SEÇİM İTTİFAKI

images (1)

 

SEÇİM İTTİFAKI

Son günlerde seçim ittifakı meselesi gündeme gelince nasıl bir usulde ve yasal zeminde yapılacağı konuşulur oldu.Net , sade ve ülkemize uygun bir seçim ittifakı nasıl olabilir biraz kafa yoralım.

Seçim ittifakının çatı bir platform veya isim altında yapılması kanaatimce ülkemiz şartlarına uygun değildir.Karmaşık bir oy pusulasına yol açar. X ittifakı yazacak ve altında parti isimleri olacak bu seçmene yabancı gelebilir.

Onun yerine partilerin amac ve nedenlerinide sorgulamayan sadece YSK nezdinde parti temsilcilerinin imza koyacağı karşılıklı kabule dayalı bir ittifak tutanağı yeterlidir , her parti kendi logosu altında ayrı ayrı oy pusulasında yer alır ve oyları toplamı ittifak oyu olarak kabul edilir.

Yukardaki mesele işin kolay kısmı devamı meseleler ise daha karışık , birincisi sistem barajlı mı olacak ? Barajsız mı ? Barajsız bir ortamda , dar bölge sistemide yoksa ittifak çok anlamlı değildir , ittifakın temel amacı seçimden güçlü çıkmak bu  nedenle temsil sorunu yoksa ittifak ihtiyaç olmaktan çıkar.

Bu nedenle barajlı bir ortamda ittifak seçeneğini kabul ederek ülkemizde devam eden % 10 seçim barajının uygulanacağını var sayarak yazıya devam edelim.Hal böyle olunca %10′ u gecen ittifak oyları barajı geçmiş sayılır.

Şimdi gelelim en netameli konuya milletvekili listesi nasıl olacak , milletvekilleri nasıl dağıtılacak. Burada en kolay yöntem ittifakın ortak bir liste belirleyip sunması ve oylara göre vekillerin seçilmesi bu bir parti altındaki gayriresmi ittifakın sonuçlarına benzemektedir.

Fakat burada bir sorun vardır %5 oy oranı olduğu varsayılan bir partiye seçilebilecek yerden oy oranı ile orantılı aday listeye konuldu , secim sonucu bu parti % 0,5 oy aldı , ittifakta barajı geçtiği icin listelerden meclisin %10’u kadar vekil sectirdi. Bu öngörülemeyen durum sebebiyle siyasi bir huzursuzluk olacağı aşikardır , ittifakın çok oy alan partiside az temsil kazanabilir.

Bu durum nasıl ber taraf edilebilir.Kanaatimce her parti ayrı liste vermelidir.Baraj için ittifak toplam oy oranı , vekil icin ise sanki ittifak yokmuş gibi hesap yapılmalıdır.

Buna şöyle bir örnek verelim bizde malum hemşericilik önemli ya bir partinin genel başkanı memleketinden % 25 oy alıyor ama ülke geneli aldığı oy %1 , ittifak olmasa barajı geçemez ve 0 milletvekili çıkarır ama ittifakla A ilindeki %25 oy oranı boşa gitmez duruma göre o ilden 1,2,3 vekil çıkarabilir ve temsil kaabiliyeti kazanır.

Bu durumda küçük partiler lehine olduğu için bu düzenlemeyi bertaraf etmek için ya %5 – %10 civarı , her bir parti icin ayrı ayrı   ( ittifak için değil ) il barajı getirmek yada bir secim bölgesinde birinci olan partiye ekstradan 1 milletvekilliği vermekle çözülebilir.

Benim aklıma gelen hususlar bu sekilde olup basit , karmaşık olmayan , az oy oranlı olan partilere temsil hakkı veren , oyu fazla olan partilerede istikrarı bozmayacak şekilde temsil gücünü düşürmeyen bir dağıtım modeli içeren bir ittifak formülü düşünülmelidir. 12.01.2017

Mehmet Emin Başalp

KUDÜS’ÜN DERVİŞİ OLMAK

images (5)

 

KUDÜS’ÜN DERVİŞİ OLMAK

Tasavvuf denilince akla ilk gelen kavramlardan biri zühddür. Kudüs için bir Selahaddin Eyyubi arıyoruz işte Selahaddin Eyyubi hayatını zühd içinde geçiren biriydi.
O zaman emirde de ,memurda da , askerde de zühd mutlaka olacak.Dünyaya dalıp kudüs kurtarılamıyor.Tabii ki , ticaret olacak , kültür olacak , sanat olacak ama hepsi Allah rızası için , ümmet için olacak.

Selahaddin Eyyubi döneminde tasavvuf zirve idi bu dönemi araştırın bir çok isimle karşılaşırsınız.Sühreverdi Hz’leri , Muhiddin Arabi Hz’leri gibi.Selahaddin Eyyubi batıni tasavvufla mücadele eden , ülkede pek çok tekke inşa eden , medrese tekke birlikteliğini sağlamış bir devlet adamıydı.Derviş hazır askerdir denilmiş batıni anlamı ahirete hazır zahiri anlamıda her zaman cihadada hazır kimse demektir. Oysa dervişliği miskinlikle bir arada anılır hale getirmek , dervişliği siyasetten , askeriyeden , ekonomiden , hayattan uzaklaştıran bir anlayış tasavvuf olamaz bu olsa olsa felsefi bir ruhbanlıktır.Derviş yiğit olur , mücahit olur , sesi gür olur , korkusuz olur , akıllı , ferasetli , basiretli olur.
Derviste evvela kafa olması gerekir ,Resullullah’ın ashabı gibi olması gerekir , eline kılıcını , kitabını ,malını mülkünü alıp tebliğ için fedakarlık göstermesi gerekir.
Mıymıntı dervislik , pasif dervişlik , düşünmeyen , akletmeyen dervişlik bir işe yaramaz topluma yük olur dinde ifsada sebep olur.

Kudüs için mutasavvıfların yükü ve misyonu ağırdır toplumu zihnen hazır etmesi gereken mutasavvıflardır.O zaman mutasavvıfların bu bilinçle hareket etmesi gerekir , toplumun ani reaksiyonlarına , geçici çözümlerine meyletmemesi gerekir.Tasavvuf eğer sürüklemiyor , sürükleniyor ise bir yanlış var demektir.

Ulema ihtilafa düşersede , siyasiler ihtilafa düşersede mutasavvıflar ihtilafa düşmemeli , taraf olmamalıdır , mutasavvıfların tarafı birliktir , vahdettir.Şöyle bir yanlış anlaşılma olmasın mutasavvıflar ayrı bir grup ayrı bir yol filan değildir bütün müslümanlar birdir , mutasavvıf olmak farklı bir metoddan eğitim almak o eğitimin gerekliliği olarak topluma o yönden telkinde bulunmaktır.

Mutasavvıflar emirleride uyarabilir , yol gösterebilir bunlar usulünce , üslubunca yapılan işlerdir.

Mutasavvıflar toplumuda uyarmalıdır lakin örnek olmadan tesiri olmaz kendi zevki safada olanın , dünyaya meyletmeyin demesi trajikomiktir.

Mutasavvıflar toplumu uyanık tutmalıdır.Mutasavvıfların avam gibi hadiselere şaşırma lüksü yoktur , sen toplumun öncülüğüne soyundaysan sen gafil olamazsın o zaman halka ne vereceksin.Mutasavvıflar erken uyarı sistemleri gibi toplumun sigortası olmak zorundadır.Şaşkınlar topluluğu olurlarsa geçmiş olsun.

Mutasavvıflar şekli şemali seromoniyi temel mesele haline getirmemelidir. Esas gaye Allah’ın dinine hizmet ise kendilerine hizmet ettirme gibi bir misyon tasavvufta olamaz.Tasavvuf folklor , kültür , merasim derekesine düşemez.Tasavvuf zamanın ruhuna uygun metod ve anlayışla ancak hayat bulabilir. Bu aşamayı aşan mutasavvıflar topluma öncü olabilmişlerdir.

Öyle bir tasavvuf olacak ki , Anadolu’nun fethini stratejik görüp dervişlerini sevk edebilecek , Harakani Hz’leri gibi yeri gelince elde kılıç harbte şehid olacak.Ahi Evran gibi Moğol tehlikesini sezecek tedbir alacak.Sapkın görüşlere İmam-ı Rabbani gibi set çekecek , İngiliz işgalini sezinleyip Halid-i Bağdadi gibi aman Osmanlıya sahip çıkın diyecek. Emperyal oyunlara karşı Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi gibi Abdülhamit Han’ın yanında duracak. Müslümanların gelişmesi ve güçlenmesi için Mehmed Zahid Kotku gibi parti kurdurtacak. Küresel hain çetelere karşı milletini yeri gelecek yapılacak bir seçimde büyük bir ferasetle uyarabilecek. İmam Şamil gibi bir millete önder olup bir avuç mücahidle çarlara dahi kök söktürecek.Ömer Muhtar gibi köy köy gezip imkansızlıkla cihad edip şaşırtacak.İkbal gibi milletine ruh verecek. İstanbul’un fethini Akşemseddin gibi teşvik edecek , unutulan Roma’nın fethi müjdesini Es’ad Coşan gibi tekrar hatırlatacak.İşte Kudüs içinde aynı ruhtan mutasavvıflar hiç bir şeyden geri durmazlar.

O zaman şu soruyu biri sorabilir niye bir öncü çıkmıyor ? İşte burada bir nüans daha var sabır ve sebat. İşler sihirli bir değnekle anında olmuyor , tedricilik var. İstanbul’un fethi , İstanbul’u fethedelim demekle olmuyor , gemiyi karadan yürütecek azim lazım , irade lazım. Kuşatmayı kaldıralım diyenleri idare etmek var , askeri teşvik etmek var , dua var ve hepsinden evvela Allah’ın takdiri var.

Kudüs konusunda Resullah’ın müjdesi var mı ? Var ,imanınız var mı ? Olması lazım.
Müslümanlar geri mi kaldı evet geri kaldı hem zihnen , hem siyaseten hem ekonomik olarak.O zaman bunları güçlendirmek için temel atmamız gerekiyor.
İnsanların sorgulayıp farkında olması için teşvik gerekiyor ,düşünemeyen , algılayamayan ,kritik edemeyen bir toplum başarılı olamaz.

Helal yaşayamayan bir toplum başarılı olamaz. Kur’an dan ,sünnetten uzaklaşmış hurafeye saplanmış bir toplum başarılı olamaz.Zinde olmayan , bedeni kuvvetli olmayan bir toplum başarılı olamaz.

Dağılmış , bir birine düşmüş bir ümmet başarılı olamaz. Dara düşünce düşmanlarıyla ittifak eden bir islam toplumu başarılı olamaz.
Müslümanlarda birleşme iradesi olmalıdır.Müslümanlar niye birleşemiyorlar ? Müslümanlar şuanki çağımızın algı ve anlayışının tesiriyle İslamı , islam dışı coğrafyayı , dünya gidişatını , geçmişi ve gelecek zamanı planlamayı tam kavrayamıyorlar. Kavrama sıkıntısı had safhada olduğundan ümmetin bölünmüşlüğünüde kavrayamıyorlar. Ümmetin dağıldığını kavrayabilsek bir anti reaksiyon olarak birleşme iradesi oluşabilir. Bu kavrama hususunda da mutasavvıflara büyük işler düşüyor.İslam düşünce yapısının sağlıklı mimarları mutasavvıflardır. İslam toplumu felsefeciler , filozoflar eliyle değil mutasavvıf düşünürler eliyle aşama kaydetmiştir bu hususu günümüzde dillendirmemek vahim bir hatadır.Mutasavvıf düşünürlerin etkisi azaldıkça sığlık ve sertlik artmaktadır.Bakınız cehalet demedim çokda iyi ilim sahibi olabilirler ama bu ilimde ayrıştırmaya hizmet edebilir.

Müslümanlar ekonomik olarakta dayanışma içinde olmalıdır aksi halde sömürülürler.Bu hususta müslümanlar bireysel şuuru artırmalıdır. Hem kazanma hem paylaşma hususunda müslüman ahlakı tam olmalıdır.Mutasavvıfların topluma hizmet müesseseleri , gönüllü çalışmaları ,yardım mekanizmaları ve vakıf medeniyetimiz fırsattır.Burada müslümanlar varken bilmem şuradaki müslümana yardım gidiyor gibi eleştiriler basiretsiz bir eleştiridir.
Hülasa müslümanın derdi olmalı ,ideali olmalı. Sabah işine giden , akşam dizisini izleyen değil aktif müslümanlar olmalıyız.Mutasavvıflar işte bu devinimi ve zemini sağlama konusunda mahirdirler. Bunu ancak tabii hakiki mutasavvıflar yapar , mistik miskinlerin bu işlerle alakası olmadığı için onlardan ancak hikaye ortaya çıkar.

Yukarıdada bahsettim mutasavvıflar ne ümmetten ne diğer kişilerden ayrı bir grup sadece eğitim metodu farklı , farklı donanımlara sahip kişiler onlar acaba ne yapabilirler diye bir fikir teatisi yaptık sözlerimiz çok genel nitelikli bu işlerin pratiği ise nice detaylar ister. Bu işler sadece mutasavvıflar ile olmaz Kudüs özgür olacaksa ümmetin her ferdiyle olacak burada mutasavvıflar nasıl hızlandırabilir onu düşünmeye çalıştık zira bu ışık mutasavvıflarda vardır , küllenmiş görülebilir belki ama aniden parlayıverirde.

Yazının başına dönelim zühde ihtiyacımız var.Zühde dönelim. Bugün kendimizi ancak zühd ile frenleyebiliriz ,toplumun her kesiminin zühde ihtiyacı var , zühd bir süre sonra Allah’ın izniyle başarıyıda getirir hatta yakın tarih bile buna şahittir. Gevşeklik ,savsaklık , nefse uymanın sonu duyarsızlık ve korkaklıktır.

Gelin birazda Kudüs’ün dervişi olalım. Kudüs bir mürşid gibi bize sesleniyor.Derviş kelime manasına inersek dilenci demek ,bu günden sonra daha fazla Kudüs için dilenelim , dilencinin kapıya tutunduğu gibi Kudüs için bir seyler yap diye müslümanlara tutunalım ,bırakmayalım.Yola çıkalım yorulmayalım.

Kambersiz düğün olmaz demişler , Kudüs yeniden ele geçerken dervişler , mutasavvıflar olmayacak mı , tabii ki orada olacağız , geri mi kalacağız o zaman ne duruyoruz , de haydi hazırlıklar başlasın.10.12.2017

Mehmet Emin Başalp

Kerem Bey’in Kitabı

 

mde

Kerem Bey’in Kitabı

Kerem İşkan Bey’i uzun zamandır gazete yazılarından , sosyal medyadan takip ederim.Yazılarınıda beğenerek okuyordum.Bir kitap paylaşımı yapmıştı ” İnsan Tarihleri ” adıyla.Konyalı yazarlarada ilgim var bu kitabı mutlaka edinmeliyim diye düşündüm ve bir irtibat vesilesiyle sağolsun imzalı bir kitabını hediye etti , kendisine çok teşekkür ediyorum.Hem teşekkür hem kitap üzerinden de olsa bir kaç kelam etme ihtiyacı hissettim.

Kitabın konusunu açıkçası merhum babasının hayat hikayesi zannediyordum birazda merakımı bu celbetmişti. Fakat kitap Kerem Bey’in gazete yazılarından bir seçki.Bu yazıların bir çoğunu okumuştum fakat yeniden keyifle okudum , okumadıklarımda varmış ” Masum Konyalı” gibi hayli güldürdü beni.

Kitaptaki seçkilerde merhum babası ile ilgili yazılmış olan yazılar var hatta ağırlığı teşkil ediyor. Şahsen Kerem Bey , ölüm , cenaze , sâla , cenaze evi , mezar , mezarlık ziyareti , ayrılık gibi konularda etkileyici yazılar yazıyor.Bu konularda yazı yazmayı ben çok zor görürüm.Zira muhafazakar görüşlere sahip yazarlarımızın bir çoğu duygusal yazı yazamazlar bende maalesef bundan muzdarip biriyimdir. Bir grubuda musahabe tarzından hoşlanır onlarda eski günlerin güzelliklerinden bahsederler. Ehh pek çoğuda hamaseti sever. Güzel tasvirler iyi nasihatler vesaire bunlarda becerikliyizdirde biraz insani yönümüzü ihmal ederiz.Kitap sanırım bu sebepten mütevellit ” İnsan Tarihleri ” adını almış galiba.

Yine muhafazar yazarlarımızda , başa gelen trajik hadiselerden, fakirlikten , çalışma hayatındaki zorluklardan,ekonomik sıkıntılardan , gurbetten , emekten , emekçiden falan pek bahsedilmez veya başkalaştırılarak bahsedilir. Kerem Bey’in bu konularda da üslubunu başarılı buluyorum.

Konu yine ölüme , cenazeye falan gelecekte bizde küçüklüğümüzde rast gelmiştik , cenaze evde yıkanırdı sanırım gasilhaneler o dönemde de vardı ama ev duruken gitmesi abes görülüyordu. Necip Fazıl’ın şiirinde bahsettiği isli kazanla filan işte su ısıtılıyordu bahçelerde.Artık bunlar kalmadı steril gadilhanelerde yıkanıp hazırlanıyor mevtalar lakin tahayyül dünyamızda daralıp gidiyor. Yeni nesli ben bu konulardan dolayı talihsiz görüyorum.Kerem Bey bu konuları gündemde tutuyor , tutmak lazım.

Konya değil eski tarihiyle yakın tarihiyle adetiyle , örfüyle , yaşantısı ve insanlarıyla bile hayli zengin konular içeren bir memleket bu nedenle iyi bir kalemin elinden çok güzel eserler çıkar yazmaktan çekinmemek lazım , teşvik etmek lazım, ele kalemi , klavyeyi alıp yazmak lazım.
Esasında bu kitapta yok ama Kerem Bey’in at çiftliği kurma macerasını anlatan bir kaç yazısı benim en beğendiğim yazılarından.Kerem Bey yazmaya devam ediyor , uzun yıllar yazmasınıda temenni ederim , gazetecilik , yazarlık hayatında da başarılar dilerim.12.11.2017

Mehmet Emin Başalp

ŞEHİR TARTIŞMALARI

 

images

ŞEHİR TARTIŞMALARI
Son yıllarda ve günlerde hızla artan bir şehirleşme tartışmaları var.Herkes mesleğince , meşrebince bir hususu dile getiriyor illaki haklılık payları hepsinin vardır ama özünü atladıklarını düşünüyorum. Köy kutsamasından , romantik taleplere ayağı yere basmayan çıkarımlar ve çözüm önerileri de cabası . Bir şehri sırf yapılaşma üzerinden değerlendirmeye tutarsak yanılırız. Konunun merkez noktasının insan olduğunu düşünüyorum.
Şehirlerimiz betonlaştı , her taraf apartman doldu , siteler yapıldı trafik çilesi falan filan diye şikayetler ardından efendim eskiden komşuluk vardı şu vardı bu vardı hep bunlar yüzünden kayboldu gitti. Etkisi var mıdır illaki vardır . Lakin şimdi şehrin hepsi bahçeli müstakil evlerden oluşsa yeniden muazzam bir komşuluk mu oluşacak ? Bahçeli evler olsa çocuklarımız , gençlerimiz ev ahalisi tabiat ile iç içe mi yaşayacak ? Bunları dejenere eden yok eden başka faktörler , komşuluğun sebebi insanların geçmişte bir birine olan ihtiyaçları idi bu hem maddi gereksinimler hem de sosyal gereksinimlerdi.Artan refah ile artık herkesin her şeyi var ve komşuya ihtiyaç kalmadı sosyalleşecek de bir çok şey bulduk.Bahçeli evde çocuklar bahçede oyalanacaksa evde bilgisayar ve telefonla kim oynayacak ? Sadece siteler , apartmanlar değil modernizmin getirdiği yaşam kültürü bizi bir değişime itti , itiyor. Evvela insanların bu sorgulamayı yapması lazım.İnsanların başını kaldırıp o modernist dünyadan ayrılmaları lazım.
Mahalle kültürü denilen şey çalışmayan annelerin kadınların olduğu bir kültürdü mesela şimdiki kadının toplumdaki yeriyle o mahalle yeniden yeşil bahçeli evlerle , müstakil binalarla falan geri gelir mi ? hayal edenler var fakat ancak beklemeye devam edebilirler. Çocuğuna anaokulundan , ilköğretimden , üniversite ve daha fazlasına , dil eğitiminden çeşitli aktivitelere bir kariyer hedefleyeceksin ama ahh ne güzeldi o mahalle keşke öyle olsa idealinde olacaksın , kardeşim o günler geçti bin kerede olmaz yüz kere de olmaz o mahalle senin kariyer planlarına izin vermez.Sana steril yerler lazım.Şehir seni dönüştürmedi sen şehri kendine göre dönüştürdün. 1950’de Konya merkez nüfusu 157.000 yıl 2017 1.300,00 olmuş. Nostalji hastalığı nedeniyle 157.000 nüfuslu bir şehrin güzelliklerinden bahsediyoruz , ihtiyaçlarından bahsediyoruz , şartlarından bahsediyoruz.değişen çok şey var değişimlere karşı direncini oluşturamamış insanlar var esas vakıa bu.

 
Eski şehirlerimizde nüfus az olmakla beraber büyük camiler şehrin merkezinde olan ulu camiler , çarşı camileri vesaire idi burası şehrin zaten kozmopolit yeri olduğundan büyük olması sorun teşkil etmez oysa mahallelerde cuma namazı bile kılınmayan mescitler vardır. Mescidin kapasitesi belli , alacağı kişi belli iyi kötü giden gelen bir birini tanır. Şimdilerde cami yok mu var , hatta sayısı son derece abartılmış şekilde bir cami yapımı var.Boyutu son derece abartılmış camiler var.Sitelerin , yeni toplu konutların arasında nüfusa orantılı olarak güya koca koca camiler yapılıyor.Bu boyutta camilerde insanlar bir biriyle falan tanışacak bir cami cemaati kültürü oluşacak bu mümkün değil nitekim de oluşmuyor , küçük küçük camiler yapılsa belki daha uygun olurdu diye düşünüyorum. Düzenli , intizamlı olunca bir şey aynı etkiyi doğurmayabilir.

 
Şehirlerimizden mezarlığı niye attık buda yine betonla , gökdelenle , apartmanla şunla bunla ilgili değil modern imar anlayışı da kusura bakmayın bu bizim anlayışımız değil.Bizim camilerimizin etrafı hazire idi , mezarlık idi , mezarlık şehirle iç içe idi.Şimdilerde planlama yapılan yeni modern yüzbinlerce insanın yaşadığı alanlarda mezarlık en dışarıda yüksek duvarla çevrili. Sekülerleşme bunu getirdi bu sekülerleşmeyi artırdı vesaire derken Yahya Kemal’in dediği gibi Türkler ölüleriyle beraber yaşayan bir milletken bize bir şeyler oldu ne olduysa azar azar oldu , uzaklaştık artık yaşamıyoruz.Şimdilerde kürsülerden hocalar ölüm var diye feryad etse ne fayda şeyhler rabıta yapın dese ne fayda ,insanların tahayyülü daralmış neyi hayal edecek. Şimdilerde de cami etraflarına neden defin yapmayalım neden apartmanların , sitelerin arasında da bir mezarlık alanı planlanmasın bunlar zor şeyler değil. Reşat Nuri Güntekin’in , Çalıkuşu romanı’nda , Feride’nin Zeyniler köyü , mezarlık , cenaze falan gözlemlerini bilirsiniz. Steril yaşamak isteyenler için 1800’ler de de imkan vardı pek ala. Bu zihniyet apartman beton doldurmak suretiyle dönüştürmedi şehirleri başka yerden dönüştürdü şehirleri. Kendilerince insanları mutlu eden şeyler göz önüne , insanları mutsuz eden şeyler dışarıya atılmıştır.İlgiyi yola , köprüye , siteye , rezindansa , avm’ye çekersek ruhu oluşturan hususları unuturuz. Hastaneler şehrin içinde olsun , huzurevi de şehrin içinde olsun insanlar görsün mezarlık şehrin içinde olsun şehre ruh veren , tahayyülü geliştiren şeyler birazda bu olsa gerek.

 
Şehirlerimizde yeniden o kadim kültürümüzün canlandırılmasını istiyorsak bir yerlerden dokunmaya başlayacağız.Ama bunlar işin özüne yönelik olacak bir birinin karşıtlığıyla ortaya konulan şeyler istenilen hususları doğurmadığı gibi başka başka sorunlarda çıkartabilir.Önemli olan ikame hususunu çözebilmektir. Bu ikame gelişmeler durumu da düşünmeyle olur , düşüneceğiz.İyi ve yozlaşmamış bir şehir hayatı kurmak istiyorsak değişikleri iyi planlamalıyız.
13. yy ve 14. yy için hamam şehirde bir anlam ifade ederken bugün bir anlam ifade etmemektedir. Şehirlerimizde yüzme havuzlarımız yoktu günümüzde gayet güzel yüzme havuzları inşa edilmeye başladı. Daha fazla yaygınlaşmasını da isterim.Fakat bu yüzme havuzlarının bir kültürü var mı ? yok , kimi vakit geçirmek , kimi zayıflamak kimi yüzme öğrenmek birazda spor amacıyla gidilen , bazılarının sadece suyun içinde dolaştığı , havuzun ticari bir kaygıyla işletildiği ruhsuz yapılar. Detayına vakıf değilim ama Avrupa’da misal binicilik yahut Amerika’da beyzbol kulüpleri filmlerden gördüğümüz kadarıyla bir sosyal yaşam alanı , insanların oraya üye olmakla bir prestij elde ettiği , arkadaşlığın oluştuğu , spor amacının ön planda da tutulduğu , kimi zaman sosyal sorumluluk projelerinin yapıldığı bir mekan. Şimdi bizde neden x yüzme havuzu üyeleri ağaç dikim organizasyonu yapmıyorlar demek ki mekan bir ruh vermiyor bir amaç oluşturmuyor neticede insan faktörü gerekli .

 
Bazen medyada görürsünüz ahilik haftası vesaire bir iki folklorik gösteri falan bu tip organizasyonlarla ne ahilik canlanır ne esnaf ahlakı gelişir , Avm kültürüne karşıyız demekle de bu iş olmaz neden bir alışveriş merkezimizde çalışan kadınlar , erkekler için ahlaki , ailevi , dini bir takım eğitici çalışmalar yapılmaz.Bunun için birileri ön ayak olsa bu çalışmalar başlamaz mı , pek ala başlayabilir. Bu bir ahilik çalışması olmaz mı ? birilerinin başlatması lazım. Ahilik bedestende vardı vesaire gibi nostaljik takıntılarla da bir yere gidilemez istenirse şimdi de pek ala her yerde olur.
Site yöneticisi sadece sitenin çöpüyle , ısınmasıyla ilgilenmesin , ortak komşuluk organizasyonları da düzenlesin. Ülkemizde binlerce STK var çeşitli hayır hizmetleri yaparlar bir kerede sosyal yaşam alanları , park alanları , bahçeler veya tabiata ve şehrin dokusuna uygun binalar yapsalar olmaz mı ? Zihni çerçeveyi değiştirmek lazım.Ülkede hocalar , cemaatler , tarikatlar vb trafiği de önemseyebilirler , bisiklete binmeyi teşvik edebilirler ben duymadım şimdiye kadar ama keşke olsa. İnsanı merkeze almaları gerekir. Şehir ve şehirliliği önemseyen , anlatan , yerleştiren bir algı yok.Hocalarımız ekran başında imsak tartışmasından , mezhep tartışmasından öteye gitmiyorlar. Kardeşim şehirde hak nedir , saygı nedir , tahammül nedir , edeb nedir , komşuluk nedir bunlar çok mu önemsiz konular ama heyhat bulabilene aşk olsun. Fütüvvetnameler acaba niye yazıldı da şimdi niye yazılmıyor. Çünkü oraları aştık İmam Maturidiler yetiştirmekle meşgulüz.
Kadın , erkek , öğrenci , genç , zengin , fakir , eğitimli , eğitimsii şehrini sevecek , şehrine katkı sağlayacak. Bu şartlar altında her şeyin en iyisi yapılsa dahi ne olur fanusta yaşayan ruhsuz insanlar topluluğu oluruz.Şekle takılmadan şeklide yaşantımıza uygun hale getirip şehri ve şehirde yaşama kültürünü yeniden yerleştirmenin yollarını aramalıyız ama önce insan diyerek. 10.11.2017
Mehmet Emin Başalp

KARS NOTLARI

dav

KARS NOTLARI

Yaz aylarında Ebu’l Hasan Harakani Hz’leri ile ilgili bir kaç metinle karşılaşmıştık. Bunlardan biri Düzceli Zahid El Kevseri Hz’lerinin eserinde idi , Zahid El Kevseri’yi bilen bilir , dini konularda dünya çapında bir alimdir. Eserine Harakani Hz’lerinin kabrinde yapılan duaların makbul olduğu seklinde bir rivayete yer vermiştir. Muhakkak duaları kabul eden ancak Allah-u Teala’dır.

Yine yazar Recep Koçak’ın internette de var bir yazısını görmüş yazıda Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi’den rivayetle ” her insan ömründe bir defa bile olsa Ebul Hasan Harakânî Hazretleri’nin kabrini ziyaret etmeli, o da ona yeter’, dermiş! ” bu yazıları görünce yahû bir Kars’a gidip bu mübarek zatı ziyaret etsek , tarihi ani ören yerini falan gezsek diye 3-5 arkadaşla konuşurken bir anda hesaplı uçak bileti araştırıp Ekim ayına bilet aldık.Çok şükür ziyaret ve gezimiz bereketli geçmiş olup bu gezi notlarını siz değerli dostlarım için paylaşma gereği duydum.

Kars’a Ankara’dan uçakla gittik , Bir saatten biraz fazla süren bir yolculuk oluyor.İsteyenler için havaalanında araç kiralama şirketleride var. Ani ören yerine gitmek isteyenler için araca ihtiyaç var.

Havaalanından çıktıktan sonra doğruca rezervasyon yaptırdığımız öğretmenevine gittik , öğretmenevi büyük fakat biraz bakımsız , az bir ücret farkıyla konaklamak için otellerde tercih edilebilir , tarihi rus yapısı Katerina Otel’i de dışardan gördük , konaklanılabilir.

Kars’ta ilk olarak doğruca Hasan Harakani Hz’leri türbesine gittik.Türbe Evliya Camii’nin yanında , yeniden elden geçirilmiş yeni haline ilişkin internette bile görseller yok bu blog sayfamızda paylaşmış olalım.

Harakani Hazretleri tasavvufi gruplar için önem arz ediyor zira silsile denilen Peygamber Efendimiz ile sağlanan ilmi/manevi bağın 7.halkası ve esasında ilk dönemden Türkiye’de medfun en eski sufi piri. Bu açıdan da esasında tasavvufi çevrelerce sık ziyaret edilmesi gerekirken herhalde coğrafi uzaklıktan olsa gerek pek revacta olmuyor.

Hayatı vesaire detaylara girmeyeceğim fakat Harakani Hz’leri çok önemli bir ilk dönem sufi piri olması yanında müridleriyle beraber Kars’ın fethine katılmış ve burada şehid düşmüş bir mücahid. Anadolu’yu vatan edinmek için yola çıkan Selçuklu Sultanlarını teşvik etmiş , ahaliyi teşvik etmiş ve bizzat kendi de bu fütühatta yer almış.Allah gani gani rahmet eylesin.Feyizli , güzel bir mekan.

Böyle mücahid , alim ve veli za’atları ziyaret etmek hayatlarını okumak ve örnek almak gerekiyor.

Harakani Hz’lerinin türbe ziyareti sırasında öğle ezanları okunuyordu karşılıklı camilerden okunan ezan etkileyiciydi biz öğle namazını hemen karşısında yer alan ve camiye çevrilmiş olan Kümbet Camii’nde kıldık.Burası 12 Havariler Kilisesi olarak yapılan bir Ermeni Kilisesi , camiye çevrilmiş , yapıyı ben daha önceden bir takım sebeplerle Selcuklu konik türbe mimarisini etkileyen yapılardan olduğunu okumuştum.Bilhassa kubbe kısmı gerçekten bu yapı formunu andırıyor.İyi korunmuş bir yapı ve cami olarak ibadete açık olmasıda sevindirici.
Bu camiinin üst tarafında da Kars Ulu Camii bulunuyor biz daha sonra gelmek üzere ayrılmıştık fakat daha sonra kapalı olduğu için göremedik Ruslar bu camide müslümanalrı yakmışlar ve camiyi yıkmışlar kıble duvarında bu izleri görmek mümkün dediler.Bu türbe ve camilerin olduğu yer heybetli ve iyi korunmuş Kars kalesinin eteklerinde park/meydan gibi bir yerde bulunuyor.Etraf köhne yapılardan temizlenmiş nezih ve temiz.
Kars Kalesi’ni biz akşam görebildik , şehre hakim bir tepede , Kale’den Kars şehrini izlemek gerekiyor.Kars kalesine çıkan bu şehre bir daha gelirmiş gibi her şehrimizde bulunan klişe rivayetlerden burada da var.

Öğleden sonra Ani harabelerini görmek için yola çıktık , Kars’a 50 km kadar uzaklıkta , yol duble yol ve düz.Ani köyünü geçtikten sonra muhteşem Ani surları gözüküyor. Ani diğer iki tarafı derin vadi ve akarsuların kesiştiği bölgede ,kalan kısmı da yüksek surlarla kapatıldığı için zamanında oldukça güvenlikli bir bölgedeymiş.

Kale kapısından sehre girildiğinde sehrin tamamen harap olduğu ve terkedildiği anlaşılıyor.Sadece temel izleri kalmış. Ören yerinde sağlam kalan yapılar şehrin abidevi mekanları , kiliseler vs.

Ani ören yeri oldukca etkileyici , fotoğraflar bunu tam olarak yansıtamıyor. Biz ilk olarak Manuçher Camii’ne gittik , burasının Ani Sultan Alparslan tarafından fethedildikten sonra yapılan ilk camii olduğu söyleniyor.Camii derin bir vadide akan Arpaçay’ın yanında ve dik bir yamaca inşa edilmiş , penceresinden vadi ve karşıdaki Ermenistan toprakları gözüküyor.Camide sanırım mihrap kısmı tahrip edilmiş fakat kıble yönü belli burada taşların üzerinde namazımızı kıldık. Anadolu’ya ilk gelen ecdadımız binlerce sene ibadet ettiği bu cami gerçekten etkileyici.Sekizgen bir minaresi var , mimari şeklini orta Asya ve herhalde Ani yerel mimarisinden alıyor.

Camiden çıktıktan sonra Büyük Katedral olarak adlandırılan yapıya gittik.Burası da Sultan Alparslan’ın Ani fethettiğinde camiye çevirdiği Fethiye Camii olarak anılan yer , kubbe kısmı çökük fakat baya yüksek ve büyük bir taş yapı. Bu kiliselerde resim var mıydı bilmiyorum ama biz izlerine rastlamadık , tahminin yapıldığı dönemlerde ikona karşıtı dini cereyanın etkisinde olabilirler.Bu mekanda ise bir turist grubu kilise ilahileri söylemeye çalışıyordu.Sonradan öğrendik ki , Gürcistan üzerinden gelen Ermeni bir grupmuş. Sur dışında devasa bir Türk Bayrağı bu bayrak kanaatimce Ani’nin içine dikilmeli , ayrıca bir Selçuklu bayrağı da dikilebilir.Ani ören yeri gençlerimizce vb programlar dahilinde ziyaret edilmelidir.Ani bizim ecdadımızın şehid düştüğü Anadolu’ya ilk girdiğimiz yer.

Ani geniş bir alan her yerini detaylı gezmek vakit alıyor çok da vaktimiz olmadığı için her esere gidemedik , Bakireler Manastırı olarak adlandırılan yapı iyi korunmuş bir kilise.Bu kilisenin yanında önceki grup halay benzeri bir oyun oynuyordu yüksek müzikle , bizde mütevazi cep telefonu müziğimizle mehterle karşılık vermeye çalıştık.

Sadece temel ve sütunları kalan daire bir kilisenin kalıntılarını görüp , muhtesem surların etrafını dolaştık hava kararmaya yüz tuttuğu için ayrıldık , Ani’deki eserler daha geniş vakitte tümü ve detaylı şekilde gezilebilir. Gerçekten etkileyici ve anlamlı mekanlar.

Akşam namazı vaktinde Kars’a döndük , Kars malum olduğu üzere Caferi mezhebinden vatandaşlarımızın yaşadığı bir şehir , bir Caferi camisini merak ediyorduk.Kars Işıklı Camii’ne gittik. Camii Osmanlı mimarisi ile yenilenmiş ve büyük bir camii. Camiye girdiğimizde yabancı olduğumuzu anlayan bir amca bizi bilgilendirdi , muhabbet etti.Son derece güzel karşıladı ve hoş bir sohbet oldu.Namaz’ın kılınma şeklini anlattı , onların yatsı namazını cem edeceklerini ama bizim etmeyebilecegimizi belirtti.Nitekim biz yatsıyı kılmadık.

Ezan ve kamette bazı değişik ekler var.Cami’de kıble kısmında Allah ve Muhammed isimleri yazılmış , diğer Hulafa-i Raşidin Efendilerimiz isimleri yok. Sadece Hz.Ali , Hasan , Hüseyin , Fatıma annemiz ve bazı isimler var ( Hz.Ali ve Hüseyin Efendimizin çocukları olabilir )

Secde kısmına taş koyuyorlar , secdeye eğilemeyenler için sandalye camilerimizde sık görülen bir uygulama oldu fakat burada secde için sandalye önüne birde yüksek rahle benzeri masalar konmuş , cami içinde ilginç bir görüntü oluyor.

Akşam namazı şii tarzı sarık ve cübbeli bir imam tarafından kıldırıldı.Namazda eller bağlanmıyor , imam bütün rüku , secde ve tahiyatta namaz dualarını sesli okuyor. Fatiha ve zammı sure haricinde okunan dualar ve tesbihat farklılık arz ediyor. Namaz sonunda başı çevirerek selam verilmiyor.Namazda benim hissettiğim , toplu bir dua yapılıyormuş izlenimine kapıldım.( Nitekim namazda bir duadır ) Bizde ise malumdur camide daha disiplinli bir namaz kılınır.Oldukça farklı bir deneyim oldu.Dini değerlendirme yapmıyorum ama insanların bir birini bilmesi lazım bunun asla zararı yoktur aksine faydası vardır.

Gezi kısmını bitireyim de biraz yeme içme ve sosyal hayata değinelim.Akşam şehir sokakları yaya dolaşıp şehri gördük , şehir küçük bir şehir olduğu olduğu için aynı yerden birkaç kez geçiyorsunuz.Sanırım Rus yapısı binalar kamu binaları olarak kullanılıyor.
Pazar sabah namazını Evliya Camii’nde kıldık.Cemaat camilerde az maalesef Kars’ta , Harakani Hazretleri’ni tekrar ziyaret edip gezi kısmımızı sonlandırdık.Fazla vaktimiz olmadığı için Sarıkamış ve Çıldır Gölüne gidemedik oralarda yaklaşık 50 km’e kadar Kars merkeze.
Cumartesi öğle yemeğini internetten edindiğim bilgilerle Kars Hanımeli Lokantası’nda yedik.Burası geleneksel ev yemekleri yapan bir lokanta.Kaz yemeyi akşama bıraktığımız için burada ev yemeklerinden pitiyi denedik.Piti kuzu incik ile yapılan bir yemek tabağa önce lavaş kırılıyor , üstüne salçasız haşlanmış nohut ve suyuyla birlikte haşlanmış kuzu incik konuyor.Hanımeli lokantasında yediğimiz piti oldukça lezzetliydi.Akşam ise Kazevi’nde denediğimiz piti ise o kadar lezzetli değildi.Hanımeli Lokantasında Hangel adı verilen etsiz bir mantı denedik , mantı yufkasının kare şekilde kesilip üst üste konduğu sarımsaklı yoğurt ve karamelize edilmiş soğan konan bu yemek tahminimizin ötesinde lezzetliydi.Yine akşam Kazevi’nde denediğimiz hangel de hanımeli lokantası kadar lezzetli değildi.Bizim gafil konak dediğimiz ama gafıl konak diye isimlendirilen bir tatlı daha denedik.Zencefilli , tarçınlı ilginç görünümlü bir tatlı fakat pek damak tadımıza hitap etmedi.
Akşam ise Kars Kazevi Lokantasında kaz etini denedik, kaz pahalı bir yemek , internette tadının çok aromatik olduğu söyleniyordu şahsen daha öncede hiç kaz eti deneyimlememiştim ama beğendim , kaz etini Kazevi lokantasında , piti ve hangeli ise hanımeli lokantasında yemenizi tavsiye ederim.Kazevi Lokantasında umaç helvası adı verilen bir tür un helvası da yedik , un helvalarına benzeyen bu tat lezzetliydi , Konya usulüne göre içinde un kısımları pütür pütür bırakılmıştı.yenilmesini tavsiye ederim.
Kars hareketli bir şehir , az nüfusuna rağmen sokakları canlıydı.Şehirde bir çok cafe de canlı müzik vardı.Canlı müzik olmayan sakin bir yer için yeni tür kahve çeşitleri bulunan bir cafeye oturduk.
Tabii unutmadan geçmeyelim Kars kaşar peyniri ile ünlü bilhassa kekikli kaşar çok hoşumuza gitti.Bu tür alışveriş yapılabilecek dükkanlar şehirde kolayca ulaşılabilecek şekilde.
Pazar günü kahvaltıyı ise sabah namazı çıkışı bir dostumuzun evinde yaptık.Kahvaltı içinde kendisine buradan teşekkür etmiş olalım.
Kars gezisinden şahsen keyif aldım , uçak yolculuğu da olunca esasında oldukça uzakta olduğumuzu da pek hissedemedim.Şehir gidilip , görülmeye değer , tabii karlı havalarda nasıl bir hal alıyor görmek gerekebilir.Sarıkamış ve Çıldır gölü de eklenebilir.Bir gezi sadece gezmek tozmak , yemek içmek için yapılmaz gitmişken o şehirde bulunan bir manevi , tarihi büyüğün hiç olmazsa mezarını ziyaret etmek , dost , ahbap varsa ziyaret edip hediyeleşmek gerekir.
Nacizane Kars notlarımız bu şekildedir.Gezilerde planlı hareket etmek ve önceden hazırlanmak işleri kolaylaştırır ve zamanlama sorunu yaşamamanıza sebebiyet verir.Kars’a gidecekler için fikir vermek amacıyla da sizlerle paylaşmak istedim.18.10.2017

Mehmet Emin Başalp

ANADOLU KANUNU

images (5)

 

ANADOLU KANUNU

Anadolu Kanunu diye bir kanun olmaz tabii fakat Anadolu’nun küçük şehirlerini kalkındırma , nüfus dengesinin yeniden sağlanması ve iskan politikasınıda içine alan yeni bir mali , iktisadi , tarım , nüfus , kültür şehirleşme ve güvenlik konularını içeren bir dizi kamu reformu yapılması gerekmektedir.

Türkiye’de nüfus hızla büyükşehirlere akmakta ve Anadolu ıssızlaşmaktadır.Bu duruma ilişkinde Bizans ve Osmanlı tecrübeleride vardır.Anadolu’nun güçsüzleşmesi , her açıdan kuraklaşması devletleri sarsmıştır.

Bugün İstanbul nüfusunun Tekirdağ , Kocaeli ve Sakarya ile birleşik halde devasa rakamlara ulaşması Ankara , İzmir ,Bursa , Antalya , Adana vb nüfuslarının hızla artması ve nüfusun belli bir yere aşırı birikmesi şehirleşme , imar , kirlilik , trafik , ulaşım gibi çok sayıda sorun doğuruyor.

Deprem riski altındaki bu şehirlerde sanayi ve yoğun nüfus , artan suç , güvenlik sorunlarınıda beraberinde getiriyor.

Bu şehirler kendi çevresinden gıda temini de sağlayamadığından uzak şehirlerden gıda ve su temini sağlanıyor.

Aşırı nüfus nedeniyle şehir kimliği bozulmakta buda ciddi bir kültür ve medeniyet yozlaşması oluşturmaktadır.Kuraklaşan Anadolu şehirlerinde de sosyal hayat ve yerel kültür can çekişmektedir. Ucuz , kimliksiz bir kültür her tarafı sarmaktadır.

Sanayi , ticaret ve tarım kalkınma ajansları yanında milli kültürü kalkındırma ajanslarıda kurulmalı. Kültürümüze dair yerel gelenekler ( halıcılık , halk müziği vb ) desteklenmeli , yaşatılmalıdır.

Sözü uzatmamak lazım , bir takım teşviklerle bu durumun değişmesi çok yavaştır.

Bir takım sert tedbirlere ihtiyaç vardır.

Ülkedeki petrol ürün fiyatları değişmelidir.
İstanbul en pahalı benzini kullanırken , Kırşehir en düşüğünü kullanabilmelidir.

İnternet , elektrik , su , telefon hizmetleri düşük nüfuslu yerlerde ucuz , büyükşehirlerde pahalı olmalıdır.

Büyükşehirlerde nüfuslarına göre kademelendirilip herhangi bir adaletsizliğede sebebiyet verilmemelidir.

Tarım ve hayvansal ürünün karşılanması sıkı denetime bağlanmalı , her şehirden her şehire tarım ürünü transferi izinle olmalı , tarımsal üretimin düştüğü şehirlerde üretim yeni pazarlara sevk yoluyla canlandırılmalıdır.

Ülkemizde yetişen yerli ürünler teşvik edilmeli , Amasya elması duruken bütün marketleri Arjantin yeşil elmasının sarması gibi tek tip gelişmeler önlenmelidir.

Emekli maaşları , sgk primleri nüfusa dayalı şekilde kademelendirilmelidir. Bu şekilde düşük nüfuslu yerlerde yaşayanlar avantajlı hale getirilmelidir.Tabii göstermelik ikametgah aktarımı gibi şark kurnazı uygulamalarada fırsat vermemek için yaptırımlar sert olmalıdır.

Her ne kadar Büyükşehir yasası ile köyler mahalle olsada tarım reformu elzemdir. Arazi bölünmesini engelleyici yasalar yanında ilerde tüm tarım arazilerinin devletin olacağı kullanımının çiftçiye devredileceği sistemin zemini oluşturulmalıdır.Zira ekilmeyen ve bakımsız araziler sorunu tarımsal üretimi düşürmektedir.

Tarım arazilerine inşaat yapımı sınırlandırılmalıdır.

Yıllardır devam edegelen turizm politikası değiştirilmeli , turizm şehirlere çekilmeli , şehir ekonomisine katkı sağlamalı.

Kıyılarımızda devasa büyüklükte otel inşaasına izin verilmemeli , turizm gelirlerinin yerli işletmecilerde kalması sağlanmalı , yabancı turizm işletmelerinden yüksek vergi alınmalıdır.

Ciddi bir ağaçlandırma seferberliği ile ülkemizde yeşil hatların oluşturulması , köylerin etrafının yeşillendirilmesi , bakımı sağlanmalıdır.Askerlik yapanlar , üniversite öğrencileri , kamu personeli ağaçlandırma çalışmalarına sevk edilmelidir.

Anadolu’da bürokratik sistem basitleştirilmeli , küçük ilçeler , adliyeler kapatılmalı , klasik kaymakamlık teşkilatları yerine daha etkin olacak tarım , orman ve kültür teşkilatları yapılandırılmalıdır.Bu işlerin ekonomik getirisi koordine edilmelidir.

Tarihi şuurun artması için Anadolu şehirlerinde değişik katılımcı portfoyü ve etkinliklerle , etkin ve kalıcı faaliyetler yapılmalıdır.

Cumhuriyetin kuruluşu Ankara’da , İstanbul’un fethi İstanbul’da , Anadolu Selçuklu Devleti’nin kuruluşu Konya’da , Çanakkale Zaferi Çanakkale’de büyük etkinliklerle anılmalı. Söğüt’te , Malazgir’te , Sarıkamış’ta , Maraş’ta , Antep’te , Urfa’da , Samsun’da müsamere havasından çıkmış anmalar gerçekleşmelidir.

Erzurum , Sivas , Malatya , Kayseri , Konya , Isparta , Alanya vb şehirler Selçuklu kültürünü koruma şehirlerleri ilan edilip mimariden sanata bu akım tüm halka benimsetilmelidir.

Amasya , Manisa , Bursa ,Edirne , İstanbul şehirleri Osmanlı mimari ve kültürünü yeniden diriltmelidir.

Hz.Mevlana , Yunus Emre , Hac-ı Bektaş-ı Veli , Somuncu Baba , Ahi Evran , Akşemseddin Hz’leri , Şeyh Şaban-ı Veli gibi Anadolu’yu mayalayan maneviyat önderleri turizm ve reklam kaygısından uzak etkinliklerle anılmalı , yaşatılmalı. İnsanların yeniden bu öğretileri öğrenmek ve anlamak için dünyanın her tarafından gelmesi , ağırlanması sağlanmalıdır. Basit müzecilik , ilginin günden güne azaldığı anma töreni , ucuz çin malı hediyelik eşya satma anlayışından kurtulmak gerekir. İnsanların sadece mezar ziyareti ile bu şehirlerimize gelemeyeceği düşünülerek geldiği bu şehirde derinlemesine bu öğretinin etkisine girmesi sağlanmalıdır.Bu şehirler birer cazibe merkezi haline getirilmelidir.

Anadolu şehirlerinin lojistiği için her türlü kara , hava , demiryolu ağı kurulmalıdır.

Eğitim kalitesinin düşmemesi için küçük yerleşim yerlerinde görev yapan öğretmenlerin ücretleri anlamlı şekilde artılmalıdır.Lise kalitesi artırılmalı her ilde eşit eğitim ve eşit öğrenci kalitesine sahip prestijli liseler kurulmalıdır , nüfus taşınmadan kaliteli bir eğitimin yolu bulunmalıdır.

Tv yayınları , yayınlar , diziler , filmler ile Anadolu’da yaşam özendirilmeli , insanların memleketlerinde üreterek ve yaşayarak daha mutlu bir yaşam sürdüğü , büyük şehirlerde göç , trafik , stres ve yozlaşmadan kaynaklı olumsuzlukları konusunda bilgilendirilmelidir.Kalabalık şehirlerde kaybolan hayat gailesi içinde boğulan nitelikli insan kaynağının daha rahat bir ortamda daha fazla sanatsal , sportif ve kültürel gelişim sağlayabileceği farkındalığı oluşturulmalı.

Küçük şehirlerdeki serbest meslek erbabının ( avukat , mimar , mühendis vb ) kazancının belli bir düzeyde olması için yaptığı işlemlerden tahsilatın peşin yatırılacağı ve belli bir havuzun olacağı ve belli bir payın dağıtılacağı bir sistem kurulmalıdır.

Şehirciliğe karşı değilim , şehir medeniyettir. Köylülük ise geriye gidiştir.Amacım Anadolu şehirlerinin yaşam sorunu yaşamaması , nüfus birikmesinin önlenmesidir.

Büyükşehirlerde , büyükşehir ruhuna uygun her türlü yapı ve hizmet illaki yapılacaktır.Büyükşehirlerdeki parktır , yapılaşmadır vb bu tip konular yazımızın amacı dışındadır.

Bir köylü kalkınması gibi insanları tarım faaliyetlerine sevk etmek ve köyü kutsamakta yanlıştır.

Nüfus Anadolu şehirlerinde kaldığı müddetçe kırsal kesimle irtibat artacağından köylerde ıssızlıktan kurtulacaktır.Bugün ulaşımın artması ile insanların haftasonunu köylerde geçirmesi , tarımsal üretim yapması pek ala mümkündür.Kayseri merkezde oturanın Kayseri’deki köyüne arada sırada gitmesi , İstanbul’dan , İzmir’den gitmesinden hayliyle daha kolaydır.Bu gibi orta ölçekli şehirlerde de her türlü eğitim , sağlık , kültür ve sosyal donatılarda mevcuttur.

Ülkede sanayi ve ticaret tabiki belli alanlarda yoğunlaşmıştır bunlarında çeşitli sebepleri vardır , kısa sürede değişmeside ütopiktir fakat hareketlenen Anadolu’ya daha sonra sermayeninde ilgi göstereceği açıktır.

Anadolu’nun müteşebbis ruhunun canlandırılması , teşvik edilmesi , kalkınması için heyecana ihtiyaç vardır. Merhum Erbakan hocanın ” Bir şey istiyorum , heyecan , heyecan , heyecan ” dediği gibi Anadolu şehirlerde başlayan ve gelişen milli muhafazakar siyaseti , büyükşehirlerin kozmopolit sitelerinde , sokaklarında , cafelerinde kaybetmeyelim.

Bu konformist bakış açısı , tek tipe dönüşmüş çevrede yetişen , yerli figürlerden , dekorlardan uzak , yerel şiveye dahi aşina olamayan nesil ilerde bir birine benzeşmiş Avrupa gibi ancak kendi bireysel çıkar ve taleplerini düşünen koca bir kalabalığa dönüşür. Anadolu’nun safiyeti bozulur.
Mehmet Emin Başalp

İSLAMİ SOSYAL ÇALIŞMALARDA ÖZGÜNLÜK SORUNLARI – ( KAYNAK KULLANIMI )

images (2)

 

İSLAMİ SOSYAL ÇALIŞMALARDA ÖZGÜNLÜK SORUNLARI – 6 ( Maddiyat )

İslami sosyal çalışmaların çoğu malum olduğu üzere bir takım maddi güçlerle yapılmaktadır. Para ihtiyacı , araç – gereç ihtiyacı , mekan ihtiyacı gibi bir çok ihtiyaç bulunmaktadır.Bu ihtiyaçlar müslümanların fisebillillah bağışlarıyla giderilir.

Bu maddi gereksinimin bir kaç boyutu var bunlara değinelim fakat peşinen şunu ifade edelim, özgün İslami sosyal çalışmalar en az maddi kaynak ile beraber en saf ( temiz ) maddi güçle yapılandır. Neden mi ? Çünkü gerisi İslami olmaktan çıkar.

Neden az kaynak ile yapılan iyidir. İslami sosyal çalışmalar müslümanların parası ile yapılmaktadır.Zaten objektif şartlarda müslümanların parasal gücü yok az kaynak hususu gerçeği yansıtmıyor diyemeyiz.İster çok , ister az kaynağa sahip olalım israfa girecek hiç bir harcamayı yapamayız.

Yine mevcutlar içinde de o çalışma için en az maliyetli ve en faydalı yöntem neyse onu tercih etmeliyiz.

Yazımda basit örnekler vereceğim , geniş anlamda siz hayal edin.

Müslümanların sosyal faaliyetleri ile ilgilenen bir kurum , gelene gidene bir şeyler ikram edecektir doğal olarak.Bunlar makul olarak nedir ? Sudur , çaydır , ikram olarak şeker , orada bulunan herkesin yediği ortalama bir yemek yeri geldiğinde.Böyle bir mekanın idarecisi çıkıp iyi cins bir kahve , pahalı pastalar vb ikram etse buna para harcasa ne olur , vebale girer. Müslümanların hizmeti için kurulmuş bir mekanda ortalamanın üstü hizmetler , keyf , zevk ve şaşaa için bütçe ayrılamaz.

Haydi şimdi soruyorum Ramazan ayında verilen iftar yemekleri , şahıs veriyorsa istediği otelde versin , istediği sayıda versin. Fakat bir İslami kuruluş iftar veriyorsa çokça ölçüp tartmalıdır.

Şöyle bir yanlış anlaşılma olmasın kalite tabiiki olacaktır , kalitenin maliyeti vardır.Sanatsal ve ilmi çalışmalarda masraftan kaçılmaz.Saman kağıda kötü tasarım afiş yaptırmak az maliyet değildir , sorun estetik güzel bir broşürü haddinden fazla bastırıp , programında tarihi geçtikten sonra elde binlercesinin kalmasıdır , aradaki farkı anlamışssınızdır.

İslami bir kuruluş müslümanların paralarını toplamış ve hizmet üreteceksede yine önce gönüllülük esasıyla bu hizmeti yüklenecek biri veya birileri var mı bu yolu deneyecek. Bilirsiniz bir savaş masrafı için Hz.Ebubekir Efendimiz malının tamamını , Hz.Ömer Efendimiz yarısını getirdi.Bu imkan bulunamadı diyelim mevcut kaynak en makul şekilde ve en çok kişiye ulaşacak şekilde değerlendirilmelidir.

Efendim biz her sene eğitim için program yapıyoruz , yapılabilir , uygun otel seçilir , seçilirken ortalama hizmetlerede bakılır .Tabiki oda sayısı , salonu , havuzu vb bir kriterdir fakat şu kriter değildir her sene bize yakın yerlere gidiyoruz sıkıldık , şuraya gidelim , buraya gidelim. Şu otellerde ekstra şu hizmetler varmış orada yapsak.Bu olmaz bunlar keyfidir , vebaldir.

Saymakla bitmez , insanların bakıp , buruşturup çöpe attığı broşürler , katılımcısı olmayan konferanslar , tanıtım maksadını aşan gösterişe dönüşen reklamlar , duyurular , maliyetli geziler , programlar , ikramlar.
Lüks binalar , lüks tefrişat. İnsanlara daha kolay ve maliyetsiz şekilde ulaşacak imkan varken pahalı yolu takip etmek. Bunların hiç biri özgün ve islami değildir. Bu çalışmalar yapılırken içindekin ziyade pakete para dökülürse bir çok veballer oluşur.

Bir diğer hususta kaynağın bir kuruş dahi suistimale sebebiyet vermeden yerine ulaşmasıdır.Bu konuda insiyatif alanlar çok titiz olmalıdır bir kuruş bile lüzumsuz harcanmamalı bir kuruş dahi geciktirilmemelidir.

Bu konuda misal cenaze mesajları , duyurmak güzel lakin bu işte makul olan altsoy , üstsoy , kardeş ve eş olabilir fakat halası , dayısı , yengesi , bacanağı gibi mesajlar örneğin lüzumsuz bir kullanıma örnektir.

Yine deselerki bir islami sosyal faaliyeti yaparken , parasını karşıladığın , kendi çabanla gönüllü olarak katıldığın bir çalışmada mı olmak isterdin yoksa milyarların girdiği , binlerce kişiye hizmet veren bir organizasyonda mı olmak isterdin.Ben birincisini tercih ederdim niye Hz.Peygamber bir gün namazdan sonra hızla camiden ayrıldı sonra geri döndü , ashap sordu ne oldu Ya Resullullah , yanımda müslümanlara dağıtılacak bir miktar sadaka vardı o aklıma geldi hemen gidip dağıttım. İşte bu kadar hassas olabileceksek müslümanların işleri için verilen paraları yönetelim.Bu işler icin hele hiç talip olmaya gelmez ancak bu görevde birine tevdi edilecektir , Allah o kişininde yardımcısı olsun.Bu konularda çok dikkatli ve titiz olmak gerekir.

Ben zamanında bir STK’ya ait bodrum katındaki eşyaların su basması nedeniyle atıldığına şahit olmuştum misal bu eşyları orada depolayıp , dağıtmayıp mahvına sebep olanlar acaba bu vebali nasıl kaldırırlar diye hep düşünmüşümdür.

Müslümanlar bir araya geldiklerinde artan ilimden , hikmetten toplumdaki düzelmeden konuşmalıdırlar , alınan verilen şeyleri saymakla devamlı maddi mevzuları gündeme getirmekle , her şeyi sayısal olarak ölçmekle çok fazla vakit harcamamalıdırlar.Sadelik , basitlik , özgünlük ve etkinlik amaçlarından sapılmamalıdır.

Meselenin özü anlaşıldı heralde özgün , bereketli ve hayırlı bir çalışma için az maliyetli ve o maliyetin en faydalı ve en hızlı olanını yapmak icap eder.

Gelelim kaynağın saf ve temiz olmasına , herkesce malum kaynak helal olmalıdır ve şüpheli olmamalıdır.

Ne idiğü belirsiz uluslarası fonlardan vb uzak durmak gerekir. Kazancı şüpheli kişilerden bağış alınmamalıdır. Kamu kaynağı kullanılıyorsa daha titiz olmak gerekir.

Müslümanlardan alınan zekat ancak zekat olarak verilecek kişilere bekletilmeden şartsız şekilde ulaştırılmalı bu parayla eşya alınmamalı , inşaat vb yapılmamalıdır.

Müslümanların parası İslami sosyal çalışmalarda ümmete fayda sağlayacak irşad çalışmalarında kullanılmalıdır.Ticarette bir kural vardır tacir basiretli olacaktır , müslümanların işlerini üstlendiysen bu basiret kat kat artmalıdır , amatör hatalar , beceriksizlikler , zarar ve ziyanlar vebaldir.

Müslümanlar için islami sosyal çalışmalar yapılırken sahabe zamanındaki hassasiyeti şiar edinelim. Zamane müslümanlığı değil sahabe müslümanlığını istiyorsak bir şeyler değişmelidir.Yoksa toplumda bir inkişaf değil yeni yeni illetler peyda olmaktadır.

Sadece niyet yeterli olmaz icraatta olmalıdır.Müslümanlar arasında kardeşlik , dayanışma ve birliktelik artacaksa evvela dünyalık kaygılardan ve popüler ihtiyaçlardan kurtulmalıyız.
İhtiyacı olan fakir , fukaraya harcanacak para bekletilmeden ulaşmalı.
Sosyal çalışmalar için harcanan para en az maliyetle gerektiği gibi sarfedilmeli.
Müslümanlar daha fedakar olup maddi desteği artırmalı , maddi harcamalardanda en az faydalanmalıdır.Gerekirse para ve masraf bile talep etmemelidir.
Vicdanlar rahatsız olursa , suistimal olursa bu ne işe yarayacaktır.
Eğer bu konuya müslümanlar özel ehemmiyet verirse işleri kat kat kolaylaşacak ve bereketli bir hal alacaktır.21.09.2017

Mehmet Emin Başalp

İslami Sosyal Çalışmalarda Özgünlük Sorunları – 5 ( Fanusta Yetişme )

images (13)

 

İSLAMİ SOSYAL ÇALIŞMALARDA ÖZGÜNLÜK SORUNLARI – 5 ( FANUSTA YETİŞME – TERARYUM )
İslami sosyal çalışmalarda fanusta yetişmiş , kendini bir kabuğa çekerek fanusta yaşamaya başlamış ve alışmış kişilerin yani hayattan ve gerçeklikten kopmuş kişilerin yönetici ve yönlendirici olduğu çalışmalardaki sorunlara değineceğiz. Tabi bu hususları örnekleme suretiyle anlatacağız.
Fanusta yetişen kişilerin İslami sosyal çalışmalara etkilerinden bahsettiğimiz için öncelikle din algılarındaki garipliklerden bahsedeceğiz. İslam’da bilindiği üzere Kur’an , sünnet , icma ve kıyas gibi dört delil vardır ve din bu deliler üzerine bina edilmiştir.Birde şiar denilen ayırıcı özellikler vardır onlar üzerinde de hassas olmak gerekir. Misal “ ezan “ gibi “ selam “ gibi.
Bir kişi dinin doğruları üzerine din anlayışını , dinin şiarı üzerine kendi şiarını belirlemesi gerekir. Elbette her insanın farklı zevkleri , alışkanlıkları , örf ve adetleri de vardır ve bunlarda son derece doğaldır. Fakat fanusta yetişen kişiler genel çoğunluğun aksine kendilerinin kabul ettiği bu gibi simgesel adet ve ritüellere adarlar kendilerini.
Örneğin İslami bir sosyal çalışma yapılacak bir kitabın okunması kararlaştırılsın , mutad şekilde de okunabilir mi ? okunabilir. Fakat bu bir süre sonra o kitaptan başka kitap bir okumamaya , o kitabı okuyanlar o kitabı yere göğe sığdıramamaya sebebiyet verirse fanus ortamı gelişmeye başlar. Fanusta yaşayanlar bu kitabı okumakla en doğru işi yaptıklarına ve bir aşama sonrada o kitabı okumayanların yanlış yaptıklarına inanmaya başlarlar.Sonra düşünürler ki herkesin bu kitabı okuması için çalışmalar yapalım , organizasyonlar yapalım ve sonunda ortaya garip şeyler çıkar. Oysa İslami İlimleri öğrenme ve yaşama gayesinden sapılmasa bunların hiç biri ortaya çıkmaz.

 
Yine belli bir kıyafetin , saç sakal şeklinin , dua biçiminin vs daha İslami ( ! ) olduğu düşünülerek uygulanması kararlaştırılabilir mi ? kararlaştırılabilir. Bu belli bir amaç doğrultusunda yapılırken daha sonra yine en doğru usulün bu olduğu , bunları yapmayanların yanlış yaptıkları gibi bir algı gelişince , yayabilme potansiyeli varsa yaymaya , yayma potansiyeli yoksa iyice içe kapanmaya yol açan garip çalışmalar yapılır. Oysa Kur’an ve sünnet ölçeğinde bir sosyal yaşam gayesi olsa bunların hiçbiri ortaya çıkmaz tabii bir süreklilik olur.
Bu gibi din algısına eklemlenen anlayış ve adetler sonucu kişiler giderek kendi garip anlayışlarını keskinleştirme yoluna giderler. Kot pantolon giyen birinin dalalette olduğundan tut yaptıkları bir organizasyonun en mühim dini vazife olduğu gibi hususlara insanları inandırmaya çalışırlar. Bir şeyi tenkit etmek ve bir şeyi övmek ile bir şeyi sapkınlık olarak değerlendirip bir şeye üstünlük atfetmek farklı şeylerdir. Bu aradaki farkı kaybedenler ise İslami sosyal çalışmalara zarar vermekte olup özgün ve özgür olmayan olabildiğince kalıplaşmış , dogmalaşmış anlayışlarda ısrar etmektedirler.

 

Dini anlamda farklı algı organizasyon alanında da kendini gösterir. İnsanların istişare yoluyla , sosyal sorunlar için geliştirdikleri metotların hiç biri en doğru çalışma olmayabilir , o insanlarda seçilmiş insanlarda değildirler. Eğer bunun aksine inanırlarsa ve bu kalıpla yetişmişlerse sorunlar başlar. Oysa İslami özgün sosyal çalışmalar kişilere , mekanlara , ülkelere ve zamana göre değişiklik gösterebilir , zamanla değişmesi de gerekebilir ve değişiklik gösterme potansiyeline de sahip olmalıdır.İslami sosyal çalışmalar böyle olursa özgünlük ve yaygınlık kazanırlar.
Örneğin bu alanda da , yeni eğitim metotları doğrultusunda eğitim çalışmaları yapılıyorsa bu alanlarda çalışmalara çeki düzen vermek gerekir. Kimi çalışmalar ihtisas gerektiren ilmi çalışmalar olabilir. Şimdilerde bu çalışmalar bu alanda formasyon sahibi eğitimciler tarafından , belli bir müfredat dahilinde nezih ve ferah mekanlarda yapılırken ille adının geleneksel bir ad olması , ille belli bir oturma şeklinde , ille bir takım ders materyalleri ile yapılması konusunda ısrar bu fanus düşüncesinden sıyrılamamadır. Burada da şöyle bir yanlış anlaşılma olmasın modern olan iyidir geleneksel olan kötüdür gibi bir anlayışta değilim.Gelenekli olan elbette en iyisidir ama geleneksel olmak küçük bir fanus oluşturup içerisinde yaşamak değildir dolayısıyla bir süre sonra bu yapılar kişileri gerçeklikten koparacaktır.Bu yapılar daha da küçülecekler , apartman dairelerinde , bodrum katlarında faaliyet gösterecek kadar bir yayılım gösterip toplumda ilmi bir saygınlığı da olmayan ilker ( iptidai ) yapılara evrileceklerdir.
Eğitim metotlarının geneli ise yaygın halk eğitimidir.Yaygın halk eğitiminde fanus ortamından yetişme kişilerin zararı genel ve sürdürülebilir bir başarıya sahip olamamalarıdır.Nasıl dar bir muhit içinde yetişip ülkenin çok uzak ve zor ve imkansızlık içerisinde göreve giden bir yönetici zorlansa da bir süre sonra ortama alışacaksa da esas mesele dar bir muhit içerisinde yetişip rahat şartlar altında hizmet üretmesi istenen yöneticinin bir türlü istenen başarıyı sağlayamamasıdır.Başarı olmayınca idare ve anlayış tarzı tamamen başkalarının faaliyetleri üzerinden değerlendirme yapmaya yönelir. Tenkitle başlayan bu akım daha sonra aşağılamaya , şüphe uyandırmaya , kendini büyük görmeye , beğenmeye kadar gider. Herhangi bir veriden ziyade vehme dayalı bu iddialar ile etrafı kötüleme hastalığı oluşur. Etraf kötüyse tek bir iyi kalmaktadır oda kendisi veya kendileridir. Bizim dediğimiz doğru , bizim çalışmamız doğru , bizim yayınımız doğru vb.
Oysa cihanşumul ve çağları aşan fikir , gönül ve siyasi önderler , akımlar ve yapılar fanus ortamında yetişen kişilerin harcı değildir. Çünkü bu iddiaya girişmek deneyim , birikim , tecrübe , güç , çalışma ve zeka isteyen kriterleri oluşturulmuş hayli zor bir çağrıdır.İçerisinde bu vasıf ve vasıfta kişiler bulunmayan fanus ortamını bütün bir dünyaya teşmil etmek gayretine düşen , büyük büyük konuşan kişiler ancak gülünç durumlara düşerler.Yapılan çalışmaları aşağı çekerler.
Fanusta yetişen kişilerin düşünce dünyaları da hayli sorunlu olup fikri sabitlerle yaşamaktadırlar.Herhangi bir zihinsel gelişime yönelik çalışmaları olmadığı gibi bu yönde de herhangi bir amaçları yoktur.Bilgi birikimi olmadığı gibi , dış dünyaya da kapalı oldukları için insanları da tanımazlar ve insanlardan çekinirler.
İslam’ın evrensel mesajları herkese ulaştırılması gerekirken , İslam adına yapılan çalışmaları insanları kategorize ederek kapatmaya çalışmak ve kötü görmek fanus ortamının bir sonucudur.İnsanların günahkar olmaları sebebiyle aşağılanması , alışkanlıkları nedeniyle dışlanması , fikri yapıları nedeniyle ötekileştirilmesi , insanları sevmekten ziyade şüphe duyan bir anlayışı getirir.Bu kişiler kendilerince bir muteber insan grubu ile muteber olmayan insan grubu oluştur. O kriterlere göre insanları sınıflar ve toptancı bir yaklaşımla bu kişileri değerlendir.Bu halihazırda Kuzey Kore’de uygulanan bir sistem olup devletin vatandaşları devletin ideolojisi gereği iyi vatandaş , kötü vatandaş , orta vatandaş gibi sınıflandırmasına benzer , bilindiği üzere Kuzey Kore dünyaya kendini kapatmış ,insanları bir fanusta yaşamaya mecbur etmiş bir rejimdir.
Bu bazen o kadar ileri gider ki aynı düşünce yapısında olan kişiler arasında klikleşme ve hizipleşme yaşanır. İslam dünyasının yeniden ayağa kalkması için özgün İslami sosyal faaliyetler yapılması gerekiyorsa bu türlü anlamsız ayrımlardan , sıkıntılı , takıntılı kişilerden kurtulması gerekmektedir.
Düşünce sınırlarını aşabilen , fanus ortamından ziyade her yerde ve mekanda kendini temsil edebilen , görüşlerini ifade edebilen ve kabul görebilen insanlar ancak 8 milyarı bulan insanlığa seslenebilirler ve mesajlarını verebilirler.
İslami sosyal çalışmalara yön veren kişilerin insanları fanusta yaşamaya zorlamasına izin verilmemelidir.Bu insanlardan kurtulmak zorundayız , bu insanlar ıslah olmazlar , idare-i maslahat bu konuda hiçbir ilerleme sağlamaz. İnsanları körelten , kurutan yaklaşımlardan uzak durmak , Müslümanlar arasındaki ön yargıyı kırmak , iletişimin sağlıklı ve karşılıklı olduğu bir çerçeveyi çizmek zorundayız. Müslümanları dar muhitlerine kapanan , evhamlı , hareketsiz , donuk , karamsar kişilerin eline mahkum etmeden o eski fütühat çağındaki heyecana kavuşturmalıyız.
Müslümanlar hareket etmeli , denemeli, buluşlarımız heyecan vermeli , birliktelikten kaçmamalı , konuşmalı , düşünmeli , sınırlarını zorlamalı , küf tutmamalı , pas tutmamalı , yılmamalı , heyecanı bitmeyen , azmi sönmeyen , maceracı ve araştırmacı ruhunu kaybetmeyen engin denizlere yol açan , hassas , dili tatlı , yüzü gülen bir insan topluluğu olması için gayret etmeliyiz.
Mehmet Emin Başalp

TV , SİNEMA , MODA , MAGAZİN , YEME -İÇME

IMG_0152 IMG_0146

TV, SİNEMA ,MÜZİK ,MAGAZİN , SPOR , MODA , SANAT , YEME – İÇME , EĞLENCE
Yazılara ilişkin çok sıkıcı ve uzun yazılar olduğu yönünde eleştiriler alıyorum. Yani sadece tarihi , siyasi , dini, edebi konularda değil yukarda belirttiğim konularda da hayli bilgi sahibi olduğum söylenebilir gazetelerde güncel siyasi yazıları okuyorsak bu Onur Baştürk okumadığımız anlamına da gelmez.
Ben çocukluğumdan beri iyi bir tv izleyicisiyim bir buçuk yıldır tv’den uzağım.Fakat biz Televole’den , Pazar Keyfi’ne kadar programların takipçisi olduğumuz kadar Acun Ilıcalı’nın gelişimini bile bizzat gözlemlemiş bir insanız. Hep magazin programları mı izledik tabi ki hayır Trt’de Nuray Yılmaz’ın sunduğu “ Gezelim Görelim “ programının da iyi bir takipçisiydim.
Ali Kırca’lı , Reha Muhtar’lı açık oturumlar , bilumum popçuların tv şovları ve bence keşke hala devam etseydi diyebileceğim bir klasik “ İbo Şov “ klasik olmuş bütün tv dizileri yanında bazen kişilerin bile zorla hatırladığı üç – beş bölümlük tv dizilerine kadar Türk dizi bilgimiz hayli geniştir. Hele kardeşlerimle bir figüranın bile daha önce nerede oynadığına ilişkin yaptığımız araştırmalar oldukça eğlencelidir. Biz , Engin Altan Düzyatan’ı Diriliş ile tanımadık taa “Koçum Benim “ den biliriz. Geçen sezon içerde dizisinde “Alyanak “ karakterini oynayan Yıldıray Şahinler’i “Gülşen Abi “ dizisinden tanırız. Yazıyı yazarken Gülşen Abi ne zaman yayınlanmış diye baktım 1994 , hafızam maalesef bu tür bilgileri niye silmiyorsa tonlarcası ile dolu.
Velhasıl Tv kültürüm bu kadar iyiyken bir mevzuya daha değinerek konuyu kapatayım Hugo ve Tolga Abi’ye küfür eden çocuk hadisesi gerçek mi ? efsane mi ? .Şimdi bizde iyi bir Hugocu olarak bu yarışmayı izledik , çevirmeli telefonumuz olduğu için bu yarışmayı arayamamanın derin travmasını çocuklukta yaşadık ama ben bu olayı tv’de izlemedim.Fakat buna ilişkin sanki bir video izlemiş olduğumu sanıyorum.Bir çok insanda bu olayın yaşandığını iddia ettiği gibi , bu tür bir video izlediğini de düşünenler var sanırım beynimiz bize bir oyun oynuyor.
Bu nostaljileri de zaman zaman yapacağım ama yazıyı komple tv nostaljisine ayıramam . Efendim tv dizilerine ilişkin bir değerlendirme yaparsam “ Çocuklar Duymasın “ dizisi tekrar yayın hayatına dönmüş , aslında bir tür benzerlikte bulunan Kaynanalar dizisi de böyleydi , yıllarca ara verilip verilip yeniden çekilmişti. Bu dizinin tarihine gideyim ilk Tgrt’de çıkmıştı ve izlemiştim karakterler tam olarak bu şekilde değildi , sanırım 8-10 bölüm sonra başka bir kanala transfer oldu , karakterler daha abartılı oynama başladı ki bu noktada Haluk karakteri abartılı oyunculuğun televizyon tarihimizde ki örneklerindendir. Yeniden yıllarca izlenir mi , sanmıyorum bir sezon kadar eğer rakip diziler arasında reytinglerde iyi sonuçlar bulabilirse devam edebilir. Aslında Birol Güven orijinal işler yapan birisidir , yeni hikayeler bulsa daha iyi olur diye düşünüyorum gerçekten Ayrılsak da Beraberiz ‘in ilk sezonları , En Son Babalar Duyar’ın ilk sezonları falan çok güzel , orijinal dizilerdir.O kalitede yeni hikayeler bulabilir aslında.

Yeni sezon için merakla beklediğim dizi ise Kadir İnanır’ın , Ali Ekber Cevahir adlı bir dizide kabadayıyı oynayacak olması , Kadir İnanır bu tarzda başarılıdır ve Türk sinemasında da Tatar Ramazan gibi kült filmlere imza atmıştır. İşin aslı çok da beklenti içine giremiyorum ama senaryo derinliği vardır umarım , klişelere boğulmuş , abartılı erkek oyunculuğu ve donuk kadın oyunculuğunun olmadığı bir dizi olsun.

Sinema’da da tabi beklediğim film bu sezon için Yavuz Turgul – Şener Şen ikilisinin yeni filmi olacak , bakalım nasıl olacak zayıf kalmamasını umuyorum. Birde çekimleri başlayan Kenan İmirzalıoğlu’nun başrolü oynadığı Cingöz Recai , aslında iyi bir senaryoyla devamı çok sayıda çekilebilecek bir Türk sinema klasiği olabilecek kapasiteye sahip hikayedir ancak iyi senaryo yazılmadığından son yıllarda bütün filmler bence gelişen tekniğe ve oyunculuğa rağmen kötü oluyor. İyi senaryo olmadan iyi film olmaz. Tabi kitlesi için çekilen Burak Özçivit ve Murat Boz’lu Kardeşim Benim 2 ‘de var : ) İnsanın endüstriyel sinemaya tepkiselliğini ölçüyorlar herhalde.
Müzik piyasasında neler oluyor pek takip edemiyorum ama genel bir kalite düşüklüğü vakıa son zamanlarda Aleyna Tilki oldukça popülermiş , kendisini hiç dinlemedim basına yansıyan haberlerden biliyorum.Eski 90 ‘lar pop şarkılarını dinlemenizi tavsiye ederim.
Spor konusu uzun bir yazı olur değinmeyelim. Futbol dünyası iyice karışık futbol dışında her gündem var.

 
Gelelim modaya nereden çıktıysa yine bu çizgili erkek pantolon modası yeniden dönmüş bu sefer hem dar paça , hem kısa paça kombiniyle , sanırım bir zamanlarda yine modaydı diye hatırlıyorum umarım giymek zorunda kalmayız. Kış modasını erkek trendleri takip edeceğim.
Yeme – içme , eğlence tabi burada yapacağım yorumların Konya Magazin seviyesinde olmamasını istiyorum , şurada çay için burada nargile fokurdatın gibi. Konya’da bu sektörler iyi gelişti neredeyse her tarza hitap eden bir cafe sektörü var muhafazakar yapının şekillendirdiği konseptlerde var mesela sadece erkeklerin oturduğu kısımların bulunduğu cafeler gibi ama restoran gelişimi aynı düzeyde değil , hele Konya merkezde bazen yemek yenilebilecek mekan bulma zorluğu çekiliyor.Diğer yerlerde ise genellikle ete dayalı bir konsept , dahası burada kastım şu Konya’ya has etliekmek , fırın kebabı falan bulunsun anında adana vb, İskender gibi yemekler yanında ama kaliteli ve lezzetli sulu yemek çeşitleri olan lokanta yok denecek kadar az. Bu alanda bence yeni işletmelere , girişimlere ihtiyaç var.
Eğlence sektörü Allah’tan Konya’da rezil eğlence kültüründen değil , sosyal aktivite boyutunda. Çeşitlendirilmesi lazım , binicilikten , atıcılığa vb bu konuda yeni konseptli çalışmalar yapılmalı , Konya bitki örtüsü bozkır , bozkıra has aktiviteler düşünülse iyi olabilir diye düşünüyorum , İnsanlar illa orman tarzı bir tabiatla buluşturulmamalı , bozkırda yaşam , at biniciliği , bozkır tabiat şartlarında macera vb gibi bence çok çeşitli aktiviteler için zihnimizi yormalıyız. 31.08.2017
Mehmet Emin Başalp