MESCİD-İ AKSA GÜNDEMDEN DÜŞMESİN

IMG_0075 MESCİD-İ AKSA
Mescid-i Aksa , Kudüs ve Filistin toprakları yıllardır siyonist israil işgali altında , zaman zaman provakatif saldırılarda bulunulmasına rağmen mescid çok şükür Müslümanların idaresinde bulunuyor.
Geçmişte mescid kasten yakıldı , altında güya arkeolojik kazı bahanesiyle adeta çökmesi için kazılar yapılıyor , giriş çıkışlar kontrol altında vesaire bütün bunlar bize şu hakikati unutturmasın israil Mescid-i Aksa’yı tahrif edilmiş yahudiliğin bir mabedine dönüştürmek istiyor.
Ayasofya ile ilgili bir yazı yazdığımda Halilürrahman Camii’nin İslam dünyasında pek tanınmadığını bu caminin bir kısmının da yahudi sinangonuna çevrildiğini , Hz.İbrahim peygamberin mezarı yanında yahudi ayinlerinin yapıldığını yazmıştım.Sağolsun Diyanet İşleri başkanımız bu hususa dikkat çekti , Mescid-i Aksa’nın mescid özelliğine kesinlikle halel gelmemesi lazım. Mescidde yahudi ibadeti yapılmaya kalkışılırsa telafisi olmaz , olurda çok zor olur.
Geçtiğimiz Cuma günü hutbelerde konu Mescid-i Aksa idi , orada daha önce hiç duymadığım bir Hadis-i Şerif dikkatimi çekti. Eğer bu mescide gidemezseniz kandillerine zeytinyağı gönderin şeklinde . Bu Hadis-i şerif’e değineceğim.
Dünya üzerinde bir buçuk milyardan fazla Müslüman var , İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi 50 ‘den fazla üye ülke var fakat Filistin’in bağımsızlığı sağlanamıyor. Doğu Kudüs ve Mescid-i Aksa’ya İsrail saldırıları engellenemiyor.
Çare ne ? Çözüm ne ?
Çarede , çözümde , Müslümanların ve devletlerinin gerçek bağımsızlığa kavuşup , emperyal ülkelerin boyunduruğundan çıkması. Bu bir anda olur mu , belki olmayabilir ama insanların zihninde yeni fikirler , yeni umutlar , yeni çözümler üretmek , teklif etmek ve seslendirmek lazım ki bir gün bu Allah’ın yardımıyla gerçekleşsin.
Tabiî ki bu sorunun çözümünde dini , siyasi , sosyal , ekonomik hazırlık süreçlerinden sonra en nihayetinde askeri seçeneğin bir gün gerçekleşebileceğini bilmek ve hazırlanmak lazım gelmektedir.
( Ekonomik ) Yukarıdaki Hadis-i Şerif’i niye paylaşmıştım , Mescid-i Aksa’yı fiziken de yalnız bırakmamak lazım geldiğini anlıyorum. O zaman ülke kamuoylarını zorlamak üzere Mescid-i Aksa ve Filistin’e yardım mekanizmalarını geliştirmek ve gündemde tutmak lazım.
Mescid-i Aksa’yı idare eden Aksa Vakfı , İslam ülkelerinde her türlü kolaylığa sahip tanınır akredite bir kurum haline gelmelidir.İnsanlar Aksa vakfına bağışlar yapabilmeli ve bu paranın ulaşması sağlanmalıdır.Bir sonraki aşama İslam ülkelerinin devlet bütçelerinden bir kısmı Filistin için ayrılmalıdır.
( Sosyal ) Mescid-i Aksa sosyal alanda yer etmelidir.Bu hususta o ülke sosyolojisi göz önünde kesinlikle bulundurulmalıdır.
Filistinli Zehra’nın Gözleri adlı bir film misal olarak detayına girmeyeceğim fakat o filmde verilen mesajlar bizim ülkemizin ne sosyolojisine ne kültürüne ne de dini anlayışına uygundur.
Türkiye’de Osmanlı vurgusu üzerinden bir anlayış daha yerinde olacaktır.Nitekim Osmanlı vurgusunun israili rahatsız ettiği görülüyor.
Mescid-i Aksa ziyaretleri İslam ülkelerinde artırılmalı ve teşvik edilmelidir.Gençlik organizasyonları artırılmalı , farkındalık projeleri gerçekleştirilmelidir. Hala okullarda görüyorum İngilizceyi geliştirmek için öğrenciler o ülkelerde mektup arkadaşı bulmaya teşvik edilirken Filistinlilere mektup yazmak zor olmasa gerek.
Mescid-i Aksa konusu genel ve toplumsal nitelik kazanmalı ve marjinal gruplara has bir tepkisellik boyutunda bırakılmamalıdır.Filistin meselesi asla Arapların meselesi değildir bu husus özellikle vurgulanmalıdır.
( Dini ) Dini çalışmalar neler olabilir , tabiî ki dua edeceğiz fakat dini çalışmalar dua ile beraber bilinçlendirme çalışmaları , koordine çalışmaları , öncü çalışmalar olarak yer almalıdır. Dini motivasyon Filistin bağlamında en önemli husustur canlı tutulması gerekmektedir.
( Siyasi ) Ülkelerin siyasi tepkileri belki cılız görülebilir fakat küçümsenmemelidir. Zira İslam ülkelerinin durumunu biliyorsak bu sürecin değişeceği zamana kadar israile karşı her türlü cılız tepkiyi de , gelişmeyi de önemsemek durumundayız. israil çoğu zaman geri adım atmıyorsa da daha hızlı adım atması belki bazı gelişmelerle yavaşlamaktadır.
Müslümanlar arasında işbirliğinin artması her zaman israili endişelendiren bir gelişmedir. O zaman Müslümanlar arasındaki gerilimleri azaltmak , her türlü etnik ve mezhep çatışmalarından uzak durmak , iç çatışmaları sonlandırmak zorundayız. Ülke kamuoyları bu noktada bilinçlenmelidir.
( Askeri ) Filistin sorunu nihai olarak çözüme kavuşturacak hamle askeri hamledir. Müslümanlar eğer birlik olsa bu amaçta birleşmiş olsalar , Filistin’e komşu ülkelerde kurulacak askeri üslerle , Müslüman ülkelerden tedarik edilecek asker ve malzeme ile ciddi miktarda askeri yığınak yapılması bile israili caydırmaya yetecektir.Çünkü korkuya dayalı psikolojileri güç karşısında dirençlerini azaltacaktır.Çünkü dinleri uğruna savaşmayı göze alacak kadar cesaretli değillerdir.Çok küçük grupların ancak direnebileceği gerisinin kaçma temayülü göstereceğini düşünüyorum. Ürdün , Suriye , Lübnan , Mısır , Suudi Arabistan ve Irak bu minvalde kilit ülkelerdir bu ülkelerin şimdi neden bu halde olduklarını da iyi düşünmek lazım.
Fakat bir husus daha var hristiyanlar , hristiyanların Kudüs algısı daha farklıdır , haçlı seferleri diye bir vakıa vardır , bugün israilin en büyük destekçisi hem devlet olarak hem siyasi olarak hem kamuoyu olarak bu ülke ve halklardır. Bu husus asla ihmale gelmez , askeri gelişmeler karşısında bu ülkelerde her türlü askeri karşılıktan vazgeçmedikleri gibi çatışmayı da göze alırlar.Mücadelenin bu ülkelerle olacağını unutmamak gerekir.
Bu hususta ise kilit ülkeler vardır ve Türkiye hristiyan dünyasının komşusu olarak hem kuzey hem Avrupa yönünden sınır ülkesidir , en kilit ülkesidir , Türkiye sağlam olmazsa Filistin savunulamaz.Haçlı seferlerinde olduğu gibi. Diğer kilit ülkeler ise deniz yolu dolayısıyla Kıbrıs , Mısır , Suriye , Yemen , Somali gibi ülkeler olabilir.
Tabi tepkilerini tam olarak tahmin etmemekle birlikte Çin , Hindistan , Japonya gibi ülkelerin tavrının ne olacağı hususu da şüphelidir. Bu hususta da Afganistan , Pakistan , Endonezya , Malezya gibi ülkeler kilit rol üstlenebilirler duruma göre.
Velhasıl fikirler analizler çok olabilir ama komuoyunu diri tutmak gerekiyor.Allah ol derse her şey oluverir.Buna inancımızın tam olması gerekiyor.İnanç olduktan sonra Mescid-i Aksa’nın zalim siyonist israil zulmünden kurutulması da mümkündür.Benim şahsi kanaatimde kurtuluşunun yaklaştığı şeklindedir. Allah Filistinlilerin ve bu Filistin meselesini dert edinenlerin yardımcısı olsun , müslümanlara birlik beraberlik , feraset versin.28.07.2017

Mehmet Emin Başalp

15 Temmuz Akşamı ( 1 Yıl Öncesi )

IMG_930315 TEMMUZ AKŞAMI ( 1 YIL ÖNCESİ )

15 Temmuz akşamı Konya’da hayli sıcak bir hava vardı.Akşam babamlara oturmaya gitmiştik ve evde sıcaktan bunaldık falan denilince haydi Meram tarafına gezmeye gidelim denilmişti.Meram’da bir çay bahçesinde oturuyorduk , hayli de kalabalık olduğu için servis çok geç gelmişti , beklemekten sıkılmıştık , bu arada beklerken telefonun interneti ile çok oynadığımdan şarjım bitmişti.

Daha sonra tuvalete gitmek için kalktığımda giderken televizyonda NTV’de alt yazılar geçiyor , başbakan Binali Yıldırım’ım açıklama yaptığı görülüyordu.Herhalde bir terör eylemi oldu diye düşünmüştüm şöyle biraz tv’ye baktım İstanbul’da bir askeri kalkışma olduğunu falan anladım fakat yine de bir darbe girişimi olacağı aklıma gelmiyor , bir askeri kışlada eylem yapıldığını zannediyordum.Hemen masaya geldim haberlerde askeri kalkışma falan diye haberler var eve gidelim neymiş ne değilmiş bir haberlere bakalım dedim , biraz daha oturduktan sonra kalktık çünkü insanlar hınca hınç cafe’de oturuyorlar ve herhangi bir anormallik hissedilmiyordu. Daha sonra kalktık ben Meram tarafından Yazır tarafına geçtim fakat yollarda da ne bir hareketlilik ne de bir anormallik vardı.

Eve gelince telefonu şarja taktım ve telefonun açılması ile Whatsaap’tan yoğun mesajlar geliyordu.Mesaj içerikleri ülkede Fetö terör örgütünün bir askeri kalkışma başlattığı , Konya’da askeri bir hareketlilik olduğundan tut bir çok çelişkili mesajlar geliyor herkes bir fikir yürütüyordu. Televizyonum olmadığı için Twitter’a bakıyordum orada da Trt’de bir darbe bildirisi okunduğu tweetleri vardı.Trt -1 kanalını bilgisayardan açtım ve herkesin hatırlayacağı o kan donduran görüntüyü gördüm , evet darbe bildirisi okunuyordu. Eşim ağlamaya başlamıştı. Kendi kendime bir daha böyle şeyler görmeyiz zannediyordum neler göreceğiz Ya rabbi diye dualar ediyorduk. Akabinde Sayın Cumhurbaşkanımızın halkı darbeye karşı koymak için meydanlara ve havaalanlarına daveti gerçekleşti.

Normalde çok tedbirci bir kişiliğim vardır ve maceracılıktan uzak dururum.Fakat geçen gün twitter’da bir tweet gördüm “ Allah o gün içimizden korkuyu almıştı “ şeklinde o misal hiç tereddüt etmeden eşimle beraber evimize yakın olduğu için havaalanına gitmeye karar verdik ve abdestimizi alıp çıktık. Esasında ancak işgalci güçlerin yapabileceği bir alçaklık ve vahşet olabilecek gelişmeler yaşanıyor , darbecilere karşı direnen vatandaşlarımız şehit ediliyor , şehirlerimiz bombalanıyormuş fakat daha haberimiz yoktu.

Evden çıkıp otogar önünden havaalanına doğru gitmeye başladık , bazı banka atmleri önünde kuyruk olduğunu görmüştük.Havaalanı istikametine gittiğimizde çimento fabrikası yakınlarında trafiğin tıkandığını bazı kişilerin araçtan inerek yürüdüğünü gördük.Araçla yavaş yavaş devam ederken sağ tarafa tali bir yola denk gelince , trafik sıkışık buradan dönüp merkeze gidelim dedim.Ara sokaklardan dolaşarak Şems mahallesinde ki babamların evine geldik.Yolda gelirken salalar da okunmaya başlamış , oldukça duygu yüklü , karmaşık duygular içindeydik. Evin önüne geldiğimizde dedem kapıdan çıkmaya çalışıyordu. Erkenden yattıkları için hiçbir şeyden haberleri olmamış , okunan salaları sabah ezanı okunuyor zannetmişler fakat saati görünce şaşırmış dışarıya çıkıp ne olduğunu anlamaya çalışıyormuş , biz hemen askeriye darbe yaptı , cumhurbaşkanı halk sokağa çıksın dedi ondan geldik dedik. Dedem , babaanem de birden tüh vah ederek televizyonu açtılar ve artık olayları takip ediyorlardı.

Babamlar daha önceden meydana gitmişler fakat yoğunluktan telefon çekmediği için ulaşamadık bende meydana gidip kalabalığa karıştım ilk saatlerde çok fazla dolu olmayan meydan gitgide yoğunlaşıyordu. Meydandaki görünüm darbe girişiminin asla başarılı olamayacağına delildi çünkü insanlar sonuna kadar direnmeye niyetlenmişti.Nitekim sabah saatlerinde artık darbe girişimin başarısız olduğu açığa çıkmış , herkes rahat bir nefes almıştı , bu duygular içinde sabah namazı için Konya’mızın meşhur Kapu Camii’ne doğru yöneldik.Gerçekten kıldığım ilginç namazlardan biriydi çünkü çok değişik bir halet-i ruhiye içerisinde namazımızı eda etmiş , dualar ve şükürlerde bulunmuştuk.Orada da tanıdığımız bazı dostları görüyor , kucaklaşıyor , dualar ediyorduk.

O gün , gecede uyumamamıza rağmen hiç uyuyamadık çünkü kafamızı sakinleştiremiyorduk , duygularımızı bastıramıyor , darbecilere kin kusuyorduk , sabah şehitlerimizin de olduğunu öğrendiğimizde kahroluyorduk.

Evet ülkemiz bu alçak ve hanin fetö örgütünün darbe girişiminden Allah’ın yardımı milletimizin dirayetiyle kurtulmuştur. O günden bu güne bütün gelişmeler kamuoyunca biliniyor tekrar edecek değilim.Ülkemiz çok ciddi bir badire atlatmış adeta bir işgal girişimini geri püskürtmüştür.

15 Temmuz bir çok şeyi de ortaya çıkarmıştır. Bunlardan birincisi ülkemize karşı emperyal güçlerin düşmanlıklarından asla vazgeçmediği bu uğurda dini cemaat görünümünde dahi örgütler dizayn ettikleri ve her an tetikte olmamız gerektiği gerçekliğidir.

Bir diğer husus kendi vatandaşlarımız içerisinde çok sayıda vatan haininin çıkmış olması da hayli üzücü olmakla beraber yine aynı şekilde tetikte olmamız ve bu hususta her tülü eğitici ve milli bilinci artırıcı çalışmalar ile mücadele etmemiz gerektiğidir.

İnsanların sorgular olması ve ülkemize karşı oyunlar hususunda daha fazla bilinç kazanmasıda önemli bir kazanım olmuştur.

Ulubatlı Hasanlar , Seyit Onbaşılar tarihte mi var acaba derken Ömer Halis Demir gibi yiğitlerin kahramanlığı ve şehadeti , milletin tekvücut olmuş direnişi bize bu milletin hala büyük bir ruh taşıdığını göstermiştir.Milletimizin darbe kalkışmasına karşı birlik ve beraberlik içerisinde karşı koyması , emperyal güçleri ümitsizliğe sevk etmiştir diye de düşünüyorum.

Darbe kalkışması sırasında sayın Cumhurbaşkanımızın liderliği halkı darbeye karşı durmaya sevk etmede önemli bir ölçüt olmuştur.Ülkenin güçlü bir liderliğe ihtiyaç duyduğu gereksinimi anlaşılmış nitekim cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş yapılmak suretiyle de bu eksiklik darbe girişimin birinci yılı dolmadan gerçekleşmiştir.

Fetö terör örgütünün ne denli karanlık bir örgüt olduğu , hala ülkemiz aleyhine her türlü girişimin içerisinde yer almaya devam etmeleri bu örgütün ihanette sınır tanımadığını bize göstermiştir.Bu örgüt ile mücadele hız kesmeksizin devam etmektedir.

Söylenecek çok söz vardır belki ama hem o geceye ilişkin kendi yaşadıklarımı hem de kısaca 15 Temmuz’dan çıkardığımız sonuçları paylaşmak istedim.

Gerçekten şu bir yıl içersinde bir çok şeyi izah etmekte zorlanıyoruz en başta da şehit ve gazilerimizin kahramanlığı , bu kahramanlık hikayelerini gerçekten anlatmak zor , duyguları tarif etmek zor. Allah şehitlerimize gani gani rahmet eylesin , Allah gazilerimize sağlık , sıhhat ve afiyet versin.Allah milletimize bir daha böyle acılar yaşatmasın. Allah birlik ve beraberliğimizi bozmasın.Allah devletimize ve milletimize güç kuvvet versin , mazlumun yanında , zulmün karşısında olalım yeniden cihana Hakk’ı hakim kılmak için öncü olalım.Amin.

15 Temmuz 2017

Mehmet Emin Başalp

10 Ramazan 1438 Yazısı ( Şemseddin Sivasi – Abdülehad Nuri Sivasi )

IMG_8307Eyâ gâfil tefekkür kıl ne buldun bu rükûdundan
Kıyâmette sorulursun ziyânın bile sûdundan
***********
Dilin fuhşı gönül efkâr-ı fâsidle mülevvestir
Ne hâsıl işbu hâl ile mesâcidde kuûdundan
************
Yönün mihrâba lîkin kalb meyyâlin hevâsında
Ne umarsın bu hâletle rükûuyla sücûdundan
***********
Revâ mıdır ibâdet sufrasından almadın lezzât
Yiyip içmek alıp vermek gibi fâsid kuyûdundan
***********
Sana hallâk-ı âlem etmiş-iken bunca in’âmı
Murâdın n’idiğin bilsen eyâ cânâ künûdundan
*************
Sakın tenhâ diye isyâna zinhâr eyleme cür’et
El ayak göz kulak hâzır hazer kıl bu şühûdundan
*************
Ne denli ma’siyet sende zuhûr etmişti bilirdin
Niçin gözler yaşı feryâd ile akmaz hudûdunda

Yukarıdaki şiir Şemseddin Sivasi Hz’lerine ait. Kara Şems diye anılan bu mübarek zat her ne kadar Sivasi diye bilinse de aslen Tokatlı.Alim , mutasavvıf bir zat yıllarca halkı irşad etmiş.Fakat önemli bir özelliği ileri yaşında Sultan 3.Mehmet zamanında Osmanlı Devleti’nin kazandığı son meydan savaşı olan Haçova Meydan Savaşı’na ve Avusturya seferine iştirak etmiş olmasıdır.Yani bu mübarek kişi mücahit bir insandır , gazidir.Askere moral verdiği , duada bulunduğu nakledilmektedir.
Böyle mücahit karaktere sahip ulemanın varlığı tarihimizde her zaman dinimize , devletimize ve milletimize faydalı olmuştur.Bu gün hala din için vatan için namus için nice insanlar hala şehid oluyorsa bu , bu coğrafyanın insanın mayasının sağlam olmasındandır.
Eski şiir geleneğimiz denildiğinde say bakalım bildiğin şairleri deriz kişilerin sayacağı son derece sınırlıdır.Divan Edebiyatından Fuzuli , Baki , Nedim , son dönemden Namık Kemal , Ziya Paşa , Mehmet Akif Ersoy , Yahya Kemal , halk şairlerinden Karacaoğlan , dini şiir geleneğinden Yunus Emre , musikiden Dede Efendi falan genelde herkes tarafından az çok bilinen isimler evet bu isimler kendi alanında zirve isimler ama bu kadar dar bir çerçevede kalmak insanların ilgisini çok fazla celbetmez.
İşte çok kimseler Şemseddin Sivasi Hz’lerinin divanını bir okuyayım , müzakere edeyim demez , belki milyonlarca insan ismini bile duymuş değildir.O zaman hatırlatmak ve o güzel nasihatlerini hatırlatmak mecburiyetindeyiz.
Şiirinde yukarıda ne kadar veciz ifade etmiş , yönün mihraba , kıbleye dönmüş ama kalbin dünyalık peşinde bu rükudan , secdeden ne umarsın diyor.
“Yönün mihrâba lîkin kalb meyyâlin hevâsında
Ne umarsın bu hâletle rükûuyla sücûdundan “
Şiiri okuyunca merhum son devir alim ve mutasavvıflarından Mehmet Zahid Kotku Hz’lerinin “ yüzü kıbleye çevirmek kolay mühim olan gönlü Allah’a çevirmektir. “ sözü aklıma geldi.Evet aynı manada ama bir başka bir ifade , ulemanın , evliyanın esasında titiz bir inceleme yapılırsa söylemi aynıdır.Söylemleri istikamettir , Kur’an ve sünnetin yoludur.
“ Sakın tenhâ diye isyâna zinhâr eyleme cür’et
El ayak göz kulak hâzır hazer kıl bu şühûdundan “
Bu mısrada son derece veciz ,bu sözün kaynağı ne ? Bu sözün kaynağı Kur’an’dır , Nur suresi 24. Ayeti kerime’de Yüce rabbimiz “ O gün ( kıyamette ) dilleri , elleri ve ayakları ( dünyada ) yapmış olduklarına şahitlik edecektir. “ İşte değerli kardeşlerim yukarıda dedik hakiki ulema Kur’an ‘dan , Hadis’ten bahseder.
Sakın şöyle bir anlam çıkmasın tabi bunları okumak yeter mi tabiî ki yetmez , tabiî ki Kur’an’ı , sünneti kaynağından öğreneceğiz burada dikkat edilen şu , vaazında , nasihatinde , yazında , şiirinde olacak ama hep hakikati haykıracak ,işte bu hususun güzel bir örneğidir yukarıdaki şiir.

**********
Sivaslılardan bu yazıda bahis açıldığı için yine aynı aileden Abdülehad Nuri Sivasi Hz’leri de son derece önemlidir.Değerli dostlar herkesin malumudur tasavvuf tartışılmıştır , eleştirilmiştir buna da bazı tasavvufçu olduğunu iddia eden ama hurafe ve bid’at yolunu tutanlar sebebiyet vermiştir.Bazen bu tartışmalar çok yoğunlaşır işte bunlardan biri de Osmanlı zamanında 1600’lerde vuku bulan kadızadeliler akımıydı , nitekim kadızadelileri o dönem Abdülehad Nuri Sivasi Hz’lerinin yazdığı eserler frenlemiştir.Yani anlatmak istediğim şu gerçek ulema , gerçek veli , ilim dairesince cevap verdiğinde tartışma biter , mesele izah edilir , hakikiler ortada görünmezse şarlatanlar ortaya çıkar , onlar da karşılıklı bu tartışmaları körüklerler.
Abdülehad Nuri Sivasi Hz’leri denilince benim aklıma hep bestelenmiş ve merhum Nezih Uzel tarafından mükemmel bir şekilde icra edilen eseri gelir.
gönlümüz her an sendedir yâ rab
derdime dermân sendedir yâ rab

aşkı aradım bende bulmadım
muttali oldum sendedir yâ rab

râhat-ı cânım câna cânânım
sırr-ı pinhânım sendedir yâ rab

âşıkın kâmı vuslat encâmı
diller ârâmı sendedir yâ rab

aklı aradım bende bulmadım
şübhe kılmadım sendedir yâ rab

kalbi yitirdim arayı geldim
muttali oldum sendedir yâ rab

nûrî bî-çâre sînesi yâre
yâreye çâre sendedir yâ rab

nûrî bî-çâre oldu âvâre
derdime çâre sendedir yâ rab..
Bu eser internette bulunuyor Nezih Uzel yorumuyla mutlaka dinlemenizi tavsiye ederim.
Şemseddin Sivasi Hz’leri’ne , Abdülehad Nuri Sivasi Hz’lerine , Nezih Uzel’e selam olsun.
Hayırlı ramazanlar efendim.10 Ramazan 1438

Mehmet Emin Başalp

Ramazan Yazıları 7 Ramazan 1438 ( Hacı Bayram-ı Veli – Eşrefoğlu Rumi )

  • IMG_8228

    Ramazan yazılarıma ara vermek zorunda kalmıştım , İnşaAllah devam ediyoruz.
    Askeri helikopterimizin kazası sonucu şehit olan askerlerimize ve ailelerine de sabırlar diliyorum.Bu mübarek günlerde rerçekten tarifi mümkün olmayan acılar yaşayan milletimize Allah bir daha acılar yaşatmasın.
    Bir diğer hususta malumunuz ilk yazımızda , TV’lerde ramazan boyunca bir takım kişilerin pervasız , ilgisiz , detay mevzuları konuşup milletimizin dikkatini çekmek yoluyla Ramazan-ı Şerif’in feyzinden , bereketinden insanları uzaklaştırmaya çalıştığına şahit olduğumuzu ifade etmiştik. İşte yine böyle tahsilli cahillerden biri çıkıp camide oyun oynayan çocuklar ile ifade ettiği asılsız ithamlar ve camiyi benzettiği çok çirkin mekanları hepimiz duyduk , gördük , takdirlerinize havale ediyorum.Fakat bunların iyi bir yönü var milletimizin basireti daha fazla artıyor şuuru daha fazla artıyor.
    Onun için bizim gerçek alimlerimizin ,ariflerimizin velilerimizin o güzel sözlerini diriltmemiz lazım Alvarlı Efe Hazretlerinin o güzel şiirinde ifade ettiği üzere biz kimseyi müslümanın canı , malı ve namusuna saldırılmadıkça , incitmeyecek bir dinin ve medeniyetin mensubuyuz. Açık aramak , tenkit etmek , baltalamak , haset , kin , nifak , düşmanlık , çekemezlik , kavuculuk , gıybet , yalan , hurafe bunlar müslümanın dünyasında olmamalı.

“Hakîr ol âlem-i zâhirde sen ma’nâda sultân ol
Karıncanın dahî hâlin gözet dehre Süleymân ol
Felekde hâsılı insan isen bir cânı incitme
Günahkâr olma Fahr-i Âlem-i zî-şânı incitme “

Anadolu’nun kandillerinden Hacı Bayram-ı Veli Hz’lerini de anmadan olmaz. Onu anmakla beraber Hacı Bayram-ı Veli Hz’lerinin hocası , Somuncu Baba olarak bilinen Hamidüddin Aksarayi’dir. Hacı Bayram-ı Veli Hz’lerinin bir öğrencisi ,Fatih Sultan Mehmet Han’ın hocası olarak bilinen büyük veli Akşemseddin Hz’leridir. Hacı Bayram-ı Veli Hz’lerinin damadı Eşrefoğlu Rumi’dir.Yine Bursalı Üftade Hz’leri Hacı Bayram-ı Veli Hz’lerinin yolundan yetişmiş oda İstanbul’un en meşhur velisi Aziz Mahmud Hüdai Hz’lerini yetiştirmiştir. Birbiriyle irtibatlı bu alim ve veli insanlar Anadolu’nun en sevilen hala bugün anılan mübarek insanlarıdır.Allah hepsinden razı olsun.
Bu velilerin bir özelliği de şudur , kendi gelirlerini şahsi el emekleri ile kazanma konusunda müthiş bir hassasiyet içerisindedirler.Birde Allah sevgisi ve korkusu ise şiirlerinde yer alarak bize bu samimi hallerini aksettirmişlerdir , gönüllere hitap etmişlerdir.
Bilmek istersen seni,
Cân içinde ara cânı.
Geç cânından bul ânı,
Sen seni bil, sen seni.

Kim bildi ef´âlini,
Ol bildi sıfâtını,
Anda gördü zâtını,
Sen seni bil, sen seni.

Görünen sıfâtındır,
O´nu gören zâtındır,
Gayri ne hâcetindir,
Sen seni bil, sen seni.

Kim ki hayrete vardı,
Nûra müstagrak oldu,
Tevhîd-i zâtı buldu,
Sen seni bil, sen seni.

Bayram özünü bildi,
Bileni anda buldu,
Bulan ol kendi oldu,
Sen seni bil, sen seni.

Hacı Bayram-ı Veli Hz’leri eser bırakmamıştır , insan yetiştirmeye çalışmıştır bazı alimler bu yolu tercih etmiştir esasında bu daha zorda bir yoldur. Bilinen eserlerinden nutuk denilen az sayıda şiiri vardır onlardan en meşhuru da yukarıdaki şiir olup şiir özetleyecek değiliz fakat burada kişinin kendi ahlaki eğitimi için çok önemli bir hususa dikkat çekiliyor , kendini bil , nefsini bil , vicdanını bil , inancını bil , kusurlarını bil başkasında bir kusur görsen bile bu senin kendi kusurundur nazarıyla bak , işte bu anlamları ifade eden güzel , ibretlik bir şiir. Toplumu ıslah edecek kişilerin önce kendini bilmesi de elzemdir ayrıca.

*******************************************

Hacı Bayram-ı Veli Hz’lerinin damadı , Müzekkin Nüfus adlı meşhur eserin müellifi Eşrefoğlu Rumi Hz’leri Anadolu’da tasavvuf denilince en başta gelen alim ve velilerdendir.
Müzekkin Nüfus adlı eserini mutlaka okumak gerekir , nefis terbiyesi üzerine ayzılmış ecdadımızın başucu kitaplarından olan klasik bir eserdir.Bu gün bu tarz eserler az okunuyorsa demek ki toplumun gündeminden nefis terbiyesi düşmüş demektir.Oysa nefis ile mücadele Hz.Peygamber S.A.V ‘inde buyuduğu gibi büyük cihattır.

Fakat burada şiirlerinden örnekler paylaşacağız , şiirleri ,ilahiler olarak bugün dahi dillere pelesenk olmuş , okurken , dinlenirken o samimiyeti o muhabbeti hissettiriyor.Testinin içerisinde ne varsa dışarıya o sızar demişler , Allah aşkı o kadar fazla ki o sızmış yoksa edebi eser olarak oluşturulmuş şiirler kesinlikle değildir.
“ Aşkın odu ciğerimi
Yaka geldi yaka gider
Garip başım bu sevdayı
Çeke geldi çeke gider” gibi
“ey allahım beni senden ayırma
beni senin cemalinden ayırma

seni sevmek benim dinim imanım
ilahi din-ü imandan ayırma” gibi şiirler en güzel en yakıcı şiirlerdir.Bu şiirler bu ilahiler hala gönle ferahlık veriyor.
Bir güzel şiiri ile yazımıza son verelim.
Eya gafil aç gözünü bir bak bu dünya haline
Hiç kimse geldi mi bunda düşmedi ecel eline

Niceleri Sultan edip tahta çıkardı bir zaman
Ahır yere vurdu anı irgürmedi visaline

Bu dünyayı benim sanup zinhar buna verme gönül
Nice senin gibilerin gülüp geçti sakalına

Bu fenaya aldanmagıl ol bekanın kaydı görgil
İşbu geçer dünya için girme halkın vebaline

Gör gör bunu fenasını çekme zinhar belasını
Tiz tiz nice noksan erer bir bak bunun kemaline

An şol günü yer devrile gökler çatlayıp yarıla
Mahluk bir yere derile İsrafil suru çalına

Atan anan kardaşların yad olup senden ayrıla
Şol ettiğin zulumlerin hep dadı senden alına

Şol dünyaya benim diyen atlar binip harir giyen
Kara toprak olup yatır kimse bilmez ki hali ne

Arif olan baktı gördü bunun mekr ü hilelerin
Bir parmağın da banmadı bunun ağulu balına

Buna gönül verenlerin ahır mağbunluktur işi
Akil olan aldanmadı bunun yalnış hayaline

Eşrefoğlu Rumi sen de ahir toprak olısarsın
Toprak olmadan toprak ol aldanma anın aline

Seni yavuz sananlara sen hayır dualar eyle
Kim kime ne sanır ise ahır geliser yoluna

Somuncu Baba Hz’lerine , Hacı Bayram-ı Veli Hz’lerine , Eşrefoğlu Rumi Hz’lerine , Akşemseddin Hz’lerine ’e , Fatih Sultan Mehmet Han’a , Üftade Hz’lerine , Aziz Mahmud Hüdai Hz’lerine selam olsun. 7 Ramazan 1438

Mehmet Emin Başalp

3 Ramazan 1438 ( Mevlana -Konevi )

IMG_8135
Selamün Aleyküm ;
Ramazan yazılarımıza devam ediyoruz. Dün az ve öz söyleyenlerden bahsettik bu seferde çok söyleyen ama yine öz söyleyenlerden bahsedeceğiz.

Bunlardan ilki değil Anadolu’da dünyada meşhur alim ve mutasavvıf , Mevlana Celaleddin-i Rumi Hz’leri. Onun muazzam külliyatından özlü bir kaç sözünü ancak aktarabilme imkanımız olacak fakat paylaşımdan önce önemli gördüğüm bir hususu izah edeceğim.

Değerli dostlar hepimiz müslüman mıyız ? Elhamdülillah , Allah’a inanıyoruz , kulluk ediyoruz. Az çok İslami bilgimiz var , eksik hatalı olsada ibadetimiz var. E o zaman sorunumuz ne ? Bu ilim ve gayret bize yetmez mi ?

Yetmez , çünkü insan Allah’a inanıyor lakin hep isterki Allah’tan bir an dahi gafil olmayayım , daha çok ibadet edeyim.İbadetimden daha çok lezzet alayım. Peygamber’in sünnetine uyar ama daha titiz uymak ister. Büyük günahlardan kaçar belki ama küçük günahlardan da , hatalardan da kaçmak ister. Daha çok hayır hasenat yapmak ister , daha çok tefekkür etmek , zikretmek , yalvarmak , yakarmak ister. Niyeti her daim Allah’ın rızası doğrultusunda olsun ister.Daha iyi insan olmak ve kötü huylardan kurtulmak ister.

İşte bunların daim olabilmesi için kişinin motivasyonunu yüksek tutması gerekir. Kişi motivasyonunu nasıl yüksek tutacak ? E işte bu motivasyon mürşiddir diye atlamayalım hemen bu motivasyonun kaynağı başta Kur’an , sonra Sünnet’dir.İnsan başka yerden Kur’an ve sünnetten bahsedilmiyorsa motivasyon alamaz. Ancak başkalarından Kur’an ve sünneti hatırlatmanın usul , üslup , teşvikini alabilir.

Hz.Mevlana medrese hocasıydı , ilim sahibiydi ama anlatım öyleki Hz.Mevlana’ya onlar yetmemişte Şems-i Tebrizi’yi görmesi , etkilenmesi , geçmişini terketmesi onu evliya yapmış bu son derece hatalı ve yanlış bir anlatımdır.Hz. Mevlana ne farklı bir din bulmuş , ne farklı bir din yorumu bulmuştur. İlmine , irfanına ek olarak işte yukarda bahsettiğimiz gibi daha fazla gayret sarfetmeye yönelmiş sadece bunun usulünü almış ve Allah’ın yardımı ile de insanlığa bu hususları izah etmiştir.İlmini terketmemiş , ilmini belki dar çerçeveden daha tesirli bir anlatımla çağlar ötesine ulaştırabilmiştir.Hz.Mevlana insanlığa yine Kur’an’dan , sünnetten ve ahlaktan bahsetmiştir.

Kur’an okuyan Kur’an’ı terkedebilir mi ? Asla o mübarek kişi işte herkesin bildiği o sözünde ne diyor bir daha tekrar edelim. ”
“Ben yaşadıkça Kuran’ın bendesiyim,Ben Hz Muhammed-in (sav) ayağının tozuyum.Biri benden bundan başkasını naklederse;Ondan da bizarım,o sözden de bizarım(şikayetciyim).” Mevlana’yı lütfen böyle anlayalım , tabulaştırmayalım , İslam çerçevesinden çıkartmayalım.

Yunus Emre kısa söylemişse Hz.Mevlana uzun söylemiştir dedik çünkü insanlar meseleleri illaki giriftleştirmişlerdir , bunların izahıda hayliyle uzun olabilir , kabiliyeti olanda o grubun anlayacağı şekilde söyler yoksa bir şekilcilik amacı yoktur olsaydı zaten eserleri ancak edebiyat tarihinin bir konusu , Hz.Mevlana’da edebiyatın bir öznesi olurdu.

Hz.Mevlana’nın adalet ile ilgili ünlü sözünü tekrar paylaşmak istedim çünkü adaletli davranmak her kişinin yükümlülüğü her işimizde bu sözü hep aklımıza gelsin çünkü son derece veciz ve anlaşılır bir sözdür. “Adâlet nedir? Ağaçları sulamak. Zulüm nedir? Dikene su vermek. Adâlet, bir nimeti yerine koymaktır; su emen her kökü sulamak değil. Zulüm nedir? Bir şeyi kon­maması gereken yere koymak; buysa, belâya kaynak olur ancak. ”

*********

Hz.Mevlana ile çağdaş ve irtibatlı yine dünyaca ünlü bir büyük alimde Sadreddin Konevi Hz’leri’dir. Konevi Hz’leri de en ünlü mutasavvıflardan biri olan gerçekten hayli ilginçte bir usul ve üslubu olan Muhiddin-i Arabi Hz’lerinin usul ve üslubunu Anadolu’ya taşımıştır.

İbn-i Arabi Hz’leri de ilim peşinde koşan ve çokça eser veren bir alim olmuş Konevi Hz’leri de aynı şekilde çokça eserler vermiş ve izahlarda bulunmuşlardır.Tabi üslupları biraz iddialı ve zor anlaşılır olabilir , belki insanlara garip gelen yönüde budur ama her eserinde erbabı tarafından izahı vardır , araştırıp , doğruca öğrenmek gerekir.

Sadreddin Konevi Hz’lerinin 40 Hadis şerhi eserinden 21.Hadis’in şerhinden bir kısmını aldık
“Derecelerin; selâmı yaymak, yemek yedirmek ve geceleyin in- sanlar uyurken namaz kılmak” şeklinde oluşunun sırrının ne olduğuna gelince, onun yorumu şudur: İnsanların muâmelesi iki temel esasa bağlı- dır: İnsanın muâmelesi ya halkla olur, ya da Hak’la. Bu iki muâmeleden her biri kavlî ve fiilî olarak ikiye ayrılır. Halkla olan kavlî muâmele selâmdır. Bu bir esastır. İt’âm-ı taâm/yemek yedirmek ise bir fiil ve baş- kalarına ulaşan hayırdır. Şüphe yok ki başkasına ulaşan hayır, derece bakımından sâhibini aşmayan hayırdan daha yücedir. Nitekim selâm başkalarına ulaşan kavillerin hayırlılarındandır. ”

Selam önemli bir husus , selamı yaymak gerekiyor , yazılarımızda selam ediyoruz devamlı , müslümanlar bir birlerine selamı esirgememeli , yukarıda da belirtildiği gibi selam bir sözdür , kolaydır , halkla irtibattır.

Selam olsun Mevlana Celaleddin Rumi’ye , Şems-i Tebrizi’ye , Muhiddin-i Arabi’ye , Sadreddin Konevi’ye. 3 Ramazan 1438

Mehmet Emin Başalp

2 Ramazan 1438 ( Yesevi – Hacı Bektaş-ı Veli – Yunus Emre )

IMG_8124

“El-kezzabu lâ ûmmeti” dedi, bilin Muhammed;
Yalancılar kavmini ümmet demez Muhammed.
Doğru giden kulunu, Hakk’ın arayıp yolunu,
Doğru yürüyen kulunu ümmet diyecek Muhammed
Her kim “Ümmetim” dese, Rasûl işini bırakmasa
Şefaat günü olsa, mahrum bırakmaz Muhammed.
Tanrı Teala sözünü, Rasulullah sünnetini
İnanmayan ümmetini ümmet demez Muhammed.
Ümmetim diye yürürsün, buyruğunu yapmazsın,
Nasıl ümit tutarsın, orada sormaz Muhammed
Müşküldür âsi kul, ümmet demese orada,
Rezil olur mahşerde, ümmet demez Muhammed.
Ümmetim der Muhammed, gerçek söylese Kul Ahmed,
Sabaha olsa kıyamet mahrum bırakmaz Muhammed “
Hoca Ahmet Yesevi Hz.

Hoca Ahmet Yesevi Hz.’leri tarihi kaynaklarda dahi Pir-i Türkistan diye anılır.Anadolu’da yaşamadığı halde Anadolu’nun fethi sırasında gelen dervişler yoluyla orta Asya’dan onun temelini attığı usul ve üslup Anadolu’ya kök salmış ve her daim nefesi buradan hissedilmiştir. Hoca Ahmet Yesevi’nin hikmetleri , sözleri her daim kendinden sonra gelenleri etkilemiştir.Hoca Ahmet Yesevi Hz’leri sözü , öz söylemiş , basit söylemiş , herkesin anlayacağı şekilde söylemiş fakat derinlikli , tesirli söylemiştir.

Yukarıda yalanla ilgili bir hikmetini paylaştık oysa Hz.Pir en çok 63 yaşından sonra yer altında bir hücrede yaşaması ile bilinir ve anlatılır oysa şahsına ait özel bir durumu insanlığın dikkatine sunmaktan ziyade hikmetlerinde ısrarla bahsettiği iyi ve güzel ahlakı tavsiyesini ön plana çıkartmalıyız ki meselenin özünden kopmayalım , iyilik ve doğruluğun tebliğinden ziyade menakıb kültürüne dönüşmeyelim. ÜMMET-İ MUHAMMED ( MÜSLÜMAN ) YALAN SÖYLEMEZ KARDEŞLERİM.

********
Türkistan’ın piri Hoca Ahmet Yesevi ise Anadolu’nun piri de , pirimiz , hünkarımız , sultanımız , Hacı Bektaş-ı Veli Şahı Horasan’dır. Hacı Bektaş-ı Veli Hz’leri tarafından Yesevi usul Anadolu’ya getirilmiş , kök salmış , Osmanlı devleti zamanında halkını , ordusunu etkilemiştir.Tabi detayına girmeyeceğiz Hacı Bektaş-ı Veli Hz’leri kendi eseri olan Makalat ile tanınmalı , şimdilerde izafe edilen özellikleri , atfedilen sözleri iyi bir süzgeçten geçirilmelidir bu konuda çok hassas olmak gerekir.Hacı Bektaş- Veli Hz’leri olmadan , anılmadan Anadolu’nun mayası bilinmez bunu böyle bilmek gerekir.

O mübarek insan Makalat adlı eserinde şöyle buyurur ; “ Büyük düşman odur ki ;ilki nefsani istek ve arzulardır. İkincisi kibir ve sapıklıktır.Üçüncüsü hilekarlık ve yalancılıktır.İşte bu üç fiil şeytana ortaktır.Mü’min’im diyenleri yoldan çıkarır.Ve yine kibrin isteği doyuncaya kadar yemektir.Hakk’a itaat etmemektir.Yalancılığın isteği , çekiştirme , kahkaha ve maskaralık ; kendi ayıbını görmeyip başkalarının ayıbını gözlemektir. Öyle ise artık şeytanı gördün ve işittin. .Kimin içinde ise o kimse şeytandır. Kimin içinde de yok ise o kişi has kişidir. “

Evet değerli dostlar gördüğünüz gibi Hacı Bektaş-ı Veli Hz’leri de iyi ahlaktan bahsediyor , insanları iyi kulluğa çağırıyor. Yolundan gitme iddiasında isek kibri bırakalım , doyuncaya kadar yemeyi bırakalım , garip gurebayı , fakir fukarayı , yerinden , yurdundan olmuşları düşünelim.Günahlarımıza tevbe edelim.

Bu kamil insanlar niye kamil sözleri ile amelleri uyumluda ondan , onlar insanları dünya saltanatına çağırmadılar işleride olmadı , onların şahısları adına dünyalık emelleri , hırsları , teşkilatları , malları , mülkleri olmadı , olsaydı çoktan zelil olmuş gitmişlerdi ama Cenab-ı Allah onları kendi yolundan ( kulluk ve ilim yolu ) gittikleri için aziz kılmış bugün işte bizlere hatırlatıyor.

********
Anadolu’nun piri Hacı Bektaş-ı Veli ise , sesi , sözü , nefesi , dervişi , Aşık Yunus’tur. İnsanımız Yunus’u o kadar çok sevmiştir ki , çokça Yunuslarımız olmuştur , onlarında çokça şiirleri olmuştur fakat biz burada Taptuk’un dervişi Yunus’tan bahsedeceğiz.Kendi ifadesi ile “ Her dem taze doğarız , bizden kim usanası “ dediği gibi Hakk’a aşık Yunus’un sesi hala bu gün kulaklarımızı çınlatmakta , bağrı yanan Yunus’un aşkı ve samimiyeti hala canlılığını korumaktadır.Halkımıza dini , diyaneti anlatmak , öğretmek vazifesi yerine getirilirken bu coğrafyanın , insanımızın gönül teline dokunan Yunus’tan mutlaka bahsedilmelidir.Çünkü Yunus uzun va’zetmemiştir , uzun uzun yazmamış , söylememiş Hakk’ı , hakikati kısa ve basit söylemeyi çözmüştür.
“yunus emre der ki dünya yalandır
güvenme maline malin talandır
seherde aşıka uyku haramdır “
“ben gelmedim davi için
benim işim sevi için
gönüller dost evi için
gönüller kurmaya geldim “
“yol odur ki doğru vara
göz odur ki hakk’ı göre
er odur ki alçakta dura
yüceden bakan göz değil”
Yukarıdaki şiirler belki herkesin malumu olan şiirler ama Yunus’u tekrar tekrar okumak gerekir . Yunus gibi olmaya gayret etmek gerekir.Kibirden , hasetten , yalandan , riyadan sakınmak gerekir , gönül insanı olmaya iyi insan olmaya , iyi kul olmaya gayret etmek gerekir.
Değerli dostlar Yunus’un felsefesi , hümanizmi falan filan bu tip şeyler temelsiz boş laflardır , böyle şeyler yoktur.Okuyunca gördünüz oda seherde ibadetten bahsediyor onlar , Allah’a iyi kul olmuşlar , ilim yolunda olmuşlar , kötülükten uzak kalmışlar , nefislerine uymamaya çalışmışlar , insanlığı da bunu söylemişlerdir.Bütün mesele budur.

“ asik odur hakki seve
hak derdine kila deva
bizim icin hayir dua
kilanlara selam olsun
miskin yunus soyler sozu
kanli yas ile doldu gozu
bilmeyen ne bilsin bizi
bilenlere selam olsun “

Hoca Ahmet Yesevi’ye , Hacı Bektaş-ı Veli’ye , Taptuk’a , Yunus’a selam olsun. 2 Ramazan 1438

Mehmet Emin Başalp

1 Ramazan 1438 ( Hoşgeldin Ramazan-ı Şerif )

IMG_8094Bismillahirrahmanirahim.
Elhamdülillah , Elhamdülillah , Elhamdülillah. El-Evvelü Allah, El-Âhirü Allah, Ez-Zâhirü Allah, El-Bâtınü Allah.
Ümid-i gufran olan Ramazan-ı Şerif , ömür ve şahsiyetlerimiz , ahir ve akıbetlerimiz , zahir ve batınlarımız hayrola ,
Hayırlar fethola , şerler defola , müminler saf ola , münafıklar berbat ola ,
Gönüller şad , camiler abad ola , cümlemizin savm-ü salatı , zekatı , makbul ola ,
Ömrü ramazan olanın ahireti bayram ola,
Aşkullah , Muhabetullah , Marifetullah , Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola ,
Kalplerimiz mesrûr, sırlarımız mestûr, zahirimiz mâmûr, bâtınımız pür nûr ola.
Şefaatü Nebi , cümlemize nasib-i müyesser ola

**********
Allah , Allah
Muinüs-settar ,
hâliku’l-leyli ve’n-nehâr,
lâyezâl, zü’l-celâl,
birdir Allah, ânın birliğine,
Resûl-ü enbiyâ peygamberimiz cenâb-ı
Ahmed-i Mahmûd-u Muhammed Mustafa
âl-i evlâd-ı resûl-i müctebâ imdâd-ı ruhâniyetine!
piran mürşidin, âşıkin, vâsilin hamele-i Kur’ân,
güzeştegân, ehl-i imân ervâhına, avn-ü inâyetine!
Cumhuriyet’üt –Türkiyye , selamet-i re’is-i devlet ve hükümet ve vükelayı millet,
bil-cümle islâm’ın necât ve saâdet ve selâmetine,
pirler, erenler, üçler, yediler, kırklar, göçenler,
demine devrânına hû diyelim
huuu
huuu

**********
Kendimize has bir gelenek olan gülbank ile başlayalım istedik , Ramazan-ı Şerif’iniz mübarek olsun. Bizi yeniden mübarek ramazan ayına eriştiren Cenab-ı Allah’a hamdolsun.
Ramazan Kur’an ayıdır. Kur’an’ı muhakkak okuyacağız.Kuran’ı Hz.Peygamber’in sünneti ile uygulayacağız ve anlayacağız. İslam dini , değişmemiş olan Kur’an , sahih hadisler ve hakiki alimlerimizin açıklamalarıyla bugüne kadar tartışmasız şekilde gelmiş , öğrenilmiş , öğretilmiş ve yaşanmıştır.Her ramazan ayında maalesef detay fıkhi meseleler , marjinal görüşler dinin esası gibi tartışılır olmuştur.Bu gibi hadiselere milletimizin de rağbet göstererek zihinlerini meşgul etmesi ramazan ayının feyzinden , bereketinden mahrum kalınmasına sebebiyet verebilir.
Bugün dünyayı kan ve göz yaşına boğan zulüm şebekeleri , tertipledikleri örgütler ve oluşturdukları algılar ile İslam’ı bir korku dini olarak sunmaktadırlar.İslam ve inancımız asla insanlığa korku sunmadığı gibi İslam dini insanlığa , Allah’ın rahmet , merhamet ve şefkatini anlatır. Allah , selamet , emniyet ve adaletin olduğu bir dünyayı emreder.Müslüman asla zulmetmez.
Bugün yeniden İslam’ın insanlığa ebedi saadeti getirecek emir ve yasaklarını yani Kuran ve sünnet’i sadece duyurmak değil yaşayarak da tebliğ etmek mecburiyetindeyiz.Tebliğ ve irşad çalışmalarında , dini yaşamada alimlerin , ariflerin ve velilerin o zarif üslubunu da yeniden diriltmeliyiz.O maksatla , güzel insanların gönülleri fethetmiş güzel sözlerini bu Ramazan ayında yeniden hatırlayalım , ibret ve öğüt alalım istedik.Bu bizi daha iyi insan olmaya , ibret almaya , kötü huylardan uzaklaşmaya , ibadet ve taate teşvik etmeye vesile olsun.
Selam olsun tüm peygamberlere ve Server-i ser Efendimize , selam olsun efendimizin aline , ashabına , evladına , ezvacına , selam olsun çihar-ı yari güzine , tabiine , tebe-i tabiine , selam olsun bilcümle şühedaya , selam olsun sulehaya , ulemaya , evliyaya .Selam olsun müminlere , müslümanlara , gariplere , yetimlere , öksüzlere.
Ramazan-ı şerifiniz tekrardan mübarek olsun , efendim.1 Ramazan 1438

Mehmet Emin Başalp

Şehir Estetiği , Betonlaşma ve Gökdelenler

IMG_7585 ŞEHİR ESTETİĞİ , BETONLAŞMA , GÖKDELENLER
Twitter adlı sosyal medya sitesinde Ayasofya camisi arkasında yer alan gökdelen silüetlerinin aradaki bitişik nizam apartman , işhanı vb gibi beton yığınlarından daha estetik göründüğünü ifade etmiştim.Hak verenler oldu , eleştirenler oldu vb , yine o site üzerinden bir flood yani bir dizi tweet atacağım demiştim ama konu hayli uzun olup derdimi tam ifade edeyim diye blog yazısı yazmaya karar verdim.
Şimdi beni bilen bilir ben şehir estetiği , betonlaşma , mimari eser estetiği , yeşil alan , tarihi yerlerin korunması , kadim kültürümüzün yaşatılması konularında falan oldukça hassasımdır. Lakin son dönemlerde şehirleşme karşıtı söylemlerde bulunanlar sıklaştı fakat ne geçmişi analiz edebiliyorlar ne öne sürdüklerinin vatandaşta karşılığı var ne sorunları yerinde görmüş , yaşamış, gözlemlemiş kişiler ne de kültürümüze veya estetik kaygımıza yönelik anlam ifade eden değerlendirmelerde bulunuyorlar tamamen keyfi ve sloganik bir tepkisellik var. Avrupa , Asya , Amerika hatta Afrika , Arabistan vb kıyaslarda cabası oluyor bu mevzunun.
1984 doğumlu bir insanım , 1800’lerin İstanbul’unu veya 1950’lerin Konya’sını falan gözlemleyebilmiş değilim.Ancak sorarak , dinleyerek , okuyarak falan malumat sahibi olmuşumdur.Kısa kısa örnekler vermek suretiyle geçmiş şehir algılarına bir bakmanın gerekli olduğunu düşünüyorum.
Osmanlı döneminde doğmuş İstanbullu yazarlar Mehmet Akif olsun Mithat Cemal olsun Refik Halid olsun sayıca çokdur daha İstanbul şehrini tasvirde şehrin ahşap mimariden kaynaklı olarak ahşabın zaman içerisinde kararması ile de mahalle ve sokakların korkunç gözüktüğünü ifade ederler. İstanbul’u yemyeşil olduğunu falan tasvir eden yoktur aksine kapkara olduğunu öne sürerler..Sadece Boğaziçi yalı kültürünü falan bilen biraz daha zengin ailelerin yaşamlarını gören Abdülhak Şinasi Hisar’ın “ Boğaziçi Mehtapları “ ve “ Boğaziçi Yalıları “ “ Çamlıca’daki Eniştemiz “ kitapları farklılık arz edebilir. Gelelim Akif’e ne diyor , Akif’i niye önemsiyorum , o dönemi realist , çekinmeden anlatmış bir yazardır.
Safahat’tan ;
“Görüyordum, iki üç bin mil açıktan bakarak,
Şu sizin kapkara İstanbul’u, kardan daha ak. “
“ Bizim mahalle de İstanbul’un kenarı demek:
Sokaklarında gezilmez ki yüzme bilmeyerek”
İstanbul kapkara gözüküyor ve Fatih’e oturan Akif sokaklarda yüzüleceğinden bahsediyor.
“ ne Haliç’in o yosun çehreli miskin suları ne onun hilkate küsmüş gibi duran kenarı,
ne karşı sahilin baş başa vermiş düşünen, pis, eski, ağlamış yüzlü sakîl evleri “
Ev tasavvurları da pek iç açıcı değildir. Daha çok sayıda tasvirler kıyaslar vardır ama yazının tümünü bu konuya ayıramayız. O dönem yazarlarının hepsi şehri , yapılaşmayı eleştirir , ahşap evlerin tahtakurusu şikayetinden , sokaklardaki çamurdan , tozdan vb bahsedilir ne mamur şehirlerimiz , ne ferah meydanlarımız , ne yeşil sokaklarımız var filan diye yazdıkları pek vaki değildir.
Yine Konya’dan duyduklarımız örneklerini azda olsa görebildiklerimiz , bahçe ve bahçeden ziyade ören denilen bir açıklığa sahip kerpiç binalardan oluşan bir Konya , o bahçelerde de pek ağaçlık değildir çünkü bahçeye bostan ekileceğinden gölge etmesin diye pek ağaç da dikilmez , şimdiki gibi şehir peyzajında da çam vb de bulunmaz bunlar orman ağaçlarıdır. Konya sokaklarının yazın tozu , kışın çamuru hala yaşlılar tarafından anlatılmaktadır.
Anadolu’yu gezen bütün yazarların vb bilhassa Osmanlı son dönemi dahil Anadolu’nun çorak ve harap durumda olduğundan bahsederler. Kendi köyümüz için duyduğum bizim bazı bağlarımız vardır , bu bağların Cumhuriyet’in ilk yıllarında bir Nahiye müdürü tarafından zorlama ile oluşturulduğu yönündedir.Nahiye müdürü o zaman köylülere buraları bağ yapın dediğinde orada bağ olmaz diyip köylüler umursamıyor , nahiye müdürü bir kısım köylüyü karakolda falakaya yatırınca “ gül dahi yetişir efendim “ diye acıyla bağırdıklarını ve akabinde ağaç , üzüm vb ekmek suretiyle bağların oluştuğunu ifade ederlerdi.
Bütün bunları niye ifade ettim , öyle yeşil şehirlerimiz falan yoktur , şimdi geçmişe göre daha yeşil , daha sosyal donatı alanları ile dolu bir şehirciliğimiz oluştur , yeterli mi kesinlikle değil o ayrı mevzu.
Bir diğer husus yapılaşmamız , şimdi Osmanlı döneminde de düzenli yapılaşma , kaliteli yapılaşma falan şehirlerimizde yoktur , yerel ustalar kaynaklı , kişinin hali vakti yerindeyse daha güzel ve geniş evler , maddi durumu yetersizse daha tek katlı iki göz bir mabeyn denilen evler ağırlıkta , onlarda birbiri içerisine geçmiş , karmaşık sokak yapılarına dayalı. Tarihi binaların bile diplerine kadar yapılaşmanın olduğu açıktır.Fotoğrafını görmüştüm Çemberlitaş’ın etrafı evlerle kapalıdır, Ayasofya ve Sultanahmet arasında camilerin diplerine kadar yapılaşma vardır o mahalle yandığı için yeniden yapılaşma olmamıştır , etrafları açılmıştır.Yine Konya Mevlana Türbesi ve Sultan Selim Camii yanında hamamlar , tuvaletler , kahvehaneler vb olmak üzere harabe binalar yaygındır.Daha sonraki yıllarda etrafta düzenleme çalışması yapılmış yıkımlar olmuştur.Efendim otantik durumu bozulmuştur diye belki eleştirilebilir ama buda bir anlayıştır , etraf ağaçlık hale getirilmiştir.Aynı şekilde Alaaddin Tepesi’nde de eski fotoğraflarında ağaç gözükmezken yeşillendirilmiştir.
Daha sonraki yıllarda ise bir anlayış değişikliği daha gerçekleşti tarihi mekanların silüetlerinin daha iyi görülebilmesi etraflarının açılması politikası güdüldü.Her binanın durumuna göre değişir ama ben bunu destekleyenlerdenim. Bilhassa Türbeönü çok tartışıldı fakat o bölgede ağaçlar varken , gidip gözlemlediniz mi ? Bilhassa insanları rahatsız edebilecek şekilde ağaç diplerinde yazları yatan kalkan kişiler oluyordu , bu tür parkları mesken edinen bir banka otursan yanına gelip rahatsız edecek kişiler yaygınlaşıyordu. Çekirdek çitleyen kişiler , dilenciler vb hadi daha fazlasını belirtmeyeyim bir takım pazarlıkların yapıldığı bir mekan haline bile geliyordu.Yoğun ağaç ve çalı durumu güvensiz bir ortam oluşturabiliyordu bilhassa geceleri. Ayrıca çim sulamasının atrihi eserlerin temellerine zarar verdiği de ifade ediliyor. Efendim asayiş sorunlarının çözümü ağaçları kaldırmak mı idi diye sorarsanız buda bir bakış açısıdır ama bu etrafını açma konusunu ben daha doğru buluyorum. Değil ağaç bölgede çirkin yapıların yıkılması ve cepheleri düzenli binaların olmasını istiyorum işte o zaman estetik bir şehirleşmeden bahsedilebilir.
Esas mesele estetik sorunudur.Türkiye köyden şehre göç olgusunu derinlemesine yaşamış bir ülkedir , milyonlarca insanın göç ettiği şehirlerde hiçbir idare düzenli ve estetik şehirleşme başarısı ortaya koyamaz.Bu göç şehir merkezlerinde zamanında çok da yüksek olmayan bitişik nizam apartman kültürünü maalesef getirmiştir.Bu apartmanlar düz , dışarıya da sadece pencereleri olan hiçbir estetik çizgisi olmayan alelade yapılardır. Bendeniz 30 yıl kadar Konya Şehri’nin merkezinde oturdum , bizimde apartmanımız 3 katlı ve bitik nizamdı , bir odamızın hiç penceresi yoktu bu evlerin genelide böyledir.Bu bitişik nizam apartman stili en kötü yapılaşmadır , bahçeli siteler bunlardan çok çok daha iyidir isterse 20 katlı olsunlar. Gelelim bahçeli müstakil ev dururken niye yüksek yapılaşma bu maalesef realitedir , şehrine nüfus yığılmış , konut ihtiyacı var , yüksek yapılaşma izni olmazsa bunun sonucu vatandaşı gecekondulaşmaya itmek olur.Ayrıca bu kadar yoğun nüfus halinde müstakil evlerden oluşan bir şehirde eğitim , sağlık ve başta ulaşımı kısa vadede nasıl sağlayacaksın.Bunlar önceden planlanmış ve az yoğunluğun olduğu şehirlerde ancak belli bir kültür ve planlama ile mümkündür.Maalesef gönül ister ki böyle olsun ama işin realitesi buna izin vermiyor.Demirel’in meşhur bir sözü vardır “ Bize plan değil pilav lazım “ diye vatandaş ucuz konut ister , iyi konut ister , geniş konut ister , ulaşımı kolay olsun ister , tüm bunları ayarlayabilmek de öyle çok kolay değildir.Burada maalesef betonlaşma , alçaklık , yükseklik falan değil esas ihmal edilen estetiktir , çirkin yapılaşma , çirkin balkon düzenleri , çirkin renkler , teraslara kat çıkmalar , balkonlara yapılmış birbirinden farklı kapatmalar , çirkin tabelalar , çirkin çatılar , antenler , bacalar , mesele yapıların estetiksizliğidir. Yine tekrar ediyorum tüm çirkinliğin sebebi alçaklık , yükseklik değil bu estetiksiz binalardır.Gökdelenin olması , apartmanın olması veya müstakil yapının olması veya orada atrihi bir yapının da olması eğer bunlar iyi planlama ve estetik yapılaşma halinde aynı sokakta bile sırıtmadan ve uyum içinde bulunabilir. Gerçi yüksek yapılaşmaya karşı çıkan vatandaşımızda kendi arsasına bir kat daha fazla imar alabilmek için yapmayacağı şey olmayacak kadar da ilkesizdirler.
Konya Şems Camisi etrafı parktır , bazen camii ve parkı öyle fotoğraflıyorlar ki ne güzel diyorum ama gerçek böyle mi değil , parkın etrafıyla birlikte birbirinden çirkin , herhangi bir nizamı olmayan apartmanlar, işyerleri , çay ocakları , yapılaşmayı görünce sivil mimarinin çirkinliğini anlıyorsun.Bunu görünce dersinki keşke etrafında 4 gökdelen olsa diyebilirsin bir düzen bir estetik olur hiç olmazsa diye.
Gökdelenler tabiî ki istenilen bir yapılaşma değildir , hele bizim dini ve kültürel algımızda yüksek yapılaşmayı sakil karşılar , bu tür yapılaşmayı belki mahallenin içine sokmamak lazım , iş ve ticaret merkezleri ağırlıklı bölgelerde yapı stoğunu azaltmak için gökdelen iyi bir fırsattır. Belli bölgelerde de toplanabilir.
Gelelim bir tarihi yapının ardında vb gökdelen gözükmesi çok mu kötüdür , kötü olduğu da vardır fakat tarihi mekanın ardı , birbirinden çirkin beton bloklarla dolu olacak , çok uzaklardan yapılan bir çekim ile arkada gökdelen silüeti görülebilecek , kusura bakmayın oradaki çirkinlik gökdelenler değil etraftaki yapılaşmadır. Zaten Ayasofya vb yanında gökdelen yoktur dibine yapılırsa zaten çirkin olur İstanbul’da bunun örneği de Bezmi Alem Valide Sultan Camii’nin arkasında yer alan gökdelendir ve silüeti de , tarihi de , her şeyi de berbat etmektedir.ben buna karşıyım ama tarihi camilerin etrafında zevksiz tabelalar içinde berbat yapılaşmalara tepkimiz yok , gökdelen tepkimiz var olmaz. Estetik kaygısı en yakından başlayıp bir kül halinde değerlendirilmelidir.Ütopik şekilde düşüncelerden de vazgeçilmelidir.

Uzak fotoğraflar , tarihi yapılar etrafında gerçekleştirilen tartışmalar odağında bir şehircilik vatandaşın günlük yaşantısına etki etmez.Bir vatandaş olarak önce pencereden ne görüyorsun , estetik binalar var mı ? , sokağın geniş ve düzgün mü ? güneş alıyormusun ? en yakın yeşil alan sana ne kadar uzak ? okulun , camiin , alışveriş merkezin estetik ve temiz mi ? ilk önce değerlendirilmesi gereken bu. Sen mahallendeki parktan faydalanabiliyorsan , sosyal donatı alanlarından memnunsan , sıkışık trafiği olmayan bir caddede bulunuyorsan , aracını rahat park edebiliyorsan , evlerin cepheleri ve yapılaşması düzenli ise bir vatandaş olarak bunların korunması ve iyileştirilmesi ile uğraşmalısın. Yoksa senin sokağında kanalizasyon yoksa , karşındaki apartmanın altındaki dönerci taa çatıya kadar iğrenç bir baca çıkarttıysa , parktaki taşlar sökülmüşse bunlarla uğraşacağın yerde bilmem neredeki gökdelen seni rahatsız ediyorsa , yok bir meydanda ki ağaç sayısı azalmış ise bunlar gerçek yaşamdan uzak durumlardır. Esas mesele bunlarda değildir bunlar rahat bir şehir yapılaşmasının en son sorunlarıdır.Önemli olan konut alanlarında ki ferahlığın sağlanmasıdır. Çok yoğun yüksekliği olmayan , az sayıda bloktan oluşan yeşil alanı fazla site yapılaşmasına gayret edilmelidir. Şehir merkezinde ki bitişik nizam apartman varlığı bilhassa kentsel dönüşüm ile azaltılmalı ve ortadan kaldırılmalıdır.Tarihi binaların etrafı açılıp zevksiz ve estetiksiz binalar kaldırılmalıdır.Bina estetiğine önem verilmeli ve şehir ve sokaklarımız güzel ve uyumlu olmalıdır vesselam.05.05.2017

Mehmet Emin Başalp

NOSTALJİK BAKIŞ VE İSLAMCILIK

NOSTALJİK BAKIŞ VE İSLAMCILIK
Son günlerde bir İslamcılık tartışmasıdır gidiyor , İslamcılığı tarihi , siyasi vb teknik olarak analiz edecek değilim şöyle nostaljik bazı esintilerle İslamcılık geçmişine bir bakalım dünden bugüne ne değişmiş kabilinden dedim , belki şekil şemal hızla değişiyor olabilir ama fikirler ne ölçüde değişti sanırım onu ölçmekte hayli zorlanıyoruz o daha ciddi çalışmalar gerektirir.Ahmet Hamdi Tanpınar’ın o meşhur dörtlüğünde de ifade ettiği gibi zaman kesintisiz şekilde devam ediyor ve biz içindeyiz hala , dün ile bugün birbirinin devamı iken farklılaşmak belki şaşırtıyor insanları.
“ ne içindeyim zamanın,
ne de büsbütün dışında;
yekpare, geniş bir anın
parçalanmaz akışında.”
Dönelim biz nostaljiye şöyle 90’lı yıllara tabi o dönem şahsen ezgilersiz olmaz. Bir dönemi en iyi müziğin anlatabileceğini düşünürüm. 90’lı yılların meşhur ezgileri vardır , kalksam ve dirilsem , dayan mücahidim , adeta dillere pelesenk olmuş bir güneş doğuyor , şehit tahtında veya o dönem ülkemizde yaşanan başörtü sorunlarından mütevellit ağlama karanfil . Bu eserler bir tür hem ülke içinde hem de İslam dünyasında yaşanan sorunlara karşı bir tür protest müzik idi ama oda sol cenahın kullandığı bir tabir olduğundan artık kim icad ettiyse ezgi deniyordu. Şarkı , türkü dinlemeyi kınayanlar o yıllarda ezgi dinlemeyi tavsiye ederlerdi. Nedense insanın kendini kalıplaştırması çok zor bir durum olsa da o dönemde insanlar kendilerini kalıba sokmayı daha önemsiyorlardı. Artık ezgi dinleyip dinlemediklerini bilmiyorum , bu ezgi sanatçıları da bazıları çeşitli arayışlara girse de müzikal faaliyetlerine devam ediyorlar fakat yeni bir müzikal açılım geliştirilemediği için 90 ‘lar pop şarkıları misali düşen kaliteli aynı şekilde bu cenahı da etkilemiştir.Bugün İslamcılık ile özdeşlemiş bir müzik akımı ve eseri bulunmamakta olup bu büyük bir eksikliktir.90’lı yıllardan daha fazla adeta iç içe yaşadığımız Suriye iç savaşı , göçler , göçmenlerin denizlerde boğulması gibi hadiseler şaşırılacak bir şekilde nedense ne müziğe ne edebiyata yansımıştır.Sosyal medya düzeyinde kalmış tepkisellikler haricinde bu dönem açısından zihinlerde herhangi kalıcılık bulunmamaktadır.Bu husus düşünülmesi gereken bir husustur.
90 ‘lı yıllarda Müslümanların sorunlarına ilişkin duyarlılık soğukkanlı analizler ve haberler ölçeğinde had safhadaydı.Çeçenistan , Bosna , Moro , Keşmir ve kanayan yara Filistin her zaman gündemdeydi , tabi o mücadelelerde güzel , anlamlı , hakiki yerli ve milli mücadelelerdi.Fakat bugün İslam dünyasında yine kan ve göz yaşı , mezalim tüm hızıyla devam ediyor ama mücadele adına Müslümanları kesen vahşileri , bir birinden vahşi katliamları vs gördükçe esas içimizi acıtan bu husus oluyor.yukarıda bahsettiğim acaba müzikal ve edebiyat derecesinde yansımamış olması acaba bu kafa ve görüntü karmaşıklığından mı geliyor yoksa bu konulara ilişkin sanatçı ve takipçi kitlesinin duyarsızlığından mı geliyor düşünülmeli.

Çünkü o günler açısından bir Bosna kermesi , bir Bosna mitingi vb bunları hatırlayanlar , katılanlar ancak anlayabilirler o günkü ruh halini . O günlerde bir Bosna veya Çeçen marşı duymak ile hissedilen ile bugün Suriye konusunda hissedilenlerin farklı olduğunu düşünüyorum. Nitekim buna sebep zihinsel ve fikirsel şekilde bölünme , çok fazla karmaşa ve bilgi kirliliğinden kaynaklı benimseyememe hali var.
O günden bugüne değişen ve gelişen güzel bir uygulama varsa , Müslümanlar arasında yardımlaşmanın güçlenmesi , teşkilatlanması .Bugün İslam ülkeleri arasında maddi imkansızlıklara karşı , savaşlara , tabii afetlere anında yardım faaliyetleri , tıbbi destekler vb hızlanmıştır , darda kalana ulaşma noktasında daha fazla imkan ve gayret var olduğu göze çarpmaktadır.
Müzikten başladık şiir ile devam edelim , İslamcılık ile şiirin arası hep iyi olmuştur.Şiir olmadan İslamcılık olmaz Mehmet Akif’siz , Necip Fazıl’sız , Sezai Karakoç’suz , Cahit Zarifoğlu’suz , İslamcılık olmaz. Şiir İslamcılığa ivme ve ruh verir.Şiir coşkundur İslamcılık celalli ve duygulu insanları sever , pısırık , çok mütereddit kişileri sevmez.Yılışık adamı sevmez mert adamı sever , sözü keskin etkileyici adamı sever.Şiir ve edebiyatta İslamcılık olacaksa usulü bu olmalıdır , maalesef bugün bu konuda da yeterli bir ivme görülmemektedir.
İlmi çalışmalar devam etmektedir ayrı bir kulvardır orada çok daha güzel çalışmalar yapıldığını düşünüyorum ama genel kitlelere hitab eden müzik ve şiir zayıfladığı gibi zaten zayıf olan hikaye ve roman türü ve güncel kitaplar hepten zayıflamıştır.İsterseniz romancılığa şöyle bir bakalım bugünden bakınca komik geliyor olabilir , eskiden bir hidayet öykücülüğü ve anlayışı vardı , insanlar gayri İslami bir hayat yaşasa da onlara gerekli nasihat yapıldığında hızla hidayete erecekleri inancı yaygındı. Burada da komik gelen esasında insanların hidayete ermesi değil , kendini hidayette sananların istikametlerini koruma becerisini bu süre zarfında gözlemlemek oldu.Çünkü bunu romanda anlatamadılar bu gerçek hayatta bizatihi gözlemlenerek yaşandı. İslamcıların dünyayı pek tanıyamamış olması , hayalcilikleri veya fikri yetersizlikleri buna sebebiyet vermiş olabilir diye düşünüyorum. Bir imamın kızının manken olması ve mankenlikten sonra hidayete erip geri eski yaşantısına dönmesi gibi bir şey niye akla geliyordu. Uçlardan örnek vereceğiz derken gerçeklik algısı kaybolmuş meğer , ülkede kaç imamın kızı manken olur son derece marjinal bir örnek yerine imamların doktor , mühendis , avukat , öğretmen , akademisyen vb olan kızlarını yazsaydık belki hayata dair daha gerçekçi sorunlar göz önüne çıkar ve toplum kendinden daha fazla şeyler bulabilirdi . Çünkü yaşanan sorunlar genel itibariyle dindar ailenin kızını ertesi gün barda bulmasıyla yaşanan sorunlar değildi , dindar ailelerin dindarlıklarını karmaşık modern bir dünyada yaşama sorunlarıydı ama kolay yolu tercih edenler hiç bu topa girmeden maalesef ucuz yayınlar yaptılar.Ben onları da kabahatli bulmuyorum bu bir birikim , gözlem ve bilinç gerektirir , kolay oluşacak bir şey değildir fakat hala bu yönde atılmış bir adım ve kaliteli bir yayına da rastlamadım.Şimdilerde de bu hidayet öykücülüğünün okunmasını teşvik etmekte bana oldukça gereksiz geliyor.

 
Güncel yayınlar meselesine gelirsek geneli tarihsel , toplumsal ve siyasi meselelere bakışı anlatan ama hiç olmazsa dili kuvvetli okkalı denilebilecek eserler denilebilir. İslamcılar eskiden okumayı severler ve gerçekten çok da ağır denilebilecek eserleri titizlikle okurlardı , okuyan , düşünen , yazan bir nesil her zaman başarılı olur.Tanzimatçılar nasıl çalışkan kişilerse , yazdıkları ve fikirleriyle şekillendirdikleri dünya hala bugünü etkiliyor ise yine İslamcılar da çalışkan kişilerdi , etkileri hala devam ediyor şüphesiz. Bilhassa o zamanki kaliteli dergi ve kitap yayıncılığını falan bugün mumla arasan bulamazsın ama o günlerde bu yayınlardan oldukça faydalanmış kişilerin bugün fikri bilinç düzeyleri hayli yüksektir sadece üzerlerindeki pası almak gerekir cevher yerinde duruyor .Şimdilerde böyle kişileri yetiştirebiliyor muyuz muamma.Şimdilerde de yetişmiş , dil bilen , kültürü , giyimi kuşamı , konuşması düzgün bir çok kaliteli genç var ama rahatlık mıdır , kültür müdür , fedakarlık eksikliği midir , taşın altına elini sokan dahası ses getiren kişi yok. Yani demek istediğim isim vereyim niye bir Sadık Albayrak çıkartamıyoruz. Genç yaşlarında o zaman için çok riskli sayılacak kitaplar yazıyorlardı şimdi niye bu ayarda eserler yok. Bu ruh hala bence var fakat üzerindeki toprağı silkelemek lazım maalesef en büyük sebebi olan rahatlık , tembellik ve atalet bizi çok sarmış , sarmalamış halde kibarlık , nezaket , kendi dünyasında yaşama , sükut , naiflik derken babayiğit İslamcılara hasret kalmışız , İslamcılık bu haliyle varsa var diyelim yoksa ses getirmeyen İslamcılığa pek de yaşıyor gözüyle bakmak çok iyimserlik olur.
Burada şu hususu paylaşmadan edemeyeceğim şuan belki söylem bazında daha kalabalık ve daha homojen bir kitle görüntüsü var ama o eski jenerasyonun bu grupta oranı ve derinliğini bugün şahıs bazında hissetmek mümkün değil , şimdilerde iki kelam etmeye kalktığı halde lafın başını , sonunu toparlayamayıp , meseleyi izah edemeyenlere bazen kıs kıs gülüyorsun , bazen sinir oluyorsun bazen de muhatap olmuyorsun .Çünkü kusura bakmayın ilkokulda Necip Fazıl okumuş bir nesil ile İHL’de dünya görüşünü iddialı şekilde ifade edebilen bir gençlik ile onlarla teşriki mesai yapabilen bir gençlik ile bugün Necip Fazıl’ı facebookta tanımış , sosyal medyadan , diziden , haberlerden vb duyup yorumlayabildiği ile dünya görüşü izhar edenler arasında dağlar , ovalar , yaylalar kadar fark olduğunu açıkça oturup , kalktıkça , konuştukça vb açıkça görüyoruz. İslamcılar arasında eskiden fikir bazında en azından bir eşitlik varken bugün bolca avam ucuzluğu , çığırtkanlığı ile entelektüel sessizliğine gömülmüşler arasında uçurum oluşuyor.İslamcılık bir tepeden bakma , klikleşme , toplumdan kendini soyutlama değildir fakat bugünlerde çapı yetmediği halde görüş izhar edenlere de tahammül gösterilmesi mümkün değildir.Bu gün dava şuurundan ziyade reklam kokan hareketlerin yaşandığını gözlemliyoruz. İslamcılık teşkilatçı , organizasyoncu , iş bitirici insanı sever ama şovmeni sevmez. Hatibi sever ama gevezeyi sevmez.
Cömert , ikram sahibi eskilerin deyimiyle sahavet sahibi insanı sever. Şimdi konudan konuya atlıyoruz ama müzik , şiir , edebiyat , okuma güncel yayın vb dedik ama hedef dava şuuru , muhabbette çimentosudur. Bugün muhabbet sıkıntısı had safhadadır.İnsanlar muhabbeti bulacakları , karşılaşacakları mekanları bulamıyorlar.Çünkü akademik temelli , bol organizasyonlu , resmiyetli işler bir yere kadar , muhabbet oturmak , kalkmak , bir şey yapmak , aynı işe koşturmak , aynı telaşı yaşamak , aynı üzüntüyü veya sevinci birlikte yaşamak gerekir.Bu olmayınca ne olur işte nargile kafeler de bolca muhabbet olur çünkü insanların kendini rahat hissedebildiği teklifsiz , sıcak , muhabbetli başka bir meclis ortamı var mı , yok. Gençleri eve davet yok , kahvaltıya , iftara davet yok , zengin ile gariban pek yan yana gelmiyor , mesleğinde başarılı , yoğun kişiler ile tecrübesizler bir arada bulunmuyor , bir organizasyonda bu ikisi birlikte el atmıyor , protokoldekiler ve arka sıradakiler olarak ayrıldık.Hatta muhitler , semtler ve STK’lar bile ayrıldı. Mesleklere göre , gençliğe göre , çalışma alanına göre vb aynı dava ise arada bir bari ortak bir zeminde buluşmaya , diz dize oturmaya , konuşmaya , dertleşmeye hatta tartışmaya ihtiyacımız var.Bu konuda STK’ları kabahatli buluyorum amaç organizasyon değil amaç şuur , birliktelik , samimiyet ve muhabbet olmalı.Muhabbet kendi aranda sevgi dilinin işlemesidir.
İslamcılık dışarıya karşı şimdi itiraf edelim eskiden sertti , söylem sertliği desen aman Allah’ım uygulamada da yoksa bile mangalda kül bırakılmıyordu. Emperyalizme düşmanlık , faize düşmanlık , hele hele fuhuşa karşı aşırı bir hassasiyet vardı , hatırlarsınız o ünlü konuşmayı bir umumhane açan belediye başkanına madem eşitlik istiyorsun diye başlayan o ünlü vecizeyi 🙂 , tabi o zamanlar beş yıldızlı otel denmez beş boynuzlu otel denirdi 😉

şimdilerde beş yıldız altı otellerde program yapmıyoruz , nedense tatile içkisiz otellere gitme konusunda hassas İslamcılarımız içkili otellerdeki iftar davetlerine koşa koşa gidiyorlar. Sokaklarda fuhuş kartları sıkça rastlanıyor üç – beş cılız tepkiyle karşılaşıyoruz bunlarda şu anki tezatlarımız.

 
Ben bunu şuna bağlıyorum şimdilerde hoca , hatip , vaiz vb çok ılımlı bir dil kullanıyor birde ülkede insanlar sert bir dil kullanıyor , tahammülsüz , ayrımcı , kutuplaşma olduğu gibi eleştirileri görünce gülüyorum.Eskiden cami kürsüsünde celalli vaizler meşhurdu , kürsüye çıktılar mı baştan aşağıya sert bir dille eleştirirlerdi. Şimdiki tesettür kıyafetlerini falan o hocalar görecekti de susacaktı , belki de susacaktılar ama yerden yere vurmaları gerekirdi diyelim. Vaazlarda fuhuş , zina , flört , kumar , içki , dans vb gibi konularda neler neler denirdi. Şimdilerde ağlak asr-ı saadet kıssacılığı ile derinlemesine fıkhi konulardan mütevellit bir gündem var oysa bu şuur vermiyor , şuur isteniyorsa konu ahlak olacak. Tamam yüzü soğuk bir sertlik olmasın eyvallah ama mıymıntılıkta olmasın sözünü evirip , kıvırmadan diyeceksin demezsen olacağı bu muhabbetsizlik zaten bağı kopartmış , birde uyaran yok. Herkes kafasına göre takılıyor.İslamcılık dağınıklığı , gevşekliği kaldırmaz.
Bir örnek vereceğim geçtim çok çok önemli meseleleri eskiden klozet tarzı alafranga tuvaletin ismine bile tahammül edilmezdi , görmediğimiz , kullanmadığımız halde bu tuvalet yerden yere vurulurdu , bizde derdik ki çok şükür kullanmıyoruz ne iyiyiz ne rahatız , al şimdilerde isyan ediyorum , her yerde bu tuvaletler var ve pislik içinde diye ama kime diyorum etrafta üç beş kişiye , bu tuvaletin olmadığı ne avm kaldı , ne bir lokanta ne başka bir yer canın isterse kullanma 🙂 Bir hatip bir hoca çıkıp ta şu konu üzerine bir saat vaaz etse çok mu , Allah aşkına arıyorum yok , ne yani başka meseleler çok mu önemli , imsak saati kadar şu mevzu gündem olmuyor.İslamcılık böyle ibadet konularını , fıkhi konuları şunu bunu sessiz sakin , akademik , ilmi konuşmayla olmaz , İslamcının sesi biraz gür çıkar , sözü sert olur , sözü gerekirse uzatır , bastırır , bunlar olmadıktan sonra ben İslamcıyım diyeceğiz hadi canım sende demek lazım köşe minderi gibi oturuyoruz oturduğumuz yerde.
İslamcılar kalkınmacı idiler hem maddi hem manevi kalkınma , gelişme.Şimdilerde İslamcılık adına kentlileşmeye , kalkınmaya , fabrikalaşmaya vb karşı çıkanları gördükçe şaşırıyorum bu eskiden olan bir görüş değildi yeni çıkmışa benziyor. Çünkü kalkınmayı sağlayamazsan fikirler yaygınlaşmaz , topluma inmez ancak dar bir felsefik tartışmaya döner.Eskiden mahallesinde , şehrinde , köyünde kıt kanaat geçinen Anadolu insanı İslamcı falan değildi.Göç almamış , yozlaşmamış , aile birlikteliği bozulmamış kadim mahallelerde edeb dahilinde yaşayan insanlar üzerinden İslamcılık teorisi kurulamaz. Maalesef bakarsanız o aileler o şehir eşrafı şimdinin İslamcıları falan değiller onlar farklı ideolojilere ve yaşam tarzına savrulurken , İslamcılık biraz çevreden , kenardan , taşradan gelip okuyup , kendini geliştirenler sayesinde gelişti. Bunu geçmişte de gözlemleyebiliriz ,İslamcıların biraz estetik zevki zayıftı fakat geçen sürede bence estetik zevk artarken maalesef genel konjonktür de zevksizliğin artması ile acayip şeylerle karşıları olduk ama İslamcılık ile bu hususları karıştırmamak lazım.
İslamcıların netameli konusu giyim kuşama gelelim. Giyim kuşam konusunda erkekler üzerinden geçmişte ki uygulama tasvip ettiğim bir uygulama değildi. Zaten sonuçta dediğime geldi.Çünkü diğer hususlar gönüllü ve isteğe dayalı iken giyim kuşam işi biraz baskıya dayanıyordu.Kot pantolona tavır gördüğüm en saçma uygulamalardan idi zaten hiçte uymadım şimdi herkes giyiyor , giyilsin. Bol siyah ve gri pantolon üstüne çıkarılmış beyaz veya bej gömlek giymenin uzun süre gidemeyeceği belli idi zaten gitmediği de görülüyor.Bu konuda şahsen ilerleme görüyorum.Tabii gelelim kadın kıyafetlerine şimdi erkeklere özgürlüğü savunup burada sert muhafazakar mı olacaksın diyenler olabilir hayır bugün de tesettür kurallarına uygun kadınlar için şık giysi ve tasarımlar mevcut.Burada tepki gösterilecek olan tesettüre aykırı veya tezat , absürt ve varoşlaşmış giyim tarzıdır.Zaten kendini İslamcı olarak addedenlerin bu akıma eğer kapıldılarsa kendilerine yazık etmişlerdir başka bir şey diyemem.
Dünya değişiyor tabiî ki insanlar ve anlayışlar da değişecek ama bazı hasletler kalmalı.Başta İslamcı tepkisiz olmaz , tepkisi gösterecek , muhabbetli olacak , samimi olacak , İslami olacak , insani olacak.Boş olmayacak yani kafa biraz dolu olacak. .Geçmişe saplanmayacak.Hayalperest olmayacak ama inançlı ve umutlu olacak. Boş vermiş olmayacak düşünecek , sahiplenecek , çalışacak , çabalayacak. İslamcılar iyi insanlardır , bir arada oldular mı birbirlerinin dillerinden gayet iyi anlayıp iki dakikada kaynaşırlar insanları daha çok bir araya getirmeliyiz. Heyecan yüksek tutulmalı , paslanan yerler bir zımparalanmalı. Şiir , edebiyat , tarih , yayıncılık , musıki , tepki , şuur , hitabet , fedakarlık vb bunlarla İslamcılık toplumda yayıldı , gelişti gelin bunları şimdilerde de artırmaya gayret edelim.Kupkuru kalırsak , bitki gibi solarız. Gündelik tartışmaların içinde boğuluruz , gel gitler yaşarız , ruh nasıl gıdasız kalıp hastalanıyorsa gıdaya ihtiyacı varsa İslamcılık ruhunun da gıdaya ihtiyacı var. Bu gıdayı düşünelim , İslamcılığın neş’eye ihtiyacı var. 27.04.2017

Mehmet Emin Başalp

PROFANLAŞAN TASAVVUFÇULAR

PROFANLAŞAN TASAVVUFÇULAR
Naylon tasavvufçuları yazdık , neden naylonlaştılar sebepleri muhteliftir , belki bir çoğu cahil belki bir çoğu kabahatli.Oturup eleştirelimde biz ne haldeyiz birde buna bakmak icap eder , biz niye bu hale geldik , onlar naylonda ya biz neyiz , kimiz , ne haldeyiz.
Mutasavvıflar , insan için alem-i suğra yani küçük alem demişler. Gel gelelim biz cümle alemin işleriyle meşgul olduğumuzdan kendimizden haberimiz yok , dünya meseleleri daha mühim , 7 kıtada ne oluyor ne bitiyor , haber çöplüğü içerisinde takipçisi olmuşuz , seyrediyoruz. Kendimizi unutmuş , gündelik meşgalelerle oradan oraya savrulup duruyoruz. Ele geleni yiyip , dile geleni söyleyip geçiyoruz. Ne bir arayış içindeyiz , ne meselelerin derinliğine talibiz , ne hikmetten besleniyoruz , ne muhabbetten dem vurabiliyoruz.
“ Sanma ey hace senden ki zer-ü sim isterler , yevme la yenfeu da kalb-i selim isterler “ malın ve oğulların bir yarar sağlamadığı yani o mahşer gününde senden altın , gümüş istemezler , seni ancak temiz bir kalp kurtarır diyor ya şair. Kalb-i selim için masivadan el çekecektik oysa masiva kelimesini bile çoktan pek hızlı unuttuk.
Haydi biz kendimizi unuttuk , aramayı unuttuk da ne haldesiniz diye soran da yok , ahalinin hali nicedir diye dolaşan yok , karşımıza çıkan yok , kürsüde haykıran yok , düşenin elinden tutan yok , nefs-i emareyi bilir misin diyen yok , anlatan yok , bu yollara kendini adayan yok , çileler çeken yok , ses yok , sada yok . O güzel insanlar güzel atlara binip gittiler herhalde çünkü buldum diyende yok.
Bir dostta yok artık , kapınıza gelip haydi gidiyoruz diyip sizi en son ne zaman bir irfan meclisine götürdü de , bir arif-i billah zatı dinlediniz.Bu duyguyu ne zamandır yaşamadınız , bu tadı ne zamandır almıyorsunuz. Nabi beytinde diyor ya “hicran çekerek zevk-i mülâkat-ı unuttuk “ yani ayrılık acısı çekmekten kavuşmanın zevkini unuttuk. Kavuşmanın zevki de lazım. Orada burada dostlarla beyhude gezip tozup muhabbet etmek , eskiyi okumak , duyulan 3 – 5 hatırayı yad etmek , sıkıcılık , ruhsuzluk , rutinlik , ilahi bir neş’e vermeyen sohbetler üzerimize iyice yapıştı , bizi sarıp sarmaladı , gerçek muhabbeti unuttuk.
“ Sufi arayıp gezme bi-hude mesacidde / feyzin eseri şimdi hum-hanede kalmışdır. “ Şeyh Galib’in meşhur dervişlerinden Esrar Dede böyle diyor , feyiz şimdi meyhanede kalmışdır diyor ama bizim gidecek meyhanemizde yok .Bu işleri genellikle sarhoşlukla kıyaslamışlar malum hep , herhalde içki yine sarhoş ediyordur insanları ama şimdi nerede var bir bağrı yanık derviş , cuş eylemiş , yanmış , yakmış bir insan , duyanınız edeniniz var mı ? Herkes ham , herkes don , herkes çiğ . Artık kimse “ bana yakan gözlerle bir kerecik baktınız , ruhuma temel çivisini çaktınız “ falan demiyor. Dilinde hikmet , sözünde feraset , meclisinde muhabbet , işinde feraset olan zatlar nerede.
İyi insanlar olalım , ilim peşinde koşalım , müslümanların maddi ve manevi yardımlarına koşalım , helal kazanalım , yiyelim , infak edelim , abid , zahid , zakir , salih bir kul olmaya çalışalım. Oturalım , konuşalım , okuyalım , anlayalım , düşünelim ama bir şey eksik . Bizim tabirlerden biraz uzaklaşacağım buna PROFANLAŞMA denir yani insanın iç dünyasının yoksullaşması , insanın değerlerinin yok olması , kutsallıktan uzaklaşması , giderek mekanikleşmesi , ilgisizleşmesi , yabancılaşması , tepkisizleşmesi , sadece tüketmesi. Şimdi bu kişiler kutsallara falan tavır almış kişiler değiller yanlış anlaşılmasın hatta mutasavvıfım diyorlar ama niye o kitaplarda yazan hususlar , kişiler , haller yok. Niye kuraklaşmışız , niye sığlaşmışız , niye mekanikleşmişiz , niye dışarıda kapının önünde bekliyoruz , niye giremiyoruz , nasıl gireceğiz , elimizden kim tutacak , bizi kim çağıracak.
Gelin bir hayal edelim bazı şeyleri , hayali bile size iyi gelecek.
Bir meclistesiniz , herkes kibar , bağırıp çağıran yok , herkes birbirinin hal ve hatrını soruyor , yüzler sevimli , herkes edeble oturuyor , kenara köşeye kaykılan yok , kimse telefonla oynamıyor , herkeste bir tatlı heyecan , nur yüzlü kamil bir zat oturuyor , anlatıyor , umman gibi geniş , dere gibi çağlıyor , anlıyorsun , hayret ediyorsun , herkese yayılan bir sekinet var. Söz kalbine , zikir zihnine etki ediyor , Allah’ı düşünüyorsun , hafifliyorsun. İçerde bir hava var , içine sıkı sıkı çekiyorsun. Böyle bir mecliste bulunalı ne kadar oldu ?
Bir maruzatınız var bir büyüğe danışalım dediniz gittiniz ziyarete , karşınızdaki arif bir zat , gönlünüzden geçeni tutma ihtiyacı hissediyorsunuz , siz sormadan sorularınıza cevap buluyorsunuz , tavsiye ediyor , nasihat ediyor , dua ediyor. Ne zamandır böyle bir zat ile karşılaşmıyorsunuz ?
Sokaktasınız , gelene geçen selam veren bir zat yürüyüp gidiyor , sana da selam veriyor , ne nur yüzlü bir zat diyorsunuz , o sakin sakin giderken gözlerinizi ondan ayıramıyorsunuz. İçinizde birden iyi duygular yeşeriyor. Ne zamandır sokakta böyle bir zat görmediniz ?
Camidesiniz , kürsüde bir ses var , Hakk’ı haykırıyor , hakikati haykırıyor , saatlerce sürse saatlerce dinlerim diyorsunuz . Ne zamandır böyle vaiz dinlemediniz ?
Dostlarınız var ya, gidiyoruz dediler mi , nereye gidiyoruz diye sorulmaz dosta , ne zamandır dostlarınıza , nereye gidiyoruz diye soruyorsunuz ?
Sözü kısa kesmek lazım .Bugün tasavvufi kurumlar yok mu , var , mürşidler yok mu , var , dervişler yok mu , var , kitaplar yok mu , tarihte olmadığı kadar var , dost yok mu , herkesin kendince dostu da çok , iletişim kolay değil mi , bir araya gelmeler azalıyor mu , aksine artıyor , mekanlar genişliyor , imkanlar çoğalıyor , görseller , videolar , sözler , sohbetler , konferanslar , kurslar , şunlar bunlar her şey olabildiğince var. Çekilen bir çile yok , rahat çok amma bu rahatlık özden , hakikatten uzaklaştıran bir rahatlık , taatsiz bir rahatlık , illeti , hastalığı artmış bir rahatlık.
Naylon tasavvufçular kendilerini kandırıyorlar , profanlaşan tasavvufçular bir türlü silkelenemiyorlar.
Savm u salat u haccile sanma biter zahid işin
İnsan-ı Kamil olmağa lazım olan irfan imiş ( Niyazi Mısri )

Mehmet Emin Başalp