FERAHLATAN ŞİİRLER

Murat Menteş’in “Şeyhim Beni Işınla “ adlı bir şiiri vardır.Ayrıca bestelenmiş ve güzelde seslendirilmiştir, kayıtları dinlenebilir.

O şiirde “tasavvuf strese iyi geliyor bence.” der. Şiirin sonu da şu dizeyle bitiyordu.

“şeyhim 14 milyar yıl ne çabuk geçti
yaş kırk oldu kırklara karışamadım
ben defterden sildim ölümsüzlüğü
şeyhim kainata alışamadım.”

Kainata insanoğlunun alışması mümkün değil çünkü zaten burada geçici olmak üzere yaratılmış.Tabii tasavvuf strese iyi geliyor da diyor şair, kabul edersin etmezsin o senin bileceğin bir şey de tasavvuf gerçekten stresimizin yükseldiği şu karantina günlerinde iyi gelebilir.

Tasavvuf neşvesine sahip şairlerimizden dizeler paylaşmayı düşünüyorum o zaman daha iyi anlaşılacaktır.Çünkü bu dinginlik veya sekinette diyebiliriz  insanlara Allah’ın bir lutfudur. Sonra bir çabanın  bir tefekkürün bir sığınmanın sonucudur.Öyle kelimeleri yan yana dizmekle oluşuvermez.Bu güzel dizeler insanı ferahlatır.

 

İnsan dua ile ferahlar.

Feyzi Halıcı’nın “Dua” şiirinin bir kıtası şöyledir.

Bir uhrevi his var mı ki dünyada
Bulunsun tadı bir ulvi duada
Ne güzel Allahı getirmek, yâda
Mavi gecelerin seher vaktinde…

Duanın tadını bilmeyen duaya laf söyleme hadsizliğini gösterir.Sıkıntılı bir zaman olsun yahut olmasın Allah’a sığınacağız ve O’ndan isteyeceğiz.Ucuz pozitivist zırvalıklarla dine ve inanca karşı güya mantıklı şekilde söylenmeye kalkan sözler aklın ve nefsin kibrinden başka bir şey değildir.Bilim en aciz şeydir.Kuvvet ve Kudret sahibi olan ise Allah’tır.

 

Sığınmada bir ferahlamadır.

Merhum Cahit Zarifoğlu Bey’de şöyle diyordu.

Allahım
Peygamber efendimiz
Hangi şerlerden sığındıysa sana
Upuzak tut benden de onları

Allahım
Yol boyunca
Tarih boyunca
Başıboş bırakma bizi

Peygamber Efendimiz Allah’a şöyle sığınırdı “Allah’ım! Alaca hastalığından, akıl rahatsızlığından, cüzzâm  illetinden ve (her türlü) kötü hastalıklardan sana sığınırım.”

 

Ölümden sonraya inanmakta ferahlatır.

Koca Yunus ise bize her daim şiirleriyle öğüt vermektedir ve bugünde veriyor.

“Ölümden ne korkarsın , korkma ebedi varsın “ diyor. Korkmamak için inanmak gerekiyor sonra Allaha sığınmak gerekiyor çünkü biz O’nun rahmetine muhtacız.

Sabır insanı sıkmaz sabırda ferahlatır.

Necip Fazıl Kısakürek ise ;

Sabır, incecik sırat;
Murat içinde murat.
Sabır Hakk’a tevekkül.
Sabır Hakk’a itimat.

Allah’a tevekkül edeceğiz çünkü bu salgınla gelen , hastalıklar , ölümler , ekonomik zorluklar , sıkıntı ve belalar ancak Allah’a tevekkül etmekle yani sabırla geçer.Allah’a tevekkülümüz yok mu ? haşa var.Allah’a itimadımız yok mu ? haşa var.

Ümitte ferahlatır.

Genç yaşta vefat eden arkadaşımın babası Selçuk Üniversitesi öğretim üyelerinden şair Zemçi Çetinkaya’da bir şiirinde,

Bahar gelir bahar elbet
Mamur olur bu har elbet
Gece nice karanlıksa
Akıbeti nehar elbet

Nehar günün ışıması demektir bu bahar başlangıcında bu sıkıntılar geldi ama sonu inşallah hayır olacaktır çünkü gönlümüzü ferah tutmak durumundayız.Çünki ümitsizlik yoktur.

Gönlümüzü kalbimizi ferahlatacak şeyler yapmak durumundayız.

Evet bu günleri sekinet içinde bulunursak daha kolay atlatırız.Güzel şeyler okumalıyız güzel şeyler duymalıyız.

Onun için Hayati İnanç Bey “ Güzel söz kalbe şifadır “ diyor. Yazımız şifayab olsun strese iyi gelsin.Siz yinede tasavvufi eserleri bir okuyun mutasavvıfları bir araştırın. Gönlünüz bir ferahlasın bir Kuddusi Baba Divanı, bir Salih Baba Divanı iyi gelir. 27.03.2020

 

Mehmet Emin Başalp

 

 

Zaman Ne Gösterecek

hilal

Yeni tip korona virüsü nedeniyle alınan tedbirler kapsamında hayatımızda değişiklikler oluyor.Tabii burada işin acı tarafı bu hastalıktan vefat edenlerin sayıları açıklanması, başta aileleri olmak üzere herkese başsağlığı diliyorum.Şu an hastanelerde tedavi olanlara Allah en kısa zamanda şifalar versin.Sağlık personelimize ve tüm destek sağlayıcılara Allah güç kuvvet versin.

Salgın hastalık sebebiyle kısa sürede önceden görmemiş olduğumuz bir çok şeyi gördüğümüz gibi yaşamaya da başladık.

Çin’de ki salgının İran’a sıçramasıyla artık tehlikenin geldiği seziliyordu ve karantina ifadeleri duyuldukça hukukçu olmama rağmen hiç okumadığım Umumi Hıfzıssıha Kanunu’nu okumuştum. Dili biraz ağır olan bu kanun ile esasında pekte kolay bir süreç geçmeyeceği açıktı ve anlaşılır bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkması gerektiğini Facebook’ta yazmıştım.Nitekim günlerdir bir çok genelge çıkmakta.

Tabii bu günlerde daha sonra örneklere girecek bir çok uygulamaya, dini ve hukuki içtihada sebebiyet verdi.

Gördüğüm kadarıyla bazılarını paylaşacağım.

Mescid-i Haram’da hastalık tehlikesiyle tavafın durduğunu gördük.

Camilerde cemaatle namaza kılınmasına ara verildiğini gördük , Cuma namazı kılınmayacak hallere salgın hastalık tehlikesi de etkilendi. Genelde ilmihal kitaplarına bakıldığında kişinin kendi hasta olma durumu örnek verildiği halde salgın tehlikesi veya salgın korkusu gibi açıkça bir sebep yazmıyordu.Hatta latife olsun diye ülkemizde Cuma namazı için sıkça tartışılan ve kabak tadı veren tartışmaya binaen Türkiye “ Dar’ül Tedbirdir “  dedim.

Havalar gerçi soğuk gitmekle beraber açık havada namaz kılınıp kılınamayacağı veya camilerimizi artık bu tip tehditlere karşı dizayn etme öneri ve çalışmaları ilerde artabilir , camilere bodrum kat ilave etmek yerine teras katları inşa edebilseydik belki farklı uygulamalar görülebilirdi.

Salgın hastalık nedeniyle vefat halinde yıkama , kefenleme ve defin yönünde de tedbirli davranılacağı şeklinde normal zamanda istisnai özellik taşıyan fetvalar daha bilinir hale geldi.

Salgın hastalık tehlikesi sebebiyle yaklaşan ramazan ayında kimler oruç tutmalı kimler tutmamalı tartışması ile bayram ziyaretleri vb tartışmalı olacak gibi Allah’tan teravih namazı evlerde kılınabilmektedir.

Haccın bu sene ifa edilip edilmeyeceği de belirsiz bir konu olup bu sene için herhalde diğer ülkelerden ve Suudi Arabistan vatandaşlarından hacı kabul edilemeyebilir.Tedbirli şekilde Arafat’ta ve Mescid-i Haram’da az sayıda izinli kişi hac farizasını yerine getirebilir böyle bir ihtimal hayli yüksek görünüyor.

Sosyal anlamda kültürümüzde dini örfi nitelik taşıyan uygulamalarda sekteye uğradı.Bunların başında toplu şekilde kandil gecelerinin ihyası idi fakat oda tedbirler gereği icra edilemedi.

Dini konuşmalar ve bilgilendirmeler dijital platformlar kullanılmak üzere devam ettirilmeye çalışılıyor.

Tasavvufi grupların topluca icra ettikleri kendilerine has zikir ve ayinleri de bu süreçte son buldu.Tefekkür , dua , tevbe ve istiğfara bireysel şekilde devam edilmesi tavsiye ediliyor hatta ben bu süreci “Uzlet Ya Hu “ diye isimlendirdim.

Yahya Kemal Beyatlı Düşünce adlı şiirinde “ Ülfet belalı şey ,fakat uzlet sıkıntılı “ der.Şu dönemde hem ülfet hem uzlet sıkıntılı oluyor, ülfet hastalıktan uzlet bilinçsizlik ve alışkanlıklarımızdan.

Uzlet ihtiyari değil zorunlu olunca bu uzletimizi hayra ve ruhi gelişime dönüştürmek zorundayız.Çünkü manevi durumumuz güçlü olmadan bedenimiz güçlü olamaz.Uzlet zamanı bilhassa duaya önem vermek gerekir.Kur’an-ı Kerim’i , Hadis-i Şerifler’i , Şifa-i Şerif’i devamlı okuyalım.Uzletin faydası şudur insan günahtan uzak durur.

Çoğumuz diyebilir ki zina etmiyoruz , içkimiz yok , faiz yemeyiz vb tamam öyledir lakin eğlence ve boş zamanla vakit geçiriyorduk.Bugün her türlü sinemasından , kafeteryalara her türlü mekan kapalı maç dahi izlenmiyor o zaman evlerde de aralıksız film ,dizi ve müzik dinlemeyle Müslümanlar  vaktini geçiremez , evde de dursak bunlar makul ölçüde olmalıdır.Gerçekten bu süre bir fırsattır , ibadet için , tefekkür için , okuma için. Gelin biraz kendimizi dinleyelim.

Bu konuyu burada bırakarak hukuki içtihatlara gelirsek duruşmaların tarafların mazeretli sayılarak ertelenmesine karar verildi böyle bir şeyi meslek hayatımda ben ilk defa gördüm sanırım 99 depreminde bu tür bir ertelemeler olmuştur diye hatırlıyorum.

Ayrıca İcra takipleri de bir süreliğine ertelendi. Bu ertelemeler ile oluşacak bir çok hukuki durum ve örnek olacak.Mesela bu süreçte ölenlerin alacağından tut , mal kaçırmalar vb gibi.

Salgın tehlikesi nedeniyle iş sözleşmesinin feshi , hastalık nedeniyle ölenler iş kazası mı , salgın nedeniyle işi bozulanlar açısından bunlar mücbir sebep mi ? gibi gibi gibi

Bu süreçte ülke geneli adli süreler in işlemesinin duracağını düşünüyorum.Böyle bir durum hukuk kitaplarında örnek olarak bile yoktu çıkarsa görmüş olacağız hatta geçmişe yönelik bile olacağı söyleniyor.

Ayrıca infaz yasasında da değişiklikle cezaevlerinden tahliyeler olacak bakalım bunların sonuçları da ilerleyen süreçlerde göreceğiz.

Bir başka konu sosyal yaşam , parklar kapatıldı , toplu yapılan hiçbir faaliyet yok , sokaklar boş, gezen insanlar ise sokakta maskeyle geziyor , 65 yaşın üstündekilerin sokağa çıkması yasak ama ülkede kimi mizahi kimi trajikomik vakalar yaşanıyor.Gerçekten de kim derdi Çin’de yarasa yiyen birinin bulaştırdığı virüs bizim yaşlımızın parktaki bankını söktürecek diye.

Spor salonları kapalı evlerde spor yapmaya çalışan kişiler var.Evde ekmek yapmaya çalışan kişiler var.Kuaförler kapalı olduğundan son yıllarda artan sakal koyma sonucu sakallarını kesecek insanlar var yahut evde traş olmayı deneyecekler.Mesela ben bu süreçte evde traş makinem olmadığı için sakalımı kestim.

Bu süreçte tek yapılan alışveriş marketlerden gıda gibi duruyor markete gittiğimde kendimi bunalmış şekilde tedirgin tedirgin gezerken buldum bu acayip bir halet-i ruhiye insan korka korka yaptığı işlerden hep distopik filmler izlerken yaşadığı duyguları yaşıyor.

İnsanlarda kaygı ve korkunun artması ile psikolojik vakalarda da artış yaşanabilir.Tabii insanların sosyal hayattan çekilmesi ile suç azalmış olabilir , toplumsal çekişme kavga gürültü azaldı.Toplumda belli bir dinginlik ve nezaket artışı gözlemleniyor.

Yaşlı ve evden çıkamayanlar için gönüllü destek toplumda duyarlılığın  artması açısından sevindirici.Bu salgından sonra ben evlilik oranlarının artacağı , boşanmaların azalacağı , nüfus artışının yaşanacağı , insanların daha fazla çocuk sahibi olması gerektiği gibi düşünceler içinde olacağını düşünüyorum.Bunlar hangi oranlarda olur istatistiki veriler ortaya koyacak.

Tabii bu evde kalma ile dijital yayınlara rağbet arttı , sosyal medyadan kaçmamız gereken diyen insanlar yeniden sosyal medyaya sardı.Bu sistemler üzerinden , yayın , seminer , konser vb arttı.Tabii ki Whatsaap grupları belki tarihinin en yoğun dönemini yaşıyor analizin binlercesi var dünkü dahi unutuluyor yenisi piyasaya düşüyor hızlıca tüketiliyor.

Bu süreçte oldukça önemli iddialar bu gruplarda yazılıp çiziliyor , sosyal medyada dolaşıyor.Tamam dünyayı dizayn etmek isteyen küresel güçler olabilir , insanlara biyolojik savaşlar yapılabilir ama bunların yeri bizlerin whatsaap grupları değil herhalde daha etkili yetkili kişiler bu iddiaları ciddiye almalı.

Hayatımda bir kere bile mikroskoptan bakmayan bir insan olarak mutasyondan tut virüs bilmemnesine kadar konuşamam ama konuşuyoruz bu şekilde bir çok insan görüyoruz bu bilgileri ben doğru yanlış olarak  değerlendiremem tabii ki ciddi uzman ve hekimlere güvenmekten başka çaremiz yok.

Zaman ne gösterecek bilinmez. Atalarımız der ki Allah beterinden saklasın. Haa onun için bugün sabah kalktık , işe geldik , evde yiyeceğimiz var mı , hasta değil miyiz ,Allah’a sonsuz şükredelim.Şu an nimet içerisindeyiz demektir. Fazlaca tedirgin olmanın , korkmanın , ümitsizliğe düşmenin inancımızda yeri yoktur. Beterin beteri vardır dedikleri gibi Allah kaldıramayacağımız yükler yüklemesin ağır imtihanlarla imtihan etmesin.Şükreden , teslim olan kullardan olalım , şikayetçi olmayalım , lanet okumayalım , kahretmeyelim.

Sahâbeden Abdullah bin Abbâs (r.a.) anlatıyor:  Bir gün Peygamber (s.a.v.)’in terkisinde bulunuyordum. O zaman henüz on yaşındaydım. Bana şunları söyledi:

 

“Delikanlı¸ gel sana bazı güzel sözler öğreteyim. ‘Allah’ın emirlerini gözet ki¸ Allah da seni gözetip korusun. Allah’ı hatırından çıkarma ki¸ O’nu her muhtaç olduğunda karşında göresin. Bir şey isteyeceksen¸ sadece Allah’tan iste. Yardım dileyeceksen¸ yalnızca Allah’tan dile. Şunu iyi bil ki¸ bütün insanlar sana faydalı olmak için bir araya gelseler¸ sana Allah’ın takdir ettiğinden başka bir fayda veremezler. Yine bütün insanlar sana zarar vermek için toplansalar¸ sana Allah’ın takdir ettiğinden başka zarar veremezler. Çünkü kaderi yazan kalemler kaldırılmış¸ sahîfelerin mürekkebi kurumuştur. Yani varlık kanunlarını belirleyen ilâhî kurallar ezelden belirlenmiş ve değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir.

 

Allah yar ve yardımcımız olsun.Fiili dua tedbirlerimiz ve dualarımız ile bu süreçte gelip geçecek inşaallah inancım odur ki müslümanların lehine dünyada gelişmeler olacak ben öyle inanıyorum.23.03.2020

Mehmet Emin Başalp

 

DUA VE TEDBİR GÜNLERİ

dua resmi

Değerli Okuyucular herkesin malumu olduğu şeyleri paylaşacağım ama yeniden hatırlamak gerekir . Korona virüsü kaynaklı hastalıklar nedeniyle  fiili dualarımız yani aldığımız tedbirler yanında Cenab-ı Allah’a yalvarmaya gayret edeceğiz ve Kuran okumayı , Hadis-i şerif okumayı ,dua , evrad ve ezkarı ihmal etmeyeceğiz.

Dua müminin silahıdır.

Kuran-ı Kerim’i mutlaka okuyacağız , Hadis-i Şerifleri okuyacağız , Fatiha suresini ,Yasin Suresini okuyacağız.Okumayı bilmiyorsak dinleyip amin diyeceğiz.Şu mübarek günler duaların çokça makbul olduğu günlerdir.

Dualarımızı Kur’an-ı Kerim’den ve Peygamberimizin dualarından seçmeliyiz.Pek çok dua bulunmakta olup teberrüken bazılarını belirteceğim.

Hud Suresi 47.Ayet-i Kerim’de “Rabbim! Şüphesiz ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen, şüphesiz ziyana uğrayanlardan olurum.” buyurulmuştur.

Kehf Suresi 10.Ayet-i Kerime’de “Ey Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve içinde bulunduğumuz şu durumda bize kurtuluş ve doğruluğa ulaşmayı kolaylaştır.” buyurulmuştur.

Enbiya Suresi 87.Ayet-i Kerim’e de Yunus Aleyhisselam’ın balığın karnında kalınca yalvardığı dua herkesçe malumdur. Mealen “Senden başka hiçbir ilâh yoktur, seni (noksanlıklardan) tenzih ederim, doğrusu ben (bu hareketimle) kendine zulmedenlerden oldum.”   Bu duanın orjinalini yani “ Lailahe İlla ente sübhaneke inni küntü minezzalimin “  bugünlerde devamlı tekrar edelim , okuyalım.

Bugünlerde yine herkesin ezberinde olan “ Hasbiyallahu Lailahe İllahu aleyhe tevekkeltü ve Hüve Rabbül arşil azim “ duasını mealen “Allah bana yeter, O’ndan başka ilâh yoktur, O’na tevekkül ettim. O, yüce Arş’ın Rabbidir.”  duasını çokça okuyalım.

Bu süreçte kaynak eser olarak İmam Nevevi Hazretler’nin “El Ezkar” adlı Peygamberimizin dilinden dualar ve zikirlerin yer aldığı kitabı okunabilir.

Mehmet Zahit Kotku Hocaefendi’nin derlediği Evrad-ı Şerif ve Server Yayınlarından çıkan yeni versiyonu Dua kitabıda okunabilir.İçerisinde Ayet ve sahih Hadislerin yer aldığı kitap okuma kolaylığı da içermektedir.

Yine Mahmud Sami Ramazanoğlu Hocaefendi’nin Dualar ve Zikirler kitabı okunabilir.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dualar kitabı okunabilir.

Bu süreçte sahih olmayan kitaplara ve asılsız eserlere ve sosyal medyada sıkça rastlanılan asılsız bilgilere ilgi gösterilmemelidir.Duaların kaynağının Ayet-i Kerime’ler ve Hadis-i Şerif’ler olmasına gayret edilmelidir.Onun harici İslam dünyasında otorite kabul edilen alimlerin ve herkesçe kabul edilen veli kulların tavsiyelerine uyulur.

İslam dünyasında bir gelenek vardır.İslam dünyasının çok ünlü bir kitabı olan Kadı İyaz tarafından kaleme alınan ve Şifa-ı Şerif olarak bilinen Hadis-i Şerif’leri içeren ve Peygamberimize muhabbete vesile olması için yazılan kitapta hastalık , salgın hastalık , savaş tehlikesi gibi zamanlarda İslam dünyasının her yerinde devamlı okunur. Çok faydaları olduğu alimlerce ifade edilmektedir. Yine bu günlerde ehil bir Hadis alimi Prof.Dr.Yaşar Kandemir’in tercüme ettiği Şifa-ı Şerif’te her gün mümkün mertebe okunmalıdır.

Duaya sığınacağız.Duayı sadece bela ve musibetler için değil tüm insanların hidayeti için yapacağız.Manevi hastalıklarımız için yapacağız.Ahir ve akıbetimiz yapacağız.Esas yurdumuz ahirettir.Bu dünya bir imtihan ve hazırlanma yeridir.Allah’tan kolaylık isteyeceğiz , iman kuvveti isteyeceğiz.Allah dualarımızı kabul etsin , Allah bizlere merhamet etsin.Allah bizleri imandan ayırmasın çünkü dönüş ancak O’nadır.20.03.2020

 

Mehmet Emin Başalp

 

Hastalıklar , Yaşanmışlıklar , Kayıtlar

virüsCorona virüsü ile ilgili ilk haberler çıktığında Çin taraflarından çıkacak hastalıklarda tedirgin olmamak gerektiğini söylemiştim ama yayılan bir hastalık oldu.Gerçi virüs dünyaya yayılsa da sert tedbirler alan Çin bunca nüfusuna rağmen hastalığı önleme konusunda başarılı sayılabilir.

Tabii bu sefer hastalık , gelişmişlikleriyle övünen ama hastalık tarihleri de hayli korkunç olan Avrupa’ya sıçradı.Avrupa ve hastalık denilince işin içine geçmişin kayıtları girer ,  edebiyat girer , sinema girer çünkü genelde bu tip şeyleri duydukça kafamızda canlanan bunlardır.

Tabii Türk Edebiyatında da hastalık konusu hayli işlenmiştir. Belki yazımız biraz oradan biraz buradan olacak ama hafızamda yer alan konuları yazıya geçireceğim , özel bir araştırma yapacak konumda maalesef değiliz.

Konuya geçmeden evvela hastalık denilince Kuran-ı Kerim’de Eyyub Aleyhisselam akla gelir.Detaylı kıssalar vardır ama Kuran-ı Kerim’de onun hastalık ve diğer yaşadığı musibetlere sabredenlerden olduğu vurgulanır ve nihayetinde Rabbimiz Eyyub’a şifa vermiştir.

Biz şifanın Allah’tan olduğuna inanırız. Ayeti Kerimede de “ Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur “  buyrulmaktadır.  Bizim medeniyetimiz şifa medeniyetidir , hasta ve hastalıktan korku türeten , ilahi ceza olarak gören bir medeniyet değildir.

Hastalık denilince tabii yaşça bizden büyüklerin daha fazla tecrübesinin olacağı muhakkaktır.Tedavi imkanlarının bu kadar olmadığı dönemlerde veremden ölenler , sıtma nöbeti geçirenler sıklıkla nesilden nesile  aktarılır.Aile geçmişlerine meraklı olanlar açısından az çok bunlara benzer vakalar vardır.Savaş ve askerlik zamanlarında yaygın bit salgınları da vardır.gerçi bu tecrübeyi onlarda kısa bir gözlemle panik olmamaları şeklinde gördük.

Rahmetli anneannem büyük dedelerinden veli olarak  bilinen birinin  orduda bit salgını vesilesiyle duaya çağrıldığı ve duası sonrası bitlerin bir çaputa toplandığını bu şekilde bir kerametinin izhar olduğunu anlatırdı.

Dedemle memleketimiz Doğanbey mezarlığını gezerken dedesinin mezarının etrafını gösterirdi ve gerçekten orada bulunanların vefat tarihleri 1938 yılıydı , o yıllarda galiba köyümüzde bir salgın hastalık olmuş ve günde üç dört mezar kazdıkları oluyormuş diye anlatmıştı.

Yine dedemin dayısının oğlu ile ilgili verem rahatsızlığı nedeniyle Heybeliada Sanatoryumu’na yatırıldığı ve orada genç yaşta vefat ettiği , acı ve ağrıdan duramadığı şeklinde hatıraları vardı.

Bu tarz şeylere meraklı olduğum için bu anekdotları tutmayı severim. İşte kendi kısa tarihimizde bile verem , sıtma , bit , kolera gibi salgın hastalıklardan vefat edenlerin olduğuna dair hikayeler mutlaka vardır.İnsanoğlu bulaşıcı hastalıklarla her dönem karşılaşıyor ve belki hayatlarında acı izler bırakarak bu hastalıklarda bir şekilde gelip geçiyordu.

Bu hastalıklar destanlara , ağıtlara , şiirlere , türkülere , masallara bizde yansımış olup batı edebiyatında da roman , tiyatro ve daha sonra sinemaya yansıdı.

Mesela bir Konya türküsünde ;

“Eczanenin şişeleri parlıyor
Cerrah da gelmiş yarelerim bağlıyor
Garip anam baş ucumda ağlıyor

Söyle doktor söyle ölecek miyim
Ölmeden sılamı görecek miyim “ şeklindeki mısralar hayli hüzünlüdür.

Yine Meşhur şairlerimizden Faruk Nafiz Çamlıbel’in Han Duvarları adlı şiirinde ;

“garibim namıma kerem diyorlar
aslımı el almış harem diyorlar
hastayım derdime verem diyorlar
maraşlı şeyhoğlu satılmış‘ım ben “ diye biri han duvarlarına not yazıyordu.

Vak’a Halkalı Zira: at Mektebi’ nde geçmişti”

– Bence Doktor, onu siz soyarak dinleyiniz;
Hastalık çünkü değil öyle ehemmiyetsiz.
Sade bir nezle-i sadriyyemi illet? Nerede?
Çocuğun hali fenalaştı son günlerde,
Ameliyata çıkarken sınıf on gün evvel,
Bu da gelmez mi? Dedim ‘Kim dedi, oğlum sana gel?
Nöbet üstünde adam kaçmalı yorgunluktan;
Hadi yavrum, hadi söz dinle de bir parça uzan.’ şeklinde başlayan oldukça güçlü tasvirlerle bezeli Mehmet Akif Ersoy’un Hasta şiiri.

Reşat Nuri Güntekin’in , Refik Halid Karay’ın yazılarında hastalık , sefalet , karantina gibi çokça yazı bulursunuz.Gerçi hastalık denilince bu konuda zirve yazılar herhalde Peyami Safa’ya aittir. Yine dünya edebiyatında da Dostoyevski başı çeker.Kan kusan verem hastalarından ağır melankoliden dolayı bu tarz kitapları okumayan kişiler bile vardır.

Hangi kitabıydı hatırlayamadım ama Memduh Şevket Esendal’ındı galiba , vapurda kamara çok kalabalık olunca üç işret meraklısı kamarada hapşırmaya başlıyorlar sonra herkes çıkıyor kapıya İspanyol gribi vardır yazıyorlar içerde üçü yolculuk boyunca içiyorlar yahu bu memleket ne safmış demek Enver , Talat ve Cemal bu halkı ne kolay kandırmış diye de konuşuyorlar , İspanyol gribi gibi dünyada çok can almış bir konunun edebiyatımızda bir yansıması hatırımda kalmıştı.

Velhasıl Üçüncü Murad hasta yatağında “Bimarım ( hastayım ) Ey ecel bu gece bekle yanım al , derdim ziyade olmadan ey yar canım al “ şarkısını söyletirken vefat ediyordu.

Dünya tarihinde ise veba sanırım hem öldürücülüğü hem de bulaşıcılığı konusunda korkulan bir hastalık olmuştur.

Geçen yaz kabrini ziyaret ettiğim önemli İslam alimlerinden İmam Birgivi veba salgını ile vefat etmişti. Yine o yıllara yakın tarihlerde vefat eden türbesinin kapısında o ünlü “ Ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge , Ne açar kimse kapum bad-ı sabadan gayrı “ yazan ünlü divan şairi Fuzuli’de bir veba salgınında ölmüştü. Veba ve karantina denilince ise Hz.Ömer Efendimiz’in Şam’da bulunan veba salgını nedeniyle şehre girmediği ve geri döndüğü , Ey Ömer Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun diyenlere , Allah’ın kaderinden  yine Allah’ın kaderine kaçıyorum sözünü pek çoğumuzun aklına gelir.

Fakat veba denilince Avrupa’da kara ölüm olarak anılan veba salgını akla gelir.Kilise otoritesini de sarsan bu veba salgını hastalığı günahkar kullar için ceza olarak yorumlayan kilisenin hastalığın herkese bulaşması ile  bazı şeyleri açıklamakta yetersiz kalmasıydı.O dönemde de veba Avrupa’yı yine pislikleri nedeniyle daha fazla etkiliyordu.Bu veba konusunda ilginç sahneler yine ünlü yönetmen İngmar Bergman’ın Yedinci Mühür filminde görülebilir.

Türk sinemasında ise her üzülenin ve acı çekenin kısa sürede mendile ağzından kan gelmesiyle görülen hastalığı veremdi.Bir süre sonra bu husus alaya alınmaya başlayınca hastalık hususu gündemden düşmüştü fakat yakın zamanda Yılmaz Erdoğan’ın Kelebeğin Rüyası adlı film veremli iki şairimizi beyaz perdeye aktarmıştı.

Kültürümüzde evliya menakıplarında da hastalara yardım konusu yer alır bilhassa bulaşıcı bir hastalık olan cüzamlılara yardım eden tekkeler vardır.Yine Nakşi büyüklerinden Ubeydullah Ahrar Hazretleri’nin hastalara yardım etmekle bu makama erdiği ifade edilir.

Korona virüsünün yaşandığı şu günlerde ise geçmişten farklı olarak iletişim çağının en ileri olduğu zamanları yaşıyoruz.İnternet vasıtasıyla dünyanın öbür ucunda olan bilgiler doğru yanlış hızlı şekilde yayılabiliyor.

Hastalık nedeniyle panik üretilebildiği kadar mizahta üretiliyor. Whatsaap gruplarında insanlar bir çok konuyu hatta bilmedikleri halde detaylarıyla değerlendirebiliyor. Twitter ve facebook gibi sosyal medya mecraları artık corona virüsü kaynaklı yazılar ile dolu ve artık modern dünyanın kayıtları da buralar.

Tabii ki , Kabe’nin tedbir nedeniyle tavafa kapatılması ve boş hali bir anda beni de hüzne sevketmişti fakat gerekli bir durumdu. Esasında ibret nedeniyle hüzünlenmiştik Allah elimizden imkanları aldığında bazı hadiseler daha acı şekilde yaşanır.

Bugünde Türkiye’de camilerde cemaatle namaz kılınmasına ve Cuma namazı kılınmasına tedbir gereği ara verildi.Buda doğru bir karar ama insan hayatında bu tip şeyleri yaşadığında karmakarışık bir halet-i ruhiyeye sahip oluyor ve sarsılıyor.

Bazı işletmeler geçici olarak kapanıyor mesela bir süredir gitmediğim spor salonu da geçici olarak kapandı mesela bu bizi artık evde ve açık havada spor yapmaya yöneltecek , yaşam tarzlarımızı değiştirmek durumunda kalacağız.

Sultan Abdülhamit dönemine redingot devri denirdi o giysinin yaygın olmasına bende bu siyasi döneme nargile devri diyordum ama sanırım oda bir süre uzak durulacak bir alışkanlık olacak.

Duruşmalar erteleniyor. Umuma açık işletmeler geçici olarak kapatılıyor.Sokakta maskeli kişiler görebiliyoruz. El yıkayan insan sayısının arttığı gözlemleniyor. Odalarımız kolonya kokuyor.

Esnaf ve tüccar ticaretin etkilenmesinden tedirgin oluyor.Bir çok değişiklik ve tedbir kiminin farkındayız kiminin değiliz , Allah ahir ve akıbetimizi hayretsin.

Tüm bu tedbirler inşaallah geçici olsun , hastalığın yayılması bir an önce dursun ve insanlarımız güvenle yaşamaya devam etsin ,işlerine gitsinler ve topluca ibadet edebilsinler.Çünkü bizim medeniyetimizde bu işler için ” Bu da geçer Ya Hu ” deriz.

Allah herkese sağlık ve sıhhat versin.

Kanuni Sultan Süleyman’ın o ünlü beyti ile yazıma son vereyim.

Halk içinde muteber nesne yok devlet gibi

Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi

 

Mehmet Emin Başalp 16.03.2020

 

 

 

İNTİFA HAKKI SAHİBİ AKARYAKIT İSTASYONLARINDA EMLAK VERGİSİ HANGİ TARAFÇA ÖDENİR ?

Akaryakıt istasyonları ile akaryakıt dağıtım şirketleri arasında intifa hakkı tesis edilmesi , ilgili sektörde sık karşılaşılan bir durumdur.Rekabet Kurulu tarafından 2002/2 sayılı Dikey Anlaşmalara İlişkin Grup Muafiyeti Tebliği ile intifa hakkı süresinin beş yıl olabileceği belirtmiştir. Bu karar sonucu artık intifa hakkı akaryakıt sektöründe beş yıl olarak uygulanmakta olup bu intifa hakkı süreleri kısalttığından daha fazla yeni işlem ve değişikliğe sebebiyet vermiştir.Yeni durum nedeniyle de bazı ekonomik külfetler konusunda intifa hakkı sahibi veya alan tarafından çeşitli hukuki yollara başvurulmaktadır.Bu başvurulardan biri de intifa hakkı süresi bittiğinde intifa hakkı sahibinin emlak vergisi ödemeye devam edip etmeyeceği hususudur.

4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 794.maddesi ve devamı maddelerinde intifa hakkı düzenlenmiş olup hak sahibine konusunda tam yararlanma yetkisi veren bir hak olup taşınmazlarda tapu kütüğüne tescil ile kurulmaktadır. Akaryakıt sektöründeki intifa hakkı kökeni itibariyle sözleşme ile kurulan intifa hakkı grubunda olup  tapu kütüğü siciline tescil şarttır.

1319 Sayılı Emlak Vergisi Kanunu’nun 3.maddesi ise “Bina Vergisini, binanın maliki, varsa intifa hakkı sahibi, her ikisi de yoksa binaya malik gibi tasarruf edenler öder. “  şeklindedir. Dolayısıyla Emlak Vergisi mükellefiyeti intifa hakkı sahipliği varsa intifa hakkı sahibi tarafından ödenecektir.

Akaryakıt dağıtım şirketine ait intifa hakkı süresi beş yıl geçmekle süresi dolmakla birlikte tapu kütüğünden terkin edilmemiş ise Emlak Vergisi hangi tarafça ödenecektir ?

Burada akaryakıt istasyonları tarafından Türk Medeni Kanunu’nun 796.maddesi öne sürülmekte ve sürenin dolması ile intifa hakkının sona ereceği iddia edilmektedir.Oysa madde metninde “Sürenin dolması veya hak sahibinin vazgeçmesi ya da ölümü gibi diğer sona erme sebepleri, taşınmazlarda malike terkini isteme yetkisi verir.” şeklinde olup sürenin sona ermesi maddenin ilk fıkrasında belirtilen kendiliğinden sona erme sebeplerinden olmayıp malike terkini isteme yetkisi vermektedir.Terkin işlemi de Harçlar Kanunu’nda gerekli harçlar ödenmek suretiyle tapu kütüğünden ya malik ya da karşılıklı tarafların muvafakati ile gerçekleştirilir.Taraflar arasında uyuşmazlık olması halinde ise bu uyuşmazlığın giderilmesi için taraflar yargı yoluna başvurulabilir.

Süresi dolan intifa hakkı sahibinin belediyelerce tahsil edilen Emlak Vergisi’nin mükellefi olmadıkları itirazları ise belediyelerce ilgili hükümler nedeniyle kabul edilmemelidir. Belediyeler bir kamu kurumu olup intifa hakkının devam edip etmediğini sözleşme süresine göre değerlendiremeyecek olup intifa hakkının tapu kütüğünde devam edip etmemesine göre işlem yapabileceklerdir.Çünkü ancak malike terkin isteme yetkisi veren süre dolumu durumunu belediyeler re’sen süre dolumu ile intifa hakkı sona ermiş ve tüm sonuçlarıyla ortadan kalkmış gibi değerlendiremez.Bu tek taraflı bir değerlendirmeye sebebiyet verecek olup idare hukukunun genel ilkeleriyle de bağdaşmaz.

Bu hususta Konya 1.Vergi Mahkemesi’nin 2016/216 Esas ve 2016/981 Karar sayılı kararını belirtmem gerekir karar çoğunluk oyu ile verilmiş olup ayrıca istinaf incelemesinden de oy çokluğu ile  geçmiş ve kesinleşmiştir.İlgili karar da özet olarak terkin edilmeyen intifa hakkı nedeniyle emlak vergisinin akaryakıt dağıtım şirketi tarafından ödeneceği belirtilmek suretiyle dava reddedilmiştir.Gerekçede koyulaştırılarak da yazılan yani vurgulanan “Sürenin dolması veya hak sahibinin vazgeçmesi ya da ölümü gibi diğer sona erme sebepleri, taşınmazlarda malike terkini isteme yetkisi verir “   Türk Medeni Kanunu’nun hükmü olup intifa hakkının devam edip etmediği konusunda tapu sicil müdürlüğünden gelen yazıya itibar edilmiştir. Tescilin terkin ile intifa hakkının ortadan kalkacağının belirtilerek tapu kayıtlarında intifa hakkı sahibi olarak gözüken tarafın mükellefiyetinin devam ettiği ve belediyece verginin tahsili için yapılan işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilerek dava reddedilmiştir. Azlık oyu ise intifa hakkının sürenin dolması ile mi sona ereceği yoksa terkin ile mi sona ereceği uyuşmazlığın özünü oluşturduğunu belirterek sürenin dolması ile intifa hakkının sona erdiğini belirterek çoğunluk oyuna katılmamıştır.

Azlık oyunda kanaatimce de isabetsizlik olup tapu sicilinden terkinin gerçekleşmesi  gerekmektedir yoksa sözleşmeye dayalı intifa haklarında sözleşmelerin feshi ile de intifa hakkı ortadan kalkmamakta terkin ile sicilden kaldırılmaktadır veya tek taraflı fesih halinde ancak mahkeme kararı ile ortadan kalkmaktadır.Bu süreçlerde terkinin varlığı gerekirken süre dolumu ile de terkinin gerekeceği çok açıktır.Yoksa hak sahipliği konusunun varlığı veya devamının tespiti için yargı kararı gerekebilir yargıdan beklenebilecek bu sonuca da idarelerin tek başın idare hukuku genel ilkeleri çerçevesinde başta eşitlik ve kanunilik olmak üzere karar veremeyeceği açıktır. 20.02.2020

 

Av.Mehmet Emin BAŞALP

 

ŞİVLİLİK

Şivliliği Konyalılar biliyor ama kısaca tarif edersek Regaib Kandili’nin gündüzünde çocukların kapı kapı dolaşıp bir takım yiyecekler topladıkları bir adet.

Regaib Kandili’nde kutlandığı için hicri takvim esaslı bir adettir.

Konyalılar arasında Regaib Kandili ilk namaz olarak da anıldığı için çocukların namaza başlamasının  kutlanması amacıyla başlamış olma ihtimali üzerinde de duruyorum.

Şivlilik toplama adetinin ne zaman başladığı veya kelimenin kökeninin nereden geldiği belirsiz sadece bazı tahminler bulunmaktadır.

Bunlar geçmişe dair bilgiler olmakla birlikte Konya merkezde bu adet canlılığı ile devam etmektedir.

Yazımın konusu şivlilik toplama geleneğini nasıl koruyacağımız konusudur.

Hukuki olarak şivlilik somut olmayan bir kültür mirasıdır. Şivliliğin bu şekilde yer alması hatta tescil edilmesi gibi hadiseler şivliliği korur mu ? ülke çapında sadece ilandan ibaret bir tescil korumaz bunu koruyacak Konya halkı ve Konya idari kurumlarıdır.

Yerel yönetimler açısından da mevzuatımız yerel adetleri standartlaştırma veya kendi mevzuatları kapsamında belirleme gibi bir imkan sağlamamaktadır. Tabii ki yerel yönetimlerce bu adet ile ilgili organizasyon ve programlar yapılmaktadır ama bunların bir sefer yapılan herhangi bir programdan statü olarak herhangi bir farkı yoktur mesela belediyelerin organize ettiği seminer gibi.

Şivlilik nasıl korunacak , şivliliğin korunması başta hemşerilerimize düşmektedir. Bu adeti çocuklarına anlatmalı ve teşvik etmelidir. Şivliliğin geri kalmış , demode  bir adet gibi sunulmasına asla müsaade edilmemelidir. Kapıya yazı asıldığı ve zilin çalınmaması talep edilen bir yazı görmüştüm bilhassa bu konuda başka şehirlerden şehrimize yerleşenlere bu adet anlatılmalıdır fakat site kültürü ve zayıflayan komşuluk buna pek müsaade etmemektedir.Buda çocuklardan ziyade biz büyüklere düşmektedir , site yöneticilerine düşmektedir.

Şivlilik adetinin yaşaması için kişisel ve toplumsal komforumuzdan feragat edilmelidir. Ucuz ve kalitesiz gıdalar sunulmamalı , çocukların düzen bozduğu gerekçesiyle sitelere vesaire girişi engellenmemelidir. Site bahçesinden güvenlik personeli tarafından şivlilik verilip gönderilmemelidir.Önemli olan iletişimdir.

Şivlilik adeti okullarımızda yerel bir geleneğimiz olarak öncesinde işlenmelidir. Müftülük eliyle yine şivlilik ve namaz farkındalığı çalışması yapılmalıdır. STK’lar şivlilik konusunda çalışmalar yapmalıdır bu çalışmalar organizasyondan tut her türlü faaliyeti kapsayabilir.

Belediyeler şivlilik konusunda programlar düzenlemeli ve bu programlarını olabildiğince yaymalıdır.Keşke yasal alt yapımız müsaade etse de somut olmayan bu kültürel mirası şehir adına “şivlilik “ olarak yerel bir şenlik olarak bilhassa Konya valilik , kaymakamlık , milli eğitim , müftülük , belediyeler , kültür müdürlükleri , üniversiteler , odalar  ve benzeri kuruluşlarca ilan ve kabul edilmiş olsa.

Şivlilik logosu oluşturulmalıdır.O gün sosyal medyada  bu logoyu kullanabiliriz.

Tüm bunların sebebi yeni bir şeyler icat etmemiz değil hemşerilerimizin dayanışması , komşuluk ilişkisi devam etsin , çocuklarımız üç ayların gelişini fark etsin , bu adetlerin esas ruhu unutulmasın ve iyi yönde toplumuzu etkilesin.

Konyalı hemşerilerimiz ve çocuklarımız güzel bir şivlilik geçirirler inşallah.14.02.2020

 

Mehmet Emin Başalp

ADAM OLAMADIM DE

IMG_20180205_090337

ADAM OLAMADIM DE

Konyalıların pek sevdikleri hocaları Hacıveyiszade Mustafa Kurucu Hocaefendi’nin vefat yıldönümüydü 5 Şubat.

Sosyal medyada anma amaçlı bazı paylaşımlar gördüm sadece , şu yapılabilir bu yapılabilir tarzında fikir verecek değilim esasında program yapmanında insanlara bir faydası oluyor mu , oda tartışılır.

Maalesef sosyal medya ile beraber kuru kuru bir anma furyasıda olustu , ölümünden yüzyıllar geçmis kimi Allah dostu , kimi padisah , kimi asker kimi alim bir mesajla anılıp geçiliyor.

Hacıveyiszade Hocamızı analım elbette hiç olmazsa onun bazı söz ve işlerindende nasiplenelim.

Yegeni Ali Ulvi Kurucu , bir nasihatte bulun amca dediginde ısrarları sonucu ” adam olamadım de , adam olamadım de ” diyor. Şimdilerde türlü züppeye adamsın , cansın , kralsın deniyor. En aşağılık ahlaka sahip türlü zevat adamlık dersi veriyor halka. Oysa adam olamadık desek böyle mi olurduk , bakın hocanızın nasihati ve tavsiyesi bu , biz adam olamadık diyin bolca.Biz kimiz ki lan diyin biraz kendi kendinize , neye bu aframız, taframız , hic bir şeye hükmümüz gecmiyor ama böbürleniyoruz. Ne kadar acınacak , aglanacak halimiz var gülüyoruz kahkahayla.

Hocaefendinin ahlakını , faziletini anlatmak belki uzun sürer ama bari şu nasihati kulağımıza küpe olsun. Ben şuyum , ben buyum diye kuru gürültüden gecipte , bizde adam olamadık kardeşim ne yapalım diyip kusuru kendinde arayan kişilerden olsak keşke.

Hocaefendinin irsadı , nasihati devam ediyor bu vesileyle mekanı cennet , kabri nur olsun , Allah gani gani rahmet eylesin. 06.02.2019
Mehmet Emin Başalp

HAC

 

 

 

 

 

HAC

kabe

 

Hac kuralarının çekilmesi ile hac kurası , hac fiyatları vb gündeme geldi lakin başka hususlarında gündeme gelmesi lazım.

 

Hac çok mühim bir ibadettir ve Allah ve peygamber sevgisi ile dolu her mümin bu hac ibadetini yerine getirmek için can atar.Bu sartlar altında bile hac ibadetini müslümanlar büyük bir samimiyetle ifa ediyorlar , Allah kabul buyursun.

 

Dünyada 1,5 milyardan fazla müslüman var ve imkanların artması ile de dogal olarak bir kota sart gibi gözüküyor. Sayı ve seçim tekniginde adalet gözetildikçe kota ve kuraya bir şey demek mümkün değil.

 

İşin orasında değilim lakin haccın ifa edilişi , fiyat politikası , hac hizmetleri , konaklama vb İslami olmaktan geç insani olmaktan bile çıkmıstır.

 

Şuur için ülkemizdeki pek degerli vaizler , hocalar hac menasıkını anlatalımda haccın ruhuna ve ifa edilisinde insanca uygulamalara daha fazla ehemmiyet verelim derim.Yapacağımız suan budur galiba belki müslümanlar düzelirse islerde düzelir.Genclere , çocuklara İslami ve insani bir hac organizasyonu ideali ve İslam kardesligini sadece dilden degil samimiyetle aşılamalıyız. Malum , Allah dostlarından Mehmet Zahid Kotku Hocaefendi’nin buyurduğu gibi ” kardesliginiz ne kadarsa müslümanlıgınızda o kadardır ” sözü var.Durum onu gösteriyor gibi müslümanlar kardeş ve birlik olmayınca bu en geniş kapsamlı müslümanların toplandığı ibadette de sıkıntılı haller mevcut.

 

Hac ibadetini ibadet olarak gitme aşamasında ekonomik kritere indirgemeyelim. Talebi azaltmak icin fiyatını yükseltmeyelim.

 

Resulullah , bir kölenin arpa ekmeginden davetine dahi giderdi. Cümle müslümanlar onun dogdugu beldeye , yasadıgı ve vefat ettigi beldeye geliyor lakin müslümanlar ancak parasına göre konaklayabiliyor. Bu ne kadar Nebevi’dir.Allah Resulu şimdiki uygulamaya razı olurmuydu bir tefekkür edelim.

 

Hac yahut umre konaklamalarını herkese eşit sekilde bir standartta tutamazmıydık. Zenginler yakın ve konforlu otellerde , fakirler uzakta bir cok kisiyle beraber kalmak zorundamıydı. Aynı otel icinde kimi yemekli kimi yemeksiz bir program bile var , biri yerken biri bakıyor. Hatta yemek kalitesinde bile fark var , kimine aynı otelde sabit yemek kimine açık büfe çıkıyor. Müslümanlar kardestiri gelin anlatalım dünyaya.Burası bir vakıf anlayısıyla hizmet üretse müslümanlar daha büyük kazanımlar elde ederdi.

 

Yaşlı , engelli , hasta veya dezavantajlı biri yakın bir otelde kalamaz ancak parası varsa kalır , digeri servisle  gelip gitmek zorundadır. Koskoca İslam ümmeti şunu dahi çözemez mi ? Çözemez.

 

Varsa yoksa başka şeyler peşindeyiz , efendim kulenin boyu Kabe’yi gecmiş yahu tecelligah olan insanın gönlüne bile saygı yokken beytine saygıdan bahsediyoruz. Bunlar bir biri ile ilintilidir.

 

 

Hac veya umrede müslümanlar arası bir iletisim var mı ? Yok , tesvikte yok zaten olmasıda yasak. Çocuklara seker dagıtmakla , zenci cocuklar pek tatlı diyip başını oksamakla , endonezyalı hacı pek düzenli , pakistanlı hacı pis demekle iletişim olmaz. Müslümanlar arası bir kardeşlik böyle tesis edilemez.Bunun yolu yöntemi vardır lakin sakıncalı bulunur , yasaklanır , hic bir sivil organizasyon yoktur zira yasaktır.

 

 

Bizi aldatan bizden degildir buyurdugu peygamberin diyarında hurma tüccarı hacı kandırmakla meşgul. Hukuk yok mu müslümanın hakkını koruyacak ? Yok. Şikayet mercii yok.
Hacılara bir güleryüz yok mu ? Yok yetkilerden.Gelen bir kafileye bile çicek , hediye sunacak bir anlayış yoktur.

 

Nebiliyim şu günlerde haccı biraz daha düşünelim Allah’ın beytinin huzurunda İslam medeniyetini dünyaya gösterelim. Göstermek isterdik lakin gösteremiyoruz.Bu sadece o devlet ve rejimin sorunu degil başkası olsa başka marazalar olacaktır bu müslümanların genel sorunu. İnsan faktörünü ön plana almadan , İslami hassasiyetleri uygulamaya kalkınca  plansız , programsız , tamamen ticari kaygılarla organize edilmiş organizasyonlara müslümanları mahkum ediyoruz. Bu emin beldelerde bile insanlarda emniyet şüphesi varsa bu ne haldir Ey Müslümanlar. 30.12.2018

 

Mehmet Emin Başalp

NE BEKLİYORUZ

NE BEKLİYORUZ

Suudlu gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın , İstanbul Başkonsolosluğun’da öldürülmesi ile Suudi Arabistan dünyanın gündeminde.

 

 

Uluslarası İlişkiler konusunda uzman değilim fakat yurt dışı deneyimim olarak gördüğüm tek yabancı ülke umre sebebiyle Suudi Arabistan. Birazda okumalarımında etkisi ile Suudi Arabistan’dan ne bekliyoruz sorusuna şahsım ve herkes çok rahat cevap bulabilir.

 

 

Suudi Arabistan , Osmanlı hakimiyetindeki Arap yarımadasının medeniyetten uzak , uzun yıllar devlet hakimiyetinden bile uzakta kalmış herhangi bir doğal ve kültürel zenginliği olmayan orta kısmı olan Necid’de ortaya çıktı daha sonra hasbelkader devlet düzeni olan Hicaz bölgesindeki Hicaz Emirliği’nide ele geçirerek şimdiki Suudi Arabistan devleti ortaya çıktı.

 

 

Hicaz emirlerinin hatıralarına bakarsak ne kadar vahşi şekil ve yöntemlerle bu bölgeyi ele geçirdiğini ve ardına hangi güçleri aldığını da görebiliriz.

 

 

Yağma ile geçinen bir topluluğun ve idarecilerinin kurduğu devletten ne bekleyebiliriz.

 

 

Suud , her ne kadar Müslümanlar için kutsal beldeleri elinde tutsada tüm müslümanları kucaklayan veya bu amaca yeltenen , maddi imkanı ile yardımlara koşan bir ülke olmaktan çok uzaktır. Dünyada bugünde varlığını sürdüren ulus devlet ideolojisinden de bilinçsiz şekilde etkilenmistir. Arap milliyetçiliği ve daha doğrusu Arap asabiyeti ile şekillenen bir devlet olduğundan tüm müslümanları kucaklayıcı bir politikası olmadığı gibi araplar arasında da ayrımcı ve acımasızdır. Bu nedenle ortadoguda kendi ırkdaşlarının bile menfaatini bu asabiyet nedeniyle sahiplenmemektedir. Cahiliyye döneminde olan Ukaz panayırı gibi hususları bile canlandırması bir tür ulus devlet anlayışı olusturma çabalarıdır. Fakat ne kadar çabalasada yanlış kulvarda koştuğundan bu alanda bir adım ilerlemesi mümkün olmadıgı gibi geriye de gitmektedir.

 

 

Suudi Arabistan idarecileri aynı zamanda Vahhabilik denilen din yorumununda takipcisi ve yayıcısıdır. Bu son derece katı inanç sistemi her ne kadar itikadi ve fıkhi sıkıntılarda olsa özel yaşam alanında tolare edilebilecekken bunun bir ideoloji ve siyaset haline getirilmesi Suudi Arabistan’ı diğer müslümanları dışlayan ve ayrıştıran bir yapıya çevirmistir. Batılıların terör tarifini kabul etmesemde radikalizm denilen fikir , kisi ve örgütlerin buradan zuhur etmesi bunun göstergesidir. Bin Ladin , 79 Kabe Baskını gibi hadiseler bu konuda fikir verebilir.

 

 

Suud ayrıca İslam ülkelerinde radikal akımları finanse etmekte ve hatta terörize eylemlere teşvik etmektedir.Dünyaya sunmuş oldukları tek fikir budur.

 

 

Saygın bir İslami eğitim sistemine de sahip olmamakla birlikte Suud Başmüftüsünün bile dünya düzdür gibi iddilarını öne sürdüğü bir dini anlayış vardır.Mevzu detaylı belki kendi inanç sistemi icinde tutarlıda olsa bu tip iddiaların ne kadar sakil kaldığı ortadadır.Dini bilimler haricinde de herhangi bir ilmi gelişim yoktur.

 

 

Suudi Arabistan’a yön veren idarecilerin bedevi zihniyetli olmasıda her türlü alanda kendini göstermektedir. Ülkede kurumsal hic bir yapı olmadığı gibi ne mimaride , ne sosyal yaşamda ne kültürde herhangi bir incelik ve estetik yoktur. Tamamen rastgele anlayışla ve kabalıkla olusturulan her türlü yapı oldukça ilkeldir , plansızdır.

 

 

Suudi Arabistan bu ilkelliginin yanında petrol ilede zenginleşmiş bu zenginlikte olabildigince görgüsüzlük ve şatafata dönüşmüştür. Kendilerine saygıyı parayla oluşturan bu devletin idarecilerinin gezi ve harcamalarını herkes istihza ile izlemektedir.

 

 

Ülkede ordu , polis , bürokrasi vb lakaytlık ve keyfilik içinde olup olağanüstü her türlü siyasi , ekonomik , sosyal , afet ve kriz hallerinde beceriksizligin zirvesinde tavır ve davranışlar içindedirler.

 

 

Suudi Arabistan mutlak monarşi ile yönetilmektedir. Kraliyet rejimleri içinde bile pek rastlanmayan bir sekilde hanedan ailesinin bile bakanlık , valilik , komutanlık ve üst düzey bürokratlık yaptığı akıl dışı bir siyasi yapı vardır.
Misal Çin’de tek partide olsa uzman bürokratlar vardır. Monarşi olan ülkelerde bir tür istişare mekanizması , otoriter rejimlerde ise bir sistem arayışı vardır. Suudi Arabistan zengin , kaba güce dayalı ama devlet aklından yoksun sırtını küresel güçlere dayamak suretiyle zorbalıkla idare edilmektedir.

 

 

Ülkede herhangi bir sivil girişim , siyasi fikir ve oluşum , basın hürriyeti yoktur. Ekonomik sistem idarenin haraç alacağı bir sistemle inşa edilmiştir.

 

 

İnsanın kıymeti yoktur. % 60’lar seviyesinde bir okuma yazma oranı vardır.

 

 

Suudi Arabistan’ın imajıda oldukça kötüdür. Mesela İran’da batılı ülkelerce tehdit görülmekle birlikte kültür ve medeniyeti hayranlık uyandırır. Mısır batılıların ilgisini çeker. Japon ve Korelilerin barışçıl imajı dünyada takdir görür.Suudi Arabistan tüm bunlardan yoksundur aksine nefret uyandırır.

 

 

Suudi Arabistan bir devlette olması gereken her şeyden yoksundur. Böyle olduğu içinde yabancı bir ülkenin konsolosluğunda herkesin gözü önünde vahşi cinayetler işleyebilmektedirler. Suudi Arabistan’a bakınca gerçekten evet ne bekleyebiliriz ki ifadesini herkes rahatlıkla kurabilmektedir.

 

 

Suudi Arabistan’ın bu çağ ve akıl dışı faaliyetlerine ilgimizin sebebide dünyada İslam inancına vermiş oldukları zarar nedeniyledir. Müslümanların kıblesinin bulunduğu , peygamber Efendimizin kabrinin bulunduğu ,ilahi vahyin nazil olduğu , adaletin , insan haklarının , tevhid inancının dünyaya haykırıldığı bu toprakların bu karanlık ve barbar zihniyetin elinde bulunması son derece üzücüdür. İslam tüm bunlardan beridir.

 
Suudi Arabistan’ın tüm kodları bu şekilde olduğundan şahısların değişmesi ile de bir değişiklik yaşamasıda mümkün değildir.Uluslarası ilişkiler sistemi nedeniyle sizden de bu beklenirdiyi hic bir devlet diyemez ama şahıslar ifade etmelidirler. Suudi Arabistan var oldukça müslümanların bu devletin şerrinden ve zararlarından korunmak için tedbirli ve dikkatli olmaktan başka yakın vadede çarede yoktur. 10.11.2018
Mehmet Emin Başalp

LİMONATA YAPMAYA DEVAM EDELİM

LİMONATAYI YAPMAYA DEVAM EDELİM
Siyasi ve dünya görüşü yazımızla ilgili değilde Çetin Altan’ın geçenlerde bir köşe yazısına denk geldim. İsteyenler internetten de bulup okuyabilir ” Limonata ve rafadan yumurta ” diye. Orada şöyle bir kısım var ”
Çünkü bunları bir tek kişi yapamaz. Özenler ve incelikler, ortak bir yaşam kültüründen, kişilerin yaşamına kadar uzanmıyorsa; limonata yapmaya kalktığın zaman, önce evde limon bulamazsın. Limonu almak için dışarı çıktığın zaman da, zaten limonata içme isteğin küllenmiş olur. Dişini sıktın, limonu alıp geldin. Kör bıçak, limonu doğru dürüst kesmez. Buzdolabına su konulması unutulmuştur. Yahut dolap tam o sırada söndürülmüştür. Yahut limon sıkacağını komşu almıştır. Zaten nane de yoktur. Çay süzgeci yıkanmamıştır. Görkemli uzun bardak bir gün önce kırılmıştı. Ama limonata yerine, soğuk maden suyu vardır… Ve yeni icatlar çıkarmak da, insanı üzmekten başka hiçbir işe yaramaz… ” Evet , yeni icatlar çıkarıyoruz.

 

 

Tasavvuf , tarikat , dervislikte tek kişinin zevki olmayan bir özen ve incelikler kültürü idi.

 

 

Bu kültürün öyle yüz yıl öncesine filan gitmeyeceğim şundan 20 sene önce bile muazzam bir kültür vardı.

 

 

Dedemlerin haftalık mutad sohbetleri vardı. Esnafı , tüccarı , emeklisi , gazetecisi , işçisi , memuru bir grup.Gruptaki kişiler şehrin yerlisi , adabını , edebini bilir , mütevazı , hoş sohbet ,nazik kişilerdi. Rahmetli oldu bize yakın oturur bir amca arabası yoktu belkide kullanmayı bilmezdi dedemle gidecekleri için buluşma gününde , bulusma saatinden gec geldigine sahit olmadık erkenden gelir kapının önünde beklerdi. Zil çaldı mı , filan amca geldi maşallah her zamanki gibi erkenden geldi derdik , pencereden bakarız her zamanki gibi Mehmet Bey evde mi diye soran kibar amca ile aynı muhabbet yıllarca sürmüstür. Sohbetlerde de ne bir şov ne bir acayiplik olur , okunacak kitap okunur , yapılacak zikir yapılır , çay ve meyve faslından sonra dağılınır.

 

 

Mutad sohbet usulünü bilenler bilir bir sırayla olur bu sıra geldiğinde annemler vb genel temizlik yapılır efendim koku çubugu yakılırdı.Misafir gelmesede misafir odasının ışığı yakılı tutulur. Misafir varken gürültü yapılmaması tenbih edilir evde bir disiplinli hal olur. Yine bilenler bilir zikir esnasında ışıklar kapatılır. Küçükken bu ortamıda merak ederdik ama alınmazdık. Bu sohbet muhabbet meclisleri ülkemizde az çok bir birine benzediği şekliyle sürüp giderdi.Bir cazibesi bir edebi bir vakarı vardı.

 

 

Tasavvuf , tarikat denilince daha fazla ibadet daha fazla tesbih çekmek filan anlaşılırdı.

 

 

Persembe geceleri , kandil geceleri , ramazan geceleri vb bir sevinç içinde gecerdi.

 

 

Allah dostları sevilirdi.Evliya menkıbeleri belki tekrar tekrar anlatılırdı. Türbe ziyaretleri vb vakar icinde olurdu. Çeşitli sohbet kayıtları yahut bir hafız veya mevlidhanın okuyuşu dinlenilecekse vecd ile dinlenirdi.Güleryüz ve nurani bir sima adeta bu kültürle özdesti.

 

 

Bunlar hep bir sevinç veren , dinginlik veren abartısı olmayan mutad bir takım faaliyetler olup genel halktada bu şekilde idi.İnsana yaşama sevinci , moral motivasyon ve dahi tevekkül katardı.

 

 

Şimdiki gibi asık suratlı arapça kitaplarla dolu bir kütüphanenin önünde oturup bağıran çağıran hocalar yoktu. Bir birinden karışık mevzular dillendirilmezdi. Kimse kimseyi bid’atçilikle şunla bunla suçlamazdı.Tasavvuf , tarikat , dervis , evliya kötü degildi. Zikir bagrış çağrış degildi , herkes günlük kıyafetini giyerdi , taksa bir namaz takkesi takardı , allı , yeşilli acayip sarıklar , cübbeler yoktu.

 

 

Kimileride toplanıp toplanıp sohbet , muhabbet yerine beyin yıkanan bir usul getirdiler , dönüp dönüp aynı şeyleri okudular , videolarını seyrettirdikleri aglak adamın zırvalıklarını adeta ezberlettiler , nezaketi , muhabbeti unutturdular kim olduğu belisiz kisilerden müteşekkil oturma grupları ihdas ettiler , gidenler kendilerini emin değil korku ile karışık baskı içinde buldu. İnsanlığı müslümanları bırakıp para dilendiler . Hurafeci tipler türedi , zikride , giyimide , kuşamıda şova döktüler . Sokakta buldukları adamı dahi soktular her yere. Her yeri abartı aldı , samimiyeti , düzeni , intizamı , sohbet adabını , ibadeti , zikri vb her şeyi tahrip ettiler.

 

 

Ve günümüz insanı şimdi dönüp baktı sanki usul bu yahû usul güzel bir limonataydı , katkı maddeli maden suyu değildi.

 

 

Şimdi ise bu zevkleri arasan ne fayda evde sohbet yok , varsa heyecan yok , eve gelen kibar adamlar yok , merakla dinlenilecek evliya menakıbı anlatacak kibar amcalar yok . Bu özen ve incelikleri yok edip yeni yeni seyler icad ettik. Belki bir yerlerde hala bu incelikleri ve kültürü devam ettiren adeta nesli tükenmiş kişiler olabilir ama onlarda artık medyadan , televizyondan , ilahiyatçılardan , nevzuhur hocalardan , cami kürsülerinden her gün tasavvuf dini mensupları , şirk icindesiniz , para tuzağı yapılar , sahtekarlar vb şeklinde bin türlü hakarete maruz kalıyorlar.

 

 

Yazının devamı ”
Yaşam sevgisi bir kültürdür. Tıpkı çiçek sevgisi, tıpkı müzik sevgisi, tıpkı yüzme sevgisi gibi…
Bu sevgi ya vardır, ya yoktur.
Böyle bir sevgi pekişmemişse; orada insanlar, ne yaratıcı bir yaşama, ne sağlıklı bir aşka, ne keyifli bir yücelmeye fazla kulaç atamazlar…
Kafası yarım kesik bir horoz gibi, çırpınır, bunalır, önüne geleni suçlar; ne istediğini, ne aradığını, daha doğrusu ne halt edeceğini bir türlü tam kestiremez ve kendilerini de, canım yaşamı da ziyan zebil ede ede, sönüp giderler.” Sevgisizlik yayıldı , yeniden insanların bir birini sevmesine bu irfan medeniyetimize toplumumuzun bakış açısının değişmesine ihtiyaç var. O keyifli yücelmeye kucak atmamız , feyz almamız , neş’e almamız lazım. Ve daha önemlisi değişen kendimizinde yeniden değişerek ne halt edeceğini bilmeyip sönüp giden insanlardan olmamamız lazım.02.11.2018

Mehmet Emin Başalp