere edildiğini falan fark etmiş olalım. Bu fark etmenin sonucu bu zararlı içeriklerden olabildiğince uzak kalma ve farkındalık bilincinin artırılması olmalıdır. Fakat bu mücadeleyi yürütenler veya yürüttüğünü iddia edenler toplumda eleştirel düşünmeyi yaygınlaştırmak yerine kendi ürettiklerinin propagandisti oluyorlar ve bu fikre bu yapıya uyarsan farkındalık içinde olursun propagandasını yapıyorlar.Oysa eleştirel düşünmeden amaç kesinlikle bu değildir bu daha mikro cehalet ve daha mikro fanatizmin eleştirel düşünme iddiasıyla pekiştirilmesidir.

 
Propagandistlerden sonra daha entelektüel ve daha yüksek bilgi ve kültür birikimine sahip eleştirmen , aydın , yazar , çizer vb gibi bir zümre vardır .Onlar güya düşünmekle ve çalışmayla bir çok hadisenin gerçek yüzünü kendilerince anlamışlardır. Gothe’nin bir sözü var , harekete geçmiş bir cehaletten korkunç bir şey olmadığı şeklinde yani sistemleşmiş bir cehaletin tehlikesinden bahsediliyor. Bu gibi entelektüel seviyesi yüksek eylemli bir eleştirel düşünmede olamaz. Böyle olursa bu etrafa nefret saçan bir entelektüel kibrine dönüşür ve yine sonuç cehalet ve fanatizme çıkar.Tahsilli cehaletin topluma herhangi bir faydası olmadığı gibi onların eleştirel düşünmeleri de ancak kendi körlüklerine hizmet eder.

 
Marksizm dünyayı etkilemiş önemli bir ideoloji , fikir veya teoridir.Kapitalizmin öne sürdüklerine karşı çeşitli sorgulamalar sonucunda çeşitli çıkarımlar yapmıştır.Fakat Marksizm bir eleştirel düşünme aşamasını aşmış ideolojiye dönüşmüş , devletlere biçim vermiş daha sonra çeşitli baskıcı rejimlere dönüşmüş , yıkılmış , şimdilerde taraftarı kalmamış uç bir görüşe dönmüştür.Eleştirel düşünmeyi en basit fikirde dahi bu aşamaların içine sokmak Marksizm tecrübesini hiç saymaktır.Eleştirel düşünmeyi bir fikrin veya yapının alternatifi haline getiren kalıplı bir sisteme dönüştürmemek gerekir.Aksi halde bu fikrin birer fanatiği haline gelinmesi tabiidir.

 
Bir yapının da devamlı sorgulanması eylemli hale gelirse müzmin bir muhalefete dönüşür devamlı savunma pozisyonunda yer alıp başkalarını suçlama mekanizmasına dönüşür.Bu tip aktivitelerde cehalet dairesinde eleştirel düşünme olarak değerlendirilebilir.
Eleştirel düşünme kavga ve kışkırtıcılık değildir.Eleştirel düşünme insanları manipüle ederek doğal seyrinde devam eden gelişmelerle sertlikle mücadele edilmesi demek değildir. Yanlış giden bir şeyler olduğunu fark etmiş olabilirsin ama bu onlarla kavga etmeni gerektirmez .Bu konuda “Hayvan Çiftliği “ kitabındaki tecrübeli eşek Benjamin karakterini en makul karakter görürüm.Olayların farkında olan belki tek karakter ama ne kavgacı , ne fanatik nede kışkırtıcı bir karakter ama susan ve eylemsiz bir karakter.Burada şu soruyu da sormamız gerekir.Eleştirel düşünme suskunluk ve eylemsizlik midir ? Eleştirel düşünme suskunluk ve eylemsizlik değildir. Eleştirel düşünme değişime hizmet etmelidir ama yaygara ve çalkantı ile değil. Çünkü bunlar yıkıcıdır.En net sözü söylemek veya en gerekli müdahaleyi yapmaktır. Devamlı yapı yapmakla devamlı söz söylemekle bitmek bilmeyen olaylar silsilesi oluşur.Bu tür bir sorgulama cehalet üretir ve düşünmenin zayıflamasına yol açar.

 
En net söz ve en net müdahaleyi yapabilmek için ilim , hikmet , bilgi birikimi ve tecrübe gerekir.Yukarıda bahsettiğimiz üzere eleştirel düşünme her şeyi bilme değildir dedik fakat bilmenin /bilmemeninde seviyesi illaki vardır ve bir çok kişi çeşitli sebeplerle diğer bir çok kişiden fazla şey bilmektedir veya bilmemektedir.Bu bilgisini eleştirel düşünme ile de sorguladığı kabul ve retlerine karşı kontrollü şekilde yerleştirebilirse çıkacak olan sonuç doğru olana en yakın olabilecektir diye düşünüyorum.
Yukarıdaki hususta şöyle bir örnek verebiliriz.1973 petrol krizi olayı vardır.Bir görüşe göre bu kriz petrol üreticisi şirketler tarafından petrol gelirlerini artırma maksadıyla bilinçli şekilde çıkarılmıştır.Bir görüşe göre ise Arap –İsrail savaşı sonucu elinde başkaca bir koz kalmayan Arap ülkelerinin batı ülkelerini iktisadi anlamda zor durumda kalması için yaptıkları bir ambargodur.
Şimdi bu olay Arap ülkelerinin batının zorda kalması için yaptıkları bir girişimse ( Suud Kralı Faysal’ın sözleri bunu gösteriyor) veya şartlar buna itmişse kazançlı mı çıktılar. Çıkmamış gözüküyorlar zira Kral Faysal , bir saray içi darbe ile öldürüldü.Arap ülkeleri batılı devletleri sıkıştıramadılar olan kendilerine müttefik olabilecek gelişmekte olan ülkelere oldu.Batılı ülkeler her türlü mal ve hizmeti yabancılardan aldığı için Arap ülkelerine her şeyi daha pahalı satarak acısı misliyle çıkardılar.Arap ülkeleri parayı zaten batılı ülkelerde değerlendirdiğinden kazançlarının artması yine batıya yaradı.Petrol şirketlerinin çoğu batılı olduğu için onlarında kazancı arttı ve zenginlediler.
Şimdi Kral Faysal’ın şuursuzca ve tedbirsizce yaptığı konuşma videoları yayınlanıyor vay ne iyi adamdı işte öldürdüler şöyleydi böyleydi Kral Faysal “ Biz hurma ve deve sütü ile çölde yaşarız “ diyeceği yerde ülkesinde eğitimi , sanayiyi artırmayı hedefleyen bir konuşma yaptığını düşünelim veya neden batıyı ancak petrol ambargosu ile sıkıştırabilecekleri bir çaresizlik içinde olduklarını irdeleyen bir konuşma yaptığını düşünelim.Düşünemeyiz zira işte yukarda belirttiğimiz gibi cehalet içinde olmaları onları net sözleri söyleyememesine sebebiyet vermiştir. Suudi Arabistan kralı veya bir çok lider emperyalizmin hedeflerinin farkına varmışlardı ama cehalet ve fanatizm onları olmadık sonuçlara maruz bıraktı.Petrol ambargosu yerine daha etkili olabilecek bir tepkiyi koyabilmesi gerekirdi fakat bu tür bir siyasal ve ekonomik tecrübeden de yoksun oldukları için kurnaz petrol şirketlerinin de muhtemelen tahrik ve susma yoluyla ortam oluşturdukları petrol ambargosu tuzağına hemen düşüyorlardı.Sonuçta daha ağır şekilde kaybeden oluyorlardı.
Eleştirel düşünme kişinin hem bireysel yaşamında , toplumsal sorunlarda , devletlerin tavırlarında cehalet ve fanatizme yol açacak basitliklerin adı değildir , kavramak , muhalefet etmek ve sertlik asla eleştirel düşünme değildir , fevriliğin sonucu ancak korkunç bir şaşkınlık olabilir. Eleştirel düşünme kapsamı son derece iyi anlaşılması gereken ve hayat tarzı haline getirilmesi gereken bir uygulamadır.Hele hele istismara hiç gelmeyen bir düşünce sistematiğidir.Eleştirel düşünme anlatılırken , okunurken , kendini geliştirme hedeflenirken en temel özelliklerinden asla taviz verilmemesi gereken bir aktivitedir. 29.08.2018

Mehmet Emin Başalp

DİN BÖYLE ÖĞRENİLMEZ , ÖĞRETİLMEZ

DİN BÖYLE ÖĞRENİLMEZ , ÖĞRETİLMEZ

Dinimizi , Ashab-ı Kiram Efendimiz bizzat Resulullah’ın kendi dilinden tebliğle öğrendiler.Fillerini takip ettiler , taklid ettiler.Soru sordular , cevab aldılar.

 

Veda Haccında Resullah iki emanet bıraktı ve ekledi ” Olabilir ki burada bulunanlar sözlerimi daha iyi anlayanlara ulaştırabilir ” buyurdu. Demekki ilim nakil yoluyla devam ettirilecekti.

 

Din , nakil suretiyle insanlara ulaştırıldı.Söz yazıya aktarıldı. Kur’an mushaf haline getirildi. Hadis-i Şerifler yazıldı.

 

Yeni sorunlar gelisti , ictihatlar gelisti bazısı icma oldu ittifak edildi.

 

Alimler dini anlattı , yazdı , serh etti.Büyük bir külliyat olustu.

 

Bu ilmi ögrenmeye talip olanlar oldu , talebe denildi.Tedris için mekanlar olusturuldu.İlim usulünce tedris edildi.

 

İlim ciddiye alındı , ciddiyetle ögretildi. Hep bir ögrenme cehdi icinde oldular , ben biliyorum demediler.Bilmiyorlarsa sükut ettiler.Çogu halka dahi izah etmekten ne haddimize diye imtina etti.

 

Kimi ilim sahibi ilmiyle amil olması gerektigi için amelinden geri kalmadı. Muttaki olmaya çalıştı , salih olmak yetmez dedi muslih olup ıslah etmeye çalıstı. Ter döktü , göz yaşı döktü. Dünyalık talebinden vazgecti kanaate razı oldu.Hilm sahibi oldu müslümana merhametli oldu. Celal sahibi oldu İslam düşmanlarına boyun egmedi.

 

İlimle ,ibadetle vakit geçirirken eğlenceye , zevke , şöhrete yüz vermedi. Hali sari oldu yayıldı , sözü hikmetli oldu tesir etti. Nazarı kuvvetli oldu etkiledi , sükutu ibret oldu değistirdi.

 

İlme , irfana halel gelmesin diye kılı kırk yardı.Helal lokma yeme hassasiyetiyle kimseye avuc açmadı.Şöhret bulmak için makam sahipleriyle teşriki mesai yapmadı.

 

Kürsünün izzetini korumak için binbir titizlik içinde konustu. Değil dersinde hayatında boş laf , malayani konuşmamaya gayret etti. Şakadır , şamatadır , mizahtır , kötü sözdür , argodur , bedduadır uzak durdu.

 

Edep timsaliydi , halk icinde vakur durdu , kimsenin yanında laubali olmadı , abartmadı , sözüne mübalaga katmadı.Mütevazi oldu.

 

Başkasının yanında bir soru geldiğinde ne basit soru demedi , biri basit bir mesele anlattığında yeni duyuyormuş gibi davrandı , tepeden bakmadı.Bilmeyene öğretmeye gayret etti.Gitmeyene gitti , vermeyene verdi. İlim ögretmek için taliplisini bekledi.İlmini pazarlamadı , satmadı , çığırtkanlık yapmadı.

 

Tüm bunlar yaşanırken devirler değişti , usuller değisti ama ciddiyet değişmedi. Üniversitede ciddi idi , konferansta ciddi idi , videosu ciddi idi.Kitabı ciddi idi. Vaazı ciddi idi.Hatta vefatları ve cenazeleride ciddi idi.

 

Evvela alimler bozuldu , yukarda belirttiklerimizden taviz verdikce alimin heybeti gitti , nazarı gitti , tesiri gitti , ciddiyeti gitti.Kürsünün izzeti gitti.Samimiyet gitti.Bereket gitti , hikmet gitti. İlim çoğaldı amel eden azaldı.

 

Tabiat boşluk kabul etmez diye bir söz var alimin cismi , ilmin adı kalınca hadbilmezler , malumatfuruşlar çoğaldı.

 

Herhangi bir ilmi tedristen gelmeyen çoluk çocuk kürsü işgal etmeye kalktı.Önüne bir meal ve malum bir kitabı alan ağzı laf yapınca kendisi mühim bir iş yapıyormuş edasıyla pervasızlastı.

 

Sohbet , vaaz ve ders “Hamdele , Salvele , Besmele ” ile başlarken bazen lütfedip selam veren bir hatibin mevzuya güya etkileyici bir şekilde girmesi gerektiğinden herhalde garip yüz mimikleriyle ” varya size bir ayet söyleceğim nasıl söyle olacaksınız , nasıl böyle olacaksınız ” gibi tiyatral gösterisi videoya çekilir oldu.

 

Hamdsiz , besmelesiz , selamsız güya dini sohbet kimi oraya kaykılmış , kimi buraya kaykılmış , abdestli mi dinliyor belli olmayan bir güruhun huzurunda yapılır oldu. Bu tipler aval aval bu hatipi dinlemeye başladı. Bu hatipin güya kendince samimi olmak maksadıyla yaptığı ucuz esprilerine kahkalarla gülmeye başladılar.Güldükce hafiflediler.

 

Kürsüye çıkan bir alim ya sarık cübbesiyle çıkar ya bir takke takar yahut ciddi bir kıyafetle çıkarken önüne sloganik cümleler yazılı tişörtleriyle bu nevzuhur hatipler arz-ı endam etmeye başladılar.

 

Güya dinden soğuyan , ateist olan vs gencliği hidayete yönlendirecek , alim , abid , salih , muttaki kul yapacaklar. Yıllar evvel bir hafzlık çalısan kisi , kursta tuvalete paçaları sıvalı girmeyince bunu gören hocanın dehsete düstüğünü anlatmıstı.Tabi bu mevzuları aşınca ateistleri irşad etmek kolaylaştı.Fakat böyle olmadığı gibi aksine bir gösteriş , ardı arkası gelmeyen Ayet , Hadis , Dua paylaşımları vs neticede elde kalan orda burada teknolojik video , görsel paylaşmak.

 

Garip bir mahremiyet anlayısıyla güya bayanın yüzü gözükmüyor ama camide , Kabe’de boy boy anlamsız fotograflar çektirip paylaşmaya başladılar.

 

Sokak röportajı adı altında güya halkı analiz etmeye soyundular. Bol prodüksiyonlu , komedi icerikli ,mübalağalı ,kahkahalı , tiyatral gösteriyi videoya çekip yaymaya başladılar.İzlendikçe çektiler , dernekler , kermesler , geziler vb düzenlediler.

 

Konuşmaların büyük çoğunlugu da kadın – erkek ilişkileri , evlenme vb olup hedef kitleside genç kızlara yönelen bu zihniyet iyice görsellik ve tiyatrallığı artırdı.

Devamlı bir gülme , kikirdeme , ibadetlerin neden yapılması gerektigi değilde yapılmaması gerektiğinin üç sebebi – beş sebebi gibi sansayonel başlıkla ilgi çekilen videolar.

 

Kitap yazmalar , imza günleri , hediyelik esya satma vb derken kurumsallaşan bir tür ergen cehaletinden ve videolarından oluşan bu akım git gide muteber bir usul gibi taklit edilme temayülü de göstermektedir.

 

Bu izahlardan sonra bu olusumlardan birinin sehrimizde kermesi varmış internette gördüm bu hatiplerde orada arzı endam edeceklermis bir gidip bakayım dedim.

 

Bu hatip beyefendilerin etrafında erkek – bayan bir grup toplanmış , beyefendi bir kitap okudum hayatım degisti vb diye heyecanlı heyecanlı anlatıyor bir kırmızı ciltli kitabı övüyor.

 

Dinin nasıl öğrenileceginden o kırmızı ciltli kitabı ne şekilde anlaması gerektiginden bir haber aydınlanmış ve aydınlatıcı gencimiz dini , dini tedrisi , usulü kendince bina ediyor.

 

Usulsüz vusulün olmayacağından habersiz bu genclerin büyükleride bu kitabı dönüp dönüp okuyup yazdıklarından dolayı bir süre sonra mantık dışı hareketler ve bir yığın dini saplantılar icat ettikleri malumunuzdur. Din böyle öğrenilmez , öğretilmez.

 

Gencleri yüzbinlerce kez izlenen videoları ile kanaatimce ifsad eden bu tiplerin alışveriş , oyun , moda , makyaj , küfür , argo ögreten youtuberlardan usul ve hatta esas olarak pek farkları bulunmamaktadır.

 

Dünyada da bu usul var ve bize ordan sirayet etti , genclerin ve ilgilerinin değistiği de bir gerçek lakin dini eğitimde ve öğretimde ciddiyeti ve usulü korumamız gerekiyor.

 

Neden bu yayılıyor çünkü kolay çünkü çaba gerektirmiyor çünkü ucuz.
Geçmiş ulemaya göre simdiki ulemanın bir çok kaynağa ulaşması mümkün hele birde bir kaç dil bilirse milyonlarca esere ulaşır , bunları mukayese eder çıkarım yapar , üretir , gelişir ama ona teşvik yerine gülelim , bir kaç yüz kelimelik Türkceyle , berbat aksanla video çekelim , kardesim , canım vb diye abartılı hareketlerle iyi müslüman olalım , cennete gidelim edebiyatı çıkıyor ortaya.İlim yok , usul yok , cehd yok bunlara ne diyecegiz .İzliyoruz bizde herkes gibi maalesef. 25.08.2018

Mehmet Emin Başalp

VAHİM DURUMLAR

VAHİM DURUMLAR
Kısa yazmaya çalışacağım.
***
Bugün ülkemizde tarikat , cemaat , dini oluşum neyse onlarla ilgili çeşitli tartışmalar yaşanıyor , fikirler öne sürülüyor esasında kafamızı kuma gömmekten de vazgeçip vahim durumları görmemiz gerekiyor.Gördükten sonra sıhhatli değerlendirme yapmamız gerekiyor.
***
Türkiye’de irili ufaklı bir takım tasavvufi veya başka amaçlı dini yapılanma ve üzülerek ifade etmek gerekir ki , büyük çoğunluğu din tahrifatı yapmaktadır.Büyük çoğunluğu bağımsızlığı kaybetmiş , yurt dışı kaynaklı oluşumların , kurumların aracısı haline gelmiştir.Çoğu maalesef hurafe bataklığına saplanmıştır.
***
Kafasına devasa renkli sarıklar saran bir gurup adeta diyalogcu görüşlere teşne , zikir adı altında dans eder gibi davranışlar sergileyen , hiçbir ilimleri olmadığı halde üç beş şarlatanın ayn çatlatarak video yayınladığı , Osmanlı istirmacısı , düşman füzesi düşürdüğünü iddia eden bu sahtekarlar tasavvuf ve tarikat ismini kullanmaktadır.Bu füze düşüren , saçmalayan adamların kimlerle birlikte oldukları , neleri ve kimleri övdükleri ortadadır.İslam’a bir hizmetleri olmadığı gibi baştan ayağa tahrifat içindedirler.
***
Yine başka bir grup sahtekar elini öpenin cennete gideceğini falan iddia etmekte olup maneviyatta birilerine hükümeti teslime ettiğini iddia etmektedir , dinden diyanetten bir haber bu şarlatanda kendinin meşayih olduğunu iddia etmekte ve videolar yayınlamaktadır. Bunlarında kim olduğu bellidir.
***
Tasavvuf , sevgi filan anlattığı iddia edilen bir hanımefendinin adeta şirke giren sözlerini kulaklarınızla duymuşsunuzdur.Buda’ya falan insanlar tapmamakta imişler ! esasında. Bu din tahrifatı değil de nedir.
***
Maalesef ülkemizde Hacı Bektaş-ı Veli ve Mevlana Hz’lerini istismar eden bir takım , seremoni ve folklorik hareketler yapan , İslami hiçbir hassasiyete yer vermeyi geç önem bile vermeyen gafiller topluluğu bulunmaktadır. Din bunun neresindedir.Ha bizim dinle diyanetle işimiz yok , folklorik , kültürel gruplarız derlerse amenna diyeceğim.

 

***
Ülkemizde yine her ağızlarını açtıklarında Ehl-i Sünnet muhafazası diyen , evliya ve keramet istismarcısı abuk subuk bir ilmihal kitabının takipçisi bu grubunda nasıl icraatları olduğu , kimlerle beraber olduğu gayet iyi biliniyor.
***
Siyasi parti liderimi , bir cemaatin başkanımı belli olmayan prof ünvanlı ama nereden aldığı belirsiz , ekonomi uzmanı olduğunu iddia eden ama zırvadan başka bir şey öne sürmeyen kişinin de dedikleri , yaptıkları belirli.Din adına öne sürdüğü hususların İslam’a faydası olmadığı gibi çoğu tahrif edici ve gerçek dışı.
***
Faizi problem görmeyen cemaatler olduğunu söyleniyor.
***
Kendine vahiy geldiğini iddia eden bir şarlatan vardı , bunlar etkisiz diyemeyiz hala bir yerlerde çeşitli programlar yapabilmekte ve insanlar takip etmektedir. Sanırım bir kelime bile Arapça bildiği şüpheli bir şahıs nasıl çözdüyse Kur’anı çözmüş yüz binlerce meali bedava dağıtabilmektedir. İnternette meal aratıldığında maalesef bu iki şarlatanın meali karşımıza en başta çıkmaktadır.
***
Zikirli inek yoğurdu satan , bilmem ne sularından , şundan bundan yapılan aşure dağıtmak suretiyle tasavvufi faaliyet yapan , yanmaz kefenler , o camiadan olunca sorgusuz cennete girecekler olduğunu iddia eden kişilere tepki göstermeyen gruplarda vebal altındadır.
***
Bunların sonu gelmemektedir bunların bazıları genel düzeyde ise de yerel düzeyde şarlatanların da haddi hesabı yoktur , gece eve sarhoş gelip sabaha bir rüyayla şeyh olan , abuk subuk kitaplar yazanımı arasın , kişilerin ölüp , öldükten sonra nasıl oluyorsa mühlet alıp geri dirildiğine , yerin 9 metre altını gördüğüne inananımı arasın , ne idüğü belirsiz bir yığın şarlatan cirit atmaktadır. Bunlardan bir çoğu para kazanmak maksadıyla üfürükçülük vs işleri de yapmaktadır. Merdiven altı bir yığın hocayım , şeyhim şuyum buyum diyen sahtekar cirit atmaktadır.
***
Diğer bir çok grupta da yozlaşma belirtileri görülmekte kiminin şatafatı , kiminin mensuplarının mal , mülk , makam sevgisi , kiminin kadrolaşmayla anılması , kiminin şunla bunla anılması gibi bir takım sorunlar vardır.
***
Evet ben hep tasavvuf gerekli diyorum ama bunları da görmek zorundayız , bu projelerin , bu sahtekarların , bu maşaların İslam’a , tasavvufa , cemaate , tarikata , ilme , irfana verdiği zararı göz ardı ediyoruz. İyiliği emretme , kötülükten men etme vazifesi vardır Müslümanların bu vazifeyi ihmal ederlerse ne olacağını hepimiz biliyoruz , fitne , fesat , ifsad yayılır. Birer mescid-i dırar haline gelmiş bu yapılarla mücadele usulünce şarttır. Bu işin tadı iyice kaçmıştır bundan ülkemiz , milletimiz , ümmet , Müslümanlar , sahih alim ve veliler , sahih yollar ve irfan medeniyetimiz ciddi zararlar görebilir. 19.07.2018
Mehmet Emin Başalp

SARMAL

SARMAL
( Yazıda , herhangi bir kurum , grup, şahıs ismi kullanılmamıştır )
Tasavvuf , tarikat ve bu gelenekle ilgili müessese ve kavramlara yönelik son yıllarda yan yana gelen kelimeler şirk , hurafe , bid’at , sapkınlık , tasavvuf dini , sahtekarlık , keramet simsarlığı , ticaret , paragözlük , din ticareti , sömürü , aklını kiraya verme , robotlaşma , siyasallaşma , kadrolaşma , ajanlık , hainlik , menfaatçilik , ümmetin sorunları karşısında susup şahsi meselelerinde konuşmak , Müslümanları bölme vs şeklinde ve bunlara benzer çok sayıda isnat , iddia ve itirazlar gelmektedir.

 
Tabii olarak bu hususular yok yere çıkmamaktadır pek çok kere ifade etmekle birlikte yozlaşan , amacından sapan veya bu kavramları bir maske olarak kullanan yapılar nedeniyle tepkisellik oluşması doğaldır. Ayrıca dini görüşlerinde cehalet içeren veya gayridini uygulamalar nedeniyle bu yapıların konumunun neresi olduğu konusundaki kafa karışıklığının getirdiği tepkisellikte bir ölçüde doğaldır.Lakin bu kurum ve anlayışın artık yok olması gerektiği , aşağılanan , hakir görülen , istenmeyen , cezalandırılmasını talep eden bir tepkisellik ise doğal değildir. Orta asyadan beri yüz yıllardır halkımıza büyük tesirleri olmuş ve bu anlayışla İslam’ı yaşayan , yaşatan ve yayan medeniyetimizden tasavvufu çekip çıkarırsak ortaya maalesef telafisi imkansız , öngörülemeyecek çapta büyüklükte zararlar ortaya çıkacaktır. Geleneksel halk yaşamındaki uygulamalar ve halkımızın detaylarına vakıf şekilde Kur’an , Hadis , sünnet ve fıkıh bilgisinde zayıf olması , ibadetlerindeki müdavemet sorunu nedeniyle din sevgisinin yok olup yerine fanatizm içeren reformist , selefi veya mealci nevzuhur anlayışların bir birleriyle kavga ettiği , din tartışmalarının yaşandığı , kuraklaşmış fakat aksine sertleşmiş , radikalleşmiş anlayışların bu ülkede cirit atması olasıdır.

 
Bu ülkede herkes bilir ki tarihten beri hem şehirli halka , şehirli üslup ve usulle tasavvuf ulaşmış , kırsal kesimde yaşayan halkada o üslup ve usulle tasavvuf ulaşmıştır. Halkımızın Allah , peygamber ve cihad sevgisinin tezahüründe bu yolla gelişen tasavvufun etkisini görürüz. Anadolunun bozulmamış coğrafyalarında haramlardan da olabildiğince kaçınan halkımızın belki zaafları olsa da yüz yıllardır bu topraklarda kökleşmiş bir İslam anlayışının ve coşkunluğunun olmasında tasavvufun etkisi göz ardı edilemez. Dolayısıyla bu millete sinmiş bir tasavvufi ahlak vardır.
Osmanlı son döneminden itibaren göç ile kalabalıklaşan şehirlerde , şehirli tasavvuf üst bir kültür olarak kalmış ve kalabalık halk kitlelerine hitap etmede zorlanmıştır bu durum cumhuriyet dönemindeki yoğun göç ve tekkelerin kapatılması ile de doruğa ulaşmış o muazzam tasavvufi eserlerin verildiği , derin sohbetlerin yapıldığı , ağdalı tasavvufi konuların konuşulduğu meclisler azalmış , adetler kaybolmuş , çelebi tabiatlı dervişler , çoğu hazerfen namıyla anılan şair , edip , hattat gibi geleneksel İslam sanatlarında mahir şeyhler kalmamıştır.
Kırsal nüfusun azalması ile de köy halkına hitap eden tasavvufi zümrelerde taban kaybetmiş ve usul ve yöntemleri kaybolmuştur. Köylerde şeyhine şiir söyleyebilecek ki bunların pek çoğu ülkemizin tekke edebiyatında zirve halk şairleri kişilerdir birer birer yok olmuş aşıklık geleneği ile tezahürü görülen tasavvufi neş’e sönmüş ve Anadolu coğrafyası kuraklaşmıştır. Köylerde tasavvufi gelenek kaybolmuş fakat dini inançlarını korumaları gerektiği konusunda direnç var olmuştur.İşte bu direnç yeniden cumhuriyet döneminde tasavvufu diriltmiştir.

 
Hal böyle olunca cumhuriyet döneminin başlarındaki dini eğitim alanında yasaklar nedeniyle tasavvufi gruplar din eğitimi alanına yönelmişlerdir. Halkta da dini inançlarını koruma ve yaşama konusunda direnç olunca bu iki irade kolayca uyuşmuş ve zemin kazanmıştır.Esasında tarihte dini yapı olmaktan ziyade sosyal bir yapı olarak algılanan bu yapılar giderek dini eğitim ( irşad ) yapıları olarak algılanmaya başlamışlardır. Gerçekten bu yıllardaki karizmatik önderlerin gayretiyle de tasavvufi zümrelerde bir inkişaf ve gelişme olmuştur.Artık eski şehirli ve kırsal ayrımı da kalmadığı için halktan sosyo- ekonomik şekilde güçlü olan , üniversiteli vb kişilerin rağbet ettiği gruplar olduğu gibi genelde dar gelirli ve eğitim seviyesi ( yanlış anlaşılmasın bu diploma babında değerlendiriyorum ) rağbet ettiği gruplar olmuştur.Artık eski derin tasavvufi meseleler , ağdalı konular , tekke adetleri gibi hususlarda kalmamış ve genelde gençlik çalışmaları , yurt çalışmaları , eğitim çalışmaları , yayıncılık , umuma vaazlar , bir takım yardım faaliyetleri vs gibi her alanda ulusal ve uluslar arası çok çeşitli faaliyetler yürütülmeye başlanmıştır.
Cumhuriyet dönemiyle birlikte geleneksel tasavvufi yapılar yanında yeni bir kurum ortaya çıkmıştır ; cemaatler . Tarikatlar mı cemaatleri doğurdu , cemaatler mi tarikatları dönüştürdü tabii detaylı incelemek lazım esasında bir birine ön yargıyla bakan bu iki kurum giderek birlikte değerlendirilmeye başlandığı gibi bir birleriyle rekabet eder hale de gelmiştir. Giderek bazı tavır ve hareketlerde de benzeşme gibi sonuçlarda ortaya çıkmıştır. Cemaatleri bir araya getiren fikri görüşler tasavvufi anlayışa benzeyebileceği , tasavvuf kökenli kişilerin kurdukları olabileceği gibi tamamen farklı anlayışlardan müteşekkil versiyonları da mevcuttur. Cemaatler tarikatların aksine daha içe kapanık daha fazla radikalleşme temayülünde ve hatta daha fazla sorunlu olmuşlardır. Tarikatlara tepkisellik içinde olan bazı kişilerinde cemaat kurma gibi bir anlayışa evrilmeside kayda değer bir tezattır.
Tarikat ve cemaatlerin dini – uhrevi bir yapı olduğu algısı başlarında bulunan kişilerin veli Allah dostu insanlar olduğu , mal , mülk , şan , şöhret gibi hususlara yüz vermediği düşünülmüş , derviş denilince bir lokma bir hırka anlayışının olması gerektiği gibi biraz nostaljik bir tasavvuf bakış açısı düşünüldüğünde ve mensuplarınca dillendirildiğinde tarikat ve cemaatlerin yöneldiği iki husus garipsenmiştir.Bunlardan biri ticaret biri de siyasettir.

 
Ticaret , bütün dünyada kabul edilmiş tanımı gereği kar amacı güden her türlü mal , hizmet , alım – satım ve değişimi etkinliğini ifade eder.Ticaretin bir boyutu belli bir şekli yoktur.Pazarda mal sattığın gibi gün gelir elektronik ortamda mal satarsın , az cirolu olurken çok cirolu bol karlı işlerin de olabilir. Tarikat ve cemaatler ticarete yönelmişler midir evet yönelmişlerdir yönelten saikin umuma hizmet etme anlayışı ile genişleyen bir kurumsallaşma sonucu bu çarkın dönebilmesi için para gereksinimidir ve paranın da en önemli kaynaklarından biride ticarettir. Ticaretin esasında herhangi bir şekilde yadırganması mümkün değildir burada yadırganan husus esasında bu faaliyetlerin bir sektöre dönüşmesidir yani bir futbol takımı var , taraftarları var , futbol takımının mağazaları var , belli ürünler var fakat pazarlama yöntemi din motifli söylem üzerinden yapılmaya çalışılınca o meşhur “ din ticareti “ kavramı ile karşılaşılır. Bir diğer hususta ticaretin getirisinin tezahürü olduğu düşünülen davranışlardır buna da daha sonra değineceğiz.
Buraya bir not bırakacağız ve bu konulara bir daha döneceğiz bilindiği üzere siyasi partilerin esas gelir kaynağı devlet yardımıdır. Ayrıca siyasi partiler yurt dışından , tüzel kişiliklerden ve yabancı uyruklu kişilerden bağış alamazlar ayrıca bağış miktarı olarak üst sınır belirlenmiş olup sınırlıdır.Bunun temel amacı nedir siyasi partileri hem dış ülkelerden hem de ülke içinde ekonomik gücü olan kişilerden bağımsız kılmayı amaçlamaktadır.

 
Şimdi burada bir soru olarak şu hususu soralım bir tarikat ve cemaatinde en önemli özelliklerinden birinin bağımsız olması düşünüldüğünde gelirlerini bağışlar yoluyla mı ? ticari işleri ile mi ? devlet katkısı ile mi ? elde etmesi bağımsızlığını en iyi şekilde sağlar ? Kanaatim her üçünde de dengeli halinin bağımsızlığını ve makuliyetini sağlayabileceğidir fakat sadece büyümek , sadece gelir hedefine odaklanmak , devlet desteğinin ( STK düzeyinde ) devamlı artmasını istemek her üçünde de ifrat sınırlarına ulaştığında esasında bu grupların kamu , özel , uluslararası bir çok kişi ve kurum ile münasebeti ve ilişkisi nedeniyle bağımsızlıklarının kalmayacağı gerçeğidir.Bağımsızlığı kalmayan bir grubun ise ulvi bir amacının olacağını söylemek ise pek güçtür.

 
Tarikat ve cemaatlerin ilgilendiği bir konuda siyasettir. Bu konunun detaylarına geçmeden şu hususun üzerinde durmak lazım adı üstünde tarikat ve cemaat olgusu bir insan topluluğunu ifade eder. 3 kişi , 100 kişi ,100.000 kişi neyse artık ve topluca hareket etmesi zaten yapısı gereği doğaldır. Bu şekilde bir topluluğun yönlendirildiği , aynı hareket ettiği eleştirisi biraz gariptir.Zaten bu tip yapılara katılan insanlar yönlendirilme , topluca hareket etme isteği ve kabulüyle katılmaktadırlar.
Siyaset zaten başlı başına bir rekabet , çekişme ve tartışma ortamıdır. Siyasetinde temel amacı iktidara gelip ülkeyi yönetmektir. Tarikatlar ve cemaatlerde bu sahanın içine girince bu tartışmalardan nasibini illaki alacaklardır. Bu hususta şikayet etmelerinin herhangi bir anlamı yoktur.Tercihlerinin de , icraatının da bir bedeli ister istemez olacaktır. Bu hususta tarihçiler , sosyologlar , siyaset bilimciler vb geçmişte yaşanan ( çok eski devrilerden itibaren ) hadiseler nedeniyle çeşitli yargılamalar ve kıyaslamalar yapabilmektedir.Bazen tasavvufi camialardan bu tip siyasi yargılama ve kıyaslara dahi sert tepki gösterilmektedirler.Bu tip analizleri , yayınları kendileri yapmaları beklenirken dış değerlendirmelerden olumsuz olanlara karşı tepkileri biraz olgunluk seviyelerini göstermektedir diye düşünüyorum.
Burada şu inanç yaygın bir inanç olmakla birlikte bazen tasavvufçularında üzerinde düşünmesi gereken bir husustur.Tasavvufi önderlerin , camiaların yanlış yapmayacağı gibi bir inanç doğru değildir. İnanılması gereken husus eğer sahih bir yol ise kasten zararlı bir eylem ve söylemlerinin olmayacağı inancını taşımalarıdır.Yoksa gerek sosyal projelerinde gerek siyasal hadiselerde isabetsizlik göstermiş olabileceklerini de göz ardı etmemek gerekir.

 
Tarikatlar ve cemaatler siyasette tabii farklı farklı tavırlar içine girmiş bulunduklarından yeknesak bir çıkarım yapmakta pek mümkün olamaz. Toplu oy verme eğilimi nedeniyle bir siyasi partiyle anlaşma neticesinde oy verme hadiseleri olabilir mi ? olabilir.Herhangi bir siyasi partiyi vaatleri nedeniyle desteklemişler midir ? , desteklemiş olabilirler. Başka bir siyasi anlayış gelmesin diye bir siyasi partinin yanında durmuşlar mıdır ? durmuş olabilirler. Siyasi partilerin sağ , sol , milliyetçi , muhafazakar , liberal vb gibi ayrımları sebebiyle dini yapı algısıyla tercihleri de ideolojik anlamda sorgulanmış mıdır ? illaki sorgulanmıştır.Her ne saikle oy vermiş veya siyasi tavır almışlarsa alsınlar insanlar bunun sebebini merak etmişlerdir.
Tabii Türkiye’nin tanzimattan beri batılılaşması , cumhuriyet ile birlikte gelen laiklik , cumhuriyetin ilk dönemlerindeki dini yaşamda sıkıntı , bu hususlara tepkisel olarak gelişen dini anlamda özgürlüklerin artırılması mücadelesi , daha dindar bir devlet düzeni , daha dindar kişilerin devleti yönetmesi gibi bir amaç ortaya çıkarmıştır. Bu tüm İslam ülkelerinde geçerli bir mücadele olmakla birlikte siyasal İslamcılık denilen olgu Türkiye’de de çok partili sistemle beraber oluşmuştur.Tarikat ve cemaatlerin bazıları bu siyasal mücadelenin göbeğinde kendilerini konumlandırırken , sert muhalifleri de çıkmıştır. İlerleyen süreçte siyasal İslam düşüncesi içerisinde de ayrışmalar , fikir çatışmaları vb gibi bir çok farklılıklar çıkarken kimi tarikat ve cemaatlerde yeni usul , yöntemler ve söylemler geliştirme yoluna da gitmişlerdir.
Burada da bir not bırakalım.Tarikat ve cemaatler siyaset ile ilgileri yanında her nedense bu konularda halkın ve iktidarlarında tepkilerinden çekindiklerinden mütevellit olsa gerek şeffaf olamamış ayrıca tercihlerini izah konusunda da ketum olmuşlardır. Tercih sebeplerini sorgulatmadıkları gibi değişen süreçte değişen görüşlerinin nedenlerini de açık şekilde izah etmemişlerdir. Bu gizlilik ve gizemlilik nedeniyle siyaset gibi pekte temiz olduğu düşünülmeyen bir mecrada tavırları şüpheyle karşılanmış fakat bu şüpheler iyiniyetten ziyade kötüniyetli ve menfaatçi oldukları yönünde bir şüpheye dönüşmüştür.

 
Tarikat ve cemaatleri siyaset konusunda tenkit edildikleri bir ikinci hususta tamamen siyasete angaje olmalarıdır. Yukarıda siyasi partilerin bağımsızlığı konusunda verdiğimiz örneği de düşünerek esasında tarikat ve cemaatler bu hususta en büyük yanlışı yapmışlar ve siyasi partilere veya iktidarlara angaje olma yolunu seçmişlerdir. Angaje olmakla birlikte esasında hem bulundukları zeminden kopmuşlar hem de bağımsızlık ve gereklilikleri ister istemez tartışılır olmuştur. Yine angaje olmanın getirdiği benzeşme , bazı şeylere ses çıkaramama , haksızlık , menfaat sağlama ve kadrolaşma gibi işlerin içine girdikleri gibi bu eleştirilere karşı dik de duramamışlardır.
Burada siyaset kurumunun da tarikat ve cemaatleri siyasete angaje etme ve siyasallaştırma gibi bir hedefi olduğu da söylenebilir. Siyasette tarikat ve cemaatlerin varoluş gayelerini , geçmişlerini , konumlarını , yapılarını yok sayarak siyasal bir varlıkmış gibi görme eğilimi içerisinde olduğunda bu gruplar sıkışmışlık içinde fonksiyonlarını yerine getirememektedir.
Bu iki eğilim nedeniyle tarikat ve cemaatlere siyasi ilgileri nedeniyle eleştiriler gelmeye başlamıştır.Bu eleştirilerde maalesef doğal bir mecrada gitmemiş kavga gürültü içerisinde bir tartışma zemini oluşmuştur.Bu süreçler böyle devam ederken dini yapı maskesini kullanan bazı illegal , yurt dışı istihbarat örgütleri tarafından yönlendirilen , radikalleşmiş yapılar nedeniyle ülkemizde akla hayale gelmeyecek gelişmeler yaşanmıştır. Bu travma nedeniyle artan bir tepkisellik illaki olacaktır. Fakat bu tepkiselliğin her zaman için yukarıda belirttiğimiz Türkiye’nin geçmiş , yaşam ve sosyolojik gerçekleri ile beraber değerlendirilmesidir.
Ketumluğun , angaje olmanın ve maskeli grupların faaliyetleri sonucu yukarda belirttiğimiz bir çok ağır eleştiri gelmeye başlamıştır.Bu gruplarda bu tür eleştirilere kulak tıkayarak itibarlarını devam ettiremezler illaki söylem ve fiillerin de değişime mecbur kalacaklardır.
Burada dikkat edilmesi gereken husus ise tarikat ve cemaatlerin siyasi tercihlerinde ticaret için söylediğimiz din motifini basit siyasi tarafgirlik için ucuzlatma söylemleridir.Taraftarlarının bu siyasi söylemlerin arkasında dini bir motivasyon arama gayretidir.Oysa evvela insanların şunu düşünmesi gerekir ki Kur’an-ı Kerim’de ki “ Onların işleride kendi aralarında istişare iledir “ ayeti mucibince istişare ile kararlar almak gerekir.Tarikat ve cemaatlerin istişare konusunda eksikliklerinin olduğu açıktır. Yukarıda belirttiğimiz ketumluk her halde müntesiplerinin tepkisinden de mi çekinileceğinden olsa gerek istişare edilmemektedir.Esasında istişare edilip edilmediği veya neden edilmediği konusunda pek bilgi sahibi olunduğu da söylenemez.İstişare yolunun , gizlilik ve gizemliliğin terkinin ve ketumluktan ziyade makul izahlara dayalı tercihlerin toplumun tepkisini bu kadar fazla çekmeyeceği kanaatindeyim.
Bu hususta karşıt bir eleştiri şuradan gelmektedir.İnsanlardaki parti fanatizmi , lidere bağlılık , ona aşırı sevgi , şaşaalı törenler , muazzam iltifatlar , siyasi amaçların ulvi bir dava olduğu inancı gibi hususlar vb siyasilere veya siyasi partilere yapılınca yadırganmıyor da tarikat ve cemaatlerde olunca niye yadırganıyor ? Yadırganması normaldir. Şöyle ki ,siyasiler taraftarlarınca sevilip övülmekle beraber belki milyonlarca sevmeyeni , eleştireni hatta nefret edeni olduğu da bir gerçektir siyasette karşılıklı laf dalaşı da doğal olduğundan kimse sevgiyi ve nefreti esasında yadırgamaz. Fakat bir tasavvufi lidere eleştiri müntesiplerince kabullenilemediği gibi konumları gereği diğer kişileri de söz ve fiille hedef almaları da mümkün olmamaktadır. Bu olmayınca ortada sadece tek taraflı övgü ve eleştirilemezlik kalmaktadır.
Şu hususu da değinerek konuyu bu bağlamda kapatayım tarikat ve cemaatleri dini yapı olarak algılamaktan vazgeçmeli veya tarikat ve cemaatler kendilerini böyle tanımlamaktan vazgeçmeliler bu müesseseler dini hizmetlerde yapan birer sosyal yapıdır. İslam kurallarının olduğu bir yönetimde ilk dönemlerde olduğu gibi zühd hayatını teşvik etmiş ve üstün fedakarlık anlayışlarıyla kolonizatör dervişlik dediğimiz Müslüman olmayanlara karşı tebliğ görevini yerine getirmişlerdir. Daha sonraki yüz yıllarda ise devletin yetişemediği hadiselerde eğitim , yardım vb gibi alanlara , spor , kültür sanat gibi sosyal gelişim alanlarına yönelmişlerdir. Fakat hiçbir zaman kendilerini diğer Müslümanlardan ayrı bir konuma konumlandırma gibi bir anlayışta olmamışlardır.Bugün bazı meselelerde yaşanan sorun içe kapanıklığın getirdiği kendilerini ayrıma sokan anlayışlardır.
Güncel bir tartışma konusu da tarikat ve cemaatlerin ilim , irşad , vakıf hizmetleri gibi konulara yönelmesi gerekirken konumlarıyla uyuşmayan siyaset , ticaret vs gibi işlerden çekilmeleri gerektiğini düşünen ve ifade eden kişilerdir.Kanaatimce bu tarikat ve cemaatlerin günümüz şartlarında yaşadıkları dönüşüm nedeniyle pek mümkün görünmemektedir. Bu hususları Müslümanların güçlenmesi temeline oturtmaları ve kurumsallaşma bu faaliyetleri beraberinde getirmektedir.Burada sorun makuliyet ölçüsünün kaçmasından kaynaklanmaktadır.

 
Siyaset konusuna bir son vererek yeniden tasavvuf ve tarikata dönelim tarikatlar veya tekkeler esasında ülkemizde kanunlar gereği yasaklanmış müesseslerdir. Fakat herkesin bildiği şekliyle devam ediyorlar. İslam’da kurumsallaşmış yani ruhbanlar yönetiminde bir dini kurum yoktur. Herhalde herkes anlamıştır kilise , havra teşkilatı , piskoposluk , hahamlık , ateşgedelik , budist rahipliği vs gibi bir şey yoktur. İslam’da din ilim sahibi alim vasfında olan kişiler tarafından talebesine , halka öğretilir. Peygamber Efendimiz tüm dünyaya İslam’ı tebliğ etti , ashabına izah etti , yer yüzü Müslümanlara mescittir lakin fiziki mescidlerde kuruldu , ibadet edildi , din anlatıldı , hatta bir bölümü ilim yolunda olanlara ayrıldı. Daha sonra ilim halkaları , kitaplar , medreseler artık ismi ne olursa olsun bir şekilde alim vasfında olan kişiler tarafından dini ilimler öğretildi , imamlar namaz kıldırdı , vaizler halka dini anlattı , nasihat etti.Bu bugün de hala bu yöntem ve yeni yöntemlerle devam etmektedir ve edecektir. Fakat bu ilimlerde bir usul ve zincir halinde günümüze gelmiştir.
Tasavvuf ise bizim kabulümüz öyledir asla gayriislami bir kökten ve anlayıştan gelmez , tasavvuf mistizm olarak anlaşılırsa ki hatalıdır başka dinlerde de mistik yorumlar vardır ve illaki benzer. Tasavvuf en temel şekliyle genişleyen İslam dünyasında dünyevileşme temayülüne karşı gelişen zühd yaşamını daha doğrusu belki sahabe yaşantısını tavsiye eden , ihsanı , takvayı öğütleyen bunun için çeşitli tavsiye ve metotları bulunan sözleri , eylemleri İslam’ın hükümlerine aykırı olmayan bir ilimdir. Tasavvuf ilmide bir zincir ve usul ile bugüne gelmiştir.
Tasavvuf ilmi daha sonraki yüz yıllarda kendilerine çeşitli isimler veren ekollere yani tarikatlara dönüşmüş , kendilerine has mekanlar ihdas etmeye başlamışlardır. Buralarda çeşitli usul ve adetler gelişmiş , kavramlar , eserler icad edilmiştir. Genelde bu yapıların başında da ilmi anlamda alim kişilerde bulunsa da pek çoğunda formal eğitim dediğimiz , belli bir müfredata dayalı eğitim yapılmamıştır. Çünkü formal eğitim bir süre sonra biter , bir insan ilanihaye medreseye gidemez ama tasavvuf kurumlarına ölünceye kadar gidersin. Buralarda daha çok non – formal dediğimiz müfredat dışı bir eğitim yolu benimsenmiştir. Non – formal eğitimde ise şu eleştirileri kendi içinde değerlendirmek zorundayız iyi bir medrese eğitimi almış , kadılık yapmış biri de şeyh olabilmekte , bu konularda hiç eğitimi olmayan bir kişide şeyh olabilmekte fakat usul olarak benzer şeyleri tatbik ettikleri görülecektir. O zaman burada ilmin kıymeti yok , cahillerde bir takım ritüellerle bu işi götürüyorlar o zaman burası pekte muteber bir yer değil eleştirisi gelebilir.İşte tekke ve tarikatlar formal eğitim veren bir müessese olarak düşünülürse bu hatalı çıkarım yapılır. Oysa tasavvuf en başta ilim sahibininde kibre düşmesine engel olacak bir takım metotlar geliştirmiştir , ilim sahibinde , makam sahibinde , mal sahibinde , fakirinde , askerinde , oduncunun da her kim olursa olsun nefsinin eline esir düşmemesi , dünyevileşmemesi , Müslümanlara , insanlara , hayvanlara , bitkilere hizmet etmesi için metotlar geliştirmiştir.tasavvufun bu ulvi amacı yok olduğunda yerine bunların tersi amaçlar konulur ve gidişat aksine dünyevileşme , hırs ve tamaha dönüşür.
Tasavvufi önderler halkımızca çokça sevilmiştir yukarıda isim vermeyeceğiz dediğimiz için herhangi bir isim zikretmiyorum ama başta Anadolu coğrafyası olmak üzere dünya üzerinde eserleri okunan , türbeleri ziyaret edilen , adları yaşatılan , nasihatleri paylaşılan , yolları yöntemleri devam eden , sevilen , dua edilen çokça tasavvufi kişilik vardır. Bu sevginin temelini oluşturan şey basit bir taraftarlık olamaz bu gönüllere girme hadisesidir. Halkımız son yıllarda menkıbe okuma geleneğinden uzaklaştırılmaktadır oysa hem geçmişteki bir tasavvufi önder hem de günümüzde mutasavvıf olduğu bilinen nice Allah dostu , vakıf insan , salih , muttaki insanlar tanınmalı ve örnek alınmalıdır.
Bugünde tasavvufi liderler oldukça fazla sevilmekte , dinlenilmekte , ziyaret edilmekte , fikirlerine önem verilmekte , işaret ettikleri , öncü oldukları hizmetlerle bir çok maddi ve manevi fayda hasıl olmaktadır. Fakat tüm bu güzelliklerin anlatılması gerekirken neden olumsuz hususlar ön plana çıkmaktadır. Bu maalesef zarar verici bir hadisedir bu hususta düşünülüp bazı adımlar atılmalıdır.Bu gün tasavvufi düşünce ve hayatta basit taraftarlık içeren programlar haricinde önemli fikri istişareler , yayınlar yapılmamaktadır.Üretim kalitesi düşmüştür. Bunların sebepleri analiz edilmeli , kardeşlik ve birliktelik artırılmalıdır.
Aklıma gelen bazı hususları paylaşarak yazıma son vereceğim. Bir tasavvufi yola müntesip kişilerde amaç nefs tezkiyesi ise kibirli hal ve hareketler bulunmamalıdır gerçek bir tevazu bulunmalıdır. Fakat tasavvufi eğitim eksikliği midir nedir dervişlik iddiasındaki kişilerde ki mal , mülk , makam , mevki iştahı , idarelerinde bir kibir , grup olarak kendilerini üstte konumlandırma , insanlara tepeden bakma , insanlar arasında iletişimde sorunlar , İslam kardeşliğini dilde olup fiiliyatta olmaması , bir takım iç bürokrasiler , genelde bu grupların bir çok kurum ve temsilciliğinde yönetici sınıfında olan kişilerin zengin , itibarlı , yüksek eğitimli kişiler olması vesaire gibi nedenlerle genelde yozlaşmış örnekler olarak bu hususların öne sürülmesi.Ne kadar iyi insanlar , dürüst insanlar , güvenilir insanlar şeklinde rağbetin maalesef olmaması.
Tasavvufi grupların kurumlarında genelde siyasilere gelen eleştiriden daha fazla olarak uzun yıllardır görev yapma ve yozlaşmış isimlerin değişmemesi nedeniyle kötü durumda olmaları.1960 yıllardan 90’lı yıllara kadar gelişen artan rağbetin ve itibarın bu yıllarda fazlaca eksilmesi , azalması .
Sadece müntesiplerinde değil tasavvufi liderlerde de bir çekingenlik bulunmaktadır. Kimi sert medrese alimi vasfında iletişime kapalı kimi belli bir blokajın içinde ne bileyim çay , simitle gençlerle oturup sohbet eden , metroya , otobüse binen , doğal , mütevazi , hoş sohbet tasavvufi liderler geçmişin aksine günümüz dünyasında pek görülmüyorlar. Bugünün insanına , gençliğine örnek olabilecek , ilgisini çekebilecek kişiler pek bulunmaktadır.
Tasavvufi dil , cehd mücadele üstüne kurulu iken son yıllarda hamasi bir üslubun da tasavvufi zümrelere sirayet etmesi , rahatlık algısının artması ile dervişliğin temelini oluşturan fedakarlığın yerini sözün alması her şeyin hizmet alımı yöntemi ile icrası gibi fazla kurumsal yapılara dönüşülmesi samimiyeti azaltmıştır.Samimiyetin azaldığı yerde samimi insanlar kaybolup ancak menfaat bekleyen insanların gezindiği mecralar ortaya çıkar.
Teknoloji , sosyal medya vb ile adeta tasavvufi liderleri bir ikonaya dönüştürme gayreti artmıştır her gün bir çok mecrada söz , fotoğraf vb paylaşılmakta olup amacından sapan bu faaliyetler itici olmaktadır.
Sosyal yapı amacından ziyade din motifli ticari faaliyetlerin getirdiği yozlaşmalar bulunmaktadır. Yayıncılık , üretim , tv , gazete , dergi, kitap , sergi , konferans , sempozyum , gezi her türlü alanda içeriksizlik ve kalitesizliğin üstü din soslu söylemlerle bastırılırsa kaliteli insanların yetişmesi yok olur.
Siyasi tercihlerde istişare eksikliği , gizlilik , gizemlilik ve ketumluğun getirdiği ağır eleştiriler , yanlış anlaşılmalarda yukarıda izah ettik önemli bir husustur ve devam eden yıllarda en fazla tartışılacak konudur.
Siyasete angaje olmanın getirdiği siyasi menfaatlerden yararlanmanın getirdiği ciddi yozlaşmalar , haksızlıklar bulunmaktadır.Esasında bu hususun benim kanaatim manevi zararları vardır çalışmalarda bereket , samimiyet , hikmet gibi hususların yok olmasında , tasavvufun itibarının sarsılmasında bu tür davranışların kesinlikle etkisi vardır.
Bağış , ticaret , kamu yardımı vb gibi sebeplerle aşırı büyümenin ve ilişki çeşitliliğinin safiyeti bozması , bağımsızlığın kaybı maalesef doğal bir sonuçtur.Bağımsızlığı kaybettirecek gelişmelerden acilen dönmek gerekir.
Dini anlamda hurafe ve bid’at uygulamaların ısrarla devam ettirilmesi de ciddi bir sorundur.Şimdi burada bir anekdot olarak geçmiş yüzyıllarda batıni , folklorik ögeler tarikatlar içerisinde bulunuyordu fakat günümüz dünyasında artık bu tip hususlarda ısrar edilmemesi ve sahih kaynak temelli bir dini hayatın tavsiye edilmesi ve sahih kaynakların kaynak alınması sağlanmalıdır.
Tarikat ve cemaatlerin illaki belli bir farkları , standartları ve ilkeleri olacağı açıktır fakat bunu sadece kılık kıyafet vb gibi artık pek de anlamı olmayan şeylere aşırı önem atfetmek suretiyle oluşturmaktan vazgeçmelidirler.
Tarikat ve cemaatler sadece zengin , sadece makam sahibi sadece eğitimli kişilerin peşinde gezmekten ziyade fakirleri sadece yardım için ziyaret etmemeli , Allah rızası içinde ziyaret etmelidir , bir depremde , yangında en başta bu kurumlar darda kalmışlara koşmalıdır . Ünsiyet , sevgi ve merhamet hesapsız şekilde insana , doğaya ulaşmalıdır.
Tasavvufi gruplar , cemaatler vb özeleştiri yapabilmelidir. Kendilerini açıkça ifade edebilmelidirler.Kendilerini tanımlayan , geçmişlerini tanıtan , analiz eden eserler , programlar üretilebilir. Başta neden gerekli olduklarını ve gerekliliklerini yerine getirerek yeniden bu toprakların medeniyet kurucusu olma yolunda çaba sarf etmeliliğin gerekliliği izah edilebilir.
Tüm bu yazıdan güncel tartışmalar sonucu tasavvufi grupların gidişatının iyi olmadığı sonucu da çıkarılabilir fakat bu gelişmelerin bir yenilenmeye sebebiyet vereceği de düşünülebilir.Bu gerçekten garip bir sarmal zamanla gelişecek gelişmelere ilişkin öngörüde bulunmakta zor , tahminde zor ancak bazı fotoğraflar çekilebiliyor. Umarım tüm hususlarda olumlu gelişmeler olur yeniden bu güzel ve gerekli kurumlar hak ettikleri itibar ve etkinliğe kavuşurlar. 05.07.2018

Mehmet Emin Başalp

6 Ramazan 1439 ( Ramazan Yazıları – 2 )

images (17)

 

6 Ramazan 1439 ( Ramazan Yazıları – 2 )
Ramazan yazılarımıza devam ediyoruz.Geçen yıl ve bu yıl yazdığım ramazan yazılarından fark etmişsinizdir milletimizin sadece Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan değil Orta Asya’da , Balkanlar’da , Kırım’da , Suriye’nin , Irak’ın , Mısır’ın kadim şehirlerinde , Horasan ve İran’da bir çok İslam beldesinde insana seslenen o zarif ve naif kültürümüzün temsilcilerinden bahsediyorum.Onlar Müslümanları kavileştirmek için çalıştılar.

 
Bugün dini doğru anlamak adı altında etrafa yayılan fikirlerin sığlığını görünce , o velilerin naif üslubunu görünce şimdikinin güçlendirmek olmadığını anlıyorsunuz zira sertlik , kabalık , yıkıcılık , yaralayıcılık bize dönük oluyor bizi vuruyor . Müslüman , Müslümanı ne öldürür , ne alaya alır , ne tahkir eder , ne zulmeder , ne tekfir eder . Oysa bu medeniyetten yetişen alimimiz , ilmiyle mamur ediyordu insanlığı , şairimiz tefekküre daldırıyordu , tüccarımız tebliğ ediyordu , çiftçimiz zakirdi , zanaatkarımız şakirdi , idarecimiz adildi.

 

 

Bu ramazan ayları ibadet ayları , tefekkür ayları , nefsi terbiye etme , nefse gem vurma ayları işte bizi ( Ömer Tuğrul İnançer Bey’in tasavvuf tabiriyle ) “ince Müslüman “ haline getiren fikrimizden , yaşayışımızdan , çevremizden , adet ve alışkanlıklarımızdan kopmayalım. Kendimizi yaptıklarımıza mana vermek zorunda hissedelim. Bu oruçları , namazları , duaları anlamlandıralım. Aksi halde kurutuyoruz , kuru kalmasına sebebiyet veriyoruz. İbadetlerimiz kaba inşaat gibi kalmasın ince işçiliğini de ihmal etmeyelim , ince işçilikle de olmaz , içerde huzurlu , mutlu , saadetli bir yaşam varsa mekanlar kamil manada anlam ifade eder.

 

 
İşte bu konularda şairlerimiz bize hep yardımcı olur tefekkür etmemize sebep olurlar.Bu medeniyetten yetişen zarif bir insan olan Merhum Cahit Zarifoğlu Bey “ Lokomotif “ adli şiirinde bizlere neler diyor. Şiirin tamamı internette bulunabilir , bir kısmını paylaşacağım.

 
Gaflet
Padişah kılındın
Bir gövde mülkünde
Ömür ve devlet idin
Kara zünnar belinde

 
Burada Bayezid-i Bestami Hz’lerine atfedilen bir söze telmih olduğunu düşünüyorum , kısa şekliyle uzun yıllar ibadetler ile nefsimi ıslaha çalıştım sonra aynaya ( kalp aynasına ) baktığımda belimde kibir , riya , ibadete güvenip amelimi beğenmek gibi hastalıklardan müteşekkil bir zünnar gördüm , diyor. ( Zünnar papaz , rahip kuşağıdır )

 
Kıdem
Kim baş eğik girdi
De eli boş döndü?
Düşüş
Kim başı dik girdi
Kibir ilinde yitti
Korku
Tevbe onuma, kalın boynuma
Tevbe bunuma, ince boynuma

 

 
Burada da “ Bakara Suresi 58. Ayetine bir telmih olabilir , Ayet’i Kerime’de “ Hani, “Şu memlekete girin. Orada dilediğiniz gibi, bol bol yiyin. Kapısından eğilerek tevazu ile girin ve “hıtta!” (Ya Rabbi, bizi affet) deyin ki, biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım. İyilik edenlere ise daha da fazlasını vereceğiz” demiştik. “ şeklindedir. Cenab-ı Allah mütevazilere fazlasını veriyor. Başı eğik olmak bizim kültürümüzde , şiirimizde , tekke adabımızda hayli yaygındır.Bir Mevlevi dervişi , semazeni başı eğik durur.Dahası özü şudur Allah’a karşı boyun eğik olacak , mütevazi olacaksın öyle isteyeceksin ki Allah’tan.
Kibirli olmak , böbürlenmek ise kişinin felaketidir. Başı dikliğin sembol isimlerindendir Ebu Cehil vb , yok olup gitmişlerdir.

 

 
Reca
Bohçam boş
Öteberim eksik
Azığım kuru
Canım aç
Yüzüm sana çevrili
Adımım sana
Irmaklarına
Bir lokma suyla geldin, su denmez
Kabul ola affola

 

 

Ve şiirin sonu bizi ramazan ayında tefekküre daldıracak en önemli kısmı , bohçamız boş , amelimiz eksik , bedenimiz ramazan ayında aç olabilir ama esas canımız aç olmalı , rahmetle doymak için şuur lazım.
Yüzümüzü Allah’a çevirip onun engin hazineleri karşısında biz azıcık ibadetimize de güvenmeyelim şu ramazan ayında Allah’tan kabul ve af dileyelim. 21.05.2018

Mehmet Emin Başalp

1 Ramazan 1439 ( Ramazan Yazıları -1 )

1 RAMAZAN 1439 ( Ramazan Yazıları – 1 )
Değerli okuyucularım bir ramazan ayına daha erişmenin , oruç tutmanın , ramazan ayında idrak edilen sünnetlerden olan teravih namazlarına , sahura , iftara , itikafa , mukabeleye erişmenin ,ve bu ayda bulunan Kadir gecesini idrak edebilme ümidinin mutluluğu içerisindeyiz.Esasında bu mutluluğun kaynağı Peygamber Efendimiz’in “ Ramazanın başı rahmet , ortası mağfiret sonu ise cehennemden kurtuluştur “ Hadis-i Şerif’in sırrı , bereketi , ihsanı ve ikramı olsa gerek diye düşünüyorum. İnşaallah tüm müminler bu ikramlara bu müjdelere nail olur , oluruz diyorum.Amin.
Değerli okuyucularım geçen yılki Ramazan yazılarımız uzun oluyordu bu yıl daha kısa tutmayı düşünüyorum daha mesaj içerikli olmasını arzu ediyorum.
Kayseri’nin Develi ilçesinden meşhur halk şairimiz Aşık Seyrani o ünlü şiirinin ilk kıtasında şöyle diyor.
Ne hikmettir şu dünyaya
Gelen ağlar , giden ağlar
Soralım yoksula , baya
Aslı nedir , neden ağlar.
İnsanoğlu yeri geliyor maddi ve manevi imkansızlıktan , yeri geliyor yakınlarını kaybetmekten , hastalıktan , savaştan , yeri geliyor yurdunu terketmek zorunda kalmaktan daha bir çok sebeplerle zenginiyle, fakiriyle , yaşlısıyla , genciyle , kadınıyla , erkeğiyle üzülüyor. Dünya böyle bir yer onun için darda kalana yardım etmek gerekiyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından fidye ve fitre miktarı 2018 yılı için 19 Türk Lirası olarak belirlenmiş illaki belli kriterler göz önüne alınmıştır diye düşünüyorum fakat ortalama bir iftar menüsünün 50 Türk Lirasından aşağı olmadığı günümüzde Müslümanların yardımlarında , fidye ve fitre miktarlarında cömert olmaları gerektiğini düşünüyorum.
İftar davetlerinin artık günümüzde ilişkilerin azaldığı aile , akraba , hemşeri , komşu ve arkadaşlar arasında bilhassa evlerde olmak üzere düzenlenmesinde fayda olduğunu düşünüyorum. Evlerimizde iftar etmenin , evlerimizde oturmanın da gerekli olduğunu düşünüyorum.Çeşitli kurum ve kuruluşların , dernek ve vakıfların , okulların , şirketlerin , şahısların vb artık otellerde , restoranlar da son derece masraflı iftar davetlerinde bulunmasını eleştirmenin bu masrafın ihtiyaç sahiplerine yönlendirilmesinin zamanı geldi diye düşünüyorum.İnsanlarında bireysel olarak bu tür iftar davetlerine de artık daha mesafeli yaklaşması gerekiyor.
Aşık Seyrani şiirinin son kıtasında
Seyrani’ye acep nolmuş
Derunu dert ile dolmuş
Kimi etmiş kimi bulmuş
Bulan ağlar , eden ağlar.
Etme bulma dünyası dediğimiz hadiseye dikkati çekiyor onun için dilimizden çıkan söze dikkat edelim , işlerimize , fiillerimize dikkat edelim , kararlarımıza dikkat edelim bir canı incitmeyelim , zulmetmeyelim .
Sözü uzatmayalım Necm Suresi 43.Ayet-i Kerimesinde “ Şüphesiz güldürende O’dur ,ağlatan da “ buyrulmaktadır.İşte şimdi şiirin başına dönersek ağlamanın da , gülmenin de hikmeti budur. Bir vesile olur ağlatır , ihsan eder güldürür , bir imtihan gelir ağlatır , bir kurtuluş gelir güldürür , tevbe eder ağlarsın , gaflete düşer gülersin. Onun için Allah’tan her daim bağışlanma isteyelim. Ramazan-ı şerifiniz hayrolsun. 1 Ramazan 1439

 

Mehmet Emin Başalpimages (14)

KARIŞIK OLMAYAN UYARI

KARIŞIK OLMAYAN UYARI
Bu yazıyı yazma sebebim , son günlerde cinsel istismar yasa tasarısı nedeniyle gündeme gelen tartışmalar ve Sema Maraşlı Hanım’ın sosyal medyada da sıkça paylaşılan yazıları , olayların kavramların bir birine karışması , çözüm yönünde adımlar atılması yerine yine etrafta gürültüden başka bir şey kalmamasına sebebiyet vermekte ve diyeceğimizi sade ve basit söyleyememenin verdiği etkisizliğe yol açmaktadır.
Öncelikle sorun olarak görülen ve çözüm istenen mevzu nedir ? 15 yaşını doldurmamış kadınlarla evlenenlerin bu evlilik dini olabildiği gibi örfide olabilir , örfi olana girmiyorum şimdilik o konuda serbestçe kelam edemeyeceğim , erkeklerin ceza alması sonucu evliliklerin dağılması , kadın ve çocuğun mağdur olması. 15 yaşını doldurmamış bir kadınla evlenen erkekte olay adli mercilere yansıdıysa TCK kapsamında çocuğun cinsel istismarı suçundan yargılanmakta ve ağır cezalar almaktadır malum cinsel istismar suçu sayıldığından.
Sema Hanım’ın derdi bu ise ve bu sorunun çözümü hedefleniyorsa bu hususta açık ifadelerle bu sorun şöyle şöyle çözülsün denilir.Fakat bu sorunun yanında o kadar alakalı , alakasız şeyler öne sürülüyor ki ortaya çıkan karışıklığı anlamak mümkün olmadığından zeminde kayboluyor.
Çözüm nedir en sona bırakacağım çünkü o kısa , alakasız mevzular ise uzun onları önce belirleyelim ve tutarsızlıklardan bahsedelim.
Tutarsızlık 1 : “ 18 Yaş Kurnazlığı ve Almanya Çözümü “ adlı Sema Maraşlı Hanım’ın yazısından benim şahsına bir karşıtlığım filan yok yazılarını eleştiriye tabi tutacağım sadece.
“ Almanya gibi 14 yaş üzeri gönüllü cinsel birliktelikler serbest olsun. Dini nikahla evlenen evlensin. 18 e gelince de resmi nikahlarını kıysınlar. Evlenmeden cinsellik yaşayan milyonlarca gence zaten bir şey yapılamıyor, evlenenler niye cezalandırılıyor? “ ifade aynen bu , bu ifadeyi okuyunca bir şaşaladım. Niye mi ?
14 yaş üzeri gönüllü cinsel birliktelikler serbest olsun deniliyor yahu Müslüman hassasiyetine sahipsek herhalde öyle olduğunu öne sürüyor , biz hangi yaştaki gönüllü cinsel birlikteliği savunabiliriz ki sırf erken evlilik konusu çözülsün diye bunu savunalım. Bu apaçık zinadır 12 yaşında da zinadır , 15 yaşında da zinadır ,20 yaşında da zinadır , 50 yaşında da zinadır.
İslam hukukçularımız çekindi , toplum baskısından dolayı konuşmakta zorlananlar oluyor ben şunu anlatamadım İslam’ın ağır cezalar ile cezalandırdığı ve üzerinde durduğu husus zinadır , istismar veya tecavüz dediğimiz suç ekstrem bir suçtur bütün ilgi ve alakayı onun üzerine yöneltirsek zemini kaybederiz. Mücadele edilecek husus zinadır , zinanın kolaylaştırılabileceği ihtimali olan her şeye karşı olmamız lazım. Bu sebeple gönüllü cinsel birliktelik yaşının düşürülmesi zinayı kolaylaştırıcı bir düzenleme olur zaten batıda düşük olmasının sebebi de odur. Erken evliliklerde ceza boyutunu bu işi serbestleştirmeden pek ala çözebiliriz. Evlilik ve rıza yaşı denilen şeyin bir biriyle irtibatı yoktur bunu kafamızdan bir silelim hatta bana kalsa bu rıza yaşı denilen hususu daha da yükseltmek gerekir ki , zinaya tevessül edenlerden bir kısmı daha cezasını çekebilsinler.
Özetliyorum gönüllü cinsel birliktelikte denilen bu bildiğimiz zina onun rıza yaşının düşürülmesi ancak daha erken yaşlarda zina olaylarının artmasına ve pervasızlığa sebebiyet verir. Yine yazarın ifadesi ile 14 delisi denilen bir durum varmış ve bu yaşlarda cinsel birlikteliklerde bir artış oluyormuş hiçbir şeyi düşünmüyorlarmış e bu serbestliği de bulurlarsa hiçbir şeyi artık hiç düşünmezler.
Tutarsızlık 2 : Yukarıda ki cümleden gitmek zorundayım konu dağılmasın diye ; “ dini nikahla evlenen evlensin , 18 e de gelince resmi nikahlarını kıysınlar “ bu da maalesef o kadar tutarsız bir önermedir ki anlamak mümkün değil.
Yani evlilik yaşı 14 ‘e düşsün falan denilse anlayacağım ama ara bir döneme dini nikahla , ardından ise 18 yaşında resmi nikahla çözüm bulmaya çalışıyor.
Evlilik yaşını da 14 olarak düşünüyor bilemiyorum herhalde Türkiye şartlarında kızlarda ortalama ergenlik yaşı 11 civarı , erkeklerde ise 12 -13 civarı olunca üzerinden birazda zaman geçsin diye düşünmüş olabilir lakin yaş hususu evliliğin gerektirdiği fiziki gelişimi tamamlayan açısından geçerli bir husustur.
Şimdi fiziki ve cinsel gelişim neticesi 9 ila 12 yaşında evlilik savunulabilir mi ? Kanunlar , içtihatlar ve örf izin verdiği surette bu yaşta evlilikler gerçekleşebilir lakin yasalar artık izin vermemektedir , örfte değişmiştir , İslam içtihatları da farklılık arz etmekle beraber bu yaşlar en alt seviyedir.
“ Geçenlerde bir hanım: “Hükümete çok kızgınım, Diyanetten de tiksindim” dedi. Sebebini sorduğumda 9 yaşında çocukla evlenme izni verilmiş” dedi. Ona böyle bir şey olmadığını Diyanetin bir sayfasından buluğ yaşını bulup, başka bir sayfasından da evlenmek için buluğu çağına girmiş lazım bilgisini bir araya getirip iftira attıklarını söyledim. Oysa evlenmek için buluğ çağına girmenin tek şart olduğu söylenmiyor sadece bu şartın önemli olduğu söyleniyor.
Evlenmek için buluğ çağı yeterli değil, dinen reşit olmak lazım. Yani iyiyi kötüyü ayırt etme, alış veriş edebilme, evliliğin sorumluluklarını alabilme gibi şartları da var. “ Buda başka bir yazısından bir pasaj .
Burada da öne sürdüğü görüş dinen tartışılır da mevzuya girmiyorum yine 9 olursa ne olur mesela.
Bu yaşlarda evliliğin mümkünlük durumu noktasında birkaç husus öne sürsem şimdi şöyle böyle diye modern dünyanın getirdiği bu anlayışlar vb ‘den tut bir çok eleştiri gelecek. Onun için o hususlara girmiyorum.
Fakat bu hususta tavsiyem bu konularda konuşanlara beylik sözlerini bırakmaları yönündedir. Zira beylik sözler kişiyi “ Allah insanı iddiasından vurur “ sözü mucibince insanları iddialarından vurulabilir , imtihan edebilir. Çocuk yetiştirmek zor bir husustur , değişen şartlar altında belki daha zordur , ebeveynlerin çocuklarına sözünün geçmediği , teknolojinin her türlü tedbiri yıktığı bir devirde daha iddialı söylemler yerine kişilerin çocukları günahlardan koruyarak , kızımızı , oğlumuzu ahlak ve namusuyla güçlü bir evlilikle evlendirebilsek diyecekleri yerde cinsel istismardan evlilik yaşına bir takım alakasız iddiaları çorba edip genel bir kanaat oluşturmaları anlaşılamaz çünkü evlilik yaşının önüne geçmiş vahim hadiseler var bu konuya odaklanılırsa daha iyi olur zira evlilikleri bitiren , geciktiren esas büyük sorunları görmezden geliyoruz.
Tutarsızlık 3 : Yaş konusunda toplumda çelişkiler
Hal böyleyse gerek toplum gerek dindar insanların kafalarında şu çelişkileri gidermesi lazım değil mi misalen ? Yaş hususu bir teşvik mi olacak yoksa bir sorunun çözümüne binaen kerhen bir düzenleme isteği mi olacak ?
Burada insanlar samimi değil toplumda şu şu varmış da bu bu varmış da biz işte 9 yaşında 12 yaşında kimse evlensin demiyoruz ama evlenenler var , evlenmesi gerekenler var işte düzenleme olsa şöyle olur böyle olur. 15 yaş altı evliliğin cezai müeyyidesini çözelim derken başka mevzuları araya alakasız şekilde sıkıştırarak vahim sorunları büyütüyoruz.
Şu soruları insan soruyor , yaş konusunda beylik sözler edenlere
1-Anadolu’da yaygınlığı azalmakla birlikte erken evlilik kaçma hadisesi ile yaşanır burada dindar kişilere sesleniyorum ,kocası da genelde serseri ve uygunsuz bir tip olarak bulunur genelde bu kaçan kızlara ahlaksız insanlar gibi neden bakmaktadırlar ? Ailesi evlenmesine izin vermeyen kadının evlenmeye çalışması neden yadırganmaktadır ?
2-Erken yaşta evliliği genelde insanlar toplumun alt sosyo – ekonomik grup ve kesimlerde gerçekleştiğini düşünmekte ve cahil olarak nitelendirdikleri kişilerde görmekte ve neden tavır almaktadırlar ?
3-Erken yaşta evlilik fıtri ve doğal ise bu örneği vermekten hicap duyuyorum , haddimi aşıyorum , neden Hz.Aişe validemiz konu olduğunda bütün hocalar bir yaş büyültme gayretine giriyorlar neden çekiniliyor .
4-Günümüzde ve incelenebilir geçmişte topluma önderlik , rehberlik eden hocaefendiler , kanaat önderleri falan neden erken yaşta evlenmiyorlar , çocuklarını erken yaşta evlendirmiyorlar.
5-Efendim Sema Hanım’a göre o konuya da değineceğiz lise karşısında bir eczane sahibinin dediğine göre kızlar hamilelik testleri alıyormuş çok sayıda falan neden kızlarını okula gönderiyorlar o zaman ? Eğitim mi önemli hale geldi bizde yoksa ahlak ve namus mu daha önemli toplumda.
6-Kadınlar , kızlar neden mahremleri olmadan gidemeyecekleri mesafeleri rahatça gidip geliyorlar ? Üniversiteye gidiyorlar vesaire burada kontrol mekanizmasını aileler kaybetmekteler mi yoksa teşvik mi etmekteler.
7- Yaşı 9 ‘u geçen kız aileleri ve yaşı 12’ yi geçen erkek çocuk aileleri çocuklarının zina yahut gönüllü cinsel birliktelik yaşadıkları şüphesi içindeler mi ? Bu şüphe içindelerse neden girişimlerde bulunmuyorlar ?
Sorular çoğaltılabilir toplumun zihninde oluşan çelişkiler nedeniyle evlilik yaşının düşürülmesini savunanlar dahi pek 14 yaş altı bir yaşı savunmuyorlar , savunamıyorlar.
Yasada 14 e düşürdün 13 te sorun olacak 13 e düşürdün 12 de sorun olacak 12 ye düşürdün 11 de sorun olacak vs bu yaş mevzusunun sınırını genel duruma göre belirleyip gerisini mahkemeye havale etmek gerekir onu izah edeceğim çözüm bahsinde.Yoksa yaş tartışmasından bir kurtuluş yok ona göre öyle buna göre böyle şeklinde bir sonuç çıkacak uygun yaş ne ise o belirlensin yasada bu 14 veya 15 yaş olabilir.
Tutarsızlık 4 : Evlilik yaşı neden kadında tartışılıyor da erkekte tartışılmıyor ?
Tutarsızlıklardan birine daha gelelim erken yaşta evlilik tartışılırken konu devamlı kadınlar , erkekler üzerinden bir tartışma vaki değil genelde kızını erken evlendirmeyi düşünenler erkek çocuğunu pek erken evlendirmekle o kadar alakalı değil bu gerçi kadimden gelen bir anlayış ama sadece kadınlar gözünden bakmak olmaz.
Tutarsızlık 5 :
“ Dini nikahla evlenen evlensin 18 e gelince resmi nikah kıyarlar “ bunu da Sema Hanım öne sürüyor hangi gerekçe ile öne sürüyor insan çözmekte zorlanıyor.
Öncelikle evlenme yaşı 18 değil veli izni ile 17 ve yine pek gerekli hallerde ki bu fiili evlilik durumudur mahkemenin izni ile 16 yaşını dolduranla da evlenilir kanunumuz gereğince bu hususu da hep atlıyor yazılarında.
Dini nikah ülkemizde maalesef bir kaçınma aracı haline getirildiğinden 14 yaşından sonra bir kişi dini nikahla evlense hukukunu nasıl koruyacak. Dağ gibi sorunlar yumağınında bir tarafı da resmi nikahla evlenmeyen ailelerin yaşadığı sorunlar izah et et bitmez.
Sema Hanım evlilik yaşı 14 ‘e düşürülsün diyeceği yerde garabet bir şekilde 18 ‘e kadar dini nikahla evlenen evlensin 18 de resmi nikah kıyar gibi herhalde adliye görmemiş , karakol görmemiş , toplumu görmemiş bir kişinin beyanı gibi soyut bir beyanda bulunuyor.
Tutarsızlık 6 :
Yazar yine “ Erken Evliliğe Karşı Olanlar Erken Zinaya’da Karşı mı “ adlı yazısında yine müthiş çelişkilerde bulunuyor.
Yazarın en büyük çelişkisi zina serbest evlilik yasak onu da genelde 18 yaş ile belirtiyor ama o belirttiği yaş ta yanlış da neyse kastını anladığımızdan ona göre beyanda bulunacağım.
Öncelikle 15 yaşını doldurmamış biriyle birlikte olunması durumunda adı evlilik adı zina adı gönüllü cinsel birliktelik olsun ağır cezası vardır. Zina serbest , evlilik yasak diye bir durum yoktur işin adli mercilere yansıması halinde.
Evlilik hadisesinde yansıma ihtimali yüksek zinada düşük denilebilir evet doğrudur .Bunun çözümü dedik evlilik yaşı mevzusunu öne sürmek yahut cezai müeyyideyi değiştirmek yoksa yine gönüllü birliktelik denilen hadiseye ceza verilmeme yoluyla bu iş çözülmez ben şahsen buna karşı çıkarım.
Yazar burada zina hadisesi serbest zaten erkek tarafı da mağdur görülmüyor vb diyor şimdi 15 yaş altı cinsel birliktelikte rıza kabul edilmediğinden cinsel istismar olarak görülüyor ve cinsel istismar suçlarında fail erkek olur bu teknik bir mevzudur.
Suç zina suçu olsa pek tabiî ki kadın ve erkekte ceza alır artık hangi hukuka göre ceza alacaksa batı hukukunda zaten bekar için zina cezası da yoktur.
Ben ülkemizde bir zina yasası olması ve zina ile mücadele edilmesi gerektiğini düşünenlerdenim. Zina mücadelesi günümüz şartlarında çok daha önem arz ediyor .
Yazıda ironi olsun diye işte bir takım hususlar öne sürüyor , kontroller vb gibi şimdi İslam hukuku hocalarımız bize ne dedi.
Zina büyük bir günah ve suçtur , cezası ağırdır lakin suçun ispatı zordur , zor olması da bunların gizli kalmasının topluma faydası vb den bahsedilir. Zina avcılığına çıkmayın denilir.
Şimdi zina hadisesini ortaya çıkartmak , çıkartılması için uğraşmak tavsiye edilmezken insanların çocukları konusunda da hassasiyeti hayliyle fazla olur bu konuda beylik laflar edenlerin falan çocuğu böyle bir şey yapsın en fazla onlar kapatmaya çalışır zira itibarları yok olacaktır 13 – 14 – 15 yaşındaki insanlara zina ettin vb gibi nasıl bir ceza verilecek burası çok önemli bir durum.
Benim tavsiyem şu ne 14 yaşından sonra gönüllü cinsel birliktelik gibi bir şeyi savunabilirim hiçbir yaşta savunmam lakin Türkiye şartlarında hiç olmazsa 18 yaşına kadar kadın ve erkeğin zinaya bulaşmamaları için gözlerini korkutacak bir ceza verilmesi gerekir.Burada kadın ve erkeğe de ceza verilmelidir.
Bunun usulleri var uzun uzun yazmak gerekir , efendim gebelik durumu kimden olduğu vb gibi hususular değil bu fuhşiyatı kiraladıkları stüdyo dairede yapan var , otelde yapan var , kamuya açık alanda yapan var bu gibi tespiti mümküm mekanlarda bu suçu işleyenler bunun bedelini bir şekilde ödemelidirler.
Tabi burada bir hususu atlamayalım tıbben çocuk olan ve olayın durumunu kavrayacak zihni gelişimi olmayan ve çeşitli metotlarda kandırılan , zorlanan vb gibi hususlar hariç tabiî ki.
Tutarsızlık 7 :
Yine “ Erken Evliliğe Karşı Olanlar Erken Zinaya’da Karşı mı “ adlı yazısından bir pasaj paylaşıyorum.
“ Erken evlenenlere baktığınızda ya okulda ya dershanede falan tanışmışlar.
O yaşlar zaten kanın deli aktığı zamanlar. Mesela 14 delisi diye bir tabir vardır. Hiçbir şey gözlerine zor ya da imkansız görünmez o yaşlarda gençlerin. Zaten erken evlenenler de kanunu bile bile evlenmişler, o yaşlarda hapis cezası bile gözlerine çok gelmemiş.
Siz gençlere 18 yaşına kadar bekleyeceksiniz evlenmek istiyorsanız derseniz aradaki zaman birbirlerine kavuşmamak için onlara çok uzun gelir fakat 15 yaşında evlenmek isterseniz evlenebilirsiniz, denirse bekleyebilirler ve o bekleme süresinde acele verilmiş bir kararsa vazgeçebilirler de.
Kanunlarla ergen gençleri durduramazsınız, evet belki evliliği azaltırsınız fakat zinayı kürtajı artırırsınız. Bir lisenin ardında eczanesi olan bir eczacı hanımla konuşmuştuk. “O kadar çok liseli kızlar hamilelik testi almaya geliyorlar ki inanamazsınız.” demişti.
Hamile çıkan bu kızlar ne yapıyorlar? Kimi doğurup çöpe atıyor, kimi bir yerlere bırakıyor, kimi de özel hastanelerde gizlice kürtaj oluyor. Hükümetimiz ve erken evliliğe karşı olanlar bu durumlara engel olmak için ne yaptılar acaba “
Şu yaş mevzusunu çok tekrar ettim etmeyeceğim 15 -18 yaş örnekleri bir tutarsız zaten , evlilik yaşını söyledik.
Kanunlarla ergen gençleri durduramazsınız yani bu tespiti neye göre yapıyor anlamadım sanki toplumda ergeneliğe girmekle beraber kız ve erkek çocuklarında herhalde pek azı cinsel beraberlik yaşamıyormuş gibi bir anlatım. Bu bizim toplum ahlak anlayışımız ve örfümüze göre yaygın bir hadise değildir.Bunu ben şahsen kabul edemem. Ha yok mudur illaki vardır ve hatta artıyor da olabilir. Ama bu üslup neyi çağrıştırıyor takdirlerinize bırakıyorum.
Bir lisenin ardında eczanesi olan bir hanım o kadar çok liseli kızlar hamilelik testi almaya geliyor ki inanamazsınız “ demiş kusura bakma Sema Hanım’da el insaf bu tip olayları genele teşmil etmek insafsızlıktır .
Zaten bu hadiseler böyleyse ki yaygınlığına inanmıyorum toplum bitmiştir o zaman , bu kabul edilemez bir önerme neye nefes tüketiyoruz. Adeta sanki fuhşiyata batmış bir toplumda yaşıyoruz gibi bir ifadeler , bunlar kesinlikle gerçeği yansıtmıyor , genelecek hususlar değil.
Devamı hamile kızlar çocuklarını çöpe atıyor , kürtaj oluyor falan filan ( çok sayıda liseli kız geliyorsa çok sayıda yaşanıyordur herhalde bir istatistik sunsaydı haberdar olurdu ama iddia boyutunda )
Orhan Pamuk bir kitabında birkaç ekstrem hadiseyi öyle bir anlatmıştı ki hatta bir yazarımız çok ağır bir yazı yazdı sanki bütün Türkiye bu ahlaksızlığı işliyormuş gibi diye görende bütün liseli kızlar kürtaj oluyor , hamile kalıyor çocuğunu çöpe atıyor falan.
Başta şunu diyeyim velev ki doğru olsun yaygın olsun bu üslup kötü , bu liseli kızlar bilmem ne bu tür betimlemeler bir kere yanlıştır , hoş değildir.
Tutarsızlık 8 :
Efendim cinsel istismar suçu ile evlilik ve evlilik yaşının bir ilgi ve alakası yoktur. Burada esas tartışılması gereken hususları tartışmıyoruz.
Cinsel istismar suçunun yaşına ilişkin yine çeşitli hatalı görüşler öne sürüyor , son düzenlemede bildiğim kadarıyla yaş aralıklarında bir değişme değil cezalarda artış var.
Cezaları eleştirelim , yargılama ve ispat usullerini eleştirelim ama oradan evvel yine yaşa takılıyoruz.
Tutarsızlık 9 :
Yaşanan hadiselerde ailenin sorumluluğu vurgusu da olmalıdır , devlet her ne kadar bu işin bir tarafıysa da aile en önemli tarafıdır.
Okullar karma diye ailenin sorumluluğu kalkmaz.
Okullar karma ise teknoloji her türlü buluşmayı kolaylaştırıyor.
Eve giriş çıkış saatinden tutun bir çok alanda aileler eğitim ve ahlak konusunda en birinci sorumluluğa sahiptir.
Bu konuda topu kimseye atmaya gerek yok erken evlenecekse de sorumluluk ailededir, evlenmeyeceksede.

ÇÖZÜM
Konu uzarda uzar lakin bir yerde kapatalım.
Cinsel istismar yani cebren cinsel saldırı illaki suçtur hele bu bir çocuğa yöneldiyse en ağır ceza verilsin.
15 yaş altı evlilik yahut cinsel beraberlik mevcut halde suçtur bunun çözüme kavuşturulması da gerekmektedir.Kavuşturulması rıza yaşı denilen yaşın 14 yaşa veya başka bir yaşa çekilmesi değildir
18 yaşa kadar imam nikahını tavsiye etmek hele hele hiç değildir.
Çözüm iki hususun öne sürülmesiyle mümkündür.
Birincisi evlilik yaşının 15 veya 14 yaşına düşürülmesini talep etmek.
İkincisi 15 yaş altıda evlilik hadiseleri yaşanabileceğinden eğer evlilik iddiası ile bir adli süreç başlamışsa bu evlilik yasal alt yapıya kavuşturulmalıdır.
Bu konuda savcılık , ceza mahkemesi ,aile mahkemesi ve çeşitli uzmanlar evlilik birlikteliğinin yaşandığını , her hangi bir cebir ve tehdit durumunun olmadığını , kızın , erkeğin akıl ve ruh sağlığının evlenmeye elverişli olduğunu , tıbben evlenmelerinde sakınca olmadığını falan tespit ederek bu evliliği tescil etmeleri gerekir.Öyle imam nikahıyla falan bir süreç geçirilemez.
Burada en fazla sorun yine bu tip bir tescil hadisesinin yapılamaması ve kaçma gibi hadiselerde cezalarda karşımıza çıkacaktır.Bu bir ceza hukuku konusudur ve önceki bir yazımda da yazdım kız kaçırma vb gibi hadiseler yahut evlenme amacıyla cinsel beraberlik gibi suçlara daha az ceza verilmelidir.Bu husus çocuğun cinsel istismarı kapsamında değerlendirilirse çok ağır cezalara sebebiyet vermekte ve pek sosyolojik gerçeklerle bağdaşmamaktadır.
Çocuğun cinsel istismarı suçu denilen suç sadistçedir , sapıkçadır , zalimcedir bunun ayırt edilmesi lazım.

 

Evlilik Yaşından İtibaren Evlilik Birliğini Baltalayan Düzenlemelerin Acilen Temizlenmesi Gerekir.
1-Medeni Kanun’da ki eşitlik adı altındaki bazı düzenlemelerden vazgeçilmelidir.
-Koca , evlilik birliğinde ailenin reisliği konumu almalıdır. Bu bir zorbalık anlamında değil bu bir temsil yetkisi ve istişare sonucunda da nihai karar yetkisi anlamındadır.
-Edinilmiş mallara katılma rejimi kaldırılarak yeniden mal ayrılığı sistemine dönülmelidir.
-Süresiz nafaka kaldırılmalıdır.
-Sözlü şiddet , ekonomik şiddet , psikolojik şiddet gibi ifadelerle tamamen bir tarafın subjektif iddiaları ile herhangi bir uzmanca değerlendirilmeyen iddialar baz alınarak boşanma kararı verilmemelidir.
-Anlaşarak boşanma zorlaştırılmalıdır.
-Ortak velayet hükümleri düzenlenmeli , boşanma durumunda babayı devreden çıkaran sistem terk edilmelidir.
-Evlilik yaşı yeniden düzenlenmelidir.
-Sadakat yükümlülüğü ciddi anlamda düzenlenmelidir.
2-Türk Ceza Kanunu’nda düzenlemeler yapmak gerekir.
-Zina suç olmalıdır.
-Fuhşa kolaylık sağlamaya ağır cezalar verilmelidir.
-Çocuğun cinsel istismarı ile erken evlilik hususu bir birinden ayrılmalıdır.
-Cinsel istismar iddialarında titizlikle inceleme yapılmalıdır basın yaygarasından uzak ihtimamlı bir yargılama ile bu süreç bitirilmelidir.
-Ülkede yer alan psikolog , pedagog vb tıbbi hizmetlere ilişkin kurumlar iyileştirilmelidir.
-Kız kaçırma suçu ayrı bir düzenlemeye konu olmalıdır.
-Cinsel taciz vb gibi isnatlarda yargılama son derece titizlikle yapılmalıdır , ispat edilmeyen hususlar cezalandırılmamalıdır.
3-Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Adlı Kanun değiştirilmelidir.
-Şiddet tanımı netleştirilmelidir. Her türlü şiddet adı altında her türlü iddiayı kabul eden bir mekanizma ve kanun dili olamaz.
-Müşterek konuttan uzaklaştırma tedbirinin en sık başvurulan keyfi bir tedbir değil en son başvurulacak gerekçeli bir tedbir haline getirilmesi gerekir.
-Şiddet durumunda kişiler rehabilite sürecine sokulmalı ve emniyet , adliye gibi mercilerden olabildiğince uzak tutulmalıdır.
4-Kadına pozitif ayrımcılık adı altında aileyi sarsan kanun yapma dilinden vazgeçilmelidir.
5-Ülkede çocuğun cinsel istismarından kaynaklı vakaların gündeme gelmesi ve toplumda güvensizlik oluşturacak basın yayın ve haber diline ceza verilmelidir.
6-Toplumun örf ve adetine aykırı ithal düzenlemelere son verilmelidir.
7-Aileyi ve kadını korumak amaçlı bakış açısından aileyi , çocuk sayısını teşvik eden ve yağı yere basan uygulamalara geçmek gerekir.
8-Din adamları ve her türlü umuma mahsus konuşmalarda evlilik , evlilik yaşı , kadına karşı betimlemeler vb gibi konular ciddiyetle konuşulmalı ve espri malzemesi ve sululuk içeren yorum ve ifadelerden uzak durulmalıdır.
9-Evliliği sarsıcı fikirler üreten her türlü yorum , görüntü , dizi , film vb yasak kapsamına alınmalıdır.
10-Alkol , uyuşturucu , kumar başta olmak üzere ponografi ve müstehcenlikle mücadele edilmelidir bu hususlarda denetim artırılmalıdır.
Mehmet Emin Başalp